25 Eylül 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, bırakın krizden olumsuz etkilenmeyi, krizi fırsata dönüştürebileceğimizi söyledi. Hemen arkasından krizle ilgili gazetelere, televizyonlara yansıyan açıklamalara baktığınızda ise kimsenin artık krizin fırsata dönüştürüleceği konusunda umudunun bulunmadığını gözlüyoruz. Aksine, sözü alan herkes krizden artık etkileneceğimizi, mutlaka önlem alınması gerektiğini, hükümetin bir şey yapmadığını, böyle giderse reel sektöre de krizin yansıyacağını söylüyor. Akademisyeni, bankacısı, işadamı herkes bu yönde konuşuyor.
Bu açıklamaların hemen hepsinde, çoğu örtülü olarak, mevcut yönetime, yaptıklarına bakılarak, kriz yönetimi konusunda güven duyulmadığı da görülüyor.
MÜSİAD bile dün kabine revizyonundan söz edip, kapsamlı ekonomik program açıklaması talebinde bulundu. Yani, AKP yandaşları bile bir şey yapılmadığını görüyor.
Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; krizin fırsata dönüştürülmesi için yapılacak işlerin başında, daha bir-iki ay öncesinde, IMF ile kapsamlı bir anlaşma yapılması geliyordu. Türkiye bu fırsatı kaçırmış görünüyor.
Bunu bile yapmayan hükümetin krizi fırsata dönüştürme imkanı artık hemen hemen imkansız. Piyasalar bu fırsatı görüyordu ama AKP’nin yerel seçimleri düşünerek IMF ile böyle bir anlaşmaya yanaşmayacağını anladıkları için güven kaybı yaşandı.
Başka hiçbir ülkenin böyle bir şansı yoktu; hazır süren ilişkiler vardı ve IMF böyle bir anlaşmaya hazırdı. Bir anlaşma, hele hele belirli kriterlere göre opsiyonlu kaynak kullanımı öngören bir anlaşma yapılsaydı, Türkiye’nin değer gelişmekte olan ülkelere kıyasla öne çıkma ihtimali vardı. Ama artık bunun için çok geç.
Şimdi tartışılması gereken; ne yapılması lazım ki, krizin etkilerinden daha az etkilenelim.
Mevcut gidişe, ekonomi yönetiminde kargaşaya bakılarak, piyasalarda "krizi mümkün olduğunca az zayiatla geçiririz" yönünde bile bir umut kalmamasını doğal karşılamak gerekir.
İşalemi, hükümetin ekonomiyi gündeme oturtup, gerekli önlemleri alması gerekirken, Başbakanın sürekli olarak siyasi çatışmalar yaratmasına bakarak, AKP hükümetinin sadece yerel seçimi düşündüğü, ekonomiyi pek dikkate almadığı izlenimi alıyor.
IMF KOMPLEKSİ
Piyasalarda, AKP’nin IMF anlaşmasını seçimler nedeniyle istemediği düşünülürken, "Halbuki IMF anlaşmasına halk alıştı, AKP hükümeti de başarıyı IMF ile anlaşma sürerken kazandı, nasıl oluyor da hálá böyle düşünüyorlar anlamıyoruz" diyorlar.
Başbakan Tayyip Erdoğan, IMF ile görüşmelerin devam ettiğini, ekim ya kasım ayında böyle bir anlaşmanın yapılabileceğini söylemiş.
Madem o zaman yapılacak, niye hemen yapılmıyor. İş işten geçtikten sonra, ateş bacayı sardıktan sonra artık bu anlaşmanın bile işe yaramayacağını görmüyorlar mı?
Bence AKP hükümeti kasım ayında anlaşmayı yapıp, uygulamayı mart sonuna doğru başlatmayı planlıyor olabilir. Ya da anlaşmayı yıl sonunda yapıp, yerel seçimlere kadar işi savsaklayacağını yani harcamaları 3 ay istediği gibi artırabileceğini düşünüyor olabilirler.
Ama artık piyasalar bu cin fikirli, "uyanık" yöntemleri görüyor.
AKP hükümeti, bir kez güven kaybolduğunda nelerin olabileceğini, bence henüz bilmiyor.
ABD, bir kez kötü haberler ardı ardına gelmeye başladığında, artık iyi haberlerin bile algılanmadığını, 700 milyar dolarlık destek paketinin bile piyasaları sakinleştirmediğini görünce, güven kaybının getirdiklerini çok iyi anladı.
Unutmayalım ki; ABD’den kaynaklanan 6-7 yıllık ekonomik balon döneminden her ülke gibi Türkiye de, o dönemde iktidarda olan AKP yönetimi de payını aldı, başarılı sayıldı.
Şimdi ABD bu faturayı öderken, nemalanan herkesi de bu faturanın içine çekecek.
Ama herhalde bunları, AKP hükümeti kriz iyice hissedilmeye başladığında anlayabilecek.
