Erdal Sağlam

Cumhurbaşkanı iş alemine şimde çok daha yakın

22 Aralık 2008
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, ilk AKP iktidarında Başbakan iken işalemine daha yakın bir görünüm veriyordu. Daha sonra Tayyip Erdoğan Başbakan olduğunda, işalemi yine Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’e derdini çok daha iyi anlatabiliyordu. O süreçte IMF ile anlaşmanın yenilenmesinin gerekliliği konusunda Gül’ün ne kadar sağduyulu davrandığını, partisini anlaşmaya ikna ettiğinde ne kadar rahatladığını, yazmadığım özel sohbetlerimden çok iyi biliyorum. O dönem Gül olası bir krizi engelledi.

Aslında Abdullah Gül sadece işalemine daha yakın durmuyor, aynı zamanda işçi sendikaları da dahil, her kesimden sivil toplum kuruluşları ile çok daha yakın temasta. Daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın herkese tepeden bakan, buyurgan tavrı Abdullah Gül’de yok, Gül daha fazla diyalogdan, uzlaşmadan yana...

Son günlerde bu yaklaşım farkı, aynı zamanda devletin tepesindeki görüş ayrılıklarını kamuoyunun görmesi açısından da katalizör etkisi yaptı.

Gül Cumhurbaşkanı olduğunda "Hükümetteki denge unsurunun yok olduğunu" yazmıştık. Parti kuruluşundaki 4 öncü’den biri olan Bülent Arınç milli görüşe yakınlığı ile sivrilip ayıklanmış, Abdüllatif Şener yolsuzluklar ve diğer devlet kurumlarıyla sekter ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan çatışmalar konusunda parti ile daha doğrusu AKP lideri ile ters düşmüş, ilkesel nedenlerle beklenen ayrılık yaşanmıştı. Yani Abdullah Gül Başbakanın "tek adam" reflekslerini törpüleyip, devlet yönetiminde gereken denge unsurunun en önemli aktörü haline gelmişti. Bence sadece yarattığı sıkıntılar nedeniyle değil, AKP içindeki dengenin kaybolması açısından da Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına çıkışı yanlıştı.

Ekonomik krizin Türkiye’ye etkilerinin görülmeye başlamasından bu yana devletin tepesindeki krize yaklaşım farklılığı iyice su yüzüne çıktı. Geçen haftaki TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısı sırasında, ne kadar önemli farklar bulunduğu ispatlandı.

Özetle; Cumhurbaşkanı Gül, konumunun da gereği, bir yerel seçim için ekonominin feda edilmemesini, tüm kesimlerle uzlaşma halinde krizin aşılması gerektiğini, krizin etkilerinin küçümsenmemesi gerektiğini söylüyor. Buna karşılık Başbakan Erdoğan "eleştiriye tahammülü olmayan lider" tavrını sürdürüp, herkesin "sanki hiç birşey yokmuş gibi davranmasını" istiyor. Verdiği son "ben ülkenin doktoruyum" örneği ise hem içerik, hem şekil olarak krize yanlış baktığının bence somut bir kanıtı idi.

Göstermelik bütçe

IMF ile ne kadar detay görüşüldü bilmiyorum ama 2009 yılı için hazırlanan bütçenin "laf olsun" diye hazırlanan bir bütçe olduğu, her geçen gün daha iyi anlaşılıyor.

Bu bütçede yazılı rakamların gerçekleşmesi mümkün değil. Belki önümüzdeki yıl içinde yeni bir bütçe bile yapılması gerekecek. Şimdiden bu açıkca gözüküyor ama ne ekonomi yönetimi, ne piyasalar, hiç kimse sesini çıkarmıyor.

Bence IMF da pek sesini çıkarmayacak gibi gözüküyor.

Yani bütçe "işler yürümeye devam etsin" diye çıkarılan bir metne dönüştü. Bütçelerin piyasalar açısından yön belirleme, ekonomik aktörlere ufuk gösterme, öncelikleri belirleme gibi fonksiyonları 2009 bütçesinde kesinlikle yok.

Geçen hafta açıklanan 11 aylık bütçe bu yılki performansı iyi gösterdi ama aynı zamanda 2009 bütçesinin kesinlikle gerçekleşmeyeceğini de ortaya çıkardı. Düşünsenize; Kasım bütçesinde gelirler yüzde 4, vergi gelirleri yüzde 6 düştü, motorlu taşıtlardan alınan ÖTV yüzde 54, KDV yüzde 21 azaldı. İthalattan yapılan KDV tahsilatı, ithalatın Kasım ayında yüzde 25-30 arasında daralmış olabileceğini gösteriyor...

11 aylık bütçede son üç aydaki gider artışları da dikkat çekici. Bu arada bu yıl ödenek olmadığı için 2009 bütçesine mahsuben yapılan ödemeler de şimdiden başladı.

