Cüneyt Ülsever

Şaşkın Amerika, beni çok tedirgin ediyor

30 Ekim 2003
<B>20 Ekim 2003</B> günü yazdığım yazıda ABD'yi <B>şaşkın ördek</B> olarak nitelemiştim. 1 Mart tezkeresi ile TBMM'den geçen son tezkere arasında Türkiye'yi kararsızlıkla suçlayan müttefik meğerse kendisi beter kararsız, hatta şaşkınmış.

Giderek de densizleşiyor!

* * *

Başarısızlığına bahane arayan her psikolojik tepki gibi Irak Valisi de yüzüne gözüne bulaştırdığı Irak macerasında içine düştüğü çaresizliği tarihe sığınarak, hatta tarihi tahrif ederek geçiştirmeye çalışıyor.

Her geçen gün ABD; değil Irak'a dirlik ve düzen getirmek, giderek sokakları profesyonel teröristlere terk ediyor ve kendi canının derdine düşüyor.

ABD, Türkiye konusunda gördüğümüz gibi, kendi elleri ile yarattığı Kürt ve Bağdat yönetimlerine dizginleri tamamen kaptırmış, daha ilginci iradesini teslim etmiş durumda.

ABD'nin şaşkınlığını Almanya, Fransa, hatta Rusya ve Çin sırıtarak kenardan seyrediyorlar.

* * *

Biz haklı olarak kızgınız!

Kimimiz de yine haklı olarak ABD ile alay ediyor.

Hükümet de görünüşte tepkili ama içten içe memnun!

Bu durumda ne şiş yanıyor, ne de kebap!

Ben ise elime geçen her fırsatta çok tedirgin olduğumu ifade ediyorum.

Irak'ta büyümekte olan kaos beni çok rahatsız ediyor.

Şu andaki kargaşa; ya ABD'nin Irak'tan utanç içinde çekilmek zorunda kalacağını, ya da istemeye istemeye bazı unsurlarla anlaşmak zorunda kalacağını işaret ediyor.

Kimdir bu unsurların başlıcaları?

Kendi aralarında bile anlaşamayan ve İran mollalarından beter dini sertlik yanlısı olan Şii liderleri.

Baasçılar.

Talabani'si, Barzani'si ve birbirinin boğazına sarılmaya hazır nice Kürt aşiretleri.

PKK/KADEK.

Giderek bölgeye yerleşen El Kaide ve diğerleri de cabası!

* * *

Bu unsurların aralarında anlaşabilecekleri nadir konulardan birisi ise Türkiye hasımlığı!

Hemen hepsi Türkiye'yi kendileri ve bölge için açık veya potansiyel tehlike olarak görüyorlar.

Kimsenin şüphesi olmasın ki bu unsurların bir kısmı Türkiye'nin başına bela olmak için fırsat kollayacak, diğerleri ise en azından bu konuda duyarsız kalacaklardır.

Muhakkak ki bu kaosta PKK/KADEK durumdan vazife çıkarmayı kendine şiar edinecektir.

Tüm bu kargaşaya BM el koymak için karar verirse, bu sefer de Irak emperyal devletler tarafından ve Türkiye dışlanıp ekonomik olarak paylaşılma gayretleri başlayacaktır.

Denklemde yine Türkiye olmayacaktır.

* * *

Ben ABD'nin Irak'ta içine düştüğü aymaz durumdan Türkiye adına büyük kaygı duyuyorum.
Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet hepimizin

29 Ekim 2003
<B>ANKARA-Ulus'</B>ta <B>Cumhuriyet'</B>in ilan edildiği binayı gezdikten sonra emin oldum ki, kimileri ne kadar ayrımcılık yapmaya kalkarlarsa kalksınlar, cumhuriyet hepimizindir. Cumhuriyet cumhurundur!

* * *

Cumhuriyet, bir Anayasa değişikliği ile, daha doğrusu ilk Anayasa'da yer alan ‘‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ ibaresine açıklık getirmek amacı ile Anayasa'da yapılan bir düzeltmenin oylanması ile 29 Ekim 1923 günü ilan edilmiş.