Yazının Devamını Oku 
23 Eylül 2008
<b>BAKÜ</b><br>YAPI Kredi Bankası Azerbaycan’daki operasyonunu büyütüyor. 10’uncu yılını kutlayan Yapı Kredi Bank Azerbaycan’ın dün Bakü’de "Baş Ofis"inin, yani genel müdürlük binasının açılış töreni vardı. Bugün de aynı bankanın Gence Şubesi açılacak. Böylece Yapı Kredi Bank Azerbaycan’ın genel müdürlük merkeziyle birlikte, şube sayısı da bugün itibariyle 5’e yükselmiş olacak.
Dün genel müdürlük binasını açan Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü Tayfun Bayazıt, törenden önce de Bakü’de yapılacak Hilton Oteli yatırımı için Bankanın kullandıracağı 86 milyon dolarlık krediye ilişkin anlaşmanın imza törenine katıldı.
Yapı Kredi projenin finansmanını tek başına sağlıyor. Yapı Kredi Bank Azerbaycan’ın ISR Holding bünyesinde bulunan ISR Kapital Invenstment LLC tarafından yaptırılacak 300 yataklı Bakü Hilton Otel projesinin inşaat işlerini ise Koray İnşaat gerçekleştirecek. Verilecek kredi 3 yılı geri ödemesiz toplam 10 yıl vadeli olacak. Otelin 2 yıl içinde tamamlanarak faaliyete geçmesi bekleniyor.
Bu yatırım kredisinin Azerbaycan’da özel sektöre sağlanan en uzun vadeli ve en yüksek tutarlı kredilerden biri olma özelliğinin bulunduğu belirtiliyor.
İSTANBUL’DA YATIRIMLARI VAR
ISR Holding ve sahibi İskender Halilov Türkiye’nin yakından tanıdığı, İstanbul’da da yatırımları olan bir işadamı. Halilov’un Rusya Fedarasyonu ile de iyi ilişkileri bulunduğu biliniyor. Halilov, Ramstore’un Azerbaycan’a ve Rusya’ya ilk girişlerinde birlikte hareket ettiklerini, Rahmi Koç ile yakın işbirliği içinde bulunduğunu söylüyor.
IRS Holding’in Bakü’de Hilton otelinin yanı sıra 3 adet 5 yıldızlı oteli daha bulunuyor. Yanı sıra yine Bakü’de çok sayıda alışveriş merkezi, eğlence merkezi ve rezidans yapımı da gerçekleştirmiş. Halilov’un, Bakü’nün Turizm Merkezi yapılması planlanan sahil şeridinde yeralacak Hilton Oteli’nin hemen yanıbaşında büyük birkaç arsayı daha satın aldığını, buralara da alışveriş merkezleri ve yeni oteller yapacağını öğreniyoruz.
18 BİN BİREYSEL MÜŞTERİ
Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü, aynı zamanda Yapı Kredi Bank Azerbaycan Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Bayazıt, bankanın özel önem verdikleri bir iştirakleri olduğunu, "dünya ekonomisinde yaşanan çalkantılara rağmen Azerbaycan’ın hızlı ve sağlıklı biçimde büyüyor olmasının yeni yatırımları da beraberinde getirdiğini" kaydetti.
Bayazıt, Yapı Kredi Bank Azerbaycan’ın aktif büyüklüğünün 125 milyon doları bulduğunu, Genel Müdürlük binasının yanı sıra mevcut 3 şube ve 87 personelle hizmet verdiklerini söyledi. Bayazıt, 1300 kurumsal, 18 bin bireysel müşterilerinin bulunduğunu, şube ağını daha da genişletmeye devam edeceklerini ifade etti...
Yapı Kredi Bankası’nın yüzde 50 ortağı olan UniCredit’in de bölgedeki faaliyetlerini bu banka kanalıyla yapmasının, bankanın geleceğini olumlu etkilediği belirtiliyor.
Yapı ve Kredi Bankası’nın uzun yıllardan beri Rusya’da olduğunu, etkin bankacılık yaptığını biliyoruz. Bu atakla birlikte bölgede, Rusya’dan sonra Azerbaycan’da da Yapı ve Kredi Bankası’nın faaliyetlerini genişleteceğini söyleyebiliyoruz.
Kriz nasıl fırsata dönüşür
ABD’de yatırım bankacılığının tarihe karışacağı kararlar alınırken, Bakü’de bir yandan açılışları izliyor öte yandan dışarıdan gelen haberlere bakıyoruz. Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ekonomiyle ilgisi basın toplantısında yeni bir şeyler söyleyip söylemeyeceğini merak ediyoruz. Sonuçta Başbakan’ın söylediklerinde yeni bir şey bulunmadığını öğreniyoruz. Yeni bir şeyler yapmadan bu krizi nasıl ucuz atlatacağımızı, hele hele krizi nasıl bir fırsat haline dönüştüreceğimizi anlamadık...
