“Manisa kendini değiştirmeye hazır mı?” diye soralım

2026 yılı… Manisa’nın sanayi bölgesinde, dev bir tesiste 150 bin elektrikli araç üretilecek. 5 bin kişi doğrudan, 20 bin kişi dolaylı olarak iş bulacak. Şehir, otomotiv sektöründe küresel devlerin radarına girecek. Herkes, “Manisa artık bir otomotiv üssü” diyecek.

Haberin Devamı

 

Peki ya şehir?

Aynı Manisa mı kalacak?

İşte kritik soru bu...

Manisa Organize Sanayi Bölgesi, Türkiye’nin en iyilerinden biri. 600’den fazla fabrika var. Ama yıllardır konuşulan bir gerçek var. Manisa bu sanayi gücünden yeterince faydalanamıyor.

Çünkü beyaz yakalı çalışanlar İzmir’de yaşıyor. Sabah gelip akşam gidiyorlar. Kazandıkları parayı Manisa’da değil, İzmir’de harcıyorlar. Şehirde kalıcı bir sosyal yaşam oluşmuyor. Kültür, sanat, eğlence, iyi restoranlar, kaliteli konutlar... Bunlar yeteri kadar olmadığı için nitelikli iş gücü Manisa’da durmuyor.

Şimdi BYD geliyor. Ve beraberinde 3 bin Çinli çalışanı getiriyor. Hatta, “Çin Mahallesi mi kurulacak?” diye tartışmalar bile başladı.

Manisa bu defa gerçekten bir şeyleri değiştirebilecek mi?

Haberin Devamı

Sanayi bir şehre gelir ama o şehir kendini dönüştürmezse, sadece bir üretim noktası olarak kalır. Manisa’nın buna razı olmaması lazım.

“Manisa kendini değiştirmeye hazır mı” diye soralım

Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in bir sözü var:

“Manisa’da kazanılan para Manisa’da kalsın istiyorum.”

Bu, çok önemli bir hedef. Ama bunun olması için önce şehrin bunu hak eden bir çehreye kavuşması lazım.

Nitelikli konut projeleri, sosyal alanlar, iyi restoranlar, kültürel etkinlikler, modern eğitim kurumları, kaliteli oteller... Kısacası, Manisa’nın bir ‘çalışma kenti’ olmaktan çıkıp ‘yaşanabilir bir şehir’ olması gerekiyor.

BYD yatırımı, sadece bir fabrika açılışı olarak görülmemeli. Bu, Manisa’nın sanayi gücünü, şehircilik vizyonuyla destekleme şansı.

Eğer Manisa bunu başarırsa, sadece otomotiv üssü olmakla kalmaz, kaliteli bir yaşam merkezi de olur. Ve belki de ilk kez İzmir’den Manisa’ya taşınan beyaz yakalıları görmeye başlarız.

O yüzden, bu yatırıma sadece “BYD geliyor” diye bakmayalım.

“Manisa, kendini değiştirmeye hazır mı?” diye soralım.

 

 

Haberin Devamı

Futbol rekabeti mi

şizofrenik ruh hali mi?

 

ŞU futbol meselesi; artık şizofrenik bir ruh haline dönüştü.

Fenerliler, Galatasaraylılar asla eleştiri kabul etmiyorlar.

Kırk yıllık arkadaşlar söz konusu maç olduğunda konuşamaz hale geldiler.

Zaten ortada futbol da yok.

Hayatın gerçekliğinden uzak sonuçlar, anlamsız bir rekabet ortamı ve dediğim gibi şizofrenik bir ruh hali...

Daha önce de yazmıştım.

Ben oğlum Atlas ile iyi vakit geçirmek; bir baba oğul ilişkisini güçlendirmek, ortak bir dil yakalamak için maçlara gidiyorum.

Elbette tuttuğum, beğendiğim takımlar var.

Ama bu şizofrenik ruh halinin bazen bir baba oğul ilişkisini bile eleştirecek noktaya geldiğini görüyorum.

Haberin Devamı

O yüzden kim şampiyon olur, kim olmaz; bu da beni ilgilendirmiyor artık.

Ve tavsiye ediyorum.