Mümkün olduğunca ilk günkü gibi korunan Meclis salonuna bakıyorum. Bir ilkokuldan getirilmiş tahta sıralar, bir yerlerden bulup buluşturulmuş sobalar, bir marangozun hediye ettiği kürsü, o gün itibarıyla kiremitleri olmayan çatı, salonun hemen yanında TBMM Başkanı'nın ufacık odası, onun karşısında biraz daha büyük Bakanlar Kurulu odası.

Milletin ruhunu koyarak tefriş ettiği bu binada ancak ve ancak cumhurun yönetimi kurulabilir!

Bu tevazuda elite yer yoktur.

* * *

Bu binada 20. yüzyılın en büyük projesi inşa edilmiştir.

Milletin bizzat millet tarafından yönetilmesi!

19. yüzyılda kavramsal çatısı çatılan bu proje, 21. yüzyılda hálá dimdik ayakta duran nadir projelerden birisi, yerine daha iyisini akıl edemediğimiz, belki de hiç edemeyeceğimiz bir projedir.

* * *

Cumhuriyet hepimizin eline birer adet hisse senedi vermiştir.

Bu hisse senedi bizleri Türkiye Cumhuriyeti'nin hakları eşit birer ortağı yapar.

Ancak; bu senetler satılamaz, devredilemez, elimizden alınamaz; 10 milyon tanesi bir araya gelse dahi 1 tanesinin değerinden fazla değer taşıyamaz.

Aramızdan ayrılanların senedi miras kalamaz, aramıza katılanlar hayata minik ellerine sıkıştırılmış yine eşit bir senetle başlar.

* * *

Efendiler; Meclis Binası'ndaki ilk heyetin fotoğrafına bakarsanız sarığı ile, cüppesi ile, dökülen elbiseleri ile kendinizi görürsünüz.

Cumhuriyet projesinin kurulduğu her yerde olduğu gibi itişerek, kakışarak hayata geçtiğini öğrenirsiniz.

* * *

Maalesef 80 yıl sonra cumhuriyetimiz hálá cumhur-elit ikilemini aşamadı.

Ancak, canım bugün siz cumhura çatmak istiyor.

* * *

Efendiler; sahip olduğunuz en büyük değere ne kadar sahip çıktınız?

Neden bir türlü ödevleri ve hakları olan tam vatandaş olmadınız?

Neden hálá hep devletten beklersiniz?

Neden hálá Ankara'yı, yetkilerini İstanbul'dan devralmış payitaht zannedersiniz?

Neden hálá devletin dağıtacağı ulufe peşinde koşarsınız?

Neden size şahsiyet olma yetkisi veren Mustafa Kemal Atatürk'ü, onun adının ardına sığınan bir avuç densiz elite teslim edersiniz?

Memet; kabahatin büyüğü sende!

Mehmet Bey'i sen yarattın.

Cumhurun bayramı kutlu olsun!
Yazının Devamını Oku

Enver Sezgin: Bir Kürt aydını

27 Ekim 2003
<B>ENVER Sezgin'</B>i 1995 yılında tanıdım. İkimiz de <B>YDH</B>'nın İstanbul il yönetiminde bir araya gelmiştik. Liberal-demokrasiyi benimsemiş bir kişi olarak Marksist kökenden gelen Kürt-Türk arkadaşlarla -terim bana ait- nasıl anlaşacağımı önceden tarif edememiştim.

Bana öyle gelmişti ki, Sovyetler'in dağılımının ardından artık Marksist olduğunu söyleyemeyen bazı utangaç-Marksistler, kurulduğu andan itibaren medyanın verdiği büyük destekle popüler bir parti haline gelen YDH'ya yeni bir arayış ile değil, altında genel kabul görecekleri bir şemsiye bulmak için gelmişlerdi.

Bir Kürt partisinin olmadığı 1995 öncesinde Kürt-Marksistlerin YDH etrafında toplanmasının nedeni, YDH'nın Güneydoğu'dan alacağı varsayılan oylara dayanıyordu. Ancak, 95 seçimlerine son anda bir Kürt partisi katılınca bu varsayım yanlış çıktı, YDH da göçtü.

* * *

Zavallı YDH belki de iki uç sahilin sadece kendi kumunu yonttuğu bir derede boğulmuştu.

