2 Ekim 2003
<B>BEN YÖK'</B>ü ortaya koyduğu kalite seviyesi ile irdelemeyi tercih ediyorum. Zira,<B> Kemaller'</B>in aklının, bir tek <B>biatı</B> performans kabul eden<B> memurlar</B> ürettiğine inanıyorum. Bilime zerre kadar saygıları olmadığını düşünüyorum.
Geçen hafta YÖK'e Türk üniversitelerinin dünya üniversiteleri içindeki yerini sorgulayan sorular sormuştum. Zahmet edip, cevap vermediler.
Ancak sağ olsunlar, bazı öğretim üyeleri yardımcı oluyorlar.
İşte Türk bilim hayatının dünyadaki yeri.
İşte bizi Türk bilim hayatını uluslararası rekabete açmak amacıyla kurulan YÖK'ün 20 kusur yıl sonra ortaya koyduğu performans!
Bana yollanan bir mektubu özetliyorum. Verilen rakamların doğruluğu tarafımdan araştırılmıştır.
‘‘SCI gerçekten oldukça objektif ve somut bir değerlendirme ölçütüdür. Bu indekse torpille, ahbap-çavuş ilişkileriyle değil, bilimsel performansınızla girebilirsiniz. Burnundan kıl aldırtmayan anlı şanlı öğretim üyelerimiz ne yazık ki bilim adamı olamadıkları için biz koskoca SCI'da ancak 3 dergiyle temsil edilebiliyoruz.
Size aşağıda ISI Journal Citation Report 2000'den alınan ve dergilerin SCI'daki sayısını gösteren listeyi sunuyorum. Dünyadaki gerçek yerimizin anlaşılması için bundan daha güzel bir gösterge olamaz diye düşünüyorum.
Ülke SCI (%)
1. ABD 2184 (38,4)
2. İngiltere 1096 (19,3)
3. Hollanda 572 (10,1)
8.Rusya 101 (1,8)
13. Çin 47 (0,8)
14. Hindistan 47 (0,8)
15. Polonya 34 (0,6)
16. Norveç 33 (0,6)
17. İspanya 28 (0,5)
18. Singapur 28 (0,5)
.....
26. G.Afrika 19 (0,3)
.....
28. Tayvan 15 (0,3)
.....
35. Meksika 7 (0,1)
.....
41. S.Arabistan 4 (0,1)
42. Venezüella 4 (0,1)
43. Yunanistan 4 (0,1)
44. Bengladeş 4 (0,1)
45. İran 4 (0,1)
.....
47.TÜRKİYE 3 (0,1)
.....
50. Etiyopya 2 (0,04)
51. Kenya 2 (0,04)
.....
64. Uruguay 1 (0,02)
Toplam 5684 (100)
Dünyada yayınlanan 5684 bilimsel derginin sadece 3'ü Türkiye menşeili!
G.Afrika, Tayvan, Meksika, S.Arabistan, Venezüella, Bengladeş, İran bizden ileride!
Kusura bakmasınlar ama Türkiye'de öğretim üyelerinin büyük kısmı bilim üretmiyorlar, statükonun emrinde bal gibi siyaset yapıyorlar.
Yazının Devamını Oku 
1 Ekim 2003
<B>YARGITAY</B> DEHAP yöneticilerinin seçimlere katılmak için hazırladıkları belgelerde <B>tahrifat yaptıklarını</B> onayladı. Taraflar cezaları ne ise bunun sonucuna katlanmalı. Ancak, bu karar ile 3 Kasım seçimlerinin sonuçları arasında hiçbir bağlantı yoktur.
3 Kasım seçimlerinin sonuçları ile ilgili olarak bu konuda tahrifat yapıldığına, seçimlere hile karıştığına, neticelerin değiştiğine, oyların çalındığına dair ortada ne bir hüküm, hatta ne de bir iddia vardır.
O halde seçim sonuçlarına kimse dokunamaz.
Devletin ilgili kurumları ülkeyi seçime hazırlamışlar, seçimlere kimlerin katılıp kimlerin katılamayacağına karar vermişler, hatta seçim öncesi DEHAP hakkındaki iddiayı da delil yetersizliği gerekçesi ile reddetmişlerdir.
