Bir süre önce aramızdan ayrılan Prof. Dr. Adnan Akyarlı limanlar, körfezler konusunda son derece yetkin bir isimdi.
Akyarlı körfezle ilgili çok fazla çalışma yaptı. Aslında bilirkişi olarak dünyanın birçok yerine gidip bu çalışmalara katılmıştı. Belki de Akyarlı’nın o yıllarda söyledikleri yapılabilseydi, bugün farklı bir yer olabilirdi.
İzmir, körfezin çevresinde yerleşmiş bulunan bir kıyı kenti.
İnsanlar denizle iç içe yaşadığı için kent kültürünü oluşturan yaşam bileşenleri arasında denizin önemli bir etkisi oldu.
Belki de bu 50 yıl öncesine kadar çok daha geçerli bir olguydu. İzmir Körfezi deniz olma niteliğinden uzaklaşınca kent yaşamındaki etkinliği de azaldı.
Adnan Akyarlı 2007 yılında bana bir yazı yollamıştı. Bir de “90’lı yıllarda ele alınan raporların yeniden gözden geçirilmesi olarak” değerlerdir notu vardı.
Diyor ki...
Teknoloji dünyasında değer üretmek ve fark yaratmak isteyenleri Türkiye’ye davet etti.
Ve onları ‘Tech Visa’ uygulamasıyla Türkiye’de girişimcilik hikayesi yazmaya çağırdı.
Ben bu adımı çok olumlu buluyorum ve destekliyorum.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Çağlayan Dündar imzasıyla bir rapor yayınladı.
Dündar, Tech Visa uygulamasının yeni fırsatlar getirdiğini söylüyor.
Ben de katılıyorum.
Kendine alan açması, dijital değişimden yararlanabilmesi ve uygulamalarla bir üs haline gelmesi için Türkiye’nin yeni bir öykü yazması gerekiyor.
Özetleyeyim.
“Futbol bir şehrin sadece sporla değil, kültürel, tarihi ve sosyal değerleriyle de tanıtılmasına yardımcı olur. Barcelona, Manchester, Napoli, Dortmund ve daha birçok kent, futbol kulüpleri aracılığıyla dünya sahnesinde güçlü bir marka haline gelmiştir. İzmir, futbol kulüpleri açısından oldukça şanslı bir şehirdir. İzmir kulüplerinin, tarihsel kökleri, gelenekleri, derin ve köklü futbol kültürleri ve takımlarına tutkuyla bağlı büyük taraftar kitleleri vardır. Ancak ne yazık ki bunun, İzmir kent kimliği ve tanınırlığına katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmesi için kent yönetimindeki karar vericilerde bugüne kadar yeterince farkındalık oluşturulamamıştır.
Bu, bir tespitten öte maalesef realitedir. Dünya kentleri sporu ve özelinde futbolu, kent kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline getirme çabası ile yanıp tutuşurken İzmir'imizde durum maalesef tam tersine gelişmiştir.
Bugüne dek kent tanıtımı için hazırlanan hiçbir tanıtım materyalinde kulüplerimizden faydalanılmamış, hatta neredeyse yok sayılmıştır. Asla teşvik edilmemiş ve desteklenmemiştir.
Göztepe Gürsel Aksel Stadı’nda oynanan Türkiye-İzlanda maçında oluşan atmosfer, İzlanda Futbol Federasyonu Başkanı Thorvaldur Örlygsson’un ‘Yaşamımda böyle bir futbol atmosferi görmedim’ sözleriyle takdir toplamıştır.
Göztepe’nin Japon oyuncusu Kuryu Matsuki’yi görmek için İzmir’e gelen, kulübün müzesini gezen Japon turistler, futbol turizmiyle açılabilecek yolu en net şekilde göstermiştir.
Kentimizin karar vericilerinin, gerek kulüplerimizin ve gerek tüm kentin kazanacağı yeni fırsatlar için futbol gerçeği üzerinden yeni başlangıçlar yapmalarını bekliyoruz.”
Moreira, Arkas Sanat Merkezi’ndeki ressam ve heykeltıraş Joan Miró'nun yeni sergisi için İzmir’e gelmişti.