YDH, 1995 seçimlerinde yaşadığı hüsran ile başımıza yıkılınca hepimiz sonradan yakın arkadaş olduk ama önceleri bazılarımız uzun süre birbirimize uzak durmuştuk. Ben baştan itibaren bir Kürt arkadaşımı kendime yakın görmeye başlamıştım: Enver Sezgin!

Enver Sezgin
çok rahat kendi özeleştirisini yapıyor, değişen dünya koşullarını irdeliyor, ‘‘kendisi gibi olmayanlara’’ da içten yaklaşıyordu.

15-16 yaşlarında Marksizmi benimsemiş, Kürt olmanın ekonomik ve sosyal maliyetini çocuk yaşta öğrenmiş, Moskova'da eğitim almış, uzun yıllar komunist partilerde meşakatli görevler yüklenmiş, yargılanmış, kaçak gezmiş bu insan, içindeki aydın/entelektüel güdü ile, yıllarını verdiği bir meseleye yeniden ve başka bir gözle bakmayı deniyordu.

Fikren tekamül etmek/dönüşmek dünyadaki en zor çabalardan biridir.

* * *

Enver Sezgin kitabında aynen şöyle yazıyor:

‘‘(Siirt-Kurtalan'da 1950'li yıllarda)... yoksulluktan olsa gerek, erkek çocuklara da tıpkı kızlara giydirdikleri gibi amerikan bezinden elbise giydirirlerdi (‘‘kiras’’).... Yine parasızlıktan dolayı ayaklarımızda ayakkabı olmazdı, böyle kışın nasıl dolaşırdık, hatırlamıyorum. Sonraki yıllarda siyah renkli ‘‘Galvanez’’ marka lastik ayakkabı giydiğimi hatırlıyorum.İlk kunduramı ortaokula başladığımda giydim.’’

Bu koşullarda yetişen bir Kürt çocuğunun içinden negatif duyguları koparıp atabilmesi, yumuşak çözümler öneren liberal demokrat görüşleri benimsemesi gerçekten zor bir zanaattir.

* * *

Enver Sezgin gerçek bir aydın olduğu için yazma ihtiyacı da duymuş. Çok da iyi yapmış. Doğum yılı olan 1954'ten 1992'ye dek yaşadıklarını anı-roman türünde kaleme almış: ‘‘Batman Bolşoy’’ (Gendaş-Kültür. 2003)

Kitap, çok lezzetli bir dille yazılmış; çocuk yaşta sosyalist oluşu ile başlıyor, Sosyalist Birlik Partisi'nden istifası ile son buluyor.

Herhalde sıra YDH'nın romanına da gelecek!

Sezgin'in içten anlattığı anıları yakın tarihimize ışık tutacak, ‘‘Bir Kürt aydını samimi olarak benliğinde ne düşünür?’’ diye merak edenlere hitap edecek.

Meraklısına bütün samimiyetimle tavsiye ederim!
Yazının Devamını Oku

Demokrasi: Bir arada yaşama sanatı

25 Ekim 2003
<B>TESETTÜR</B> çerçevesinde bir daha, bir daha yaşanan kriz demokrasinin temel hedefini en tepeden en aşağıya bir türlü kavrayamadığımızı gözler önüne bir daha, bir daha seriyor: Bir arada yaşamayı becermek!

Gerçekten bir arada yaşamak çok zor.

Ancak, tersine milyonlarca insandan tek tip insan yaratmak daha da zor.

İşte gerçek ortada; 80 yıldır tek tip insan yaratmaya çalışan cumhuriyetimizin ulaştığı başarı:

Tekrar tekrar tesettürü tartışmak!

* * *

Demokrasi ideal yönetim tarzı değil, hele mükemmel hiç değil.

Demokrasi bizi amaca taşıyacak bir araç!

Amaç da türlü etnik köken, inanç, görüş, renk, terbiye, gelenek, görenekten vb. gelip milli devlet şemsiyesi altında, aslından vazgeçmeden toplanan/örgütlenen insanları bir arada tutmaktır.

Neden bir arada yaşayacağız?

Ayrışmak daha beter sonuçlar getiriyor da ondan!

Sanayi devriminin daha önce ayrışanları bir araya getirerek toplu üretim yapmanın herkes için çok daha verimli ve etkin olduğunu ispat etmesi milli devleti yarattı.

Bir arada yaşama ihtiyacı da demokrasiyi kurdurdu!