Milli irade de bu bilgiler ışığında tecelli etmiştir!
* * *
Seçimlerden 11 ay sonra ‘‘DEHAP tahrifat yaptı’’ diyerek, seçim sonuçları ile oynamayı teklif edenler milletle açıkça alay ediyorlar.
Hiçbir güç milli iradeyi yok veya geçersiz sayamaz.
Kimse önümüze hukuk mülahazası koymasın.
Kimse milli iradeyi değiştiremez!
* * *
Attığı her adımda gerileyen statüko, darbe üzerine darbe yediği bir dönemde; ülkenin ayağına bir çelme daha takabilmek için son gayretlerini harcıyor.
Neden DEHAP ile ilgili iddia seçim öncesi ortaya atıldığı halde o zaman reddedilmiş, sonradan tekrar ele alınmıştır?
Neden Yargıtay kendi tarihinde rekor kırarak bu konuda bu kadar çabuk karar vermiştir?
Son Alicengiz oyununun ardındaki gerçeğe ulaşmak için bu soruların cevabını vermek gerekir.
* * *
YSK, iddia seçimden önce ortaya atıldığı halde, bizzat kendi kararı ile yaptırdığı seçimi iptal eder veya neticesini değiştirirse bu vebalin altından kimse kalkamaz!
Aksi halde YSK; millet önünde herhangi bir itibarı olmayan, AKP'nin seçimi kazanmasını katiyen hazmedemeyen, milli iradeyi zaten lüzumsuz bir ayrıntı olarak gören, Yargıtay kararı çerçevesinde en büyük emeli bizi AB önünde küçük düşürmek olan azınlık ama saygısız ve pervasız bir kitleye alet olmuş olur.
Her şeye rağmen YSK milli iradeye saygısızlık edecek ise ancak ve ancak seçimler yenilenir.
Veri kurallar karşısında seçilmemiş insanları Meclis'e sokmak kimsenin erkinde değildir.
Hele hele kendi şehirlerinde % 50 civarında oy verdikleri partiyi % 10 barajını aşamadığı için Meclis'e sokamayan Kürt vatandaşlarımız, bir de üstüne üstlük kendilerinden oy alamayan DYP'yi Meclis'e taşımak zorunda kalırlarsa, bu millete şimdiye dek yapılmış en açık hakaret olur.
Seçimlerin yenilenmesi durumunda milletin statükoya atacağı tokadın şiddeti ise şimdiden bellidir.
* * *
Kimsenin içine hile karışmamış bir seçimin sonuçlarına karışmaya hakkı olmaz!
Kimse milli iradeye şirk koşamaz!
Yazının Devamını Oku 
30 Eylül 2003
<B>TÜRKİYE'</B>deki kurumlar görevlerini zamanında ve layıkıyla yapsalardı, muhtemelen Yargıtay'ın dünkü kararının Türkiye'yi içine soktuğu büyük belirsizlikle karşılaşmamış olacaktık. Siyasi Partiler Yasası'nın hükmü yeteri kadar açık. Yasaya göre, bir partinin seçime katılabilmesi için Türkiye'deki illerin (81) yarıdan bir fazlasında, yani 41 ilde örgütlenmesini tamamlamış olması gerekiyor.
Yasanın 10 ve 31 ve 33. maddeleri de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na, partilerin örgütlenme durumlarını düzenli bir şekilde inceleme ve araştırma görevini yüklüyor.
TBMM, 3 Kasım 2002'de seçime gitmeyi 31 Temmuz 2002 tarihli oturumunda kararlaştırmıştır. Türkiye'nin nasıl apar topar ve hazırlıksız bir şekilde seçime gittiği hatırlanmalıdır.
SAHTECİLİK SEÇİMDEN ÖNCE BİLİNİYORDU
Başsavcılık, ertesi günü (1 Ağustos) Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) -DEHAP'ın yaptığı bildirimleri esas alarak- bu partinin 63 ilde örgütlendiğini, seçime katılmasında bir sakınca olmadığını bildirmiştir.