Yazının Devamını Oku 
22 Eylül 2008
ABD, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyor, trilyonlarca dolarlık kurtarma planları yapılıyor. Ekonominin kalbindeki bu krizin tüm dünyayı yani vücudun tüm organlarını etkilemesi kaçınılmaz. Herkes önlemini alırken, cari açığın da etkisiyle küresel krizden bizim çok etkileneceğimizi herkes kabul ederken, bizim ekonomi bakanlarımız "biraz büyüme düşer, başka da bir şey olmaz" havasında. ABD’de fatura belirlenme aşaması başladı. Bunun ardından Avrupa ve diğer gelişmekte olan ülkelere yansıyacak etki belli olmaya başlayacak. Bu tehlike apaçık ortada iken, bu krizi yönetmesi beklenen ekonomi yönetiminin mevcut yapısı kesinlikle güven vermiyor.
Piyasalar, gelişmeler karşısındaki tavırlarına bakıp, ekonomi yönetimine güvenmediklerini söylüyorlar. Ancak piyasaların gördüğü, ekonomi yönetimindeki mevcut dağınıklığın sadece bir bölümü. "Kol kırılır yen içinde kalır" mantığıyla, AKP’nin gizlilik geleneğine de uygun olarak bürokrasi içinde yaşananlar piyasalara çok da yansımıyor.
Piyasalarda bir tek Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in iyi niyetli çabaları gözleniyor. Ancak Ekren’in iş dünyası temsilcileriyle, bankalarla, holdinglerle yaptığı yoğun toplantılar sonucunda somut bir şeyin çıkmaması da, Ekren’in çabalarının "sadece iyi niyetli sonuç vermeyen toplantılar" olarak algılanmasına neden oluyor.
Ekonomiyle ilgili bakanların kesinlikle birbirleriyle eşgüdümleri bulunmuyor. Daha çok Başbakanın da katıldığı rutin ekonomik toplantılarda bir araya geliyorlar ama herkesin ayrı telden çaldığı da ortada. Bu tablo da piyasalardaki güvenin kaybını körüklüyor.
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in diğer bakanlarla olmadığı gibi, kendi bürokrasi ile de eşgüdümü yok. IMF programının başarılı uygulayıcılarından olan Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı ile Bakanın 2-3 aydır görüşmediği söyleniyor. "Olan şeyler yazıldığı zaman bunlar olmamış gibi yalanlama yoluna gittiğini bildiğimiz" Bakan, bunu da yalanlayabilir ama herkes zaten konuşuyor. Çanakçı’nın istifasını 3 ay önce verdiği, bakanla çalışmak istemediğini açıkca söylediği, Başbakanın istifayı kabul etmediği yoğun olarak söyleniyor.
Nazım Ekren’e bağlı Devlet Planlama Teşkilatı(DPT)nda da belirsizlik hakim. Müsteşar Ahmet Tıktık’ın emeklilik istemini bu kez Ekren’in kabul ettiği söyleniyor ama Tıktık "uygun bir dış görev bulunması için" bu makamda oturuyor. İşleri yürüten Müsteşar Yardımcıları da beklenti içine girdikleri için, şu anda DPT’de işler yürümüyor.
Krizi bilen kimse yok
GÖRÜLDÜĞÜ gibi bir kriz anında en çok iş düşecek ekonomi birimlerinde ve bürokrasilerinde durum bu. Bunun yanı sıra en kritik kurumlardan olan Merkez Bankası’na olan güven de giderek azalıyor. Yani bir kriz anında Merkez Bankası yönetiminin söylediklerinin piyasa tarafından dinlenmediğini bir düşünsenize.
Ama bu güvenin kaybolmasında en önemli etken AKP hükümetinin tavrı odu. Merkez Bankası yönetimine "faize karşı" olduğu bile bilinen AKP’li kişiler atadığı için, Başkan Durmuş Yılmaz sürekli "faiz indir" diye taciz edildiği için, güven kaybı oluştu. Başkan Yılmaz da son enflasyon açıklamasandan sonra "faiz indimi başlayabilir" açıklaması ile çok büyük hata yaptı. Özetle Merkez Bankası’na piyasaların güveni oldukça azalmış durumda.
Ekonomiyle ilgili diğer bakanlar Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in sadece ihracat artışıyla, uğraştığını, makro ekonomiyle ilgisinin Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan gibi sadece "kurlar nedeniyle Merkez Bankası yönetimini suçlamak" olduğunu da biliyoruz.
Ekonomiyle ilgili bağımsız kurumların içine düştüğü durum da ortada. EPDK, SPK gibi kurumların kimler tarafından yönetildiği son tartışmalarda iyi açığa çıktı.
Biliyor musunuz ki; şu anda 2001 krizinde görev almış hiçbir bürokrat görevde değil. ABD’de krizin nasıl kötü yönetilip zaman kaybedildiğini, bunun faturayı artırdığını gördük. Rusya’daki durum ortada. Bizde krizi iyi yönetenler AKP hükümetince safdışı edildi, partili yandaşlar göreve getirildi. Kadrolaşmanın etkisini asıl şimdi göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 
20 Eylül 2008
ABD’de nihayet, krizin asıl faturasını görme adına somut adımlar atılmaya başladı. Bence dün piyasaların coşmasındaki en önemli etken, şirket bilançolarında donuk hale gelen varlıklar için kurulacak varlık yönetim şirketinin kuruluş kararı idi.