Demokrasi, insanlığın bulduğu hatası en az olan bir arada yaşama tarzı. Daha iyisini henüz akıl edemedik.

* * *

Birbirimizi kendimize benzetemediğimize göre, birbirimize razı olarak yaşayacağız.

Kamu alanlarını da paylaşacağız.

En az iki insanın mecburen bir araya geldiği her yer kamu alanı.

Parka tanımadığımız insanları görmek için gitmiyoruz, otobüse başkaları ile seyahat etmek için binmiyoruz, çarşıya başkalarının nasıl alışveriş yaptığını seyretmek için uğramıyoruz.

Orada varlıklarını kendimizin belirlemediği/seçmediği/hedeflemediği diğer insanlarla birlikte oluyoruz.

Buna göre de her türlü ayrımcılığa set çekmeye çalışan demokrasi, bilhassa kamu alanlarında gerekli.

Kamusal alanda kimse kimseyi reddetmemeli ki bir arada yaşamayı becerdiğimizi hem kendimize, hem de diğerlerine ispat edelim.

Bu yıl birdenbire Cumhurbaşkanlığı'na tesettürü sokmamayı akıl eden Cumhurbaşkanı'nın da kafası galiba kamusal alan konusunda oldukça karışık.

Kamusal alanı teker teker tarif etmeye kalkarak işin içinden çıkamıyoruz. Hele hele:

Yasak kavramı kamusal alanı kullanma hakkının reddine indirgenirse ortaya ayrımcılık çıkıyor.

* * *

Olsa olsa; yasak kamusal alanı yöneten/yönlendiren/kamusal alan adına karar veren/tercih yapan görevlilerin grup, inanç, renk vb. ayrımcılığı yapabileceklerini ima eden tavır koymaları, kıyafet/dil kullanmaları ile ilişkili olabilir.

Yasak ayrımcılığı körüklemek için değil, tersine engel olmak için kullanılabilir.

Diğer yasaklar ayrımcılıktır, bir arada yaşama sanatına indirilen bir darbedir.
Yazının Devamını Oku

Hükümet Kıbrıs'ta sürekli yalpalıyor

23 Ekim 2003
<B>BAŞBAKAN </B>istediği kadar ‘‘Rauf Denktaş illa nihayet<B> Annan Planı</B>'na sırt çeviremez’’ desin; ülkemizin <B>‘‘Kıbrıs politikası’’</B>, Kıbrıs Masası'nın meseleyi ‘‘zamana yatırma’’ çabası karşısında çaresiz kalan <B>Abdullah Gül</B>'ün ‘‘inşallah KKTC'deki aralık seçimlerini muhalefet kazanır, bu iş de böyle çözülür’’ diyerek ellerini gökyüzüne açmasıdır. Dışişleri'ndeki statükocu ekip Rauf Denktaş ile birlikte, belki 30-40 yılda ama eninde sonunda KKTC'nin tanınacağına inanıyor ve AB üyeliğini iplemiyor. ‘‘Zaten bizi almazlar’’ diyerek AB görüşünü ifade eden şahinler de umudunu aralık seçimlerine bağlamış, ha babam bazı ‘‘taktiklerle’’ seçimi iktidar lehine çevirmeye çalışıyor.

Şahinlerin iktidara oynama çabaları ise çoğu kez uluslararası hukuku hiçe sayan Zihni Sinir projeleri.

Kıbrıs konusunda iki arada bir derede yüzen hükümet ise sürekli yalpalıyor.

* * *

1) Altında imzamız olan AİHM'de, Rumların açtığı Tazminat Davası (Loizidu), örnek dava olarak, 1997'de aleyhimize sonuçlandı, AİHM'nin tek muhatap kabul ettiği TC, 600 bin dolar tazminata mahkûm oldu. Denktaş danışmanı ‘‘AİHM siyasi karar vermiştir’’ dediği için bu tazminat bugüne dek ödenmedi. Tazminat, şahsi kaprisler nedeniyle, 1 milyon dolara yükseldi. Yaz başında ise Avrupa Konseyi'nden, yine kendi imzası nedeniyle atılma tehdidi ile karşı karşıya kalan TC ‘‘tazminatı şartlı olarak ekimde ödeyeceğiz’’ dedi. Ekim başında da şart belli oldu. Hükümet:

- Loizidu tazminatını, dava diğerlerine emsal teşkil etmezse öderim, deyiverdi.