YSK da 2 Ağustos'ta DEHAP'ın seçime katılabileceğine karar vermiştir.
Daha sonra gelen duyumlar üzerine DEHAP'ın örgütlenmesini incelemeye alan dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 7 Ekim'de YSK'ya DEHAP'ın seçime katılması konusunda itirazda bulunmuştur.
Başsavcılık, bu itirazında, İçişleri Bakanlığı'na yaptırdığı araştırmadan yola çıkarak, DEHAP'ın yalnızca 22 ilde örgütünün bulunduğunu, dolayısıyla seçime katılma yeterliğini taşımadığını bildirmiştir.
Yargıtay'ın dünkü kararının gerekçesi ile Başsavcılığın bir yıl önceki itirazını dayandırdığı gerekçe birbirinin tıpatıp aynısıdır.
BAŞSAVCI MI SORUMLU YOKSA YSK MI?
Başsavcılık, bu incelemeyi ve uyarıyı daha erkenden yapamaz mıydı?
Kanadoğlu, ‘‘Toplam 81 ilin valiliğine ve emniyete yazı gönderip sorduk, yanıtları bekledik. Bu süreç zaman aldı’’ savunmasını getiriyor.
Başsavcılık, 7 Ekim'de DEHAP için itirazda bulunduğunda seçim takvimi kesinleşmiş, hatta gümrüklerde oy verme işlemi çoktan (2 Ekim) başlamıştı.
YSK, bir hafta sonra 15 Ekim tarihinde, seçim iş ve işlemlerinin kesinleştiği gerekçesiyle bu itirazı dikkate almaya gerek olmadığına karar vermiş ve DEHAP'ın seçime katılması kesinleşmiştir.
YSK üyeleri, bu kararı alırken DEHAP'ın seçime katılma yeterliğinin olmadığını kanıtlayan resmi belgeleri pekálá okumuşlardı.
Kanadoğlu, YSK'nın ret kararı üzerine, hemen ertesi günü (16 Ekim) DEHAP yöneticileri hakkında ‘‘resmi evrakta sahtecilik’’ suçu işledikleri iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştur.
YAPTIRIM ZAMANINDA İŞLESEYDİ
Bu arada seçimler yapılmış, seçime sahtecilik yaparak katıldığı sonradan kesinleşecek olan DEHAP 1 milyon 960 bin vatandaşın oyunu (yüzde 6.22) alarak yüzde 10 barajının altında kalmıştır.
Seçime sahtecilik yaparak katıldığı dünkü Yargıtay kararıyla kesinleşen 1 milyon 960 bin oyun bugün itibarıyla hukuki değeri nedir?
DEHAP'ın sahteciliği zamanında yaptırıma bağlanarak seçime katılması yasaklansaydı, AKP sandıkta yine ezici bir çoğunluk sağlamakla birlikte baraj eşiği farklı işleyecek ve yüzde 9.54 ile baraj altında kalan DYP muhtemelen barajı rahatlıkla geçecekti.
Burada işlenmiş olan maddi suçun yargı kararıyla sonradan tespit edilmiş olması, 3 Kasım seçiminde TBMM'ye yansıyan milletvekili dağılımını etkilemeli midir?
Şu olgu inkár edilemez: Yaptırım zamanında işleseydi, TBMM'nin dağılımı bugünkünden farklı olacaktı.
HER SENARYODA SIKINTI VAR
Nereden bakarsak bakalım, hem hukuki hem de siyasi sonuçları açısından son derece sancılı bir durumla karşı karşıya olduğumuz inkár edilemez.
Şeçenekler bellidir.
A) YSK, DYP'nin yapacağı anlaşılan itirazı reddedebilir; ancak, bu takdirde TBMM'ye dönük ciddi bir meşruiyet tartışması patlak verir.
B) YSK, milletvekili dağılımının yeniden düzenlenmesine karar verebilir ve DYP, TBMM'ye girer. AKP hükümeti 44 kadar milletvekili kaybetse de yine emniyetli bir çoğunlukla yoluna devam eder.
