26 Kasım 2003
<B>ELİMDE </B>değil; <B>‘‘bayram’’</B> kelimesi bana <B>‘‘çocuk’’</B> kelimesini çağrıştırıyor. Bakıyorum bayram yazılarıma, neredeyse hep çocukları yazmışım. Bu çağrışım nedeniyle bayramların çocuklara ait olduğunu düşündüğümü sanmayın.
Sadece, bayramın tadına varmak için çocuk olmak gerektiğini düşünüyorum.
Bayramları hiç ama hiç yetişkinlere yakıştırmıyoruz.
Baksanıza; hayata boş vermiş birisinden bahsederken ‘‘deliye her gün bayram’’ deyiveriyoruz.
Dünyanın bu yöresinde yetişen insanlar hayattan keyif almayı kendilerine fazla görürler.
Çocukluğumuzda başına buyruk olmak için büyümeyi düşleriz, büyüyünce ise ne kadar özgür olduğumuz tartışma götürür ama; özgür insanın kendisinden talep edeceği ilk duygu olan hayattan keyif almayı kendimize çok gördüğümüz aşikárdır. Tamam, her gün bayram olmaz, ama bayramlar neden içi doldurula doldurula yaşanmaz ki?
* * *
Yaşanmaz; zira bayram yerinde çarpışan otomobillere, yanında bir çocuk olmadan tek başına binen birisini görseniz, yadırgarsınız.
‘‘Aaa! Yaşına başına bakmadan çarpışan arabalara biniyor’’ diyerek adamı kınarsınız.
Adamın kullandığı araba başka bir araba ile çarpışınca adam kahkaha atsa; ‘‘Zahir aklından zoru var!’’ diyerek bir de adama tepeden bakarsınız.
Tamam, siz çarpışan otomobilleri sevmiyor, hatta bayram yerine gitmeyi dahi tercih etmiyor olabilirsiniz.
Ama, kahkaha atmayı da mı sevmezsiniz?
Gözlerinizden yaş gelene, hatta altınıza çişinizi kaçırana dek gülmek istemez misiniz?
Bu soruya da ‘‘hayır!’’ diye cevap veriyorsanız, çarpışan otomobillere binen adamın değil, sizin aklınızdan zoru var.
* * *
Göbek attığınız her keresinde, erkek çocuğu iseniz ‘‘Karı gibi kırıtma’’, kız çocuğu iseniz ‘‘Kaltak mı olacak ne!’’ sözlerini duya duya yetiştiniz.
En son ne zaman bir düğünde göbek attınız?
Gudubet sesinize rağmen en son ne zaman ortalık yerde şarkı söylediniz?
Sevdiğinize, başkalarının duyma ihtimaline katiyen aldırmadan, bağıra çağıra ne zaman ‘‘Seni seviyorum!’’ dediniz?
‘‘İşte o var ya o, benim sevincimin kaynağı o!’’
Hayattan tat almayı bilmeyen, bayramlarda dahi eğlenmeyi çocukluk sayan toplumlar esasında hiç ama hiç büyümeyen ‘‘çocuk toplumlardır’’.
Onlar hiç büyümezler, sadece büyümüş gibi yaparlar.
Ben bayramlarda çocukları seyretmeye bayılırım.
Bari onlar bayramın tadını çıkarsınlar, ben seyredeyim.
Ancak elimde değil, çocukları kıskanıyorum da, onlara bakarken ‘‘neden büyüdüm!’’ diye hayıflanıyorum.
* * *
‘‘Gül de şarab da bilene güzel gelir;
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir?
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir?’’
Ö. Hayyam
Yazının Devamını Oku 
24 Kasım 2003
<B>BELLİ </B>ki <B>Cerrah Müdür</B> kestirip atmış:İngiltere Başkonsolosluğu'na yapılan bombalı saldırıda şehit olan polislerin cenazesinde konuşan Cerrah, ‘‘Eğer basının sorumsuzluğu olmasaydı, şehit vermeyecektik, 27 vatandaşımız ölmeyecekti’’ demiş. Gazetelere göre:
‘‘...Vatan Caddesi'ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde düzenlenen törende konuşan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah basını ve medyayı olayda sorumsuz davranmakla suçladı.
Cerrah, ‘Basınımız, faillere uzanmaktayken, aramızda 1 saat kalmışken maalesef failleri ve uzantılarını deklare etti' dedi.’’
* * *
Bu açıklamalar, aldığı tepkiler karşısında bunalan bir insanın duygusal tepki oluşturmasını ve sorumluluğu başkasının üstüne atma gayretini gösteriyor.
Ama...
* * *
1) Bombaların hemen ardından vahşet dolu görüntüleri TV ve gazetelere taşıyan biz değil miyiz? Avrupa’da bazı TV'ler bizim gibi yayın yapmaya alışık olmadıkları için İstanbul vahşetini kendi kanallarında anında yayınlarken:
- Türk TV'lerinden gelen ilk görüntüler böyle, onun için görüntüleri böyle yayınlıyoruz, demediler mi?
Batı'da egemen olan ve toplumu psikolojik ve moral açıdan korumaya yönelik bazı normların bizde olmadığı aşikar değil mi?
Toplumu herhangi bir şekilde olumsuz etkileyecek görüntülerin yayınlanmasının basın özgürlüğü ile ne alakası var?
* * *
2) Biz, önemle adına ‘‘flaş haber’’ dediğimiz haberlerin üzerine giderken sık sık sadece aramızdaki rekabeti düşünür hale düşmüyor muyuz?
Haber atlatma ve atlamama uğruna bazen toplumun değerleri ve moral durumunu düşünmez, bazen de olayların akışını olumsuz etkiler duruma düşmüyor muyuz?
Örneğin, sinangog saldırılarından sonra şüphelileri, rekabet korkusu ile hemen teşhir etmemizi ‘‘Ne yapalım, isimleri sizin memurlar’’ verdi diye açıklarken, aynı zamanda böyle davranmamızın bir nedeni de ‘‘haber atlamama’’ güdüsü değil miydi?
‘‘Bizim meslekte bu iş böyledir’’ demeye kalkarsak; bize de ‘‘Peki öyle ise neden Batı'da böyle değil, orada gerekçeli rica üzerine bazı haberler neden yayınlanmaz’’ diye sormasınlar mı?
Haber atlatma sevdamız yüzünden bu zaafımızı iyi kullanan bazı siyasiler aynı anda birkaçımıza birden mavi boncuk dağıtınca ertesi günü ‘‘özel haber-bir tek bizde’’ manşetleri üç-beş gazetede birden yayınlandığında zor duruma düşmüyor muyuz?
* * *
3) TV'lerde ve ‘‘babamızın malı’’ addetttiğimiz köşelerimizde ahkám kesmeye bayılmıyor muyuz?
Son olayda olduğu gibi; meseleyi tam anlamasak dahi yetkiliyi-ilgiliyi istifaya davet etmeyi babayiğitlik, mert gazetecilik saymıyor muyuz?
* * *
Keşke Basın Konseyi duygusal güdüleri nedeniyle medyayı eleştirenlere haklı tepki verirken, aynı anda bize de bazı etik değerleri hatırlatabilse!
Yazının Devamını Oku 
22 Kasım 2003
<B>TÜRKİYE</B> gibi <B>yarı gelişmiş ülkelerde</B> yaşayan <B>yarı gelişmiş insanlar</B> her durumda <B>ahkám kesmeye</B> bayılıyorlar. Sığ beyinleri ile sözüm ona analiz yapan sözüm ona İslamcı, sözüm ona solcu gazeteci ve akademisyenlerin akıllarının ermediği durumlarda ‘‘bu konuda görüşüm yok’’ diyecek yürekleri zaten hiç yok.
Onlar basit ama insana önce çekici gelen bir akıl kullanarak sorulara cevap buluyorlar!
Daha doğrusu; karşılaştıkları sorulara istedikleri kulbu takmak için bu metodu uyguluyorlar.
* * *
Metot; failin bilinmediği fiillerde ‘‘bu eylemden kim faydalanır?’’ diye soru sormak.
Mantıklı bir soru.
Failin fiilden yarar elde eden birisi olması sadece doğal!
Soru doğru yönde bir soru.
Ama ‘‘bir fiilden sadece fail mi yararlanır?’’ sorusunu hiç sormuyorlar, akıllarına dahi getirmek istemiyorlar.
TV'lerde ahkám kesmeye bayılan hafifmeşrep akademisyenler bile bu soruyu sormuyorlar.
Örneğin ‘‘A’’ takımının ‘‘B’’ takımı ile yapacağı maçı kazanması durumunda ‘‘B’’ takımının rakipleri olan ‘‘C’’ ve ‘‘D’’ takımları da puan avantajları elde edebilir.
Bu durumda; ‘‘A’’ ve ‘‘B’’ takımları arasındaki maçı ‘‘C‘‘ veya ‘‘D’’ takımlarının kazanmış olabileceğini ima yolu ile beyan etmek bunların akıl oyunları.
* * *
İslamcı yazarlar sonradan doğru çıkabilecek bir varsayımdan hareket edip yarım bir cümle kuruyorlar:
‘‘Bu eylemler Türkiye'yi İsrail ve ABD'ye yaklaştıracağına göre.....’’
Dikkat edin; lafın sonunu getirmiyorlar.
Cesur davranıp mertçe diyemiyorlar ki:
‘‘Bu eylemler Türkiye'yi İsrail ve ABD'ye yaklaştıracağına göre terörü ABD ve İsrail'in yapmış olması ihtimali çok yüksektir!’’
Akılları sıra ima yolu ile şüpheleri başka yöne çekiyorlar.
İsteyerek veya istemeyerek de teröristlerin ekmeğine yağ sürüyorlar.
* * *
Bir de ülkede her koşul altında AKP Hükümeti'ni suçlamayı seven sözüm ona solcu bir ekip de var.
Onlar ise her türlü ortamda ‘‘her yol AKP'ye çıkar’’ oyunu oynuyorlar. Onların şablonu da şöyle:
‘‘AKP, İslamcı kökenden geldiğine göre, biz görmesek de, elimizde kanıt olmasa da bunlar muhakkak ki İslamcı teröre yüz veriyorlardır.’’
Bazıları kendilerini tutamıyorlar, ‘‘zaten özgürlükler İslamcılar yararlansın diye çıkartıldı’’ diye yazarak akıl durduran akıllar kullanıyorlar.
Zaten terörün temel amacı da aklı durdurmaktır.
Bizim enteller üzerinde etkili de oluyorlar.
Halbuki kanlı terörün en önemli panzehiri ortak akıldır.
* * *
Bakın şu rezil mantığa:
El Kaide ‘‘ben yaptım’’ diyor, bizim İslamcılar ‘‘ne malum’’ diyorlar.
Yazının Devamını Oku 
20 Kasım 2003
<B>KIBRIS'</B>ın <B>uluslararası sorunlarını</B> bir kenara bırakalım. Bakalım, <B>KKTC yönetimi</B> 1974'ten beri <B>Ada Türklerine</B> ne vermiş? ‘‘Aman değişmesin!’’ diye korunmaya çalışılan KKTC'nin ekonomisi ne durumda?
* * *
KKTC; 1995-2001 arasında kişi başına ortalama 4.324 dolar üretmiş. Bu rakamı sadece Güney Kıbrıs'ın kişi başına 16.500 dolar olan geliri ile karşılaştırmayacağım.
1997 itibarıyla Anadolu'nun bazı illeri ile karşılaştıracağım:
KKTC; Malatya (4.106), Tokat (4.279), Erzincan (4.359), Tunceli (4.195) gibi iller seviyesinde bir üretim seviyesine sahip. Bu iller doğal nimetlerden yararlanamayan iller.
KKTC'ye yakın doğal ve tarihi koşullara sahip Muğla'da kişi başına gelir 8.776, Antalya'da 7.377 dolar!
Sakın bana ambargodan bahsetmeyin!
210 bin nüfuslu KKTC 70 milyon nüfuslu Türkiye'yede de mi şu veya bu şekilde mal satamaz?
Neden KKTC Türkiye'nin narenciye deposu olamaz?
Gümrük Birliği zırvası gerçekleşse idi KKTC'den ne alacaktık?
KKTC'de hazır narenciye bahçelerini kimler berhava etti?
Rumlar mı?
* * *
40 bin askerin olduğu KKTC'de milli gelirinin zaman zaman %35'ine ulaşan oranı Türkiye'den mali yardım olarak gidiyor.
Bu oranı KKTC'nin milli gelirinden düştüğünüz zaman KKTC'de kişi başına gelir takriben 2.810 dolar civarına düşüyor. Bu rakam KKTC'nin doğrudan ürettiği gelir.
Bu gelir ise Bartın (2.789), Gümüşhane (2.854), Erzurum (2.683), Adıyaman (2.683) gelirlerine yakın!
Bu yazıda adını verdiğim tüm Anadolu illeri şanssız iller!
Hele hele dünya cenneti KKTC'ye oranla hepten şanssızlar.
40 bin asker, 100 bin Türkiyeli Türk'ün bulunduğu KKTC'nin 2002 yılı bütçesinin %30'unu da ‘‘TC yardımları’’ karşılıyor.
Kıbrıslı ne yapıyor?
Ya devlette memur, ya da ‘‘erken emekli’’.
Hatta bazıları birkaç devlet dairesinden birden maaş alıyor.
* * *
Dünya cenneti KKTC'ye 2000 yılında sadece 432.920 turist gelmiş.
Bu rakamın 347.731'i Türk!
Güney Kıbrıs'a ise yılda 2 milyon turist gidiyor, 1 milyar 752 milyon dolar gelir bırakıyor.
Yıllık yatırım miktarı Güney'de 1 milyon 682 bin dolar, bizde ise sadece 164 bin dolar.
Statüko yine ambargodan dem vuracak!
İyi de, Türkiye'den giden turist sayısının azlığına ne demeli? Her yıl, Muğla ve Antalya'ya giden Türk turist sayısı KKTC'nin takriben 4-5 misli!
* * *
Neden İstanbullu Muğla, Antalya'ya gidiyor da, KKTC'ye gitmiyor?
Neden Türk yatırımcı KKTC'de yatırım yapmıyor?
KKTC'li Türkler bu sorunun cevabını kendi kendilerine aramadıkça KKTC ‘‘muasır medeniyet’’ arasına katılamaz.
Yazının Devamını Oku 
20 Kasım 2003
KIBRIS'ın uluslararası sorunlarını bir kenara bırakalım. Bakalım, KKTC yönetimi 1974'ten beri Ada Türklerine ne vermiş?‘‘Aman değişmesin!’’ diye korunmaya çalışılan KKTC'nin ekonomisi ne durumda?* * *KKTC; 1995-2001 arasında kişi başına ortalama 4.324 dolar üretmiş. Bu rakamı sadece Güney Kıbrıs'ın kişi başına 16.500 dolar olan geliri ile karşılaştırmayacağım.1997 itibarıyla Anadolu'nun bazı illeri ile karşılaştıracağım:KKTC; Malatya (4.106), Tokat (4.279), Erzincan (4.359), Tunceli (4.195) gibi iller seviyesinde bir üretim seviyesine sahip. Bu iller doğal nimetlerden yararlanamayan iller.KKTC'ye yakın doğal ve tarihi koşullara sahip Muğla'da kişi başına gelir 8.776, Antalya'da 7.377 dolar!Sakın bana ambargodan bahsetmeyin!210 bin nüfuslu KKTC 70 milyon nüfuslu Türkiye'yede de mi şu veya bu şekilde mal satamaz?Neden KKTC Türkiye'nin narenciye deposu olamaz?Gümrük Birliği zırvası gerçekleşse idi KKTC'den ne alacaktık?KKTC'de hazır narenciye bahçelerini kimler berhava etti?Rumlar mı?* * *40 bin askerin olduğu KKTC'de milli gelirinin zaman zaman %35'ine ulaşan oranı Türkiye'den mali yardım olarak gidiyor.Bu oranı KKTC'nin milli gelirinden düştüğünüz zaman KKTC'de kişi başına gelir takriben 2.810 dolar civarına düşüyor. Bu rakam KKTC'nin doğrudan ürettiği gelir.Bu gelir ise Bartın (2.789), Gümüşhane (2.854), Erzurum (2.683), Adıyaman (2.683) gelirlerine yakın!Bu yazıda adını verdiğim tüm Anadolu illeri şanssız iller!Hele hele dünya cenneti KKTC'ye oranla hepten şanssızlar.40 bin asker, 100 bin Türkiyeli Türk'ün bulunduğu KKTC'nin 2002 yılı bütçesinin %30'unu da ‘‘TC yardımları’’ karşılıyor.Kıbrıslı ne yapıyor?Ya devlette memur, ya da ‘‘erken emekli’’.Hatta bazıları birkaç devlet dairesinden birden maaş alıyor.* * *Dünya cenneti KKTC'ye 2000 yılında sadece 432.920 turist gelmiş.Bu rakamın 347.731'i Türk!Güney Kıbrıs'a ise yılda 2 milyon turist gidiyor, 1 milyar 752 milyon dolar gelir bırakıyor.Yıllık yatırım miktarı Güney'de 1 milyon 682 bin dolar, bizde ise sadece 164 bin dolar.Statüko yine ambargodan dem vuracak!İyi de, Türkiye'den giden turist sayısının azlığına ne demeli? Her yıl, Muğla ve Antalya'ya giden Türk turist sayısı KKTC'nin takriben 4-5 misli!* * *Neden İstanbullu Muğla, Antalya'ya gidiyor da, KKTC'ye gitmiyor?Neden Türk yatırımcı KKTC'de yatırım yapmıyor?KKTC'li Türkler bu sorunun cevabını kendi kendilerine aramadıkça KKTC ‘‘muasır medeniyet’’ arasına katılamaz.
button
Yazının Devamını Oku 
19 Kasım 2003
<B>DÜNYANIN</B> ilk kez, ‘‘tek ve her santimetrekaresinin ulaşılabilir pazar’’ haline gelmesi ve ‘‘bilgiye ulaşımın maliyetinin sıfıra yaklaşması’’ <B>küreselleşme</B> olarak adlandırılıyor (*). Artık küresel dünya;
i) dünya çapında rekabeti korumak için küresel seviyede etkin/verimli üretim yapmak gerektiğini,
ii) ancak aynı anda yerel taleplere karşı esnek kalabilmek için yerel duyarlılık taşımak zorunluluğunu,
iii) ardı arkası kesilmeyen yenilikleri hazmedebilmek için tüm üyeleri kapsayan devasa çaplı bir örgütsel ve birlikte öğrenmeyi dayatıyor.
* * *
Bu gelişim de dünyada yeni bir örgüt modelini zorluyor:
Bu model yapısına üretim alanında:
Ulusötesi İşletmeler (Transnational Companies) deniyor.
Ulusötesi İşletmeler:
1) Dağınık, birbirlerine bağımlı ve uzmanlaşmış yapılar.
2) Dünya çapında entegre olmuş anayapılarına, diğer ülkelerdeki farklılaştırılmış ülke ihtiyaçlarına ayak uydurmuş altyapılar katkılarda bulunuyorlar.
3) Bilgi ortak üretiliyor ve dünya çapında paylaşılıyor.
* * *
11.09.2001 gününden beri görüyoruz ki; dünyada bu modeli en iyi uygulayan yapılardan birisi de terör örgütleri!
Artık milli terör (PKK), uluslararası terör (ASALA), hatta çokuluslu terör (Kızıl Tugaylar, Baider Mainhoff) dönemi kapandı; ulusötesi terör dönemi başladı.
Bu yapı küresel teknoloji kullanıyor, bir sürü parçadan oluşan dağınık altyapıları var ama birbirlerine bağımlı ve uzman anayapı en tepede. Ülke ihtiyaçlarına göre farklılaşıyorlar ancak bilgiyi ortak üretip dünya çapında paylaşıyorlar.
El Kaide ile ifade edilen bu yeni yapıda yine her ülkenin kendi terör örgütleri var, ancak ‘‘emirler’’ bir merkezden veriliyor, elemanlar bilginin ortak üretildiği merkezlerde yetiştiriliyor.
Son İstanbul eyleminde görüyoruz ki, elemanlar yerel ama bir merkezde yetiştirilmişler, dünya ile ortak teknoloji kullanıyorlar, karar ise ana merkezde veriliyor.
Bilgi küresel üretiliyor ama yerel elemanlar tarafından yerel ihtiyaçlara göre, ancak genel hedefe uygun kullanılıyor.
Artık bu ortak yapı Afgan dağlarında, Çeçenistan'da, Ortadoğu'da, ABD'de, Türkiye'de, Kafkaslar'da birlikte hareket ediyor.
* * *
Ulusötesi teröre karşı ulusötesi mücadele verilmedikçe dünyada terör bitmez!
Ancak, maalesef hálá terör örgütlerini kullanmaya çalışan ulus devletler (örneğin Avrupa ülkeleri-PKK ilişkisi) ve teröre ‘‘benim teröristim iyidir!’’ şiarı ile ayrımcı yaklaşan insanlar (örneğin bazı bağnaz İslamcı yazarlar) var.
Dünyanın ulusötesi terör karşısında en büyük zaafı bu oportünist ve/veyaat gözlüklü yaklaşımdır!
(*) Dr. Cüneyt Ülsever: ‘‘Huzura Yeniden Yolculuk. 21. Yüzyılda Bütün İnsan’’ Ss.: 123-138. OM Yayınevi. İstanbul-2003.
Yazının Devamını Oku 
17 Kasım 2003
<B>IRAK Savaşı</B>'nın önlenemez hale geldiği günden beri <B>Türkiye</B>'nin bu savaşta <B>aktif rol</B> alması, <B>kendi menfaatleri</B> için Irak'a girmesi gerektiğini savundum. Defalarca yazdım:
‘‘Yangın bize gelmeden biz oraya gidelim.’’
Hele hele ABD'nin Irak'a dirlik ve düzen getirmede aciz kaldığı ortaya çıkınca bu talebimi, muazzam bir azınlık görüşü paylaştığımı bile bile, dilime pelesenk ettim.
* * *
Konu ile ilgili yazdığım son üç yazımı hatırlatmak isterim.
30.10.2003:
‘‘...elime geçen her fırsatta çok tedirgin olduğumu ifade ediyorum.
Irak'ta büyümekte olan kaos beni çok rahatsız ediyor.
Kimdir bu (ürküten) unsurların başlıcaları?
Kendi aralarında bile anlaşamayan ve İran mollarından beter dini sertlik yanlısı olan Şii liderleri.
Baascılar.
Talabanisi, Barzanisi ve birbirinin boğazına sarılmaya hazır nice Kürt aşiretleri.
PKK/KADEK.
Giderek bölgeye yerleşen El Kaide ve diğerleri de cabası!...’’
* * *
10.11.2003:
‘‘...ABD'nin Irak'ı işgal etme politikası ne kadar başarılı ise; yönetim politikası bir o kadar başarısız.
Herhalde dünya; kurulduğundan beri, en zayıf emperyal devleti Irak'ta ABD varlığı ile yaşıyor...
Ortadoğu'da ABD'nin işi zor ama Türkiye'ninki daha zor!’’
* * *
12.11.2003
‘‘Irak'ta iş işten geçtikten sonra aklı başına gelen Türkiye, bu sefer de aklı başından giden ABD'nin yönetim çapı/çapsızlığı ile kısıtlıdır.’’
* * *
Bölgeye müdahale ettiği 20 Mart 2003 gününden beri takriben kendi 400 fidanını da teröre teslim eden ABD, Irak'taki çapsız yönetimi nedeniyle, yola çıkarken uluslararası terörün çanına ot tıkayacağını söylerken Irak'ı teröre kendi elleri ile teslim etti.
El Kaide ve yandaşları Afgan dağlarından Bağdat sokaklarına ABD'nin sayesinde indi.
Profesyonel saldırıları ile ABD'yi Irak'ta bıktırdı, neredeyse pes ettirdi. ABD istihbarat dahi yapamaz hale geldi.
Yönetemeyen ABD, kendi iradesi ile Irak'a davet ettiği Türkiye'yi, yine kendi iradesi ile yarattığı Bağdat ve Kürt yönetimlerine söz geçiremediği için ortada bıraktı.
Ancak, Türkiye de 1 Mart'ta tezkereyi çıkaramadığı için ABD'yi kendi elleri ile Irak'taki aşiretlere teslim etmişti.
Şimdi ABD yönetimi, bölgeden askerini çekmeden, Irak'ı Bağdat yönetimine teslim edip, esas planın aksine, anayasa hazırlığını ve seçimleri ertelemeyi planlıyor.
İşte bu kaos ortamında organize terör bölgeye yerleşti ve doğal olarak bölgede ABD ve İsrail ile birlikte Türkiye'yi güçlü ve potansiyel hasım gördüğü için; hedefini bize doğrulttu.
Maalesef, Türkiye Irak'taki yangına gitmedi ama yangın Türkiye'ye geldi!
Yazının Devamını Oku 
15 Kasım 2003
Gazetelerin bildirdiğine göre: Avrupa Konseyi, Türkiye'nin AİHM kararı gereği Kıbrıslı Rum kadın Titiana Loizidu'ya maddi tazminatı en geç 19 Kasım tarihine kadar ödemesini istedi. Komite, Türkiye'nin AİHM kararı gereği tazminat ödememesini sert bir dille eleştirdi. Kararın koşulsuz yerine getirilmesi talep edildi. Konsey yetkilileri Loizidu davasında gelinen aşamayı ‘‘12 Eylül darbesinden sonra Türkiye'yle yaşanan en ciddi kriz’’ olarak tanımladılar. Türkiye karar tarihi 1997'den beri nihayet geçen mayısta Avrupa Konseyi'ne AİHM'nin benzeri davaları KKTC'nin iç hukukuna yönlendirmesi ve bir defaya mahsus olması koşulları kabul edilirse Loizidu'nun faizleri ile birlikte 900 bin dolarlık tazminatının 8 Ekim'e dek ödeneceğini vaat etmişti. Ancak ekimde başlayan konsey toplantılarında Türkiye önerilerini kabul ettirememişti.
* * *
5 Aralık 2002 tarihinde, o tarihe dek milletten gizlenmeye çalışılan Loizidu davası ile ilgili yazdıklarım ve statükonun hiddetini çekenler ise şunlardı:
‘‘...Artık ‘insan hak ve özgürlükleri' uluslararası hukukun öncelikli kaynakları arasına girmiş ve dolayısıyla ‘hakkın suiistimal edilemeyeceği' görüşü temel prensip haline gelmiştir.
Buna göre Kıbrıs'taki statü ile ilgili olarak, biz oradaki statükoyu AB üyeliğine tercih etsek dahi; BM ve dünya kamuoyu gündemi açısından, Türkiye sadece çözümü engelleyen değil, ayrıca hukuk nezdinde ‘hakkı suiistimal eden taraf' olarak görülmektedir.
* * *
...Nitekim, altında bizim de imzamız olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 1 No'lu ek protokolünün 1. maddesi ‘mülkiyet hakkını güvenceye' almaktadır.
Bu maddeye dayanarak, Kıbrıslı Rum vatandaş Loizidu'nun başvurusu ile; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, önceki içtihadına da uygun olarak, adı geçen şahsın Kuzey'deki mülkünü tasarruf edememesi nedeni ile Türkiye'yi 650 bin $ tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Türkiye henüz bu tazminatı ödememiş, AİHM de Türkiye'ye, Şubat 2003'e dek süre vermiştir.
* * *
...Buna göre Türkiye bu tazminatı ödemeyerek:
...Avrupa Konseyi'nin 1949'da kuruluşundan beri kurucu üyesi olan Türkiye, Konsey'den atılma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Zira AİHM kararlarını uygulamamanın önündeki müeyyide Avrupa Konseyi'nden atılmaktır.
Ayrıca benzer durumda 200 bin civarında Rum olduğuna göre, Loizidu davası benzeri binlerce dava açılabilecek ve AİHM'de Rum davalarının 10 binler bulması sonucu Türkiye 20-30 milyar dolar (200-250 milyar dolara dahi çıkabilir) ödemek zorunda kalacaktır.’’
* * *
Bütün bunları bir yıl önce yazmıştım.
Başını kuma soktuğu zaman görünmediğini zanneden Mümtaz Soysal ve müritleri, Dışişleri'nin Kıbrıs Masası, Kıbrıs hakkında nutuklar atan emekli/cari askerler ve dahi Rauf Denktaş, ayrıca statükonun ha bire kündeye getirdiği Abdullah Gül bu tazminatı cepten ödemek zorundadırlar.
* * *
Bizim paramızla uluslararası hukuka kafa tutmak onlara yakışmaz.
Pamuk eller cebe!
Yazının Devamını Oku 