Hukuk nosyonunu yerle bir eden, hukukun temel prensiplerini inkár eden bu ‘‘mantıksız teklife’’ AİHM'nin ne cevap vereceği bu satırlar yazılırken henüz belli değil ama bizim kurnazlar Türkiye'ye 250-300 milyar dolara mal olacak toplam tazminatların altında kendilerinin kalacağını biliyorlar, bu töhmetten de hukukun temel prensibini yok sayarak kurtulmaya çalışıyorlar.

* * *

2) Aynı Dışişleri; bir ara KKTC'de Tazminat Mahkemesi kurarak Rumları bu mahkemeye müracaat etmeye çağırmıştı. O tarihte de AİHM'nin KKTC'yi tanımadığı için bu teklifi reddedeceğini yazmıştım. Dışişleri'nden beni şahsen telefonla arayarak ‘‘yaptıkları temaslar sonucunda lehte karar alacaklarını’’ iddia etmişlerdi. Dışişleri'nin lobicilik faaliyeti(!) kısa sürede belli oldu ve AİHM bu teklifi ciddiye alınacak bir karar olarak görmediği için gündeme dahi almayacağını bildirdi.

* * *

3) Aynı aklı evveller hükümeti KKTC ile uyduruk bir Gümrük Birliği kurmaya da ikna etti. Koca koca bakanlar Kıbrıs'a gidip oyuncak antlaşmaya imza attılar. İmzalar atılmadan evvel yine ‘‘böyle zırva olmaz’’ diye yazmıştım. Ne oldu? İmzalanan antlaşma TBMM'ye gelmeden önce Abdullah Gül Birlik Anlaşması'nı yırttı, attı. Hükümet kendi imzasını yok saydı.

* * *

4) Zihni Sinir aklı KKTC'de ha babam iktidara oy verecek ithal vatandaşlar yaratmaya çalışıyor, Rauf Denktaş bile kantarın topuzunun ağır kaçtığını kabul ediyor.

* * *

Hükümetin en zayıf noktası ha bire yalpalayan ‘‘Kıbrıs politikaları’’dır!
Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet kimin?

22 Ekim 2003
<B>TAM Cumhuriyetimiz'</B>in 80. yılını nasıl yapsak da en doğru şekilde ve en yüksek coşku ile kutlasak diye düşünürken, <B>Cumhurbaşkanı</B>'nın Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu için hazırlattığı <B>davetiye</B> düştü gündeme. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer resepsiyona çağırdığı milletvekillerini kategorilere ayırmış:

1) Hanımefendilerinin başı açık olduğu varsayılan CHP milletvekilleri: Onlar eşleri ile davetli.

2) Hanımefendilerinin tesettürlü olduğu bilinen AKP milletvekilleri: Onların eşleri davetli değil.

3) Hanımefendilerinin başları açık bilinen AKP milletvekilleri: Onlar da eşleri ile davetli.

4) Başı açık AKP'li hanımefendi milletvekilleri: Onlar da -erkek eşlerinin giyim kuşamında bir sorun olmadığına göre- herhalde eşleri ile davetli.

* * *

Anlaşılan Cumhurbaşkanı, milletin seçtiği milletvekillerini eşleri resepsiyona çağrılmayı hak eden ve etmeyenler olarak ikiye ayırmış.

O da birtakım insanlar gibi, tesettürlü hanımefendilerin cumhuriyet ile kavgalı olduğunu varsaymış.

Bu varsayım da, ona göre kendisine tesettürlü hanımefendiler ile sürtüşme hakkı vermiş.

Belli ki, Cumhurbaşkanı'nın danışmanları detaylı bir istihbarat yapmışlar ve AKP'li milletvekillerini ince eleyip sık dokuyarak eşleri tesettürlü veya başı açık diye ikiye ayırmışlar.

* * *

Ben de hukuka saygısı ile temayüz etmiş Cumhurbaşkanımıza soruyorum:

1) Size din ağırlıklı partilere oy verenlerin bile % 70-75'inin ‘‘Cumhuriyetin faydalarının zararlarından fazla olduğunu’’ düşündüklerini -cumhuriyete sahip çıktıklarını- gösteren bilimsel saha çalışmalarını hiç göstermediler mi?

