Bir gökdelenin 20. katındaki toplantı salonunda sunum yapmak mı?
Ya da mesai sonrası trafikte kaybolup eve kendini zor atmak mı?
Yoksa...
Kordon’da bir sabah yürüyüşü yapmak, Kemeraltı’nda bir fincan kahve içmek, Urla’da bir bağ evinde ilham almak mı?
Bence işin sırrı burada.
Ve daha fazlası...
Bir kenti sosyal hayatıyla, ekonomisiyle, hafızasındaki değerleriyle yaşamak...
Bir kenti büyük yapan şey, sadece ekonomik büyüklükler mi?
Ben Viyana’yı severim. Şehir planlamasında örnek işler yaptılar, Avrupa’ya model olacak imar planları geliştirdiler. Ama Viyana’nın gerçek büyüklüğü, onu bir sanat merkezi haline getirmeleridir.
Ve bunda 1842’de kurulan Viyana Filarmoni Orkestrası’nın etkisi büyüktür.
Bu orkestra yılda 300’den fazla opera ve 100 senfonik konser icra ediyor. Müzisyenleri sadece sahnede değil, akademilerde de yer alıyor. Turnelere çıkıyorlar, nesiller boyu aktarılan bir müzik kültürünü yaşatıyorlar.
İzmir, neden böyle bir dönüşüm yaşayamasın?
İstanbul’un bir sanat merkezi olma potansiyeli var. Belki de zaten bu kimliği fazlasıyla taşıyor. Ama İzmir... İzmir, bunu baştan yaratabilir.
Bir işyerine girerken ne hisseder insan? Kapıyı açıp içeri adım attığında?
Bazen sabah kahvesinin kokusu karşılar sizi, bazen de yüzünüze çarpan soğuk bir hava... Bir bakış, bir mimik, bir sessizlik... İşte orada, o anda anlarsınız. Bugün güzel bir gün mü olacak, yoksa sadece hayatta kalmaya mı çalışacaksınız?
Bazen iş, sadece iş değildir. Sıcak bir sohbet, omzunuza konan dostça bir el, paylaşılan küçük mutluluklar... Bunlar işyerini bir yuva yapar. Ama bazen de tam tersi olur. Nefes almak zorlaşır, söylenmeyen sözler havada asılı kalır, görünmez duvarlar örülür. İşte o zaman mesai saatleri dakikalar yerine tonlarca ağırlık gibi hissedilir.
Belgrad Ormanı’nda dört gün sonra bulunan ve hastanede hayatını kaybeden Mimar Ece Gürel’in hikayesi hepimizi derinden sarstı. Onun iş yerinde yaşadıklarını tam olarak bilemeyiz. Ama bir şey biliyoruz. İnsan bazen sadece geçimini sağlamak için değil, ruhunu da korumak için çalışır. Ve eğer işyerinde adalet yoksa, huzur yoksa, dostluk yoksa… İşte o zaman insan, sadece geçimini değil, bazen kendini de kaybedebilir.
Hatırlar mısınız, yılın başında Adana Adliyesi’nde görevli genç savcı adayı Mithat Can Yalman, “Birkaç aydır koordinatör hakimin mobbing ve tehditlerine maruz kalıyorum” diyerek hayata veda etmişti.
Bu tür hikayeler iş dünyasında ne yazık ki sık sık karşımıza çıkıyor. Oysa iş, sadece bir maaş bordrosu değil. İş, insanın kimliğinin bir parçası. İş, bir insanın sabah gözünü açtığında hissettiği şeydir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işyerlerinde psikolojik tacizi önlemek için yeni bir genelge yayımladı. Devlet, artık bu konuyu daha sıkı takip edeceğini söylüyor. Güzel bir adım... Ama en önemli değişim, kağıtlarda değil, insanlarda başlamalı.
Patronlar, yöneticiler, çalışanlar… Hepimiz aynı gemideyiz. Bu gemiyi bir savaş alanına çevirdiğimizde, sonunda herkes kaybeder. Ama eğer bu gemiyi bir yuvaya dönüştürürsek, herkes kazanır.