C) Ya da hükümet bütün bu tartışmaları ortadan kaldırmak üzere erken seçime gitme kararı alır.
Hangi senaryo uygulanırsa uygulansın, sıkıntılı ve garip bir durumun yaşanacağı söylenebilir.
Çözüm, Türkiye bir hukuk devleti ise hukuka en uygun çözümün bulunması esastır.
Yazının Devamını Oku 
29 Eylül 2003
<B>CUMARTESİ </B>günü yazdığım <B>‘‘YÖK Tartışmaları Zıvanadan Çıktı’’</B> başlıklı yazıma <B>öğretim üyelerinden</B> büyük destek geldi. Meğerse, öğretim üyeleri ne kadar dertli imişler!
Bugün adını ve çalıştığı üniversiteyi gizli tutarak bir öğretim üyesinin yolladığı mektubu örnek mektup olarak yayınlıyorum.
Dilerim YÖK üyeleri de okur.
* * *
‘‘Yazınızı ilgi ile okudum. Gerçekten üniversitelerin iyileştirilmesine yönelik tartışmalar iyice zıvanadan çıktı.
Tartışma işin özünden ziyade politikası etrafında yapılıyor ve ne yazık ki üniversiteleri temsil eden rektörler konuyu sürekli saptırarak, oluşacak kargaşa ortamında yasanın görüşülmesinin erteleneceği umudunu taşıyorlar.
* * *
...Olan da üniversitede çalışmanın maddi ve manevi sıkıntılarını çeken biz öğretim üyelerine oluyor.
Neden onların sesleri çıkmıyor diye merak etmiyor musunuz? Çıkması mümkün değil. Zira, rektörün belirlediği üniversite görüşüne aykırı bir beyanatları çıkarsa Üniversite Disiplin Yönetmeliği'nin hükümleri hızla işletilerek kısa sürede kendilerinin üniversiteden atılmasına kadar gidecek bir sürecin başlama fitilini ateşlemiş olurlar.
Bu bile üniversitelerimizde var olduğu söylenen ve çok övülen özgürlüğün ne kadar olduğunu gösterir.
Bir kontrol ettirin, üniversitelerin büyük kısmında Yönetim Kurulu ve Senato kararlarının oy birliğiyle alındığı görülecektir.
Bu durum iyi ve uyumlu yönetim yutturmacasıyla satılmaya çalışılmaktadır. Halbuki bu durum, o üniversitelerde demokrasi olmadığının en önemli göstergesidir.
Tartışma olmayan yerde demokrasi olur mu?
* * *
Birçok üniversitede rektörün gazabına uğramış pek çok üniversite çalışanı yönetim aleyhine Bölge İdare Mahkemeleri'nde ve Danıştay'da açmış oldukları davaların tümünü kazanmış olmalarına rağmen, yani rektörlerin idareyi suiistimal ettikleri mahkeme kararlarıyla defalarca tescil edildiği halde hálá yerlerinde oturmakta ve hatta oturmakta direnmektedirler.
Hakkındaki ciddi yolsuzluk iddiaları Sayıştaş Kararları'na geçmiş rektörler YÖK izin vermediği için yargılanamamaktadır. Kemal Gürüz, ....... Üniversitesi'nde 2001 yılında yapılan rektör seçiminden bir ay önce (şehre) gelip adayının mevcut rektör olduğunu bir basın toplantısı yaparak açıklayabilmişti... Sonuç olarak kendi adayı yeniden rektör atanmıştır.
* * *
....Dünya'dan ve toplumdan kopuk bir biçimde kendi dogmalarını yaymaya çalışan rektörler ve üniversiteler, yerel kalmaya mahkumdur...
Lütfen Web of Science'a girip bir araştırın. Bakın bakalım üniversite rektörlerinin akademik karnesi ne durumda.
Ben kendi üniversitemi biliyorum. Ne rektörün ne de yardımcılarının Bilim Atıf İndeksi'ne (SCI) dahil dergilerde yayınlanmış birer tane bile yayınları yok... Geriye doğru gidin... Rektör ve rektör yardımcılığı yapmış kişilerden hiçbirinin SCI'de kayıtlı bir tanecik makalesi yok... Dünyaca kabul görmüş bilimsel bir geçmişi olmayan kişilere üniversiteler emanet edilemez....’’