Halbuki 2009 bütçesinde, vergi gelirlerinde bu yıla oranla artışlar yazılmış durumda.
Yazının Devamını Oku

Biz de faiz indiriminin sonuna geliyoruz

20 Aralık 2008
PİYASALARIN beklentisi yüzde 0.5 idi ama bu köşede Merkez Bankası faiz indiriminin 1 puanı bulabileceği yönündeki tahminimi iletmiştim. FED’in son sürpriz faiz indiriminden önce bu tahminim oluşmuştu ve dayandığım nokta da geçen ayki Merkez Bankası açıklamalarındaki iç talep ve enflasyon konusundaki iyimser yorum ve eğilimler idi.

Bence FED’in faiz indirimi 1 puanlık indirim kararını pekiştirdi, daha doğrusu 1 puanın üzerine çıkılıp 1.25’lik indirim yapılması konusunda Merkez Bankası’nı cesaretlendirdi.

Bu yüksek indirim kararı, bence riskli bir karardı. Aslında daha önce yapılan yarım puanlık indirim, bence 1,25’lik son indirimden daha sürpriz bir karardı.

Önceki gün Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun aldığı 1.25’lik indirim kararının riskli görmemin en büyük nedeni, kurlara ilişkin. Yani faizler ile döviz talebi arasında belirli bir denge var ve bu indirimle, dengeyi tehdit edecek düzeylere doğru indiğimizi düşünüyorum.

Bu indirimin siyasi baskı altında alınıp alınmadığı tabi ki tartışılacaktır. Bu tartışma doğal çünkü şimdiye kadar AKP Hükümeti, özellikle de Başbakan Erdoğan’ın Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda, aslında tüm bağımsız kurumlar konusunda, hiç hassas davranmadığı gibi, işine gelmediği zaman, bu kurumların başındakileri bile azarladığını biliyoruz.

Yanı sıra Merkez Bankası Başkanı’nın ara sıra Başbakan’ın Özel Konutuna giderek yaptığı görüşmeler, Merkez bankası’na yapılan siyasi atamaların yoğunluğu, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını, dolayısıyla da itibarını zedelemek açısından büyük darbelerdi.

Merkez Bankası kriz sürecinde aktif rol alınca, bu durum hiçbir şey yapmayan, siyasi karar alamayan Hükümetin işine geldi. Son günlerde Başbakan birdenbire Merkez Bankasını sevmeye, Başbakana yakın medya kuruluşları bile hep ağır ifadeler kullandıkları Merkez Bankası Başkanı hakkında övücü sözler söylemeye başladılar.

İşte bu nedenle Merkez Bankası’nın aldığı yüksek faiz indirim kararına, piyasalarda "acaba siyasi bir karar mı" diye, şüpheyle yaklaşılmasını doğal saymak gerekir.

Bankalar sevindi ama...

BENİM düşüncem, bu kararın ardında önemli bir siyasi etki olmadığı yönünde. Genel olarak Merkez Bankası yönetiminin bu havaya sokulduğunu biliyorum ama son karara özel bir baskı olduğunu sanmıyorum. Bu kararların teknik olarak doğru olup olmadığını ise ancak önümüzdeki yıl ortalarında görme imkanımız olacak.

Bu karar bankacıları çok sevindirdi. Bir süredir bankaların yıl sonu bilançolarında yüksek karlar yazmak için, bu dönemde iyimser olma eğiliminde bulunacaklarını söylüyoruz. Bence böyle iyimser bir havada gelen yüzde 1.25’lik sürpriz faiz indirimi, bankaların yıl sonu bilançoları için, daha fazla kar yazmak için büyük bir imkan daha sağladı.

Bankalar yıl sonu bilançoları açısından bu yüksek faiz indiriminden memnun. Ancak bir yandan da faiz indirimlerinde artık fazla bir indirim imkanı kalmadığını da görüyorlar.

Bu konudaki kaygılarının kaynağı ise, faiz indirimlerinin fazla kaçması halinde dış kaynak girişi yani döviz arzının daha da kısılması...

İndirimi konuştuğum bir banka genel müdürü, bundan sonrası için artık fazla indirim imkanı kalmadığını söylediğimde, buna katıldığını, bundan sonra artık bu kadar yüksek indirimlerin olmayacağını tahmin ettiğini söyledi. Bundan sonra belki bir yarım puanlık indirim daha olabileceğini ama ondan sonra olursa, indirimlerin çeyrek- çeyrek gitmesi gerektiğini söyledi.

Bu da bankaların ileriye dönük olarak indirimler konusundaki kaygılarını açıkca gösteriyor.

Yani Merkez Bankası yönetiminin asıl sınavı şimdi başlıyor. Yerel seçimler nedeniyle bu yüksek oranlı indirimler devam ederse, siyasi kaygılar da haklılık kazanacaktır.
Yazının Devamını Oku

Merkez bankaları zaman kazandırır, sorunu çözmez

18 Aralık 2008
MERKEZ bankaları önemli hatalar yaparlarsa, ekonomileri kötüye götürebilirler ama merkez bankaları tek başlarına ekonomiyi kurtarma kabiliyetine sahip değillerdir. Bir başka deyişle merkez bankaları yaşanan ekonomik krizlerde ancak siyasi otoriteye zaman kazandırabilirler, sorunları çözemezler. Sorunları çözecek olan o ülkenin iktidarlarıdır, alınacak siyasi kararlardır. Yani para politikaları hiçbir zaman tek başlarına çözüm olamazlar, asıl belirleyici olan ekonomi politikalardır.

