Deniz Sipahi

Gelecek geldi şimdi uyum zamanı

14 Şubat 2025
ESKİDEN veli dediğin akşam ödev kontrol eder, öğretmen ise sabah derse girerdi. Ama dünya değişti. Bugün bir çocuk, yapay zekâ destekli bir eğitim asistanı ile evde bir konuyu sıfırdan öğrenebiliyor. Öğrenciye, yapamadığı soruları aşamalı olarak çözdüren, eksiklerini belirleyip ona özel bir yol haritası çıkaran sistemler var.

 

Artık çocukların yanında “ders anlatan” bir ebeveynden çok, öğrenme sürecini yöneten, hangi yapay zekâ aracının en faydalı olduğunu bilen bir veliye ihtiyaç var. Eskisi gibi “Öğretmen ne anlattı?” demek yetmeyecek. “Hangi kaynakları kullandın?” ya da “Hangi yapay zekâ asistanından nasıl yardım aldın?” diye sormak gerekecek galiba.

Çok net...

Dijital devrim sadece çocukları değil, anne babaları ve öğretmenleri de değişime zorlayacak.

Veliler, “öğrenme koçu” olmak zorundalar. Çocuk hangi becerileri öğrenmeli, hangi kaynakları kullanmalı, hangi yapay zekâ asistanı ona daha iyi yardımcı olabilir?

Peki, öğretmenler? Yapay zekâ bir konuyu öğrencinin seviyesine uygun şekilde anlatabiliyorsa, öğretmen sınıfta ne yapacak? İşte burada büyük bir paradigma değişimi var.

Öğretmen artık sadece “bilgi veren” kişi değil. Çünkü bilgi her yerde. Google’da, YouTube’da, yapay zekâ asistanlarında... Öğretmenin asıl görevi, bu bilgiyi yorumlamayı öğretmek olacak. Eleştirel düşünmeyi, problem çözme becerilerini, etik değerleri aşılamak.

Öğretmenler artık birer bilgi aktarıcısı değil, “öğrenme mimarları” olacak. Öğrencinin en iyi nasıl öğrendiğini anlayan, onu yönlendiren, yapay zekâ destekli araçları en verimli şekilde kullanan bir rehber haline gelecekler.

Yazının Devamını Oku

Destekliyorum sağlık serbest bölgesi iyi fikir

12 Şubat 2025
İZMİR’de bir hareketlilik var.

 

“Sağlık Serbest Bölgesi” diye bir proje konuşuluyor.

Hani şu yıllardır gündeme gelip bir türlü hayata geçirilemeyen projelerden biri.

Hatırlayanlar vardır. 2010 yılında dönemin Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, bu projeyi masaya koymuştu. Yasa çıkarıldı, yönetmelikler hazırlandı ama istenilen sonuçlar alınamadı.

Şimdi, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi’nde Uzm. Dr. Atilla Ayral ve ekibi bu projeyi yeniden gündeme taşıdı. Ama bu sefer iş biraz daha farklı. “Hadi yapalım” demiyorlar. Önce İzmir sağlık sektörü ne düşünüyor, onu anlamaya çalışıyorlar. Çünkü her şeyden önce şu soruya net bir cevap lazım.

Gerçekten böyle bir şeye ihtiyaç var mı?

Bakın, bu işin bir benzeri 2023 yılında İstanbul’da yapılmıştı. Dr. Cemal Yılmaz, 518 kişiyle anket yaptı. Katılımcıların yüzde 59’u “Evet, ihtiyaç var” dedi. Ama 37.7’si tereddütlüydü.

Dr. Ayral ise İzmir için özel bir modelden bahsediyor. “Her yere aynı projeyi uygulamayın” diyor.

Yazının Devamını Oku

Lizbon’u seviyorsanız İzmir’e bayılırsınız

9 Şubat 2025
PANDEMİDEN sonra dünya hızla değişti.

 

Bir sabah kalktık ve anladık ki işe gitmek için ofis masasına oturmak zorunda değiliz.

Laptoplarımızı aldık, internet bağlantımızı sağladık ve dünya bizim ofisimiz oldu.

Euronews’te okudum.

Lizbon, Barselona, Tiflis, Budapeşte derken dijital göçebeler için en cazip şehir listeleri uzayıp gidiyor.

Ama bir şey dikkatimi çekiyor:

Neden İzmir bu listelerde yok?