* * *
Statükonun son kalesi YÖK liğme liğme dökülüyor ama hükümet de Ali Cengiz oyununa geliyor.
Yazının Devamını Oku 
27 Eylül 2003
<B>YÖK Yasası'</B>nın değişmesi gerektiği konusunda aksini düşünen yok.<B> Üniversite yönetimi </B>dışında her türlü işi yapan ve<B> mahallenin namusundan sorumlu Naciye</B> edasında <B>Kemal'lerin korunmasından sorumlu </B>bazı rektörler de artık gına getirdiler. Ülkenin önünü tıkayan statükonun son zabitleri sıktılar.
Hele hele bazı rektörlerin makam kavgası verdikleri o kadar ayan beyan ki, onların ar damarının çatladığını düşünüyorum.
* * *
Ancak, sarkacın hiçbir konuda bir türlü ortalamanın etrafında sallanamadığı, hep bir uçtan öbür uca fırladığı ülkemizde haklı gerekçelerle YÖK Yasası'nı değiştirmeye çalışan hükümet üyeleri de giderek çabalarını bir intikam eylemine çevirmeye başladılar.
Başbakan'ın üniversite yöneticilerini ‘‘edebe’’ davet eden salvoları makama hiç yakışmıyor.
* * *
‘‘Cahil Bakan’’, ‘‘haddini bil‘‘, ‘‘mahkemede görüşürüz’’ salvoları arasında zat-ı muhteremler giderek bir konuyu unuttular.
YÖK Yasası'nın kendisini!
Allah aşkına aranızda; Başbakan'dan Bakan'a, Müsteşar'dan ilgili Genel Müdür'e, yasayı değiştirmek isteyenlerin cari yasasının hangi maddelerine hangi gerekçelerle karşı olduklarını; taslağa karşı çıkanların da Cumhurbaşkanı'ndan tutun, YÖK Başkanı'na, rektörlerden tutun ana muhalefet liderine, öneri kanunda hangi maddelere, hangi gerekçelerle karşı çıktıklarını anlayan, kavrayan var mı?
* * *
Her şeyi bir kenara bırakın; üniversitelerde kalite sorununu tartışan var mı?
Vergileriyle üniversiteleri finase eden sizler, üniversitelerimizin verdikleri eğitimin seviyesinden memnun musunuz?
Ülkemizde üniversite hocaları giderek birer devlet memuru, eğitim felsefesi biat etmeyi öğrenme eğitimi, öğrenci psikolojisi de emir kulu seviyesine düşmüştür.
Böyle bir eğitim anlayışı artık Batı ülkelerinin orta eğitim kurumlarından bile koparılıp atılmıştır.
* * *
YÖK'ten rica ediyorum.
Üniversitelerin uluslararası rekabet gücünü ölçen şu kriter sorgulamalarına cevap versinler.
İleri ülkelerden vazgeçtim, sorularım sadece Yunanistan, İsrail, Rusya, İspanya, İrlandalı üniversite ve bilim adamları ile kıyaslanarak cevaplansın:
1) Türkiye'de çalışan bilim adamlarının uluslararası akademik dergilerde makale yayınlama seviyesi ne durumdadır?
2) Keza Türk blim adamlarının bilimsel çalışmalarının referans gösterilme seviyesi nedir?
3) (Türki cumhuriyetlerden burslu gelenler hariç) Üniversitelerimizde okumak isteyen yabancı öğrenci oranı nedir?
4) Uluslararası üniversiteler tarafından ders verme, araştırma yapma amaçlı talep edilen bilim adamlarımızın seviyesi nedir?