Bunu hatırlatma gereği duymamın nedeni ise hem yurt içinde hem de yurt dışında artık bu noktaya gelmiş olmamız. Önceki gün ABD Merkez Bankası FED’in sürpriz faiz indirimi, bence Merkez Bankalarının ekonomi yönetimindeki sınırlarını belirleyen bir karardı. Teknik olarak sıfır faize eşit bir faize yani 0.25’e inen faizlerde artık sona gelindi. Yani artık FED’in ABD ekonomisini kurtarmak için yapacağı fazla bir şey kalmadı. Elbette ufak tefek bazı ayarlamalar, piyasaları regüle edecek enstrümanları var ama 0.25’lik faiz oranı, "bir merkez bankasının kullanabileceği en güçlü silahı kullanmış olması" anlamına geliyor.

Tabi ki resesyona giren, gerilemesi bir türlü önlenemeyen ekonomiyi canlandırmak adına...

Bu karar beklendiği gibi piyasaları önce sevindirdi, FED’in kriz konusundaki duyarlılığını göstermesi olarak algılandı ama çok geçmeden "Bu atılabilecek son barutdu, işe yaramazsa ne olacak?" paniği başladı. Bence bu paniğin önümüzdeki dönemde daha büyümesi, tedirginliğin yoğunlaşması da beklenebilir.

Peki, bundan sonra ne olacak? FED, ABD yönetimine kazandırabileceği zamanı kazandırdı, yapabileceği şeyleri yaptı ve artık yapabileceklerinin sınırına geldi.

Şimdi iş ABD yönetimine kaldı. Şimdiye kadar krizi önleme başarılı olamadığı açık olan ABD yönetimi bundan sonra yeni liderlikle birlikte ne yapacağız, hep birlikte göreceğiz.

Yapılacaklar sadece ABD halkı için değil biz de dahil tüm dünya için önemli.

Hükümet, Merkez Bankası’nı sevmeye başladı

MERKEZ bankaları için geçerli bu gerçek, her ülke ekonomisi ve merkez bankası için geçerli. Başbakanın Merkez Bankası’na olan muhabbeti neden birdenbire arttı zannediyorsunuz?

Daha bayram öncesinde Başbakan "Merkez Bankası başkanımız bayram sonrası basına açıklama yaparak piyasaları rahatlatacak" dedi. Halbuki aynı Başbakan hem eski başkanı da hem yenisini işalemine şikayet edip, "Gidin Merkez Bankası’nın kapısına" diyordu.

Muhabbetinin artmasının nedeni ekonomik krizde merkez bankası’nın yaptıkları. Tabi ki Merkez bankalarının hükümetle muhabbetlerinin sınırı olmalı. Sürekli baskı yapan Hükümete yakın duracağız diye, faiz indirimlerini abartır, dengeleri bozarsanız, işte o zaman bu muhabbetin zararı ortaya çıkmış demektir.

Bugün Merkez Bankası bir faiz kararı daha alacak. Piyasa yarım puan indirim bekliyor ama şahsi kanaatim bu indirimin 1 puana kadar çıkabileceği yolunda. Bugün göreceğiz.

Bu karar Hükümetin baskısıyla karar aldığını tabi ki göstermeyecek ama Merkez Bankası yönetiminin, itibarı açısından çok daha dikkatli olması gereken bir dönem yaşayacağız.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, önceki gün yaptığı açıklamada önümüzdeki yıl belirsizliğin artacağını söyleyip, ihtimaller karşısında yapacaklarını saydı. Bu önlemler piyasaya güven vermek açısından olumlu ama o kadar kuvvetli dayanaklar olamaz. Örneğin bankalar ne kadar limit açılsa da "zor durumda kalacakları görüntüsü veririz" kaygısıyla Merkez Bankası’ndan döviz almaya o kadar yanaşmazlar.. Bunun gibi örnek çok...

Özetle bizde de Merkez Bankası Hükümete zaman kazandırdı, sıra siyasi kararlarda...
Yazının Devamını Oku

IMF anlaşmasında gecikme büyümeyi olumsuz etkiliyor

16 Aralık 2008
DÜN önce Hazine, daha sonra da IMF açıklama yaptı ve bir IMF Heyetinin ocak ayı içinde Ankara’ya gelip stand-by anlaşmasına dönük görüşmeler yapılacağını duyurdular. Böylece IMF sürecinde bir aşama daha netleşmiş oldu. Artık IMF ile yapılacak anlaşmanın önümüzdeki yıla sarkacağını, hatta Şubat ayı başını bulacağını rahatlıkla söyleyebiliyoruz.. Bu da demek oluyor ki; IMF’den alınacak para da 2009 şubat ayı başı gibi Hazine’nin kasasına girecek, piyasalar ancak bu dönemde rahatlayabilecek.