Habere göre Lizbon, dijital göçebelerin gözdesi.

Yazının Devamını Oku

Deprem tecrübemiz 6 Şubat ile sınırlı değil

6 Şubat 2025
İKİ yıl önce 6 Şubat sabahı hepimiz bir felaketin içine uyandık.

 

Hatay, Maraş, Adıyaman, Malatya, Gaziantep... Şehirler yerle bir oldu. Binlerce insanımızı kaybettik.

Ama...

Türkiye’nin deprem gerçeği sadece 6 Şubat’la sınırlı mı?

Körfez depremi, İzmir depremi...

Biz bu acıyı ilk kez yaşamadık.

1999’da Körfez depremi; resmi rakamlara göre 17 bin insan hayatını kaybetti.

2011’de Van depremi; yüzlerce can gitti.

Yazının Devamını Oku

O bir gastronomi diplomatı

5 Şubat 2025
BİR ülkenin mutfak kültürü, aslında onun dünyaya açılan en sıcak, en samimi ve en lezzetli yüzü... İşte Gökmen Sözen, yıllardır Türkiye’nin gastronomi sahnesini dünyaya tanıtma misyonuyla hareket eden isimlerden biri. Ama sıradan bir gastronomi figürü değil... Onu, bir gastronomi diplomatı, hatta belki de bir mutfak stratejisti olarak tanımlamak daha doğru...

Türkiye’nin fine dining (yaratıcı, iyi yemek) sahnesiyle dünya gastronomisi arasında bir köprü kuran Gastromasa... Bundan on yıl önce Gökmen Sözen, “Bu ülkeye dünya şeflerini getirirsem neler olur?” diye sorduğunda, kimse bu denli büyük bir yankı yaratacağını tahmin etmiyordu. Ancak o, bu işin sadece bir kongre organizasyonu olmadığını biliyordu. Bir hikâye yazmaya karar verdi.

Gastromasa sadece İstanbul’un değil, Londra’nın da ev sahipliği yapacağı uluslararası bir gastronomi zirvesine dönüştü. Dünyanın en önemli şeflerini, gastronomi yazarlarını, yatırımcılarını ağırlayan bu etkinlik, Türkiye’yi bir mutfak destinasyonu olarak konumlandırdı.

Ve evet, bu yıldızlar geçidi sadece restoran sahiplerini değil, aynı zamanda Michelin ve Gault&Millau gibi devleri de cezbetti.

Türkiye, Michelin yıldızlarına yeni yeni alışırken, Gökmen Sözen bir adım daha ileri giderek Gault&Millau’yu da ülkeye taşıdı. Fransa kökenli bu rehber, lezzeti sadece tabaktaki yemekle değil, ağırlama sanatıyla da ölçen bir sistem. Restoranları, fine dining’den sokak lezzetlerine kadar geniş bir perspektifle değerlendiriyor.

Ve şimdi... Antalya, İzmir, İstanbul, Gaziantep gibi gastronomik potansiyeli yüksek şehirler, Gault&Millau’nun sarı sayfalarında kendine yer bulacak. Peki, bu ne anlama geliyor? Şu: Türkiye artık sadece kebapla, dönerle anılan bir mutfak olmaktan çıkıp, fine dining sahnesinde de iddialı olduğunu gösteriyor.

İşte en kritik soru: Türkiye’nin gastronomik haritası güçlü mü? Sözen’in cevabı net:  “Evet ama eksiklerimiz var.”

Geleneksel mutfağımızın zenginliği tartışılmaz. Ancak, 85 milyonluk bir ülkede yalnızca birkaç fine dining restoranın olması düşündürücü. Dünyada İtalyan, Fransız, Japon mutfakları bu kadar yaygınken, Türk mutfağı neden sadece döner ve kebapla biliniyor?

Yatırımcıları, genç şefleri, yerel üreticileri uluslararası arenaya taşımak, Türk mutfağını global bir marka haline getirmek gerekir. Ve bunu yaparken, sadece lezzet üzerinden değil, bir kültür stratejisiyle ilerlemek de lazım.

Yazının Devamını Oku

Sadece üç gencin ahlaksızlığı mı?

2 Şubat 2025
BOLU Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel yangınında hayatını kaybeden insanların ailelerini arayıp, onlarla alay eden üç genç... Yaşları 19, 20, 21... Vicdanlarını kaybetmişler. Ama asıl sormamız gereken soru şu:

 

Bu çocuklar, bu insanların telefon numaralarına nasıl ulaştılar?

