Erdal Sağlam

TÜSİAD: "Kriz var diye AB çabasına mola veremeyiz"

22 Kasım 2008
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, "Kriz var diye AB’yle uyum çabalarına mola vermemek gerektiği" görüşünde. AB’ye uyum yolunda yapılanların zaten Türkiye’nin ihtiyacı olan düzenlemeler olduğunu hatırlatan Yalçındağ, "AB iyi mi, kötü mü" tartışmalarının yersiz olduğunu, Gümrük Birliği’ne uyumun Türkiye ekonomisini getirdiği rekabetçi noktanın açıkca gösterdiğini, Türkiye’nin çevresindeki en fazla know-how’a ve iş kapasitesine sahip ülke haline geldiğini, bu nedenle bu yoldaki çabaların devam etmesi gerektiğini söylüyor. Başkan Yalçındağ, TÜSİAD olarak çizdikleri bu çerçevede çabalarına devam ediyor. Arzuhan Doğan Yalçındağ ile bu amaçla geçen hafta sonunda bir günlüğüne yaptığı Paris seyahatinde birlikteydik. TÜSİAD’ın Paris’te Uluslararası Geleceğe Yönelik Araştırmalar ve Bilgi Merkezi CEPII ile ortaklaşa düzenlediği "Küresel Büyümenin Yavaşlaması Karşısında Türkiye Ekonomisi" başlıklı seminere katılım yoğundu. Seminerin açılışı Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan tarafından yapılırken, kapanışı ise Başkan Arzuhan Doğan Yalçındağ ve CEPII Başkanı Christian Stoffaes tarafından yapıldı.

Yalçındağ ile bu yoğun seyahatin dönüşünde, uçakta sohbet imkanı bulduk. Artık her yıl geleneksel hale gelen bu seminerin yanısıra Fransa’daki muadil kuruluşları olan MEDEF ile görüşmelerinin olduğunu kaydeden Yalçındağ, 2009’da Fransa’da kutlanacak Türkiye yılı etkinlikleri için hazırlıkların tartışıldığını söyledi.

Fransız işadamlarını, dünyanın ve Fransa’nın geleceği konusunda çok kaygılı gördüğünü kaydeden Yalçındağ, buna karşılık Fransa’da Sarkozy’nin başkanlığı nedeniyle bu kez çabuk hareket ettiği, Avrupa’nın da hızlı reaksiyon verdiği görüşünün hakim olduğunu belirtti. Yalçındağ, uzun süredir kendisinden talep edilen, ağustosta düzenlenecek "Yaz Üniversitesi" kapsamında tekrar gelip konuşma yapmayı kabul ettiğini ifade etti.

Avrupa’da ekonomik krizden çıkarken genişlemenin etkisinin, Türkiye’nin AB’ye katılımının ekonomik çalkantıyı daha kolay aşmakta pozitif etkisi olacağının tartışıldığını kaydeden TÜSİAD Başkanı, bunun AB çabaları açısından umut veren bir gelişme olduğunu söyledi.

Yalçındağ, bu kapsamda Türkiye’nin Avrupalı yatırımcılar açısından hem canlı bir pazar olması, hem de dinamik ve genç bir ülke olarak öne çıktığını hatırlattı.

SERBEST TİCARET ANLAŞMALARI TARTIŞILACAK

Bu arada Avrupa’nın bu krizden daha bütünleşerek mi yoksa daha gevşek bir birlik halinde mi çıkacağı tartışmalarını da yapıldığını kaydeden Arzuhan Doğan Yalçındağ, "Bence krizle birlikte küreselleşmenin yeni bir evresine geldik. Finansal alanda çok yaygın bir küreselleşme yaşanmıştı, bence şimdi yönetişim alanında küreselleşmeye gidiyoruz. O nedenle birliğin gevşemeyeceğini tahmin ediyorum" şeklinde konuştu.

Tüm bu tartışmaların AB konusuna daha fazla ağırlık vermemiz gerektiğini bir kez daha ortaya çıkardığını kaydeden Yalçındağ, "yani çekişmeleri bırakıp önümüze bakmalıyız" dedi.

Bundan sonra TÜSİAD olarak AB sürecinde daha teknik bir müzakereye geçmek kararında olduklarını kaydeden Arzuhan Doğan Yalçındağ, bu kapsamda örneğin serbest ticaret anlaşmalarını artık daha yoğun gündeme getireceklerini söyledi.

AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarından artık yoğun olarak etkilendiğimizi hatırlatan Yalçındağ, "Bu nedenle AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı müzakerelerde en azından masada olmamız gerekiyor" şeklinde konuştu.

Türkiye’nin yıllardır ihmal ettiği imajını daha iyi koruması için daha fazla çabaya ihtiyaç olduğunu belirten Yalçındağ, "Fransa’da ilan edilen 2009 Türkiye yılının bu anlamda çok önemli olduğunu" söyledi. Fransa’da yaygın bir tanıtım planlandığını kaydeden Yalçındağ, "Fransa’da artık oryantalist, eski Türkiye yerine modern Türkiye’nin tanıtımına ağırlık vereceklerini" söyledi. "Tanıtım için öyle şeyler isteniyor ki, ’bizim için de otantik kaldı’ deyip reddediyoruz. Modern Türkiye’yi tanıtmalıyız" diyen Yalçındağ, üyelerinden sağladıkları fonların yanısıra Fransa’daki yatırımcıların tanıtıma katkı yapacağını söyledi.
Yazının Devamını Oku

Bankacılar başbakanı değil, ekibini suçluyor

20 Kasım 2008
BANKACILAR şaşkın bir vaziyette, hafta sonundan bu yana Başbakanın kendilerini suçlayıcı biçimde verdiği demeçleri izliyorlar. Başbakanın asıl söylemek istediği; şirketlere verilen banka kredilerinin kesilmemesi, hatta daha da artırılması. Başbakan, bankaların durumunun küresel krizden, yabancı ve yerli aktörlerin kriz davranışlarından bağımsız olduğunu düşünüyor, herhalde... Yani bankaların asıl olarak bir aracı kurum olduğunu, bir yerden kaynak toplayıp, diğer tarafa plase ettiğini, dolayısıyla bu ticaretten para kazandığını, olmayan kaynağı plase edemeyeceğini bilmiyor.

’Bir Başbakan bunu bilmez olur mu?’ demeyin, verdiği demeçlere bakın tam da bu söylediğimiz esas üzerinde konuşuyor. Sürekli olarak bankaların kredileri geri çağırmaması gerektiğini söyleyen, hatta ’aba altından sopa gösterir’ biçimde bunu yapan Başbakan, son olarak işi daha da ilerletti. Bankacıların dışarıdan getirecekleri parayı sermayelerine enjekte etmelerini, "hesabını sormayacağız işte" vurgusuyla birlikte isteyen Başbakan, "bankaların işi kredi vermektir, ne yapıp edip bunu yapmaya devam etsinler" diyor.

Halbuki bankaların sermayelerinin yeterli olduğunu ama kaynak sıkıntısı bulunduğunu unutuyor. Bir de düşünse de, yabancı bankalar ve yerli bankaların hangi patronundan para istediğini söylese, iyi olacak. Çünkü tartıştık ama biz bulamadık.

Yani Başbakanın bankalara dönük eleştirileri, her geçen gün büyüyor, dallanıp budaklanıyor. Bu yazı yine bankalara verip veriştireceğini anladığımız dün akşamki Yabancı Sermaye Derneği (YASED) toplantısından önce yazıldığı için, daha ileri gidip gitmediğini bilmiyorum.

MEHMET ŞİMŞEK’E TEPKİ

Bankacılar şaşkın vaziyetteler çünkü defalarca bankaların nasıl çalıştığı, kaynak olmayınca yani dışarıdan kredi bulamayınca, tasarruf sahipleri mevduatlarını azalttıkça, bankaların daha az kredi vermek, dolayısıyla verdikleri kredilerin bir bölümünü geri çağırmak zorunda oldukları anlatıldı. Buna karşılık, görüştüğümüz banka genel müdürlerinin hemen hepsi, böyle mesnetsiz suçlamalar konusunda Başbakanı pek suçlamıyorlar.