Dün bu köşede IMF ile anlaşmanın ne zaman yapılacağının bu hafta içinde belli olacağını söylemiştik. Bence haftanın hemen başında bu açıklamanın yapılması yararlı oldu. Bununla birlikte yılbaşına kadar bilanço kaygısıyla, yani 2008 yıl sonu bilançolarında karları yüksek göstermek için piyasaların zaten kötü haberlere kendini kapatacağını, dolayısıyla yılbaşına kadar kazasız belasız bu sürecin gideceğini söylemiştik. Ancak yılbaşından sonra IMF anlaşmasının gecikmesi halinde ise özellikle dış piyasalardaki gelişmelere bağlı olarak yeni yılın ilk aylarındaki piyasaların seyrinin belli olacağını belirtmiştik.

Özetle; şimdiden ocak ayı içinde IMF heyetinin geleceğini söylemek, her iki tarafın da "anlaşmaya yakınız" açıklaması yapması, yeni yılın ilk aylarını da kurtaracak bir gelişme olarak görülebilir. Bir ay idare edip, daha sonra da anlaşma yürürlüğe girip belli bir döviz girişi olunca, piyasalar o kadar kötüleşmeden yoluna devam eder diye düşünülebilir.

Ancak unutulan bir şey var ki; IMF anlaşmasının gecikmesinin belirli bir bedeli oldu ve bundan sonra da olacak. Önemli olan ekonominin geleceğine ilişkin belirsizliklerin giderilmesi, piyasalara güven verilmesi olduğuna göre, belirsizlik uzadıkça ekonominin kötüleşmesinin, zayiatın büyümesinin bir sonuç olarak ortaya çıktığı unutulmamalı.

Yani AKP Hükümeti, IMF ile anlaşmayı daha önce yapsaydı, dolayısıyla belirsizlik dönemini daha önce bitirseydi, ekonomik faaliyetlerdeki gerileme bu kadar olmayacaktı.

Başka bir deyişle, Türkiye küçülme sürecine girdi ve girilen bu süreçte IMF anlaşmasının gecikmesinin, yani siyasi otoritenin ihmalinin büyük payı var.

Son çeyrek eksi büyüme

DÜN 2008 yılı üçüncü çeyrek büyümesi açıklandı ve geçen yılın aynı dönemine göre büyümenin yüzde 0.5’e indiği belirlendi. Bu oran 2002 yılının birinci çeyreğinden sonraki, yani 2001 krizinden sonraki en düşük oran. Bu rakamla birlikte Türkiye ekonomisinin ilk 9 aydaki toplam büyüme rakamı da yüzde 3 olarak ortaya çıktı.

Büyüme oranının hızla yavaşlamasında, yatırım harcamalarının yüzde 5.4 daralması önemli rol oynarken diğer önemli etken ise ikinci çeyrekte yüzde 3.4 büyüyen özel tüketim harcamalarının üçüncü çeyrekte sadece yüzde 0.3 büyümesi oldu.

Toplam iç talebin büyümeye katkısı üçüncü çeyrekte eksi yüzde 1.0 ile 26 çeyrek sonrası ilk defa negatife dönmüş oldu. Dış talebin büyümeye katkısı ise bu nedenle yüzde 1.5’e çıktı.

Bu rakamlar yıllık büyüme oranının yıl sonunda daha da düşeceğini açıkça gösteriyor. Yüzde 3’lük büyüme, son çeyrekte görülecek eksi büyüme ile birlikte daha da düşecek. Son çeyrek büyümesi için iyimser tahminler bile eksi yüzde 2-3’ü gösteriyor.

Bununla birlikte işsizlik oranlarında da büyük artışlar oldu, daha da olacak.

Başbakan Tayyip Erdoğan, daha birkaç ay önce IMF ile anlaşmaya, "Bizi kimse yüzde 2-3’lük büyüme oranlarına mahkûm edemez" diyerek karşı çıkıyordu.

Bırakın 2009’u, 2008’de yüzde 1.5’luk büyüme rakamlarına düşeceğiz. Gelecek yılın daha kötü olacağı yani eksi büyüme olmazsa, durumu kurtarmış sayılacağımız da ortada.

Özetle; IMF ile anlaşma konusunda gecikerek, bu hükümet bizi düşük büyümeye mahkûm etmiştir. IMF anlaşması olsa, tüketici güveni bu kadar azalmaz, büyüme bu kadar küçülmezdi. Şimdi büyümeyi düşürüp işsizliği artıran IMF mi oluyor yoksa Hükümet mi?
Yazının Devamını Oku

Piyasalar yılbaşına kadar idare eder ama...