2) Hangi kanunun hangi maddesi tesettürlü hanımefendilerin Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamayı hak etmediklerini yazıyor?

3) Hangi kanunun hangi maddesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında ayırım yapıyor?

4) Vatandaşlar arasında ayırım yapma hakkını Cumhurbaşkanı kanaat oluşturma/yorum yapma dışında hangi karineden alıyor?

5) Ayrımcılık ‘‘birlik ve beraberliğimizi’’ artırıyor mu, zedeliyor mu?

6) Cumhurbaşkanı tüm cumhurun başkanı değil mi?

7) Milletvekillerinin görev tarifi nedir?

8) Milletvekilleri kategorilere ayrılabilir mi?

9) Cumhurbaşkanı davetlileri şahsi evine mi, yoksa geçici temsil ettiği makama mı davet ediyor?

* * *

Bu arada 3 Kasım öncesi bizzat şahsıma:

- Tesettürlüden de oy istiyorum, diyen ve bu demeci gazetemde yayınlanan Deniz Baykal bu ayrımcılık için ne diyor? CHP milletvekilleri bu tür ayrımcılığı gerekli bulduklarını söylüyorlar. Baykal ne düşünüyor?

Anayasa; Cumhurbaşkanı'nın devlet aygıtları arasında uyum sağlamasını asli görevi sayıyor.

Ancak görünen o ki:

Tesettürün nereye girip, nereye giremeyeceğine bir türlü karar veremeyen 80 yaşındaki Cumhuriyetimiz bu yıl da böyle lüzumsuz bir tartışmaya kurban edilecek!
Yazının Devamını Oku

ABD şaşkın ördek!

20 Ekim 2003
<B>IRAK'</B>a çok kısa bir sürede muazzam başarılı bir <B>dijital savaş</B> ile giren ABD bölgede istediği düzeni yerleştirme konusunda ise bir o kadar başarısız. Daha beteri şaşkın!

Orada ne yapacağını, ne edeceğini bilmiyor.

Sözünü ne Kuzey'de Kürtlere geçirebiliyor, ne de kendi eliyle atadığı Bağdat yönetimine hákim.

ABD'yi Kürtlerin kucağına Türkiye'nin 1 Mart tezkeresi ile ittiği malum ama ABD de büyük çapta onların denetimine girmiş.

Irak'ta bulunan ABD askerleri ise değil bölgeye düzen getirmek, artık sadece kendi canının derdinde.

Üstelik, ABD başına gelecekleri önceden biliyormuş. ABD İçişleri (Bakanlığı) 5 milyon dolar harcayarak bazı sorunları öngören bir rapor hazırlamış.

Ancak, Pentagon bu rapora hiç itibar etmemiş, bugüne dek bildiğini okumaya çalışmış.

* * *

ABD'nin Türkiye'den asker isteme konusunda ise kafasının hepten karışık olduğunu görenler iki türlü yorum yapıyorlar:

1) Kimileri ABD'nin isteği/zoru ile 2. tezkereyi TBMM'den geçiren hükümetin şimdi boşlukta kalarak zor duruma düştüğünü vurguluyor.

Hükümetle inceden inceye dalga geçiyor.

2) Kimileri ise hükümetin tezkere kararı ile ABD'nin gönlünü aldıktan sonra şimdi asker göndermek zorunda kalmayarak milletin gönlünü aldığı görüşünde.

* * *

ABD'nin işgal sonrası içine düştüğü zor durumu memnuniyetle karşılayanlar ise azımsanmayacak kadar büyük bir kitle.

Yukarıda sıraladığım tüm görüşlerin haklılık payı var ama bence hepsi duygusal tepkiler.

ABD'nin Irak'taki şaşkınlığı beni beter tedirgin ediyor.

Zaten onların bölgede şaşkın ördeğe dönüşmesi nedeniyle ben başından beri Türkiye'nin Irak'a aktif müdahale etmesi gerektiğini söylüyorum.

Meramım komşudaki yangının bize bulaşmadan yerinde söndürülmesi.

Yangını ABD söndüremeyince bizim oraya gitmemiz elzem hale geldi.