Başbakanın detayları bilmek zorunda olmadığını, bu görevin ekonomi ekibine ait olduğunun altını çizerek, "Demek ki Başbakanın ekonomi ekibi görevini iyi yapmıyor. Gerçekleri anlatmıyorlar" diyorlar. Özellikle Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in tavırları, bankacıları iyice rahatsız etmiş durumda. Daha önce bir toplantıda bankaların munzam karşılıkların düşürülmesi önerisi üzerine, Bakan Şimşek’in bürokratlara dönerek,"Böyle bir şey yapmayın, bankalar hem munzam karşılığı düşürtürler, hem de bunu krediye çevirmezler kendilerinde tutarlar" demiş.

Bankacılar, bu sözlere epeyce içerlemiş durumdalar. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bankacılara dönük, aslı olmayan eleştirilerinde Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in etkisinin olduğunu düşünüyorlar.

Bankacılar, bu konuda artık bir şey anlatmanın gereksiz olduğunu da düşünmeye başlamışlar. Defalarca toplantı yapıldığını, defalarca işleyişi anlattıklarını belirterek, hala böyle bir üslup kullanılmasını anlamadıklarını söylüyorlar. Edindiğim izlenim; bankacıların Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendilerine dönük eleştirilerine fazla ses çıkarmak istemedikleri yönünde. Yani eleştirilere karşı kamuoyunda fazla karşı demeçler verilmeyecek. Bu yöntem doğru mu, bilmiyorum ama kararları bu gibi geldi bana.

Gündüz Aktan’ı kaybettik

EMEKLİ Büyükelçi, MHP milletvekili Gündüz Aktan’ı dün kaybettik. Eskiden "ekonomiden anlayan tek diplomat" olarak adı çıkmış olan Gündüz Aktan, tanımaktan şeref duyduğum bir kişi. Tam bir beyefendi olan Aktan, sürekli öğrenmeyi seçmiş, bu nedenle sürekli genç kalmış, değişimi anlamaya çabalayan bir devlet adamı idi. Güven Sak’la birlikte kendisiyle TV programı da yaptığım için çok iyi biliyorum ki; kendine özgü ekonomik görüşleri olmasına, ekonomik politikaları konusunda anlaşamamamıza karşın, sürekli öğrenmek isteyen bir kişiydi. Bence Türkiye’nin çok büyük bir kaybıdır. Ailesinin ve Türkiye’nin başı sağolsun.
Yazının Devamını Oku

IMF, bu bütçeye imza atmaz

18 Kasım 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, "kimsenin yüzde 2-3’lük büyüme oranlarına Türkiye’yi mahkum edemeyeceğini" belirterek, sanki IMF böyle bir şeyi istiyormuş da, kendisi buna razı olmuyormuş havası vermişti. Dolayısıyla "bu anlaşma imzalanmaz" demeye getirmişti. Birileri "paşa paşa gidip anlaşacak" diyordu, zaten öyle de oldu.

Şu anda nasıl bir program üzerinde konuşulduğunu, kaynak konusunda hangi rakamların pazarlık edildiğini, henüz detaylarıyla bilen yok.

Ancak bildiğimiz bir şey var ki; IMF kendi itibarı için, AKP hükümetinin sunduğu mevcut 2009 yılı dengelerine imza atıp onay veremez. Zaten bence sorun da buradan kaynaklanıyor.

IMF’nin büyümeye ilişkin doğrudan bir müdahalesi olmayacağını işten biraz anlayan herkes bilir. IMF önce kendisine sunulan makro dengelerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine, inandırıcı olup olmadığına bakar. Kendisine sunulan metin inandırıcı ise o zaman bu dengelerden çıkacak büyüme oranı, onu pek ilgilendirmez. Yani doğrudan büyümeye bakmaz, büyüme sonucunu verecek dengeler üzerinde çalışır.

Eğer rakamlar gerçekçi değilse, dengeler kendi içinde tutarlı değilse, işte zaman mevcut imkanlara göre dengeler değiştirilir. Eğer ülke yönetimi ille de bazı rakamların değişmesini istemiyorsa, o zaman da dönüp o rakamı sağlayan alt kalemlere bakılır, bu rakama ulaşabilmek için gereken düzenlemeler yapılır. Yani bir hükümet harcamaları ille de artırmak istiyorsa, tasarruf yapmak istemiyorsa o zaman gelir artırıcı önlemlere ihtiyacı vardır.

İşte yine bu temel üzerine başlayan bir IMF müzakeresine şahit olacağız.