Kadıbeşegil, “İtibar proje değil, yaşam felsefesidir” başlığı üzerine bir sohbet yapmış.
Uzun yıllardır hayatı sorguladığım insanların başında gelir Salim Kadıbeşegil...
Bir zamanlar bir cümle okumuştum, hiç unutmadım.
“İtibar, insanın aynadaki yansımasıdır.”
“İtibar proje değil, bir felsefedir” sözü de hep aynı etkiyi bende yapmıştır.
İtibar, PR kampanyalarıyla yaratılan bir illüzyon değildir. Markaların CEO’ların ağzından düşürmediği ama ilk kriz anında yok saydığı bir kelime hiç değildir.
İtibar, insanın ve kurumların omurgasıdır.
Bu yorumu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay yapıyor.
Ve iddialı bir çıkış yaparak ekliyor.
“Burada sadece bina yapmayacağız. Aynı zamanda devletle halkın tekrar birbirine kavuştuğu, halkın devlete güveninin tekrar tesis edildiği bir sistem kuracağız.”
Peki, bu sözler sadece kulağa hoş gelen bir seçim vaadi mi, yoksa gerçekten bir dönüşümün ilk adımları mı?
Cevap, geçtiğimiz günlerde tanıtımı yapılan Egeşehir Menemen Konutları projesinde saklı.
İzmir’in bu yeni sosyal konut hamlesi, Türkiye için Viyana modeli gibi bir çıkış noktası olabilir mi?
İşte size detaylar...
Dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde…
Tarihiyle, kültürüyle, mutfağıyla kendini ‘turizm şehri’ olarak tanımlayan…
Ama turizm vizyonu konusunda her kritik dönemeçte tereddüt eden bir şehir…
O şehir İzmir…
Ve bugün İzmir’in en önemli otellerinden biri olan Hilton’un yerine hastane yapılmasını konuşuyoruz.
Ege Turistik İşletmeler ve Konaklamalar Birliği (ETİK) Başkan Yardımcısı Bülent Tercan, bu kararın sadece bir bina değişikliği olmadığını söylüyor.
Peki ya şehir?
Aynı Manisa mı kalacak?
İşte kritik soru bu...
Manisa Organize Sanayi Bölgesi, Türkiye’nin en iyilerinden biri. 600’den fazla fabrika var. Ama yıllardır konuşulan bir gerçek var. Manisa bu sanayi gücünden yeterince faydalanamıyor.
Çünkü beyaz yakalı çalışanlar İzmir’de yaşıyor. Sabah gelip akşam gidiyorlar. Kazandıkları parayı Manisa’da değil, İzmir’de harcıyorlar. Şehirde kalıcı bir sosyal yaşam oluşmuyor. Kültür, sanat, eğlence, iyi restoranlar, kaliteli konutlar... Bunlar yeteri kadar olmadığı için nitelikli iş gücü Manisa’da durmuyor.
Şimdi BYD geliyor. Ve beraberinde 3 bin Çinli çalışanı getiriyor. Hatta, “Çin Mahallesi mi kurulacak?” diye tartışmalar bile başladı.
Manisa bu defa gerçekten bir şeyleri değiştirebilecek mi?
Ve işte, bir hikâye daha...
Ayda Özeren.
İzmir Gündoğdu Rotary Kulübü üyesi. Yazar, arabulucu, konuşmacı... Ama aslında en çok, kadınların sesini duyurmayı kendine dert edinmiş bir lider.
Geçen gün Rotary International’dan önemli bir haber geldi.
Ayda Özeren’e Sylvia Whitlock Liderlik Ödülü verilmişti.
Bu ödül, Rotary içinde toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden kadın liderlere veriliyor. Yani öyle sıradan bir teşekkür plaketi falan değil... Bir nevi, “Sen gerçekten fark yarattın” ödülü.
Ve Ayda Özeren, bu ödülü almayı gerçekten hak eden biri.