Bu kararla, ABD yönetiminin yangın faturasını çıkarmaya dönük önemli adımı attığını söyleyebiliriz. Elbette açığa satışın engellenmesi gibi kararların da piyasaların sakinleşmesinde etkisi oldu ama asıl neden bizce bu şirketin kurulacak olması.
ABD Hazinesi "vergi ödeyenlerin parasını daha fazla aktarmam" diyerek Lehman Brothers’ın batışına müdahale etmeyince, çürüklerin temizlenip, yangının söneceğini sandı ama işler hiç de istediği gibi gitmedi. Aksine faturanın giderek büyüdüğü ortaya çıktı
Şimdi faturayı görmek için kurulacak şirkete yine vergi ödeyenlerin parası konacak mı, bunu bilmiyoruz. Bu şirketin sermaye yapısının ne olacağını görmek elbette önemli. Çünkü öyle ya da böyle bu şirketin satın alacağı donmuş varlıkların bir maliyeti olacak ve bunun kimin ödeyeceği, ABD’de çok önemli bir nokta.
Öyle ya da böyle, dibi görmemizi sağlayacak hareketin başlayacağını artık söyleyebiliyoruz. Faturayı görmek için ne kadarlık bir süre gerekiyor derseniz, bence en az iki hafta sürecektir. Bence ABD yönetimi gelen seçimleri de göz önüne alarak, bu işi hızlandırmaya çalışacaktır. Yani küresel mali krizde yangın söndürme dönemi asıl şimdi başladı. Bir başka deyişle mali kesimde büyüyen güven krizinin aşılması için şimdi somut önemli bir adım atılmış oldu.
Bu yangının söndürülüp, güvenin yeniden oluşturulmasından sonra ise, ABD yönetimi ve FED’in oturup makro ekonomik dengeleri gözden geçirmesi gerekecek.
Çıkacak faturanın büyüklüğüne göre hasar tespiti yapılacak ve ekonominin onarım dönemi başlayacak. İşte o zaman büyüme, enflasyon gibi büyüklükler yeniden ele alınıp, buna göre yeni bir ekonomik program yapılmak zorunda kalınacak.
Bununla birlikte bence küresel mali sistemin bu krize neden olan çarpık yapısının gelişen şartlara göre gözden geçirilip, yeni bir yapılanmaya gidilmesi gerekecek. Belki mali işlemler için kısıtlar konulup, önceden uyarı sistemini oluşturacak yapılanmalara gidilmesi, belki şeffaflığın daha da kurumsallaştırılması için yeni tedbirler gerekecek.
Biz gerekli önlemleri almışız(!)
İŞTE ABD’de başlayacak onarım dönemi, aşamalı olarak AB ülkelerine, ardından da bize ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelere yansıyacak.
Yani yükselen enflasyon nedeniyle Fed’in faiz artırımı kaçınılmaz, belki ardından Avrupa’nın da katılması gerekebilecek. Bu da Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin mevcut ekonomik yapılarını gözden geçirmelerine neden olacak hareketlere neden olabilir.
Yani siz seçim olacak diye, Merkez Bankası’na siyasi baskı yaptırıp, faizleri biran önce indirmeye kalkışırsanız da, aynı zamanlarda, bize kaynak aktaran ülkelerde faiz artırımları dönemi başlarsa, o zaman işimiz kötü.
Elbette bu küresel krizdeki yangının söndürülmesi aşamasında Türkiye’den kaçışlar olacaktır ama bence gelişmiş ülkelerde makro dengeleri yeniden kurmak için yeni ekonomik programlar oluşturulduğunda biz küresel krizin asıl etkisini hissetmeye başlayacağız.
Bu konuda bir şeyler yapılması gerekiyor ama hükümetten çıt çıkmıyor.
Sadece Bakan Şimşek gibi, "alınan önlemlerin krizin bize yansılamasını engellemek için yeterli olacağını" söylüyorlar. Alınan önlemleri bir de biz bilsek iyi olacak ama...
İşin kötüsü, bu tür rahat tavırlar ve işin ciddiyetinin anlaxşılamadığını gösteren demeçler nedeniyle, şu anda piyasalar mevcut ekonomi yönetimine güven duymuyorlar. Belki daha da kötüsü; erkenden çıkıp "faiz indirimine başlayacağız" deyip yerinde kalıveren merkez bankası yönetimine olan güvenin de büyük ölçüde erozyona uğraması.
Bu yönetimle büyük bir krize yakalandığımızı bir düşünsenize...
Yazının Devamını Oku 
18 Eylül 2008
AKP Hükümeti, küresel ekonomide büyüyen krizin de dayattığı bir ikilemle karşı karşıya bulunuyor: Ya eninde sonunda Türkiye’yi vuracak bu dalgaya karşı ekonomiyi daha dayanıklı hale getirecek önlemleri alacak, ya da 2009 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerde oy oranını artırmak için harcamaları daha da hızlandıracak, seçim popülizmiyle ekonomiyi feda edecek. ABD’de yaşananları, birkaç yıl sonra çok daha net bir şekilde görüp değerlendirme imkanı bulacağız. Piyasa ekonomisinin beşiğinde, neden piyasa ekonomisine en aykırı uygulamalara girildiğini de, belki o zaman tam olarak anlayacağız.