Özetle; IMF ile daha yeni müzakereler başladı ve şimdi rakamların inandırıcılığı masaya yatırılacak. Eğer rakamlar inandırıcı bulunmazsa, o zaman değiştirilecek. Eğer rakamların değişmesi istenmiyorsa o zaman çıkılıp ek önlem alınmak zorunda kalınacak.

Peki Başbakanın sıkıntısı nereden kaynaklanıyor?

Çünkü IMF hazırlanan bütçe rakamlarını gerçekçi bulmuyor. IMF bütçe metninde yazılı olan örneğin vergi gelirleri rakamlarına ulaşılamayacağını görüyor, itiraz ediyor. Bunların gerçekçi bir rakama indirilmesini istiyor. O zaman da, bu gelirin karşılığı olarak konmuş harcama rakamlarının düşürülmesi gerekiyor, Hükümet de buna yanaşmıyor. O geliri yakalamak için ek vergi konulması da söz konusu olamayınca, Başbakan bu işe çok kızıyor.

İşte kabaca Başbakanın "büyümeyi düşürmem" demesinin ardında da bu gerçek yatıyor.

Kaynak gelse de yüzde 4 büyüme olmaz

BU tartışmaların tam olarak anlattığımız bu çerçeve içinde sürdüğünü söyleyemeyiz ama yaşanan hep bu olmuştur, yine aynı senaryo sahnede bulunuyor.

Bunlara muhatap olmak istemezseniz yani yazdığınız rakamların gerçekçi olup olmadığının sorgulanmasını istemezseniz, o zaman IMF’yi çağırıp da "hadi anlaşma yapalım, şu rakamlara bakın" demezsiniz. Ama IMF’yle anlaşma yapacaksanız buna da katlanacaksınız.

2009 yılı bütçe rakamlarının gerçekçi olmadığını, IMF’den önce, içeride bu rakamları değerlendiren iktisatçılar, analistler zaten söylediler.

Şurası bir gerçek ki; herkes tarafından inandırıcılığı çok zayıf görülen bir bütçeye, IMF kendi imzasını atıp da, itibarını bile bile tehlikeye atmaz.

Ne kadar ABD Başkanından, Almanya Şansölyesinden baskı yaparsanız yapın, IMF’nin göstereceği toleransın da bir sınırı vardır. Yani belki bir noktaya kadar gözünü yumabilir ama tümüyle kör gibi hareket etmesi beklenemez.

Üstüne üstlük o kadar çok ülke anlaşmak için sıraya girdi ki; eskiden olduğu gibi üzerinde ince ince tartışıp, Türkiye’yi belirli dengeye ikna etmek için IMF’nin pek vakti de kalmadı.

Hükümet IMF’e çaresiz olarak gidip "hadi gelin anlaşalım" dediğine göre, bu tür sorgulamalara da razı olmak zorunda.

Zaten kaynak gelse de Türkiye 2009’da yüzde 4 büyüyemez ki, kimi kandırıyorsunuz...
Yazının Devamını Oku

IMF ile geç anlaşma kaynak miktarını azaltacak

17 Kasım 2008
PİYASALARIN beklediği oldu; G-20 liderler zirvesinin yapıldığı Washington’dan nihayet, IMF ile anlaşma konusunda olumlu haberler geldi. Hem Başbakan Tayyip Erdoğan, hem de IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn "anlaşmaya yakınız" mesajları verdiler. Ancak açıklamalardan gördüğümüz kadarıyla, hem teknik olarak hem de sağlanacak kaynağın miktarı konusunda bir anlaşmazlık bulunuyor. Yani önümüzdeki günlerde yeniden IMF Türkiye Heyeti Ankara’ya gelip teknik müzakereler yapacaktır.

Alınacak kaynak miktarına gelince... Şurası açık ki; AKP Hükümeti daha kararlı davranıp önceden harekete geçseydi, IMF ile anlaşmadan çok yüksek kaynaklar alabilecekti. Şimdi anlaşma yapılsa da, önemli miktarda kaynak temin edilmesi bir hayli zorlaşmış görülüyor.