Ve dedi ki:
“İzmir Büyükşehir Beledi Başkanı ve ben çok şanslıyız. İkimizin de böyle sanat vakıfları ve Lucien Arkas gibi iş insanları var. Bu, bizim işimizi çok kolaylaştırıyor. Lucien Arkas ile birçok ortak yönümüz var. İkimizin de işi denizcilik. Ayrıca ikimiz de sanatı ve doğayı çok seviyoruz. Serralves Vakfı tesadüfen kurulmuş bir vakıftır. Birkaç vatandaş bir araya gelerek bu çiftliği satın aldılar, hükümetin de desteğiyle modern bir sanat müzesi kuruldu. Bu da bize özel sektör ve kamunun iş birliğiyle şehrin kalbinde böylesine güzel bir sanat merkezi oluşturabildiğini gösterdi. Serginin hikayesi ise daha ilginç. Finansal kriz döneminde eserlerin müzakerede satılması kararlaştırıldı ancak Porto sakinleri buna izin vermedi. Finansal krizin pençelerinden kurtulmuş bir koleksiyonla karşı karşıyasınız.”
Rui Moreira’yla aynı görüşteyim.
Kendisi de Cemil Tugay da şanslı başkanlar.
Bazen bir kentin çehresi birkaç kişi, birkaç kurumla değişebilir.
Eğer bugün İzmir’in sanat hayatından söz ediyorsak inanın bunda Lucien Arkas’ın büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.
Zaten Cemil Tugay da konuşmasında bunun altını çizdi ve dedi ki:
Schengen vizesi alamadığı için iş gezileri iptal olan çok sayıda iş insanı biliyorum.
Okullardan kabul almalarına rağmen ilk yarıyı kaçıran öğrenciler biliyorum.
Çocukları yurtdışında okuyan ya da yaşayan anne babaların onların yanlarına gidemediklerini görüyorum.
Ve vize almak giderek daha da zorlaşıyor.
İşte Almanya’nın yeni kararları ortada…
Almanya, Schengen vizesi olsa bile ülkeye girişlerde kontrol etmeye başladı.
Belki de bu uygulamalar daha da artacak.
Türkiye oturma izni veya vatandaşlık konusunda daha kolay bir prosedür izliyor.
Aslında mesele bugünün konusu değil, gelecekte çok daha sıkıntılı günler yaşayacağımız kesin.
New York Times’ta okudum.
Akdeniz’de turizm iddiası olan ülkelerde su problemi giderek artıyor.
Gazete yerinde yetkililerle ve halkla konuşmuş, konunun giderek turizmi tehdit eder hale geldiğini yazmış.
Göreceksiniz; Bodrum’dan, Çeşme’den sesler yükselecek.
İklim değişikliğinin etkileriyle su kaynakları azalırken, turizm merkezleri bu krizle yüzleşmek zorunda.
New York Times’ın verdiği örneklerden biri de Yunanistan’ın farklı adalarından…
Turizm sezonu boyunca su talebi artarken, yerel halk ve turistler arasında da gerilimler başlamış.
Benim gibiler yani yüz yüze çalışmayı her şeye tercih edenleri haklı çıkaran bir gelişme yaşandı.
Amazon’un CEO'su Andy Jassy çalışanlarına gönderdiği bir yazıyla pandemi etkisinin tamamen bittiğini bir yazıyla ilan etti.
Dedi ki...
“Son 15 ayda haftada en az üç gün ofise geri dönmemizin faydalarına dair inancımız güçlendi. Amazon pandemi sırasında hızla büyüdü ve bunun sürdürülebilir olması için şirket kültürünü korumamız gerekiyor. Dünyanın en büyük girişimi gibi çalışmak istiyoruz.”
Amazon’un genç çalışanları bundan pek memnun olmayabilir.
Ama Andy Jassy; Ocak ayından itibaren haftada beş gün ofiste olacaklarını duyurdu.
Haftada üç günden beş güne çıkan bir Amazon; bütün şirketlerin benzer kararlar almasını sağlayacaktır.
Şu anda Microsoft, Google, Meta ve Apple gibi diğer büyük teknoloji şirketleri çalışanların haftada iki veya üç gün ofiste çalışmasını bekliyor.
Söylemem gerekir, Dalyan’a beni sevdiren insanlar da var.
Onların başında Yücel ve Fulya Okutur geliyor.
Yücel Okutur burayı 1978 yılında keşfediyor, İstanbul’da büyük projelere imza atarken Dalyan’da kurgulanan bir hayat hayal ediyor.
Ve bunu da 80’lerin sonunda gerçekleştiriyor.
Bazı insanların gittikleri yeri değiştirme, geliştirme gibi misyonları da oluyor.
Yücel Okutur o insanlardan biri...