AIG’nin de bir anlamda kamulaştırılmasına karar verilmesi, bence yaşanan krizin boyutlarının sanılandan çok daha büyük olduğunun bir göstergesi. AIG’ye kredi açılıp karşılığında hisse senedine çevrilebilir tahvil alınmasının, "iyi ambalajlanmış bir devletleştirme" olduğu ortada. Ayrıca bu zararın yok olmadığı, özel sektör zararının kamulaştırıldığı yani faturanın halka, ABD’nin sevdiği tabirle; vergi ödeyenlerin sırtına yükleneceği de açık.
Bence piyasa ekonomisine geri dönülmeden, yani işin piyasa mekanizması içinde çözümüne cesaret edilebilecek bir noktaya gelinmeden, küresel krizin bittiğini söylemek doğru değil.
Bunun ABD’ye çok büyük bir fatura çıkaracağı, belki de 2001 krizinden sonra bizde görüldüğü gibi, bu etkinin seçim sonuçlarına yansıyacağı da ortada.
Ancak çıkacak faturanın ABD ile sınırlı kalmayacağı, AB başta olmak üzere gelişmiş ülkelere, sonra da gelişmekte olan ülkelere sıçrayacağı kesin. Bu faturayı, yıllardır nemasını yiyen, o nedenle de şimdi aynı derecede zarar görecek olan tüm küresel ekonomi ödeyecek.
Hangi ülke az ödeyecek hangisi çok ödeyecek kısmına gelince, bence şimdiye kadar önlemini almış hazırlıklı olan ülkeler daha az fatura öderken, çıkacak fatura şimdiye kadar beceriksiz bir ekonomi yönetimi yapmış ülkelere daha fazla yük bindirecek.
Yani ülke yönetimleri, krizi görüp önceden önlem aldılarsa, artı bundan sonra önlemleri almaya devam ederlerse, kendi halklarına çıkacak faturayı azaltmış olacaklar. Bunun tam tersi de geçerli; yani şimdiye kadar önlem almamış, bundan sonra da önlem almaya yanaşmayacak beceriksiz ülke yönetimleri nedeniyle, halklarına daha büyük faturalar çıkacak.
SORUMLULUK HÜKÜMETİN
İşte bu çerçevede, Türkiye’deki yönetime bakmak gerekiyor. Geçen yılın ortalarından beri bu kriz için önlem alınmasının istendiğini biliyoruz. Türkiye’deki Hükümetin, bir parçası olduğu küresel sistemdeki krize karşı somut bir önlem aldığını gördük mü derseniz, ben görmedim.
IMF’le anlaşma bitiyor ya yeni anlaşma yapın, ya kendi yeni programınızı açıklayıp, piyasalara güven verin denildi ama kimse dinlemedi. "Orta Vadeli Mali Program"ı Türkiye’yi kurtaracak program olarak sunmak, bu programın küresel krizin etkilerini de azaltacağını söylemek, hiç de inandırıcı olmadı.
İşte ABD’de kriz derinleşirken, Avrupa ülkeleri, buradan da yola çıkarak Türkiye’ye etkisi kaçınılmaz görülürken, Hükümetten hala krize dönük bir önlem görmüyoruz.
Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in, mali disiplini krize karşı en etkili önlem olarak ileri sürdüğünü biliyoruz ama Bakan Ekren de çok iyi biliyor ki; mahalli seçimler öncesi mali disiplinin korunacağı, harcamaların artırılmayacağı garantisi de verilemiyor.
Şu anda piyasaların gözü kulağı tümüyle ABD’ye çevrilmiş durumda. Bu nedenle içeride yaşananların piyasalara etkisi sıfır denecek ölçüde az.
Ayrıca piyasalar içerideki harcama artışını da henüz somut olarak görmüş değiller.
İşte bu nedenle diyoruz ki; AKP hükümeti çok yakında bir yol ayrımına gelecek. Birkaç ay içinde küresel krizin etkilerini daha fazla hissetmeye başlayacağız ama o dönem, aynı zamanda seçim ekonomisinin somut olarak başlayacağı dönem de olacak.
AKP hükümetinin medya kavgası, seçimde oy oranını artırmak için her yolu deneyeceğinin bir kanıtı. Bakalım ekonomide nasıl bir temel tercihte bulunacak.
Kısacası; ekonomide kötü bir şey yaşarsak sorumlusu küresel kriz değil Hükümet olacak.
Yazının Devamını Oku 
16 Eylül 2008
SERMAYE Piyasası Kurulu (SPK) da işler giderek garipleşiyor. Kurumda basın bürosuna dönük gizli bir sansür uygulandığını, bunun her açıdan yanlış olduğunu uzmanların çeşitli defalar söylemesine rağmen, Başkan Turan Erol’un bu uygulamaya devam ettiği iddia ediliyor. Dün, SPK hakkında çıkan haber ve yorumların artması üzerine bu durumun Kurul üyelerine intikal ettirildiği, bunun üzerine Başkan Erol’un, Kurul üyelerine gerçek durumu anlatmaya çalışan Kurumun Basın Müşavirine "odanı boşalt" talimatı verdiğini öğrendik.