G-20 Zirvesinden çıkan sonuçlardan biri IMF’in kaynaklarının güçlendirilmesi ama bu konuda kimsenin elini cebine sokacak hali de kalmadı. Batı dünyası Çin ve Arap ülkelerinin IMF’deki hisse oranlarının artırılmasını, bu ülkelerin kaynak koymasını istiyor. Bu da demek oluyor ki, kısa sürede IMF’in kaynaklarının önemli oranlarda artması pek mümkün değil. Buna karşılık IMF’in kapısına gelen ülke sayısı da bir hayli artmış durumda.

Yani Türkiye önceden davranıp IMF ile örneğin bundan iki ay önce anlaşma yapmış olsaydı, çok daha büyük kaynaklar alabilecekti ama şimdi alacağı kaynak miktarı bir hayli azaldı.

IMF’in Macaristan’a 23 milyar dolarlık bir kaynak sağladığını unutmayalım. Macaristan ile Türkiye ekonomilerini kıyasladığınızda Türkiye’nin alması gereken kaynağın en az 50 milyar dolar olması gerekir. Halbuki şimdi 10 milyar dolarlık bir kaynaktan bile söz edilebiliyor.

Halbuki Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu acil dış kaynak miktarı 50 milyar dolar civarında hesaplanıyor. Yani 25-30 milyar dolardan daha az bir kaynak sağlanması halinde IMF ile anlaşmanın sağlayacağı pratik faydalar büyük ölçüde azalmış olacak.

Bunun sorumlusu ise tüm uyarılara rağmen geç kalan, ayak sürüyen, hala bence abuk subuk harcama konularında pazarlık yapmaya çalışan AKP Hükümetidir...

’Teğet geçecek’ edebiyatı rafa kalktı

BENCE AKP Hükümeti, ABD’deki temaslarında başka çaresinin olmadığını görünce IMF’le anlaşmaya yanaşmak zorunda kaldı. Yani FED’den ya da başka bir kaynaktan kredi temin edemeyeceğini gördü ve çaresiz kalınca IMF için resmi başvuruda bulundu.

Yani "ümüğümüzü sıkıyor", " teğet geçecek" edebiyatı rafa kalkmak zorunda kaldı.

Hem de bence "torpil koyarak" IMF ile anlaşma yolunu seçti. Zaten banka genel müdürlerine Başbakan Erdoğan, "IMF’i ikna etmesi için ABD ve Almanya liderleriyle konuşacağını" söylemişti. Görüşme trafiğinden anladığımız kadarıyla, Washington’da Erdoğan liderlerden IMF’e baskı yapmalarını istedi. IMF de kerhen bir anlaşmaya yakın olduklarını açıkladı.

Yani asıl iş şimdi başlıyor. Müzakereler yapılacak. Belki 2009 bütçesi için IMF’in istekleri olacak, TBMM’de görüşülürken bu isteklerin bütçe metnine yansıtılması gerekecek.

Bir düşünün; zaten işinizi yapacağınız bir kişi, normal yollardan size gelmeyip, sizin iki üç üstünüzden torpille gelip "işimi yap" derse ne yaparsınız? IMF bürokratları, daha önce size gelip, "hadi gelin anlaşalım" demişler siz yanaşmamışsınız, şimdi torpil yaparak geliyor "hadi istediğimizi yapın anlaşalım" diyorsunuz. İş biraz zorlaştı ama bakalım ne olacak...

Bence AKP Hükümeti müzakerelere yeni başladı ama içeriye verdiği "anlaşmaya yakınız" mesajıyla bir aylık bir süre kazandı. Bir ay sonrasında anlaşma olmazsa iş epey karışır.

Bu arada Başbakan Erdoğan bankacılara yüklenmeye devam ediyor. Halbuki gelip kendisine anlattılar; dış kaynak olmadığı takdirde içeride krediyi azaltmak zorunda olduklarını, zor duruma düşen şirketlere kredi vermeyi kesmezlerse kendilerinin suçlu duruma düşeceğini, kendilerinin sadece birer aracı olduğunu söylediler. Ama Başbakan hala ABD’de çıkıp "onların karı iyi, kredi vermeye devam etsinler "diyor. Belli ki bu konu da çok tartışılacak..

