Paylaş
Fransa’dan...
François Hollande 70, Michel Barnier 73, François Bayrou 74, Dominique de Villepin 71 yaşında.
Hepsi bir dönem Fransa siyasetinin ağır toplarıydı.
Ve biz sanıyorduk ki artık yerlerini gençlere bıraktılar.
Ama hayır; birer birer dönüyorlar.
Dönüyorlar çünkü siyaset galiba benim zor anlayabileceğim bir tutku...
İnsan bırakmayı bile bilemez bazen; hele ki bir kere en tepeye çıkmışsa… O sahneye yeniden çıkmak için her fırsatı kollarsın.
Dönüyorlar çünkü gençler gelemiyor.
Gençlerin önü açıkmış gibi gösteriliyor ama kapıdan içeri girmeleri istenmiyor.
Bugün Fransa’da da durum bu.
Bizde de...
Siyaset “gençleşiyor” diyoruz ya...
Dönün bakın Meclis’lere... Kaç genç yüz var? Kaç genç fikir gerçekten kürsüye çıkabiliyor?
Gençler hala siyasi partilerin sosyal medya sorumlusu; hala “gelecek vadediyor” statüsünde.
Ama o gelecek bir türlü gelmiyor.
Fransa’da Hollande milletvekilliğine geri döndü. Bayrou’nun adı yeniden başbakanlık için geçiyor. Villepin ise 2027 seçimlerinin en güçlü isimlerinden...
Siyasetin sahnesi bir tür “geri dönenler kulübü” ne dönüşüyor.
Ama benim gençlere bir çağrım var:
Sahneyi istemekle yetinmeyin; sahneyi zorlayın.
Siyaseti sadece protesto ederek değil, sistemin içine girerek değiştirin.
Aslında bir toplumun geleceği, bugünü yönetenlerin yaşıyla değil, yarını görenlerin cesaretiyle şekillenir.
Ve bunu sağlayacak tek şey var.
Gençlerin siyasette daha fazla etkin olması...
Orta yaş artık 65 ise
BİR de şöyle bir gerçek var. Yaşam süreleri uzadı.
Osman Müftüoğlu, şöyle yazmıştı:
“Dünyada, ülkemizde 65 yaş ve üzeri insanların sayısı giderek çoğalmakta. 65 yaş sınırının yaşlılığın başlangıç noktası olarak alınması artık sadece nüfus istatistiklerinde kaldı. Şimdi 65-74 yaş grubu için genç yaşlılar, 75-84 yaş grubu için orta yaşlılar, 85 yaş ve üzeri için ise ileri yaşlılar deyimlerini kullanılıyor. 70 yaş değil, neredeyse 80 yaş bile orta yaş haline gelmekte.”
O zaman François Hollande; Michel Barnier, François Bayrou, Dominique de Villepin çok da haksız değil.
Ama yine de ben gençlerin siyasette daha fazla olmasından yanayım.
Kamuya verimlilik
fikrini sokmak
DONALD Trump bir şey yaptı.
Ve o şey, belki de geleceğin devletlerini şekillendirecek büyük bir deneyin başlangıcıydı.
Dünyanın en zengin adamı, teknoloji mucidi, uzayın delisi Elon Musk’ı bir devlet görevlisi yaptı.
Elon Musk, bir süredir Amerikan Devleti’nin içinde “özel görevli” olarak çalışıyor. Adına da “Devlet Verimlilik Departmanı” dediler.
Kamu zihnine verimlilik fikrini sokmak; keşke her ülke yapabilse...
Amerikan devleti, bürokrasisinin en derin noktalarına, dünyanın en hızlı düşünen adamını soktu.
Dosya raflarından verim çıkar mı?
Daktilo kafasından algoritma üretilebilir mi?
Mühendis gibi düşünen bir adam, memur gibi karar alabilir mi?
Bu sorular Amerika’ya değil, dünyaya soruldu aslında.
Geçen gün Trump bir açıklama yaptı.
“Harika bir iş çıkarıyor” dedi Musk için...
Ama en çok şunu söyledi:
“Bir noktada işine dönecek. Çünkü onun yönettiği şirketler var.”
Mesele şu...
Bu geçici memuriyet, kalıcı bir zihniyet bırakacak mı?
Dünya başka bir şey deniyor şimdi...
Kamuyu hızlandırmak, devleti üretken hale getirmek.
Artık devletler de “verimlilik” kavramını içselleştirmek zorunda. Ve bu, bir yasa meselesi değil. Bu, bir zihin devrimi.
Bazen vedalar da bir zaferdir
THOMAS Müller, istikrarın son kraliyet mensubuydu. Futbol artık göçebe bir oyundur. Oyuncular, bavulları hep açık bekler. Bugün Madrid’dedir, yarın Manchester.
Yaka değişir, renk değişir, taraftar değişir.
Ama bazı oyuncular çok özeldir.
Onlar formanın hakkını verirken, formalar da onların kimliğine dönüşür. Thomas Müller; futbolun en sessiz devrimcilerinden biri. Bir sadakat anıtı. Bir kulüp efsanesi. Ve şimdi, o da gidiyor.
2000 yılında, henüz 10 yaşındayken girmişti Bayern Münih altyapısına. Çocuk yaşta kırmızı-beyaz formaya dokundu.
Sadece sahada değil, hayatında da o formayı hiç çıkarmadı.
Bavyera’nın soğuk sabahlarında çalıştı. Alman disiplininin içine doğmuştu zaten. Her zaman oradaydı.
Bayern bir yıldız transfer ettiğinde de oradaydı; hocalar değiştiğinde de... Kazanırken de kaybederken de. Hiçbir zaman en çok konuşulan olmadı. Ama her zaman en çok iş yapanlardan biri oldu. Sessizdi ama etkiliydi. Mütevazıydı ama büyük oynadı. Ve bu sezon sonu; tam 25 yıl sonra...
Thomas Müller, o kırmızı formayı çıkarıyor.
Müller, “Kazanma Geni” ile doğmuş bir futbolcuydu.
Ama ondan daha önemlisi, “Kulübe Sadakat Kodu” ile yaşamıştı.
Modern futbolda neredeyse soyu tükenen bir türdü.
Vedası bile zarifti. Kulübün internet sitesinde yaptığı açıklamada, “Benzersiz deneyimler, unutulmaz zaferler...” dedi.
Minnettarlıkla konuştu. Gösterişsizdi. Reklamsızdı. Tıpkı sahadaki hali gibi.
Bir takımın sembolü olmak, sadece o formayı giymekle olmuyor.
Onu taşımak da gerekiyor.
Bazen vedalar da zaferdir.
Paylaş