15 Aralık 2008
UZUN bayram tatili sonrası, piyasalarda yılbaşına kadar sürecek yeni bir döneme giriyoruz. Bu dönemin bir bölümü uluslar arası piyasalardaki Noel tatiline denk gelecek. Noel tatili bizim piyasaları bu yıl çok daha yakından ilgilendiriyor. Çünkü IMF’le yapılacak anlaşmanın yeni yılın başına yetişip yetişmeyeceği, Noel tatiline kadar uzlaşmanın sağlanmasıyla ilgili. Yani önümüzdeki hafta IMF ile yapılacak yeni stand-by anlaşması kesinleşmez, IMF yönetiminden bu karar çıkmazsa, yeni anlaşmanın yürürlük tarihi en iyimser tahminle Ocak ayı sonunu bulacak. Çünkü bu ayın 20’si gibi yurtdışında herkes, bu arada IMF yöneticileri de Noel tatiline çıkıyor ve iş başı yapmaları Ocak ayının ilk haftasının sonunu buluyor. Daha sonra inceleme, aralarında tartışma derken, anlaşmanın onaylanıp yürürlüğe girmesi Ocak ayı sonunu bulacaktır.

"Bu kadar bekledik 1,5 ay daha bekleriz ne olacak" diyenler çıkacaktır.

Büyük ihtimalle, eğer gecikme olursa, Hükümet de "nasıl olsa yapacağımızı söyledik biraz daha bekleseler ne olur" diyecektir.

Ancak işler o kadar basit olmaktan çıktı. Zaten yeterince gecikildi ve daha da gecikilirse, piyasalardaki güven erozyonunun daha da artacağı kesin. Ekonomi yönetiminin zaten güven yitirdiği, bunu da problem etmeyeceği de söylenebilir ama güven azaldıkça ekonomiye çıkan faturanın, sonuç olarak da halkın sırtına binen yükün daha da artacağını unutmayalım.

Piyasalar yılbaşına kadar geçecek süre içerisinde, mümkün olabildiğince olumlu bir havada olacak. Her yıl olduğu gibi bu yıl da, yılsonu bilançolarının iyi gösterilmesi amacıyla, bu dönem iyi geçen, en azından çok kötü bile olsa olumsuz gelişmeleri fazla algılamama eğilimi içinde oldukları bir dönemdir.

Bu nedenle IMF ile anlaşmanın gecikmesi, yılbaşına kadar piyasalarda çok olumsuz etki yapmayacaktır. Ama bir yandan da piyasaların işine geldiği için es geçtiği olumsuzlukları sonra biriktirerek, abartılı olarak algılama içine girdiklerini de unutmayalım.

Özetle, IMF ile anlaşma yılbaşına kadar yapılamazsa, iç piyasalarda bunun etkisi yılbaşına kadar büyük olmaz ama yılbaşından sonra bunun acısı çıkar.

Başbakan bankacılara taktı

YILBAŞINA yetişmese bile, Başbakanın IMF ile yeni stand-by anlaşması yapılacağı konusunda artık kesin konuştuğunu görüyoruz. Yani artık bu noktadan geni dönüş yok gibi gözüküyor.

Ancak buna rağmen Başbakanın uyarıda bulunan, önlem isteyen kesimlere çıkışmalarının da devam edeceği anlaşılıyor. Çünkü öyle anlaşılıyor ki; hala ekonomik krizin boyutları, bundan da önce ekonominin işleyişi de tam olarak kavranabilmiş değil.

Başbakan Erdoğan bayram tatiline girilirken, bir yandan IMF ile anlaşmanın imzalanacağını söyledi öte yandan ise "bankalara 2,5 milyar dolar kullanma imkanı verdik" deyip, bunun reel sektöre açılan kredilerle ilişkisini kurdu ve bankacıları tatil sonrası toplayacağını söyledi.

Başbakan anlaşıldığı kadarıyla bankalara ve bankacılara takmış durumda.

Büyük ihtimalle "işte istediniz munzam karşılığı indirdim, 2,5 milyar dolar kullanacağınız döviz verdim, artık kredileri geri çağırmayın" diyecektir. Bunun bir likidite konusu olduğunu, bankaların bir bütün halinde döviz ve TL likiditelerine bakıp, ileride olabilecekleri hesaplayıp, tüm plasmanlarında, bu arada kredilerinde de buna göre davranmaları gerektiğini bilmiyor.

2,5 milyar dolarlık ek likidite elbette bankaları rahatlatacaktır ama bunun tüm sorunları çözeceğini varsaymak, işleyişi bilmemek demektir. Asıl olan IMF ile anlaşmanın sağlanıp ardından güven verecek paketin açıklanmasıdır. Krizi iyi yönettiğiniz konusunda güven veremezseniz, bankaların hiçbir şey yokmuş gibi davranmalarını da bekleyemezsiniz. Düşünüyorum da; iyi ki 2001 krizinde bu yönetim yokmuş...
Yazının Devamını Oku

Mehmet Şimşek’in tekzibi

13 Aralık 2008
BU köşede çıkan bir yazım için Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’ten aldığım tekzip şöyle: "Gazetenizin 20.11.2008 günlü sayısında ve aynı günlü www.hurriyet.com.tr internet adresinde yazar Erdal Sağlam imzasıyla "Bankacılar Başbakanı değil ekibini suçluyor" başlıklı yazı yayımlanmıştır.