Uzaklaşın; bu ruh hali hepimizi hasta ediyor.

Futbol bir oyundu, artık değil.

Hakaretler, tehditler, kavgalar... O eski saf neşeden eser yok.

Ben Atlas’la stada giderken bir maçı izlemeye değil, onunla anılar biriktirmeye gidiyorum. Heyecanı birlikte yaşamak için bazen aynı şeye kızıp bazen de beraber gülmek için... O statta yaşadığımız birkaç saat, benim için sadece bir maç değil. Belki de ileride unutmayacağımız, yıllar sonra konuşacağımız özel anlar.

Ama bazen bakıyorum da insanlar futbola kendi hayatlarının bütün sıkıntılarını yüklüyorlar. Hayatındaki adaletsizliği, öfkeyi, tatminsizliği futbol üzerinden çözmeye çalışan milyonlarca insan var. Haliyle de futbol bir oyun olmaktan çıkıp bir savaş alanına dönüşüyor. Kimse futbolun içinde eğlenmek istemiyor artık, herkes kazanmak ve ötekini susturmak istiyor.

Haberin Devamı

O yüzden diyorum ki; bırakın bu gerginliği. Futbol için birbirinizi kırmayın, sevdiklerinizle aranıza duvarlar örmeyin. Biraz geri çekilin, biraz uzaklaşın. Kazananı, kaybedeni değil, anın kendisini önemseyin. Çünkü hayatın sonunda, ne kaçırdığınız şampiyonluklar ne de tartıştığınız hakem kararları kalıyor geriye. Sadece birlikte yaşadığınız güzel anılar kalıyor.

 

Biz ne yapıyoruz onlar ne yapıyor?

 

BİR de İngiliz kulüplerine bakın...

Adamlar futbolu yalnızca bir oyun olarak değil, kültürün bir parçası olarak görüyor. Ve şimdi de şiiri futbolun içine sokarak gençleri edebiyatla, yaratıcılıkla buluşturuyorlar. Beş futbol kulübü, kendi resmi şiirlerini yazdırmak için şairlerle anlaşmışlar.

Haberin Devamı

Evet, yanlış duymadınız. Şairlerle…

Blackburn Rovers, Stoke City, Crystal Palace, Luton Town ve Portsmouth...

Bu kulüpler, tribün kültürlerini sadece tezahüratlarla değil, şiirle de beslemeye karar vermiş. Taraftarlarının duygularını, aidiyetlerini ve kulüplerinin ruhunu yansıtan şiirler yazdırıyorlar. Hatta bu şiirler yalnızca yazılı kalmayacak, taraftarlarla birlikte oluşturulacak ve tribünlerde yankılanacak.

İngiltere Ulusal Okuryazarlık Vakfı’nın öncülüğünde yürütülen bu proje, futbolu gençleri okumaya ve yazmaya teşvik eden bir araç olarak kullanıyor. Şairler, kulüplerle işbirliği yaparak yaratıcılığı teşvik eden atölyeler düzenleyecek ve futbolun içinde sanatı, edebiyatı, düşünmeyi, üretmeyi yeşertecekler.

Şimdi durup kendimize şu soruyu soralım. Biz ne yapıyoruz, onlar ne yapıyor?

Bizde futbolun kültürel boyutu var mı?

Maça gittiğinizde kulübünüzün tarihini, ruhunu anlatan bir şiir mi duyuyorsunuz yoksa rakibe edilen küfürleri mi?

Futbol bizde gençleri nasıl etkiliyor?

Okumaya, yazmaya teşvik mi ediyor, yoksa şiddet dilini daha da mı pekiştiriyor?

Ben oğlum Atlas’la stada giderken tribündeki tezahüratları duyunca bazen üzülüyorum. Küfürlerin havada uçuştuğu, rakibe nefretin körüklendiği bir ortamda, futbolu seven bir çocuğa ne anlatabilirsiniz? “Aman oğlum, bunları duymazdan gel” mi?

O yüzden ben bu projeye imrenerek bakıyorum. Keşke bizim kulüplerimiz de böyle işler yapsa.

Yazarın Tüm Yazıları