Aslında Kurumda basın bültenlerinde sansür uygulamasının Turan Erol’un başkanlığından sonra başladığı kaydediliyor. Kurumda Doğan Cansızlar’ın Başkanlığı döneminde basın Bürosunu kuran, daha önce Başbakanlık Basın Bürosunda görev yapmış, eski bir gazeteci olan Nalan Yıldız’ın, bu uygulamanın yanlış olduğunu tekrar belirtmesi üzerine dün Başkan Erol’un "odanı boşalt" talimatıyla karşılaştığı söyleniyor. Normal basın bürolarında kurum hakkında olumlu ya da olumsuz haberlerin, yorumların yer aldığı günlük bir bülten çıkarılıyor. SPK’da da aynı şekilde rutin hazırlanan basın bülteni vardı ve bu bülten tüm idarecilere gönderiliyordu. Turan Erol’un bu bültende SPK’nın eleştirildiği haber ve yorumların yeralmasını yasakladığı, sadece belli isimler, belli gazeteler ve haberlerin basın bülteninde yeralmasını istediğini öğrendik. Bu uygulamanın uzun süredir devam ettiği de, dünkü olayla birlikte gün yüzüne çıkmış oldu. Bu uygulamanın yanlış olduğu, Kurumun basınla ilişkiler işlevinin bu şekilde yerine getirilemeyeceğinin, kötü haber ve yorumları görmeyerek Kurumun itibarının korunamayacağının Başkan Erol’a çeşitli defalar söylendiği ama Erol’un bu uygulamadan vazgeçmediği belirtiliyor.
ÜYELERLE GÖRÜŞME
Son dönemde SPK’ya ilişkin haberler ve yorumların yoğunlaşması üzerine basın bürosu konuyu tekrar gündeme getirmiş. Dün bu köşede yeralan bağımsız kurumların siyasileştiği, bu arada SPK’nın itibarının da zedelendiği yönündeki yazı da dahil olmak üzere, eleştirel haber ve yorumların basın bültenine alınması gerektiğine karar veren Basın müşaviri Yıldız’ın Kurul üyeleriyle bu durumu görüşmesi üzerine olay patlak vermiş.
Nalan Yıldız’ın Başkandan ve Kurul üyelerinden dün randevu istediği, kendisine randevu veren iki Kurul üyesini ziyaret edip, Kurumun itibarının zedelendiğini, bunlar için artık birşeyler yapılması gerektiğini anlattığı, bu arada dünküler de dahil, son dönemdeki eleştirel yazı ve yorumları da Kurul üyelerine aktarıp, Kurum imajının değişimi konusundaki düşüncelerini ilettiği öğrenildi. Bu görüşmeleri öğrenen Başkan Turan Erol’un önce talimat verip "Nalan Yıdız’ın bürosunun boşaltılmasını" istediği, bunun Kurumda büyük tepki çektiğini öğrendik. Daha sonra Başkan Erol’un bununla da yetinmeyerek, Özel kalemi aracılığıyla Yıldız’a "Şimdi ceza olsun diye Başkan büronu boşaltma talimatı verdi, eğer Kurul üyeleriyle görüşmeye devam edersen, başka cezaları da uygulamaya sokacak"mesajı ilettiği iddia ediliyor.
Dün Nalan Yıldız’la görüşüp, bu duyumlarımızın doğru olup olmadığını sorduğumuzda, kesin bir yanıt alamadık ama "böyle bir şey olmamıştır" da demedi. Düşünebiliyor musunuz; bir Kurumun başkanı, görevi Kurumun basınla ilişkilerini düzenlemek , kamuoyundaki imajını korumak olan bir memurunu, bu görevini yerine getirmeye çalıştığı için cezalandırıyor. Ayrıca belli ki kurum ve kendisi hakkındaki eleştirel yazıları Kurul üyelerinin bile bilmesine katlanamıyor. Bu kendine güvensizlik değil de, nedir? Başkan belki kendini siyasetçi olarak görüyor ama SPK siyasi etkilerden uzak çalışması gereken, ülke ekonomisinin lokomotifi olacak sermaye piyasasını geliştirmesi, bunun için de herşeyden önce kamuoyuna güven vermesi gereken, adı üzerinde Bağısız çalışması gereken bir Kurum.Başkan kendi itibarının zedelendiğini düşündüğü için, yasakçı bir uygulamaya giriyor, bu da yetmiyor Kurum itibarını korumak isteyenleri cezalandırıyor.