Hadi diyelim ki insani duygularını yitirmiş üç ruhsuz... Peki, bu bilgileri nereden buldular?

Bugün onların başına gelen, yarın hepimizin başına gelebilir.

Birkaç yıl önce olsa, böyle bir şey mümkün müydü? Eskiden birinin telefon numarasını öğrenmek için en azından biraz çaba harcamak gerekirdi. Şimdi ise birkaç tıklamayla, birkaç kuruşluk ödeme ile istediğiniz kişinin bilgilerine ulaşabiliyorsunuz.

Bugün bir felaketin ardından yakınlarını kaybeden insanların numaraları nasıl ortaya çıkıyorsa, yarın herhangi birimizin bilgileri de aynı şekilde sızabilir.

Bir hastaneye gittiniz, bir otelde kaldınız, bir alışveriş yaptınız... Adınız, soyadınız, telefon numaranız ve bazen daha fazlası, bir yerlerde tutuluyor. Ama nasıl tutuluyor, kimlerin erişimine açık, güvenli mi? İşte o büyük bir muamma...

Bugün internetin karanlık köşelerinde “bilgi sızdırma” işine bulaşmış yüzlerce site var. Adınızı yazıyorsunuz, birileri sizin hakkınızdaki temel bilgileri çıkarıyor. Kimi zaman dolandırıcılar, kimi zaman kötü niyetli insanlar, kimi zaman da eğlencesine “trol” yapan ruhsuzlar...

Yazının Devamını Oku

Bu çocuklar nasıl böyle oldular?

31 Ocak 2025
BOLU Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel yangınında hayatını kaybeden insanların ailelerini arayıp, onlarla alay eden ve bu anları sosyal medyada paylaşan üç genç...

 

Yaşları 19, 20 ve 21...

Biri kız, üçü birden vicdanlarını kaybetmiş.

Şimdi soruyorum: Bu çocuklar nasıl böyle oldular?

Eskiden en büyük korkumuz, çocuklarımızın kötü alışkanlıklara yönelmesiydi. Şimdi en büyük korkumuz, ruhlarını kaybetmeleri...

Bir yangında sevdiklerini kaybetmiş insanları arayıp dalga geçmek ne demek? Bu nasıl bir duygu yoksunluğu, nasıl bir ruh çoraklığıdır? Üstelik yaptıkları şeyi gizlemiyorlar. Aksine, övünerek paylaşıyorlar.

Bunun adı ne biliyor musunuz? Duygu yitimi... Bir insanın en temel insani reflekslerini kaybetmesi...

Bu çocuklar büyürken hangi filmleri izlediler, hangi videoları tıkladılar, hangi kitapları okudular? Bu kadar empati yoksunu hale nasıl geldiler?

Yazının Devamını Oku

Bir mahallede düğün diğer mahallede cenaze

28 Ocak 2025
FACİANIN ertesi sabahı... Kartalkaya’nın beyaz pistleri her zamanki gibi dolmuş. Kayaklar bağlanmış, kar maskeleri takılmış, adrenalin tavan yapmış. Öyle bir tablo ki sanki gecesinde 78 insanın yanarak can verdiği bir trajedi yaşanmamış gibi.

 

Bu, sadece bir otelin yangını değil. Bu, vicdanlarımızın da küllere karıştığı an… Unutmayalım!

O gece 78 insan feci şekilde hayata veda ederken, ertesi sabah pistlerde bir başka hayat vardı. “Tatili bozmaya gerek yok” diyenlerin hayatı. Sabah kahvaltılar yapılmış, fotoğraflar çekilmiş, kayak takımları pırıl pırıl parlatılmış.

Hatta daha fenası... Yan otellerde rezervasyonlar dolmuş.

Burası Türkiye’nin küçük bir prototipi... Bir mahallede düğün, diğer mahallede cenaze...

Ama biz hep düğün mahallesine odaklanırız. Cenazeyi çabuk unutur, ertesi gün hayatımıza devam ederiz.

Kartalkaya’da da böyle oldu. Bir otel yangını tüm ülkeyi sarstı, ama pistler sabahına doldu. Çünkü hayat devam ediyordu, değil mi?

Sahi, bir kayak tatili bu kadar mı vazgeçilmez?

Yazının Devamını Oku