Söz konusu yazının ikinci bölümünde "..Mehmet Şimşek’e tepki" alt başlığında; "Bankacılar şaşkın vaziyetteler çünkü defalarca bankaların nasıl çalıştığı, kaynak olmayınca yani dışarıdan kredi bulamayınca, tasarruf sahipleri mevduatlarını azalttıkça, bankaların daha az kredi vermek, dolayısıyla verdikleri kredilerin bir bölümünü geri çağırmak zorunda oldukları anlatıldı. Buna karşılık görüştüğümüz banka genel müdürlerinin hemen hepsi, böyle mesnetsiz suçlamalar konusunda Başbakanı pek suçlamıyorlar. Başbakanın detayları bilmek zorunda olmadığını, bu görevin ekonomi ekibine ait olduğunun altını çizerek, "Demek ki Başbakanın ekonomi ekibi görevini iyi yapmıyor. Gerçekleri anlatmıyorlar" diyorlar. Özellikle Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in tavırları bankacıları iyice rahatsız etmiş durumda. Daha önce bir toplantıda bankaların munzam karşılıkların düşürülmesi önerisi üzerine, Bakan Şimşek’in bürokratlara dönerek, "Böyle bir şey yapmayın, bankalar hem munzam karşılığı düşürtürler hem de bunu krediye çevirmezler, kendilerinde tutarlar" demiş. Bankacılar, bu sözlere epeyce içerlemiş durumdalar. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bankacılara dönük, aslı olmayan eleştirilerinde Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in etkisinin olduğunu düşünüyorlar" ifadesine yer verilmiştir.

Yukarda aynen alıntı yapılan yazıda müvekkilim Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e atfen gerçeğe aykırı bilgi, yorum ve müvekkilimin ağzından çıkmayan beyanlara yer verilmiştir. Öncelikle belirtmek isteriz ki; müvekkilimin bankalarla ve bankacılarla arasında hiçbir çekişme yoktur. Müvekkilim sorumluluk alanı içinde tüm ekibiyle ve ilgili birimlerle birlikte yoğun, titiz ve uyumlu olarak çalışmakta ve edindiği bilgileri sayın Başbakanla ve gerekli ölçüde de kamuoyuyla paylaşmaktadır.

Müvekkilimin bu yazıda geçen "Daha önce bir toplantıda bankaların munzam karşılıkların düşürülmesi önerisi üzerine, Bakan Şimşek’in bürokratlara dönerek "Böyle bir şey yapmayın, bankalar hem munzam karşılığı düşürtürler, hem de bunu krediye çevirmezler, kendilerinde tutarlar" demiş olduğu asılsız bir iddiadır. Müvekkilimin kamuoyuna açık ya da gizli hiçbir toplantıda böyle bir beyanı olmamıştır. Aksini söyleyenleri bunu ispata davet etmekteyiz, ispat edemezlerse müfteri durumuna düşeceklerdir.

Sonuç olarak; ilgili yazıda basın meslek ilkeleriyle çelişen ve gerçek dışı bilgi ve yorumlar içeren, müvekkilimin kişilik haklarına saldırı niteliğindeki ifadelerin kamuoyu nezdinde düzeltilmesi amacıyla bu tekzip metninin ilgili sütunlarda yayınlanmasını talep eder, durumu kamuoyunun takdirlerine sunarız. Saygılarımızla. Mehmet Şimşek vekili av. Sedat Saruhan"

Bu da yazarın notu

BENİM anladığım o ki; sayın Bakan arasının bankalar ve bankacılarla iyi olduğunu, bu arada bürokratlarıyla da iyi olduğunu, bizim yazdığımız gibi bir çelişki bulunmadığını söylemek istiyor. Bunun göstergesi olarak da yazdığımız munzam karşılıklara ilişkin bir sözünü yalanlıyor. Tüm bunların da kendisini kamuoyu önünde küçük düşürdüğünü kaydediyor.

Kamuoyu bazen yanıltılsa da, sonunda kimin yalan söylediğini anlar. Ki zaten bizim asli görevimiz de kapalı kapılar ardında da olsa, kimin ne yaptığını, ne dediğini yazmaktır.

Şu kadarını söyleyeyim ki; yazıda adı geçen Bakanın munzam karşılıklara ilişkin sözleri, bir kişiden değil, birkaç kişiden duyduğum sözlerdir. Bizatihi toplantıya katılan kişilerden dinledim ve dinlerken yanımda başkaları da vardı. Ama Bakan muhataplarının duyduğu ve bize ilettiği sözleri için tekzip metninde, "söylemedim" diyor. Ne yapacaksınız?