Yazının Devamını Oku 
15 Eylül 2008
BAĞIMSIZ kurumların oluşturulmasına en fazla destek veren gazetecilerden biriyim. Hatta Kemal Derviş göreve gelince, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) için yasa çıkartıp bu yolla mevcut Kurul üyelerinin görevine son verince, yapılan bu tasarrufa bile karşı çıkmış, bunun daha kuruluş aşamasındaki Kurumun bağımsızlığına vurulan darbe olduğunu söylemiştim.O dönemdeki Kuruldan iş çıkmıyor, sistemin düzeltilmesi için atılacak adımlarda gecikilmesi felaket olacağı için, bu tasarruf şart görünüyordu. Ama bu bir ilkesel sorundu ve Kurul üyelerini değil karar verecekleri bazı yani yasayı değiştirmek gerekiyordu.
Bağımsız Kurumların oluşumu daha çok Merkez Bankası ile başladı ve zamanla küreselleşme ile dünyaya, daha doğrusu piyasa ekonomisi ile küreselleşmeye uyum sağlamayı amaçlayan her ülkeye mecburen yayıldı. Çünkü günlük işlerden politikacıların elini çekip, teknisyen bir kadronun, politik kaygılardan yani kayırmadan, yolsuzluktan arınarak iş yapma gereği vardı.
Türkiye, bağımsız kurumlar konusunda çok geç kaldı. Politikacılar günlük işlerden ellerini çekmemek için, nemayı bırakmamak için bu kurumların oluşumuna direndiler. Sistemden beslenen yani politikacılarla iş yaparak varlıklarını sürdürmeye alışmış bürokratlar da politikacıların bu kaygılarını paylaşınca, bağımsız kurumların oluşumu gecikti.
Örneğin BDDK daha önce kurulmuş olsa ya da 1990’larda tartışılan bankacılığın bağımsız bir otoriteye verilmesi gerçekleşse belki de 2001 krizi yaşanmayacaktı.
Merkez Bankası bağımsızlığı bu nedenle krizden sonra kurumsallaştırılmaya çalışıldı ve sağlanan ekonomik istikrarda kurumların bağımsızlığı çok önemli rol oynadı.
Yani politikacılar bağımsız kurumlar olmadan piyasa ekonomisinin kurumsallaşamayacağını gördükleri için, içlerine sinmeseler de bağımsız kurumları oluşturmak zorunda kaldılar.
Ta ki, AKP Hükümeti işbaşına gelene kadar...
AKP Hükümeti keyfi işlem yapmasının önünde, oluşturulan bu bağımsız kurumların durduğunu görünce yavaş yavaş bunların bağımsızlıklarını ellerinden almaya başladı.
Şu anda bağımsız kurumların durumu gerçekten vahim..
ESKİ SİSTEME DÖNÜŞ
Etrafta "Patronun dediğini yaparım, başkasına karışmam" diye dolaşan, "patron"la Başbakanı kastettiğini söyleyen bağımsız kurum başkanları var. Bu söylemleriyle gurur duyuyorlar...
Tam sermaye piyasasının gelişme dönemine sıra geldiğini söyleyen bankacılar, işadamları, mevcut sermaye piyasası kurumu yönetimi ile dünyadan bihaber yaşandığını, sermaye piyasalarının ekonomiye katkısının sıfır olduğunu açıkca söylüyorlar. Ki, en eski kurumlardan biri SPK’dır ve gelinen nokta, her şeyden önce kurucu İsmail Türk Hoca’ya hakaret demek...
Merkez Bankası’nın yönetimine nasıl "faize karşı" insanların yerleştirildiğini, zaman içinde partililerin yönetimi nasıl doldurduğu ve alınan kararların saygınlığı da ortada...
En önemli bağımsız kurumlardan olan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) başına Başbakana yakınlığı ile bilinen kişilerin gelmesi, alınan kararları da doğrudan etkiliyor.
Kamu İhale Kurumu’nda yaşanan fiyasko
İHALE Kurumu’nda tam bir fiyasko yaşanıyor. Usulsüz ihale yapılmasını engellemek, rekabeti oluşturmak, yolsuzlukları önlemek için kurulan kurum, şu anda yetkilerini daraltmak ile meşgul. Böylece belediyelerin, kumu kurumlarının parti yandaşlarına iş vermesi kolay olacak. Daha geçen ay, Kurumda bazı kişileri yasal olarak görevden alamadıkları için yönetmelik değiştirip bu görevleri yok ettiler. Üstüne üstlük, yetersiz kişilerin göreve getirmek için mağdur ettikleri kişilerin özlük haklarını bile gasp etme pahasına, bunu yaptılar...
BDDK, banka lisansları için Hükümetin artan baskıları karşısında bakalım ne yapacak?
Bağımsız Kurumlar, yolsuzluk, kayırma, nemalanma bitsin, piyasa ekonomisi adil işlesin diye oluşturulmuş, bu nedenle politikacıların elini günlük işlerden çekmeyi amaçlamıştı. Gelinen noktada tümüyle politikacıların eline geçti yani kayırma, nemalanma sistemi yeniden kuruldu.
Ne zaman olur bilmem ama yeniden bir yapısal program hazırlandığında, belki de en öncelikli olarak bu kurumların, daha çok da atama sistemlerinin gözden geçirilmesi gerekecek.