Yazının Devamını Oku 
25 Eylül 2003
“…The government has problems on the issues of Cyprus and Iraq. On both cases it has no clear decision. It is an important contradiction that the government, which showed its will and spends efforts to enter EU, cannot decide on a policy on the Cyprus issue, which is one of the biggest obstacles for Turkey’s bid for EU…Like it is the case at all times, Turkey is lonely in her Cyprus policy. From now on, no matter what surprises Turkey and Rauf Denktas brought about, no one will take them seriously. The ball of Cyprus will first bump to the pillar of goalpost in the December 2003 elections of Turkish Cyprus, and then will be a goal in our goalpost when the Greek Cyprus is admitted to EU in May 2004. Our country, which allowed this ball to be a goal, will get nothing from EU in December 2004. From then on Turkey will have to persuade Greek Cyprus, in addition to Greece, in every voting in EU.”
Yazının Devamını Oku 
25 Eylül 2003
<B>59. hükümet </B>ekonomi, AB ilişkileri ve uyum paketleri, yerel yönetimler ve tarım reformu alanlarında atak ve ne istediğini bilen bir görüntü veriyor. Ancak, aynı hükümetin Irak ve Kıbrıs meselelerinde kafası karışık. Her iki konuda da iki arada bir derede bir görünüm veriyor.
* * *
Hükümetin AB konusunda samimi arzusunu ve derin gayretini gözledikten sonra AB önünde en büyük engellerden birisi olan Kıbrıs meselesinde ne dediği ve ne yapmak istediği anlaşılmayan bir görüntü vermesi kendi hesabına büyük bir çelişki oluşturuyor.
Uluslararası kurumlara saygı duymayan Rauf Denktaş sayesinde Kıbrıs'ta inisiyatif Aralık 2002'den beri büyük çapta Rum tarafının eline geçmiş ve müzakereler için tek ama tek platform Annan Planı haline gelmiştir.
İlgili taraflar olarak artık Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, İngiltere ve giderek BM ve AB için Kıbrıs meselesi ancak ve ancak Annan Planı çerçevesinde müzakere edilebilir.
Her zaman olduğu gibi Kıbrıs meselesinde Türkiye dünyada yapayalnızdır.
* * *
Bundan böyle Rauf Denktaş ve Türkiye'deki statüko karşı tarafa olağanüstü, tahminler fevkinde tavizler veren ‘‘sürprizler‘‘ yapsalar dahi, dünyada kimse bu teklifleri kaale almayacaktır.
Kıbrıs topu, önce Aralık 2003'te KKTC'deki genel seçimlerinde kale direğine çarpacak, sonra da Mayıs 2004'te Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyeliği olarak kalemize iptal edilemez bir gol olarak girecektir. Bu golün göz göre göre kalesine girmesine müsaade eden ülkemiz de Aralık 2004'te AB'den müzakere almak isterken avucunu yalayacaktır.
Bundan böyle her AB oylamasında Türkiye; Yunanistan dışında Kıbrıs Cumhuriyeti'ni de ikna etmek zorunda kalacaktır.
Kıbrıs meselesine Kıbrıs halkının gözü ile dahi bakmayan Rauf Denktaş'ı Türkiye açısından yaşanacak bu tragedya katiyen ilgilendirmemektedir.
* * *
Ancak, AB meselesini onur meselesi haline getirmiş bir görünüm veren 59. hükümetin bu tehlikeyi görmezden gelmesi, Kıbrıs politikasında devamlı yalpalaması akıl ile izah edilecek bir durum değil.
* * *
59. hükümetin tek Kıbrıs politikası, Aralık 2003'teki KKTC seçimlerini muhalefetin kazanmasını beklemektir.
Hükümetin mantığına göre, Denktaş ve Ankara'daki statükonun kolunun böyle büküleceği varsayılmaktadır.
* * *
Kıbrıs'ta ne şiş yansın ne kebap politikası son aylarda Türkiye'yi iki konuda dünyaya hayli mahcup etmiştir.
1) Yıllar sonra akıl edip, Rumların KKTC'deki mülklerinin tazminatının takibi için Kıbrıs'ta tazminat mahkemeleri kurmaya kalkan Türkiye, AİHM'nin bu itirazını, Dışişleri'nin aksine iddiasına rağmen, ‘‘şimdiye dek aklın nerede idi’’ diyerek gündeme dahi almamıştır.
2) Olmaz böyle zırva diye tepki verilmesine rağmen, KKTC ile Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalayan Türk bakanlar, AB, hükümetimizi ‘‘önceki imzalarına sahip çık’’ diye uyardıktan sonra, hükümet anlaşmadan çark edince, elerinde imzaları, orta yerde kalmışlardır.
Hükümetin Kıbrıs politikası hiç yok!
Yazının Devamını Oku 
24 Eylül 2003
<B>SON </B>günlerde <B>Türk Basını'</B>nda yakın tarihe ışık tutan çok kıymetli dizi ve belgeler yayınlanıyor.<br> Bugünlerde Bilal Çetin (Vatan), Sedat Ergin (Hürriyet -o bunu sık sık yapıyor!) ve nihayet Fikret Bila (Milliyet) yakın tarihi yeniden düşündürten, gündem yaratan, tartışmalara vesile olan diziler yayınlıyorlar.
* * *
1 Mart Tezkeresi'nin reddedilmesinin Türkiye'ye ne getirip ne götürdüğünü hálá tartışıyoruz.
Fikret Bila'nın yayınladığı ve ABD'nin Kuzey Irak'a Türkiye üzerinden girmesi durumunda ‘‘hangi alanlarda’’ işbirliği yapılacağına dair karşılıklı imzalanan ‘‘mutabakat’’ şimdiye kadar çoğumuzun asgari bilgi ile savunduğumuz görüşlere derinlik kazandırıyor.
Dolayısıyla savunduğumuz görüşleri sınama fırsatı ortaya çıkıyor.
* * *
Mutabakat metninden anlaşıldığı üzere Dışişleri yetkilileri ABD ile dişe diş bir pazarlık yapmışlar ve Irak Savaşı'nda Türkiye'nin etkin bir rol oynayacağı tavizler elde etmişler.
Türkiye, artık değil politika defterlerinden, zihinlerimizden bile silmeye başladığımız kırmızı çizgilerini bu mutabakat metninde sıkı sıkı korumuş.
Yayınlanan metinlere göre, bugün Kürt unsurların denetimi altına giren Musul ve Kerkük bizim (içeri girmeden) denetimimiz altına alınıyor, PKK/KADEK Türkiye'nin inisiyatifine bırakılıyor.
Mutabakat metninde 1991'de rahmetli Turgut Özal'ın gördüğü rüyalar adeta hayata geçiriliyor.
* * *
Engel olamayacağımız bir savaşla ilgili kazanımlarımızı 1 Mart günü büyük pazarlıkların ardından elimizin tersi ile ittik!
Neden?
* * *
Üzülerek görüyoruz ki, 1 Mart günü TBMM gizli oturum yapmasına rağmen, bu mutabakatla ilgili herhangi bir bilgi TBMM'ye verilmemiş.
O gün, söz konusu metne yön veren Dışişleri yetkilileri Meclis'te imişler ama kendilerine söz hakkı tanınmamış.
Kusura bakılmasın ama ortada vahim bir görev ihmali var, bu ihmalden o dönemde başbakan olan Abdullah Gül aslen sorumlu!
Tespitlerimize göre, 1 Mart sabahı toplanan AKP grubu da bu mutabakat metninden haberdar edilmemiş. Zaten grup toplantısında, bir hafta sonra başbakanlığı bırakacak Gül ‘‘benden sonra tufan’’ mealli heyecansız bir konuşma yapmıştı.
Temsili demokrasi ilkelerine göre, tezkereyi TBMM'ye sevk eden 58. hükümetin tezkerenin reddedilmesi ile istifa etmesi gerekiyordu ama hükümeti bir hafta sonra yapılan Siirt seçimleri kurtardı.
* * *
Bu mutabakat metni Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuzey Irak'ı (Musul ve Kerkük) ve hatta Türkmenleri kendi elleri ile Kürt unsurlara nasıl teslim ettiğini, PKK'nın son anda paçayı kurtarmasına nasıl cevaz verildiğini ortaya koyuyor.
Yine ortaya çıkıyor ki, 58. hükümet Irak meselesini komşunun tavuğunu güder gibi gütmüş!
Sağ ol Fikret Bila!
Yazının Devamını Oku 