Kısacası, ben Türkiye'nin Irak'a ABD'ye yardım etmekten çok, kendi çıkarları için gitmesi gerektiğini düşünüyorum.

* * *

Bizi oraya bizzat davet eden ABD'nin gerek kendi atadığı Irak yönetimine, gerek ise Kürt aşiret liderlerine sözünü geçirememesi beni kaygılandırıyor.

ABD bölgede zannettiğimizden de beter çuvallamış durumda.

Giderek Irak, ABD askerinin sadece canını kurtarmaya çalıştığı kaotik bir ortama dönüşüyor.

Oradaki yangının bize bulaşma ihtimali her geçen gün daha fazla artıyor.

Türkiye Irak'a aktif müdahale etme konusunda ısrarlı olmak zorundadır!
Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet kutlamalarına yeni bakış

18 Ekim 2003
<B>KABUL </B>edelim ki, artık <B>Cumhuriyet'</B>imiz genç değil. 80 yaş bir devlet için <B>olgunluk döneminin </B>başladığı bir dönemdir. Bundan böyle eksik ve gediklerimiz için gençliğimizi/delikanlılığımızı/tecrübesizliğimizi bahane edemeyeceğiz.

Olgun Cumhuriyet de bazı tavırları ile artık olgunlaştığını belli etmeli.

* * *

Ben artık Cumhuriyet'in spor stadyumlarında kutlanmaması gerektiğini düşünmeye başladım.

Herhangi bir milli bayramın kutlanması artık fiziki gücün kutsandığı ve militer gücün teşhir edildiği gösterilerle olmamalı.

Zira, artık her ikisi de 21. yüzyılın dışına itiliyor!

21. yüzyılda; zaten çoğunluğunu yabancılardan aldığımız top-tüfeği teşhir etmek yabancı ülkeler için bir anlam taşımadığı gibi, kendi insanımızın da stadyumlarda roketatar-tank görerek kendine güvenini artırdığını söyleyemeyiz.

Artık, insanımız da dijital dünyada güçlü olmanın yolunun savaş uçağını havada hareket ettirmek değil, üretmek olduğunu biliyor.

* * *

29 Ekim
adı üzerinde bayram! Üstelik, cumhurun bayramı.

O halde bu bayram evvel emirde cumhurun kutlayacağı bir bayram havasına girmeli.

Panayırlar, fener alayları, müzik şölenleri, dans gösterileri, yarışmalar güne ağırlığını koymalı.

Bu konuda ben şahsen her yıl Kadıköy Belediyesi'nin yaptıkları etkinliklerden çok memnunum.

Gece eğlencelerine katılamasam da, her yıl narin bir gelin gibi süslenen Bağdat Caddesi'ni dolaşmaktan büyük keyif alıyorum.

* * *

Keşke 29 Ekimlerde patent yarışmaları düzenlense!

Gençler, varsın olsun Zihni Sinir'i sinirlendirsinler; buluşlarını sokak ortalarında sergileseler!

Uçak gösterilerini sanal ortamlarda seyretsek, bizler de birer kokpit çocuğu olsak!

Fiziki gücü değil aklı kutsayan gösteriler yapılsa!

Keşke 80. Yıl Marşı Yarışması yapılsa da, o gün kazanan marşı dinlesek.

Ben 75. yılı 10. Yıl Marşı ile kutlamamıza çok üzülmüştüm.

Neden bunca genç şarkıcısı, bestekárı, müzisyeni olan bir ülke yeni bir marş yazmadı diye dertlere düşmüştüm.

Hatta neden illa ki marş; neden bir senfoni, neden bir klasik Türk musikisi bestesi değil diye de düşünmüştüm.

* * *

Bu minvalde düşünürken birden gördüm ki, birileri sadece düşünmemişler, hayali hayata geçirmişler.

Meğer ise, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman derin bir klasik müzik uzmanı imiş ve bu yıl KKK, 80. yıl çerçevesinde ‘‘Türk Askeri Çoksesli Müziğinin Gelişimi’’ sempozyumunu tertip etmiş.

Ben KKK'yı bu girişimi nedeni ile candan kutluyor ve bu çabanın sivil-asker diğer kurumlara örnek olmasını diliyorum.
Yazının Devamını Oku