Özetle; Başbakan yine çark etti, ağzına geleni söylediği IMF’in kapısına gitmek zorunda kaldı.Yine de iyi ama gelecek kaynak 25-30 milyar doların altına düşerse bir işe yaramayacak.
Yazının Devamını Oku

Good news from G20 is crucial for Turkey

13 Kasım 2008
Of course the summit of Group of 20 leaders, which will be held at the weekend, is important for the entire world, but at this point in time it is more important for Turkey. That is because the hopes of the country's domestic

I can briefly summarize the good news as a "major foreign fund". 

 

Because, the Turkish economy at this point in time is urgently in need of a major amount of foreign funding. The calculation is very simple, the current account deficit is hovering close to $50 billion, with a similar level of foreign debt repayment due, and previous sources that had created a foreign exchange fund, including privatizations and short term capital inflow, have stopped.

 

Aside from the finance required for the current account deficit, at least $30-$40 billion is needed for the repayment of foreign debt due in the first six months of 2009. It is impossible for the macro balances to remain stability unless this amount of foreign currency is provided. It is also impossible to resort to the use of the foreign exchange deposits funds or the foreign exchange reserve for this purpose. If you reach the point that you need to make use of these funds it means that things have already derailed.

 

Two alternatives are available that will ensure this amount of funding. Either you ensure that a credit line is available in the form of a bridging loan or you take out a medium term loan. We know that the government hopes to access a line of credit from the Fed, but I don't think that it will be so easy. At a time when the risk appetite is very low, I assume it will be very difficult to ensure a line of credit from Arab countries, even if this is also being spoken as another alternative.

 

Yazının Devamını Oku

Good news is crucial for Turkey from G20

13 Kasım 2008
Of course the summit of Group of 20 leaders which will be held at the weekend is important for whole world but it is more important for Turkey now. Because all hopes of country's domestic markets depends on the good news that are expected from the summit.

I can shortly summarize a good news as a "big foreign fund."

 

Because, being provided with big amount of foreign fund is the most urgent need of Turkish economy. The calculation is very simple, the current account deficit has nearly reached to $50 billion and there is nearly the same amount of foreign debt repayment, but the previous sources which would create foreign exchange fund, including privatization and short term capital inflow stopped.

 

Let aside financing the current account deficit, at least $30-$40 billion is needed for foreign debt repayment in the first six months of 2009. The macro balances are impossible to continue with stability unless this amount of foreign currency is not provided. Using foreign exchange deposits' funds or foreign exchange reserve is either impossible for this. Because, things derail if these sources are used for this purpose.

 

There are two alternatives to ensure this amount of fund. You would either ensure a credit line in the form of bridge loan or take middle term debt. We know that the government hopes the credit line from FED, but I don't think that that is so easy. I also think that it is very difficult to ensure credit line from Arab countries at such a time when the risk appetite is so low, even it is also being spoken as the other alternative.

Yazının Devamını Oku

G-20 zirvesinden iyi haber gelmesi şart

13 Kasım 2008
BU hafta sonunda Washington’da yapılacak G-20 ülkeleri liderler zirvesi, elbette tüm dünya için önemli bir zirve ama Türkiye için artık çok daha önemli hale geldi. Çünkü iç piyasaların tüm umudu G-20 zirvesinden gelecek iyi haberlere bağlanmış durumda. İyi haber nedir derseniz, "yüklü bir dış kaynak haberidir" diye özetleyebilirim.

Çünkü Türkiye ekonomisinin acil ihtiyacı yüklü miktarda bir dış kaynağın temin edilmesi. Hesap basit; 50 milyar dolara yaklaşan cari açık, bir o kadar dışborç geri ödemesi var ve özelleştirme dahil, eski döviz yaratacak kaynaklar, kısa vadeli sermaye bile kurudu.

Bırakın cari işlemleri açığının finansmanını, yılın ilk 6 ayı içerisinde dışarıya ödenecek borçlar için bile, en azından 30-40 milyar dolarlık dövize ihtiyaç var. Bu döviz temin edilemediği sürece, makro dengelerin istikrarlı biçimde sürdürülmesi mümkün değil. Bunun için döviz tevdiat hesabı birikimlerinin veya döviz rezervinin kullanımı da mümkün değil. Bu kaynaklara başvurduğunuz zaman zaten iş rayından çıkmış oluyor.

Peki, bu kadar kaynak nereden bulunur derseniz, ya bir köprü kredi biçiminde kredi hattı temin edeceksiniz, ya da orta vadeli borç alacaksınız. Kredi hattı için FED’den medet umulduğunu biliyoruz ama bence o kadar kolay değil. Bunun yanı sıra Arap ülkelerinden bazı kredi hatları oluşturulabileceği söylenmeye başladı ama ben yatırım iştahının bu kadar kısıtlı olduğu bir dönemde, böyle bir hattın temin edilmesinin de çok zor olduğunu düşünüyorum.

Yine en makul çözüm yolu IMF ile kaynağa dayalı yeni bir stand-by anlaşması yapmak. Bu anlaşma çerçevesinde en azından 20-25 milyar dolarlık taze bir kaynağın temini, yanı sıra önümüzdeki 1-1.5 yıl içinde vadesi gelen IMF geri ödemelerinin ertelenmesi konuşuluyor.

Sadece IMF ile anlaşma yapıp, bu kaynak kolaylığını almak yeter mi derseniz, bence sorunu tümüyle çözmez. Ancak birkaç aylık bir rahatlık sağlayıp, piyasaların moralini biraz düzeltebilir. Ardından program uygulamalarının ihtiyaçları ne kadar karşılayacağına bakıp, yeni dizaynlara gidilmesi gerekir. Bu kaynağın nerede kullanılacağı, sürecin iyi yönetilip yönetilmeyeceği ve tabi ki hala netleşmeyen küresel krizin alacağı şekil yakından takip edilip, "devamlı bir önlem süreci"ne girilmesi gerekir.

BU ANLAYIŞLA

Bunun için de, her şeyden önce çok iyi ekonomi yönetimi gerekir...

Böyle bir yönetim var mı derseniz, maalesef yok. Zaten, yönetime duyulmayan güven de telaşı artırıyor, piyasaları daha da bozuyor ve önlem gereği daha da acilleşiyor.

Bir hatırlayalım... Bundan 2-2,5 yıl önce eski programın bittiğini, yeni bir ekonomik vizyon gerektiğini, mikro tedbirlerin de içinde olacağı bir yeni programla, Türkiye’nin yüksek ve istikrarlı büyümesini devamlı kılacak taze kana ihtiyaç olduğunu söyledik. Hükümet bunlara kulak asmadı, bütün yoğunluğunu siyasi çatışmalara verdi ve son 2.5 yıldır önemli bir ekonomik tedbir alınmadı. Bu geçti, 2008 Mayıs ayı yaklaşırken, küresel krizin etkilerinin bizi de döveceğini görüp "Hiç olmazsa ihtiyati stand-by anlaşmasıyla IMF çıpasını koruyup, AB çıpasına iyice sarılın" dedik, Hükümet bu talepleri de dikkate almadı.

Mayıs ayı IMF anlaşması bitti, krizin etkileri somutlaşmaya başladı, "hemen anlaşma yapın; kaynak da olsun" dedik, şimdiye kadar hiçbiri gerçekleşmedi..

Geldik kasım ayına... Misyonunu tamamlayacağı sanılan IMF’nin kapısına 10 ülke dayandı, anlaşma istiyor. Bunların bir kısmıyla anlaşma yapıldı, diğerleri sırada. Yani IMF’nin "tek başarı hikayesi" olan Türkiye, şu anda müzakere edilen listede bile değil.

Gelinen aşamada küresel krizin hala netleşmediği görülüyor, ABD’den bir hatta iki büyük dalganın gelebileceği bile söyleniyor, Avrupa’nın durumu giderek kötüleşiyor...

Özetle, G-20’den de bir şey çıkmazsa, bu ekonomi yönetimi ile geleceğimiz pek parlak değil.
Yazının Devamını Oku

Büyüme daraldıkça kaynak ihtiyacı acilleşiyor

11 Kasım 2008
KÜRESEL krizin gelişmiş ülkelere en önemli etkisi, büyüme oranlarını düşürmesi hatta ülke ekonomilerini resesyona itmesi olarak hissediliyor. Enflasyon da sorun ama, gelişmiş ülkeler için, ekonomik küçülmenin yanında şimdilik ihmal edilir bir düzeyde görülüyor. Türkiye’de ise maalesef iki sorunu birden yaşıyoruz: Merkez Bankası beklenti anketlerinde hem enflasyonda artış beklentisinin, hem de büyüme oranlarında düşüş beklentisinin birlikte artmaya devam ettiği izleniyor.

Büyüme oranlarında zaten düşüş bekleniyordu ama dün gelen sanayi üretimi rakamları, bu konudaki sıkıntının beklenenden daha büyük olduğunu ortaya çıkardı. Geçtiğimiz eylül ayı için sanayi üretiminin, 2007 Eylül ayına kıyasla yüzde 1 daralması bekleniyordu. Dün çıkan veriler yüzde 1’lik beklentiye karşılık, daralmanın yüzde 5.5’e çıktığını gösterdi.

Mevsimsel etkilerden arındırıldığında bile veriler, eylülde sanayi üretiminin yüzde 2.8 gerilediğini gösteriyor.

İkinci çeyrekte ortalama yüzde 3.1 artan sanayi üretiminin, eylül verisiyle birlikte üçüncü çeyrekte yüzde 2.1 dar aldığı ortaya çıkmış oldu. Çeyreklik bazda, krizin etkilerinin yaşandığı 2001’in dördüncü çeyreğinden sonra, ilk defa böyle bir gerileme yaşandı.

Bu gerilemenin devam etmesi beklenirken, bence bu yıl sonu için tahmin edilen yüzde 3.5-4’lük büyüme rakamlarının bile revize edilmesi gerekecek. Bunun da ötesinde 2009 yılı için hükümetin belirlediği yüzde 4’lük rakamın, bence şimdiden hayal olduğunu söyleyebiliriz. Bence bu yılki büyüme rakamının yüzde 3’ü, 2009 yılı için ise yüzde 1.5’i aşması başarı sayılmalıdır.

Bu rakamların bize gösterdiği başka bir gerçek de "acil kaynak ihtiyacı" oluyor. Bu rakamları yorumlayan piyasa yorumcuları ve reel sektör temsilcileri, dış kaynak ihtiyacının acilleştiğini şimdi çok daha yüksek sesle dillendirmeye başlayacaklardır.

Çünkü her şey, bu arada hükümetin çok önem verdiği büyüme rakamlarına ulaşılmasının, en başta dış kaynak ihtiyacının teminine bağlı olduğu artık apaçık ortada.

Bütün umut G-20 toplantısına kaldı

HESAP apaçık ortada... Türkiye’nin yıllardır getirdiği büyük bir cari açık sorunu var. Şimdiye kadar cari açığın finansmanında sıkıntı çekilmedi ama bunun nedeni hem doğrudan, hem de kısa vadeli olarak yabancı sermayenin yüklü girişi idi...

Şimdi bu kaynak kesildi. Türkiye’nin, doğal olarak daralsa da, yine, önemli miktarda bir cari açık rakamını dış kaynakla finanse etmeye devam etmesi gerekecek. Yanı sıra reel sektörün yüklü dış borçları nedeniyle, dışarıya net sermaye transferi yapması da kaçınılmaz olacak.

Küresel ekonominin bugünkü durumunda kaynak temininin, siz faizlerinize ne kadar yüksek tutsanız da, artık çok zor olduğu ortada. Yabancı sermaye girişinde önemli rol oynayan özelleştirmeler de aynı nedenle büyük ölçüde sekteye uğrayacak.

Dış kaynak gelmedikçe, reel sektör ve mali sektör net borç ödeyici olduğu müddetçe, Türkiye’de döviz likiditesi sorunu olacak, bu da moralleri iyice bozacaktır. Unutmayalım ki; Türkiye’nin makro dengeleri düşük kur üzerine kurulu ve kurlar bütün bu nedenlerle çok yükseldiği takdirde, makro dengeler büyük ölçüde sıkıntıya girecektir...

Özetle; reel kesim ve mali kesimin üzerinde mutabık kaldığı konu, hükümetin biran önce önlemler alarak yüklü miktarda dış kaynak bulması, bunun için de IMF’yle fazla vakit geçirmeden kaynağa dayalı bir anlaşma imzalaması gerektiği...

Şimdiye kadar sayısız toplantı yapıldı ama somut adım atılmadı. Artık tüm umutlar, bu hafta sonunda Washington’da yapılacak G-20 liderler zirvesine bağlanmış durumda.

Bu zirveden somut, bir iyi haber gelmezse, işimiz çok zorlaşacak...
Yazının Devamını Oku