Yazının Devamını Oku 
13 Eylül 2008
BEKLENTİLERİN çok gerisinde kalan ikinci çeyrek büyümesi, piyasada telaş havası yarattı. Kimileri üçüncü ve dördüncü çeyrekte büyümenin yeniden yükselişe geçeceğini tahmin ederken, çoğu iktisatçı artık yüzde 4’lük büyümeye bile erişilemeyeceği görüşünde.
Büyüme rakamlarının açıklanmasının hemen ardından, piyasa analistleri, yüzde 4-4,5 arasında yaptıkları eski büyüme tahminlerini değiştirmek konusunda ikircikli davrandılar. Yani tahminlerini değiştirip değiştirmemeye pek karar veremediler.
Ancak verileri detaylı inceleyen çoğu iktisatçının, "büyüme tahminlerinde revizyona gitme ihtiyacı duydukları"nı gözlemeye başladık. Şu anda 2008 yıl sonu büyüme tahminleri yüzde 3,5 civarına kadar iniyor, en yüksek tahmin revizyonunun ise yüzde 4 olduğunu gözlüyoruz.
Dün Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, birinci ve ikinci çeyrekteki büyüme oranları arasında büyük fark olduğunu hatırlatıp, "Bunun tek nedeninin siyasi belirsizlik yani açılan kapatma davası olduğunu" iddia etmiş.
Elbette siyasi belirsizliğin bu düşüşte katkısı vardır ama tek katkının bu olduğunu söylemek, tümüyle siyasi, hiçbir teknik yönü bulunmayan yani geçerliliği olmayan bir iddiadır.
Bence büyümedeki gerilemenin asıl nedeni: kötü yönetim...
Kötü yönetimden kastım; hem siyasi olarak hem ekonomik olarak kötü yönetim.
Siyasi olarak işi buraya gelmasinde, yani yaratılan siyasi belirsizlikte en önemli pay Hükümete, AKP anlayışını temsil eden Başbakan Tayyip Erdoğan’a ait. Zaten son dönemde medya ile giriştiği çatışma, Başbakanın ille de siyasi çatışma istediğini açıkca ortaya koydu.
Yani teşhisi tümüyle "siyasi belirsizlik" olarak koysanız bile, bunun de nedeninin Hükümetin, Başbakanın tavrı olduğunu, yani ülkenin iyi yönetilemediğini söylemek zorundasınız.
Artık siyasi iktidar askere, yargıya çatamıyor, medyaya çatıyor. Başka ne denilebilir ki...
KENDİ PROGRAMINI YAPAMADI
Kötü yönetimin ekonomi bölümünü gelince...
Bir düşünsenize; Türkiye yaklaşık 2-3 yıldır AB hedefi doğrultusunda önemli, yeni bir şey yapmadı. Yani ekonominin de çıpası olan AB hedefi iyice savsaklandı. Seçimden sonra AB hedefine geri dönülür derken, AB’nin sadece kapatma davası için kullanıldığını gördük.
IMF ile ilişkilerde de durum aynı. IMF ile anlaşmanın tamamlanacağı belliydi. Bunun üzerine geçen yıl ortasında küresel kriz de başladı. Daha IMF anlaşması bitmeden, "Ya kendiniz kredibl yeni bir ekonomik program yapın, ya da IMF’le yeni anlaşma yapın" denildi ama dinlenmedi. Geçen yılın sonlarından beri küresel krizin Türkiye’yi eninde sonunda etkileyeceğini, mutlaka yeni çıpalara ihtiyaç olduğunu, eski program yerine yüksek ve kalıcı büyümeyi öngören, mikro önlemlerle de desteklenecek, yeni bir programa ihtiyaç olduğunu o kadar çok söyledik ki... Ama hala bir adım atılmış değil.
Özetle; AKP Hükümeti, başlangıçta bocalasa bile, IMF programına yani Kemal Derviş döneminde yapılan programa sıkı sıkıya bağlı kalarak başarı sağladı. Bu dönem aynı zamanda küresel ekonominin çok hızlı büyüdüğü bir dönemdi ve ekonomik program ile bu seyir aynı döneme denk gelince, Türkiye çok önemli ve uzun süren büyüme dönemi yaşadı.
Ancak küresel ekonomideki seyrin tersine döneceğini, geçen yılın ortalarından itibaren görmeye başladığımız halde, AKP hükümeti program konusunda hiç birşey yapmadı. Program bitince de piyasaları IMF ile oyalamayı seçip, somut bir adım atmamayı tercih etti.
En geç bu yılın başlarında, ya kendi programınızı yapmanız lazımdı ya da IMF’le yeni bağlayıcı bir anlaşmaya imza atacaktınız. AKP hükümeti ikisini de yapmadı.
Yani uyguladığı hazır program bitti, kendisi yeni bir programı üretemedi.
Baştan beri söylediğimiz "AKP kadrolarındaki teknik yetersizlik" de böylece anlaşıldı.
Bunun adı beceriksizlik ve kötü yönetimdir. Başka da adı yoktur...
Yazının Devamını Oku 