Herhalde en iyi değerlendirmeyi bürokratlar ve bankacılar yapacaktır...
Yazının Devamını Oku

Teşhisi doğru koyamayana tedavi için güvenilmez

8 Aralık 2008
HÜKÜMET, IMF ile anlaşmayı imzalayacağını söyledi, bu haber piyasaları rahatlattı ama bu haberin ileriye dönük tedirginliği giderdiğini söyleyemeyiz. Şimdi belki IMF haberinin vereceği rahatlıkla güven sorunu bir süre rafa kaldırılıp tartışılmayacaktır ama uzun sürmez. Yılbaşından sonra, özellikle de üretimdeki gerilemenin barizleşmesiyle birlikte tekrar gündeme gelecektir diye tahmin ediyorum.

Çünkü mevcut ekonomi yönetimi hálá güven veremiyor...

Dünyada belirsizlik sürüyor, ABD’nin yeni Başkanı Brack Obama, işlerin daha da kötüye gidip sonra iyileşmenin başlayabileceğini söylüyor. Başbakan Tayip Erdoğan’ın, "Krizin dibi görüldü yukarı doğru çıkılmaya başladı" demecinden iki gün sonra Obama’dan gelen bu demeç bile tek başına, Türkiye’nin krizi iyi yönetemediğinin çok önemli bir kanıtı.

Türkiye ekonomisi küresel ekonomideki dalgalara bağlı hareket etmeye devam edecek. IMF ile anlaşma imzaladık, 20 milyar dolar geldi, munzam karşılık iki puan düştü, KOBİ kredi hacmi 1 milyar YTL arttı diye Türkiye kendini küresel hareketlerden soyutlayamayacaktır.

ABD ekonomisindeki kötüleşmenin nereye kadar gideceği, AB’nin buna bağlı ne seyir izleyeceği, dip noktasının neresi olacağı ve işin nereden döneceği belli değilken, küresel ekonomiye bağlı olarak Türkiye’nin uzun bir süre daha belirsizlik dönemi yaşaması kaçınılmaz...

Böyle bir ortamda sürekli krizi küçümseyen hatta yok sayan demeçler verir, krize karşı "hamdolsun" ve "teğet geçer" terimlerini literatüre sokar, yine aynı anlayışı sürdürüp, "dibi gördük" diye çok erken açıklamalar yaparsanız, daha krizin ne olduğunu bile göremediğiniz için kimse sizi dikkate almaz, "kimsenin halkın moralini bozmaya hakkı yok" deyip, krize karşı uyarı görevini yürütenlere fırça atmaya kalkar, bu hatalar için "beklenti yönetimi" gibi gerekçeler öne sürerseniz komik olur.

Yani daha teşhisi koyamayan bir doktora tedavi için kimsenin güvenmesini beklemeyin...

Bedeli olacaktır

ELBETTE şimdiye kadar yaşanan kötü yönetimden Başbakan birinci derecede sorumludur. "Yanında iyi bir ekibi yok" demek, Başbakanın sorumluluğunu azaltmıyor. Ta en başında, "AKP Hükümeti işi bilenleri görevden alıp sadece dini ve siyasi aidiyet gördüğü kişileri atıyor, şimdi IMF programı varken bu belki fazla sorun olmaz ama ileride kendi iradesiyle ekonomiyi yönetmeye kalkışınca bunun zararını çok görürüz" demiştik ama bu sözler işalemi tarafından bile abartılı bulunmuştu. Şimdiye kadar yaşadığımız kötü yönetimde Başbakan’ın işi bilen bir ekip oluşturamaması, kendisine ulaşan doğru bilgi ve uyarıları bile değerlendirememesi çok etkili oldu.

Yapılan yanlışların bedeli elbette ödenecektir. Elbette küçülen ekonominin, ne kadar topu küresel ekonomiye atmaya kalkışırsa kalkışsın, iktidar üzerinde tahribatı olacaktır.

Yani AKP’nin oyları yerel seçimde o kadar hissedilmese bile, küçülmeye devam edecek ekonomi nedeniyle, genel seçimlerde mutlaka olumsuz etkilenecektir. Ancak asıl bedeli ödeyen halk, özellikle de dar ve sabit gelirliler olacaktır.

İşte bunun için, AKP’nin başarı-başarısızlığını düşünmeden sürekli, aklı erdiğince yapılması gereken doğru şeyleri öneren, yazan-çizen insanlar var.

Ama öyle bir körlük var ki; tüm iyi niyetli uyarıları, önerileri Başbakan sanki kendine karşı bir tezgahın parçasıymış gibi görüyor. Örneğin IMF uyarılarını, gereksiz karşı çıkış yerine dikkate alıp 2-3 ay önce hayata geçirse daha iyi olmaz mıydı?

Umarım kriz fazla sürmez, kötü yönetim görülüp halka faturayı azaltacak yeni bir yönetim anlayışına geçilir, halka çıkacak fatura büyümez.

Bayramınız kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku

IMF tamam, sıra ince ayarlara geliyor

6 Aralık 2008
HÜKÜMET nihayet IMF ile anlaşmaya karar verdi. Şimdi Hükümetin 2009 bütçesinde yapılacak 8 milyar YTL civarındaki tasarrufun hangi kalemlerde yapılacağına karar verilecek. Ekonomi bürokratları dün toplanıp nereden ne kesileceğini tartışmaya başladılar.

Ajanstan IMF Türkiye Heyetinin bayram sonrası geleceği haberleri geçti. Yani hazırlanacak stand-by anlaşması metnine son şeklinin verilip yılbaşından önce IMF yönetiminden geçirilmesine çalışılacak. Özetle; yılbaşında artık yeni stand-by anlaşmamız olacak.

Daha önce bu sütunlarda okuduğunuz gibi 18 aylık bir anlaşma olacak ve bu anlaşmanın türü de normal stand-by anlaşması olacak. En makulu buydu, makul olan gerçekleşiyor...

Alınacak kaynak konusunda çeşitli haberler dolaşıyor. Daha önce dediğimiz gibi; ekonomi yönetiminin 2009 yılında ihtiyaç duyduğu kaynak miktarı 30 milyar dolar düzeyinde. Bunu sağlamak için çalışmalar devam ediyor. IMF’den alınacak kaynak için dün Reuters 25 milyar dolar alınacağını söyledi Bu rakama çıkılabilecek mi bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki; IMF ve bu anlaşmaya bağlı olarak dışarıdan bulunacak kredi hatlarıyla birlikte. Türkiye’nin kullanacağı ve kullanmaya hazır bekletilen fonların toplamı 25 ile 30 milyar dolar arasında olacak. Dolayısıyla daha önce sözünü ettiğimiz gibi; bazı körfez fonlarının IMF anlaşmasına bağlı olarak bir kredi hattı olarak kullanılmasına çalışılacak.

Bence piyasalar bu kararla rahatladı. Bu rahatlık ne zamana kadar sürer derseniz, hem dünya hem Türkiye piyasaları için, burasını bilmek mümkün değil. Yılbaşına kadar piyasaların rahatlayacağı kesin. Zaten piyasalar yılbaşı bilançolarında daha yüksek karlar yazabilmek amacıyla faizleri, kurları düşürmeye çalışacaklardı. IMF kararının verilmesiyle birlikte piyasalar bu amaçları için çok büyük bir dayanak elde etmiş oldular.

Yılbaşından sonra ne olur derseniz, işin o kısmını kesin bilen bir kişinin olduğunu sanmıyorum. Çünkü yılbaşından sonra özellikle küresel piyasalarda yeni hareketler bekleyenlerin sayısı bir hayli fazla. Buradaki gelişmeler bizi de yakından ilgilendiriyor. Çünkü dışarıda yaşanacak daha büyük bozulma, içeriden kaynak çıkışının artması, Türkiye’nin kaynak ihtiyacının, döviz likiditesi ihtiyacının daha da yükselmesi anlamına gelecek. Bu nedenle yılbaşından sonrası için kesin bir şey söylemek mümkün değil.

İNCE AYAR GEREKECEK

IMF anlaşması, özellikle bize rakip ülkelerin hemen hepsinin anlaşma yapması nedeniyle, ekonomik istikrar için olmazsa olmaz bir şarttı. AKP hükümeti geç kaldı, gereksiz popülist söylemlere girdi ama sonuçta başka yol olmadığını görünce, kerhen de olsa bu yola girdi.

Ancak iş bununla bitmiyor. Dün açıklanan sanayi üretim rakamları, üretimdeki düşüşün ne kadar vahim boyutlara ulaştığını gösteriyor. "Bizi kimse yüzde 2-3 büyümeye mahkum edemez" diyen Başbakan, anlaşma ile mecburen sıfır büyümeye bile razı olmuş sayılır.

Bence küresel durgunluk uzun sürerse, içeride ek yeni önlemler devreye sokulmazsa, 2009 yılı için sıfır büyüme bile "özlenen bir büyüme" olabilir.

Türkiye’nin büyümesini artıda tutmak için IMF anlaşmasına ters düşmeyecek, mikro tedbirlere, ince ayara, yani iyi ve koordineli yönetime ihtiyaç duyduğu kesin.

Bir IMF anlaşmasını bile bu kadar süründüren bu ekonomi yönetimi, bu ince ayarı yapacak kabiliyete ve eşgüdüme sahip mi derseniz, şüpheler olduğu açık...

Merkez Bankası bu konuda üzerine düşeni yapıyor, BDDK fena gitmiyor ama asıl ince ayar gerektiren kararlar siyasi irade ve beceriye ihtiyaç duyuyor.

Buradaki kastımız popülizm, ya da IMF anlaşmasını bir kenara bırakıp aşırı harcamaya yönlenmek değil. Örneğin üretim ve satışları iyi izleyip, bazı vergi ayarlamaları ile canlandırmanın yollarını aramak, tahsilatı azaltmadan vergi indirimine gitmek olabilir.

Bütün bunların masaya yatırılıp, özellikle yılbaşından sonra gelişmelerin sürekli gözden geçirilmesi gerekecek. Yani şimdiye kadarki kötü yönetimin artık terk edilmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku