8 Aralık 2003
<I>Girne/KKTC</I><br><br><B>‘YOKTUR’</B> diyeceğim, dilim varmıyor. Galiba, hükümetin KKTC politikaları için en doğru tarif <B>‘‘iki ileri bir geri’’</B>! Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin bazı köşe yazarları ve sivil örgüt temsilcileri ile Kıbrıs'a yaptığı hafta sonu çıkarmasında yer alan bir kişi olarak Ada'da en fazla aldığım soru:
- Allah aşkına; KKTC seçimlerine bir hafta kala hükümet neden Kıbrıs'a Bakan yolluyor? oldu.
- Herhalde, ziyaret önceden planlanmıştı, demeye kalkıyorsunuz, bu sefer haklı olarak:
- Bir hafta sonra istifa edecek olan hükümet ile hangi işi konuşacaklar? diye soruyorlar.
* * *
Ziyaret konusunda TC Hükümeti'nin de kafası karışık ki, önce 3 bakan ziyaret edecek dendi, sonra rakam 1 bakana indi, daha sonra da 2 bakana çıktı.
Kaç gün kalacaklarına dair tevatür de şu yazının yazıldığı an itibarıyla muhtelif.
Ziyaret nedenleri arasında 160 milyon dolarlık bir kredinin ilk diliminin ödenmesinden tutun, KKTC ile Türkiye arasında deniz dibinden elektrik hattı çekilmesine kadar bir sürü konu sayılıyor. Gümrük Birliği'nin yeniden canlandırılmasından bahsedenler de var.
Ben de:
- Eğer TC Hükümeti daha önce yüzüne gözüne bulaştırdığı ‘‘TC ile KKTC arasında Gümrük Birliği’’ safsatasını tekrar açarsa, bu kesinlilkle KKTC ile kafa buluyor demektir, diyorum.
* * *
‘‘İki adım ileri bir adım geri’’ politikası olarak nitelendirdiğim KKTC politikasında TC Hükümeti'nin tavrını en açık şekilde belli ettiği eylemi Loizidu davasının tazminatını seçimlere çok kısa zaman kala ödemesidir.
Aralık 2004'te AB'den alacağı cevap ile kendi varlığı; ayrıca Kıbrıs meselesi ile AB'nin cevabı arasında birebir ilişki olduğunu hepimizden iyi bilmek durumunda olan hükümet; Loizidu tazminatını ödeyerek, dünyaya ve bu arada KKTC seçmenlerine açık mesajlar vermiştir.
Her şeyden önce; 1996'dan beri bekleyen tazminat pekala seçim sonrası ödenebilirdi.
Tazminat şimdi ödenerek:
1) Ödeme, tazminatın gerekçelerinin kabulü anlamına geldiğine göre; hükümet, KKTC seçimleri öncesi, 30 yıllık KKTC politikalarını altüst ederek; ağır maddelerine rağmen Avrupa tezlerini kabul etmiş, statükonun politikalarını iflas ettirmiştir.
2) Tazminatı sadece ödemekle kalmamış; Avrupa Konseyi indinde tüm dünyaya Kıbrıs meselesini 2004 yılında çözeceğini vaat etmiştir:
Konsey'den alınan Loizidu davasının mülkiyetin devri hükmünün 2005'e kadar bekletilmesi, hukuken bir anlam taşımasa da siyasi olarak ‘‘karşı tarafı verdiği sözde ikna etme’’ anlamına gelir.
Hükümet AİHM indinde bu ödemenin milyar kere milyar dolara mal olacak binlerce benzer dava için içtihat/emsal temsil ettiğini hepimizden iyi bilmektedir.
Ödemeyi buna rağmen yapmıştır.
KKTC halkı bu mesajı doğru okumalıdır.
Yazının Devamını Oku 
8 Aralık 2003
Girne/KKTC‘YOKTUR’ diyeceğim, dilim varmıyor. Galiba, hükümetin KKTC politikaları için en doğru tarif ‘‘iki ileri bir geri’’!Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin bazı köşe yazarları ve sivil örgüt temsilcileri ile Kıbrıs'a yaptığı hafta sonu çıkarmasında yer alan bir kişi olarak Ada'da en fazla aldığım soru:- Allah aşkına; KKTC seçimlerine bir hafta kala hükümet neden Kıbrıs'a Bakan yolluyor? oldu.- Herhalde, ziyaret önceden planlanmıştı, demeye kalkıyorsunuz, bu sefer haklı olarak:- Bir hafta sonra istifa edecek olan hükümet ile hangi işi konuşacaklar? diye soruyorlar.* * *Ziyaret konusunda TC Hükümeti'nin de kafası karışık ki, önce 3 bakan ziyaret edecek dendi, sonra rakam 1 bakana indi, daha sonra da 2 bakana çıktı.Kaç gün kalacaklarına dair tevatür de şu yazının yazıldığı an itibarıyla muhtelif.Ziyaret nedenleri arasında 160 milyon dolarlık bir kredinin ilk diliminin ödenmesinden tutun, KKTC ile Türkiye arasında deniz dibinden elektrik hattı çekilmesine kadar bir sürü konu sayılıyor. Gümrük Birliği'nin yeniden canlandırılmasından bahsedenler de var.Ben de:- Eğer TC Hükümeti daha önce yüzüne gözüne bulaştırdığı ‘‘TC ile KKTC arasında Gümrük Birliği’’ safsatasını tekrar açarsa, bu kesinlilkle KKTC ile kafa buluyor demektir, diyorum.* * *‘‘İki adım ileri bir adım geri’’ politikası olarak nitelendirdiğim KKTC politikasında TC Hükümeti'nin tavrını en açık şekilde belli ettiği eylemi Loizidu davasının tazminatını seçimlere çok kısa zaman kala ödemesidir.Aralık 2004'te AB'den alacağı cevap ile kendi varlığı; ayrıca Kıbrıs meselesi ile AB'nin cevabı arasında birebir ilişki olduğunu hepimizden iyi bilmek durumunda olan hükümet; Loizidu tazminatını ödeyerek, dünyaya ve bu arada KKTC seçmenlerine açık mesajlar vermiştir.Her şeyden önce; 1996'dan beri bekleyen tazminat pekala seçim sonrası ödenebilirdi.Tazminat şimdi ödenerek:1) Ödeme, tazminatın gerekçelerinin kabulü anlamına geldiğine göre; hükümet, KKTC seçimleri öncesi, 30 yıllık KKTC politikalarını altüst ederek; ağır maddelerine rağmen Avrupa tezlerini kabul etmiş, statükonun politikalarını iflas ettirmiştir.2) Tazminatı sadece ödemekle kalmamış; Avrupa Konseyi indinde tüm dünyaya Kıbrıs meselesini 2004 yılında çözeceğini vaat etmiştir:Konsey'den alınan Loizidu davasının mülkiyetin devri hükmünün 2005'e kadar bekletilmesi, hukuken bir anlam taşımasa da siyasi olarak ‘‘karşı tarafı verdiği sözde ikna etme’’ anlamına gelir.Hükümet AİHM indinde bu ödemenin milyar kere milyar dolara mal olacak binlerce benzer dava için içtihat/emsal temsil ettiğini hepimizden iyi bilmektedir.Ödemeyi buna rağmen yapmıştır.KKTC halkı bu mesajı doğru okumalıdır.
button
Yazının Devamını Oku 
6 Aralık 2003
<B>BAZI </B>eklı evveller <B>Kıbrıs meselesini</B> sadece <B>ideolojik</B> boyutta görebiliyorlar. Meseleye <B>milliyetçi</B> sos ekleyince de kitleleri yanlarına aldıklarını zannediyorlar. Onlara göre; uluslararası hukuk, diplomasi, başka ülkelerle birlikte yaşama zorunluluğu diye kavramlar hiç yok.
Onların zihin haritasında Kıbrıs meselesi adeta Avrupa ile aramızda bir medeniyetler çatışması haline dönüşmüş. Neredeyse, bize muasır medeniyet yolunu gösteren Atatürk'ün adını kullanarak muasır medeniyete karşı medeniyetler çatışmasına girecekler.
‘‘Başımızı kuma sokarsak bizi görmezler’’ diye düşünen zihniyete zaman zaman ayak uyduran Recep Tayyip Erdoğan da Ankara kriterlerinden bahsedebiliyor.
Soruyorum kendisine, ‘‘Ankara kriterleri vardı da Verheugen mi yuttu?’’
Meseleye çeşitli nedenlerle ideolojik kulp takmaya çalışanlar, bilerek veya bilmeyerek, esasında esas meseleyi hasır altı ediyorlar:
Menfaatler çatışması!
* * *
1974'te Kıbrıs'a barış getirmek amacı ile giren güçler, o zaman itibarıyla muhakkak ki çok iyi niyetli idiler.
Ancak, çapsızlıkları nedeniyle Kıbrıs meselesini 10 yılda çözemeyenler 1984 yılına gelindiğinde, çözümün tek taraflı olarak devlet ilan etmek olduğuna kanaat getirdiler: KKTC.
Sokaklarında yürüyen her üç kişiden birisinin TC askeri olduğu, ülkenin adeta devasa bir askeri garnizon haline getirildiği KKTC.
İşte bu yeni durumda; KKTC üzerinde yetki sahibi olanlar, dünya üzerinde hemen hemen başka hiçbir ülkeye nasip olmayan nimetlere kavuştuklarını çok geçmeden keşfettiler:
1) Dünyada kimse tanımadığı için hemen hiçbir uluslararası güç tarafından denetlenemeyen,
2) İçindeki asli sahipleri boşaltıldığı için özel mülkiyetin dağıtımı tamamen kendi inisiyatiflerine kalmış,
3) Hemen tüm parasal ihtiyacı başka bir ülke (TC) tarafından karşılanan,
4) Dünyada yükleneceği tüm riskler başka bir ülke üzerine yıkılan (yine TC) bir ülkenin sahibi olduklarını kısa sürede keşfettiler.
İşte o günden beri de rantiyer KKTC'yi canla başla savunanlar, telif sahibi olduğum deyimle ‘‘çözümsüzlüğü çözüm’’ haline getiren statükoculardır.
* * *
KKTC'nin GSMH'sinin % 35'ini karşılayan yıllık 150 milyon doların ve takriben 200 bin Rum'dan kalan 200 bin tapunun dağıtım hakkını elde edenler, kendilerinin ulufe dağıtan padişahtan hiç de farklı olmayan yetkilere kavuştuklarını kısa zamanda öğrendiler.
Artık yapılması gerekenler, statükoya kulp takmak -TC'nin güvenlik ihtiyacı ve 1974 öncesi şartlara geri dönülmemesi!- ve el konulan rantın Türkiye'deki şahinler ve KKTC'deki yandaşlar ile paylaşılması idi.
Ulufenin bir bölümü maaş ve ev/toprak olarak Kıbrıslı ve Türkiyeli KKTC vatandaşlarına sus payı olarak dağıtılınca rantçı sistem bir de meşruiyet kazanıyordu.
* * *
Loizidu tazminatının ödenmek zorunda kalınması, işte bu rantçı/talancı sisteme vurulan büyük bir darbedir.
Onun için de çok ama çok acıtmıştır!
Yazının Devamını Oku 
4 Aralık 2003
<B>KIBRIS </B>meselesi Kıbrıs'tan baktığınızda nasıl gözükürse gözüksün; resim Türkiye'de farklı kavranmak zorunda. AB üyeliği konusunda önümüze konan takvim ile KKTC'nin önündeki takvim iç içe!
Birisi diğerinin kaderini tayin edecek.
İç içe geçen takvim şu sıralamayı takip ediyor:
1) 14 Aralık 2003 KKTC seçimleri.
2) Mayıs 2004'te Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB'ye resmen girişi.
3) Aralık 2004'te Türkiye'ye AB üyeliği için müzakere tarihi verilmesi.
* * *
İç içe geçen takvim, domino taşları gibi birbirini tetikliyor.
Eğer:
1) 14 Aralık seçimlerini statüko kazanırsa Mayıs 2004'e dek Kıbrıs meselesi çözülmeyecek.
2) 14 Aralık seçimlerini muhalefet kazanırsa Mayıs 2004'e dek Kıbrıs meselesinin çözülmesi ihtimali çok artacak.
Kimse kendini aldatmasın; seçimleri Denktaş taraftarları kazanırsa statüko hükümete sadece ‘‘nanik!’’ yapacak.
Hükümet, Kıbrıs meselesinin çözülmesi için karşısında boynu bükük durduğu KKTC'ye hiçbir baskı uygulayamayacak.
Zaten statükonun amacı da, KKTC vasıtası ile Türkiye'nin AB yolunda önünü tıkamak.
Rauf Denktaş'ın 14 Aralık seçimleri öncesi ‘‘çözüme daha yakın gibi durması’’ ivedelikle kullanılacak oylara göz kırpan ancak esasen TC Hükümeti'ni oyalamaya yönelik bir taktik savaşı.
* * *
Hepimiz biliyoruz ki, 14 Aralık KKTC seçimleri çözümün yolunu açarsa, hükümet Aralık 2004'te AB'den müzakere kararı almak için çok büyük bir avantaj elde edecek.
Ancak seçimleri statüko kazanırsa, yine herkes bilsin ki Türkiye'nin Aralık 2004'te müzakere kararı alma şansı tamamen ortadan kalkacak.
Bu durumda Türkiye'nin 40 yıllık AB hayali, 14 Aralık 2003 günü mezara gömülecek.
* * *
Türkiye'nin AB üyeliği yolunda önü kapanırsa, Türk siyasi hayatı da altüst olacak.
Benim iddiam şudur ki:
Eğer Türkiye, Aralık 2004'te AB'den takvim alamazsa, AKP hükümeti ile statüko arasında halen devam eden iktidar kavgası, statüko lehine sonuçlanacak.
AB önünde Aralık 2004'te tarih verilmeyecek bir Türkiye'de AKP önümüzdeki yerel seçimlerde değil % 35, % 55 oy alsa dahi hükümetten düşecek.
* * *
Öte yanda, Türkiye istediği kadar Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi'nden tavizler kopardığını beyan etsin, hukuken hiçbir anlamı olmayan bu sözüm ona tavizler dışında, Loizidu tazminatını ödeyen Türkiye, KKTC'de işgalci olduğunu artık kabul etmiştir.
‘‘... davacının taşınmaz malının kontrolünü, Türk ordusunun Kuzey Kıbrıs'ı denetimi altına aldıktan sonra...’’
İşte statükonun, hükümeti içine ittiği çıkmaz!
Bakalım hükümet, kendi kuyusunu kazmaya daha ne kadar devam edecek!
Yazının Devamını Oku 
3 Aralık 2003
<B>HABERİ </B>gazetede duyduğumda ilk tepkim <B>‘‘Nihayet!’’</B> oldu. Artık iyice kanaat getirdim ki; Türkiye'de bir dönem bitti. Biten dönemin oyuncuları birer birer sahneden çekiliyorlar.
Ancak, içimden şu duyguyu da atamıyorum:
Keşke zamanlı çekilmeyi bilselerdi!
* * *
Mesut Yılmaz, Tansu Çiller istenmediklerini millet suratlarına haykırana kadar duymazdan geldiler.
Birbirlerini aklayarak temizlendiklerini sandılar.
Liderlik kapasiteleri olmayan parti başkanlarının sığındıkları gölgeleri kendi gölgeleri sanmaları onları öyle bir kibrin içine itiyor ki kendilerini bir süre Kaf Dağı'nda görüyorlar.
Ancak şimdi Mehmet Ağar DYP'yi taşımak için büyük gayret sarf ediyor, Turgut Özal'ın yarattığı ANAP da Mesut Yılmaz'ın başlattığı süreçte intihar ediyor.
Devlet Bahçeli ise yoluna devam ediyormuş.
Ne gam; zaten yoktu ki!
Siyasetten silinen parti başkanları arasında muhakkak ki Bülent Ecevit'in ayrı bir yeri vardır.
O, bir zamanlar köylü kasketi, Ecevit mavisi gömleği, kusursuz Türkçesi ile hem ‘‘umudumuz Ecevit’’ hem de ‘‘Kıbrıs fatihi’’ olmuştu.
Ancak şimdi nasıl bir imajla ayrılıyor?
İnatçı ve düşünce sistematiği sorgulanan ihtiyar!
Hanımefendisinin ihtiras makinesi!
* * *
Geriye ne kalıyor?
Aklı başında bir insanın kasasındaki para dışında hiçbir yönüne heves duyamayacağı DSP!
* * *
Şahsi görüşüme göre, Ecevit çiftinin bu ülkeye verdikleri en büyük zarar sosyal demokrasiyi iktidar alternatifi olmaktan çıkarmalarıdır.
Devletçi gelenekten kopamayan CHP devlet-millet ikileminde devletin yanında yer almayı bir türlü içinden atamıyor.
Ancak, Bülent Ecevit bir zamanlar millete sahip çıkacağı duygusunu herkese aşılamıştı.
O hak ve hukukun temsilcisi, gelir dağılımındaki rezaletin baş düşmanı, ezilenin tek adamı olarak kalplere yerleşmişti.
Bugün kim onu bu sıfatlarla hatırlıyor veya yad ediyor?
Kimse!
Ecevit adı şimdi hangi kavramla simgeleşmiş vaziyette?
Statüko!
* * *
Türk solu adına partilerini devlet bekçiliğinin emrine veren liderler kadar sola zarar veren başka kimse yoktur.
Bugün solu; ezilen insanların can simidi olma iddiasından vazgeçiren önemli bir isim Bülent Ecevit'tir.
Dünyanın neresinde sol devletin emrindedir?
Türkiye'de!
Sola böyle garabet bir görüntü veren insanların başında da Bülent Ecevit gelir.
* * *
Bir zamanlar şahsım adına da bir umut olarak gördüğüm Ecevit'in çekilme kararı ile ilgili tepkim ‘‘hele şükür!’’ sözleri ile ifade edilebilir, ancak korkum hálá sonradan caymasıdır!
Yazının Devamını Oku 
1 Aralık 2003
<B>KIBRIS meselesini</B> inceledikçe görüyorum ki; Türkiye'nin uluslararası arenada yalnızlığının nedeni altına imza attığı<B> uluslararası hukuku</B> yok saymasıdır. Bir Anayasa hukukçusu olarak Mümtaz Soysal'ın bile işine gelmeyen uluslararası kararlara ‘‘Siyasidir!’’ diyebilmesi, Loizidu davasında yaptığı gibi başını kuma gömerse görülmeyeceğini sanması, Türkiye'yi dünyada sadece yalnız bir ülke haline getirmiyor, ülkenin itibarının da önünü de tıkıyor.
1984'te KKTC'yi tek taraflı olarak ilan edince, o güne dek Kıbrıs ile ilgili imzalanmış tüm antlaşmaları elinin tersiyle itmiş olan Rauf Denktaş'ın işine gelince ‘‘1960 Anlaşması'ndan’’ bahsetmesi de zaten yerlerde sürünen uluslararası itibarını bir kez daha zedelemiyor, Türkiye'yi de ne dediği belirsiz bir ülke yapıyor.
* * *
Bakınız; uzun süre bizden gizlemeye çalıştıkları, Türkiye'ye 20 ile 200 milyar dolar arasında bir tazminata mal olacak, şimdi sıkışınca ödemeyi kabul ettikleri, ancak öderken de hálá ‘‘sırf Avrupa Konseyi'nin şerefini kurtarmak için ödüyoruz’’ diyerek kendilerini yedi düvele güldüren Mümtaz Soysal-Rauf Denktaş aklı Loizidu davasını kabul ederek neleri kabul etmiş oluyor?
* * *
AİHM kararında:
‘‘...uluslararası normlar ve BM kararlarını dikkate alarak KKTC'nin ayrı bir devlet olmadığına ve sadece Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Kıbrıs Hükümeti olarak kabul edildiğine dikkati çeker.
...davacının mülkiyet hakkını kaybetmediği ve tapulu mülkünü serbest kullanma hakkının devam ettiğine karar verir.
...Türkiye Hükümeti'nin davacının taşınmaz malının kontrolünü, Türk Ordusu'nun Kuzey Kıbrıs'ı denetimi altına aldıktan sonra KKTC'nin kuruluşuyla kaybettiğine ve ayrıca davacının mülküne gitmesinin birkaç kez Türk Ordusu tarafından engellendiğini de kabul ettiğine işaret ederek...
...Türkiye'nin çok miktarda askerini Kuzey Kıbrıs'ta aktif olarak bulundurduğunu, Ada'nın bu kısmını kontrolü altında tuttuğunun bariz bir şekilde meydanda olduğunu ve dolayısı ile Türkiye Hükümeti'nin, davanın esasları itibari ile KKTC'nin aldığı kararlardan ve uyguladığı politikalardan ayrı tutulamayacağına işaret eder...
...dolayısıyla Türkiye'nin AİHK'de kabul ettiği hak ve özgürlüklerin korunması hususundaki sorumluluğu sadece TC sınırları içerisinde geçerli olmayıp Kuzey Kıbrıs'a da taşmaktadır.
...davacının mülkiyeti üzerindeki haklarının Türkiye tarafından ihlal edildiğine, bu tecavüzle ortaya çıkan zarar ziyandan sorumlu olduğuna karara verir’’ diyor.
* * *
Loizidou davası; bizim aklı evvellerin bugüne dek reddettikleri tüm hususları karar metnine yansıtıyor.
Kimse yan çizmesin; bu tazminatı ödemeyi kabul eden Türkiye Cumhuriyeti tüm bu kararları da kabul etmiş olmaktadır.
Bizim cebimizden hovardalık edenler şimdi hangi yüzle ‘‘Kıbrıs davasını’’ savunmaya devam edecekler, çok merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku 
29 Kasım 2003
<B>KKTC'</B>de 1974'te <B>120 bin</B> nüfus vardı. Şimdi bu rakam takriben <B>210 bin</B>! 40 bin asker, 100 bin Türkiyeli, 70 bin Kıbrıslı!
Bu rakamlar çerçevesinde bir de şu rakamlara dikkat edin:
‘‘Milliyet'in Rum pasaport dairesinden aldığı bilgiye göre bugüne kadar yaklaşık 200 bin nüfuslu KKTC'den 100 bin 73 kişi kimlik, pasaport ve doğum belgesi almak için başvurdu.
Başvuranlardan 23 bin 500'ü kimlik kartı, 8 bin 253'ü Rum pasaportu, 68 bin 594'ü de doğum belgesi aldı. Rum İçişleri Bakanlığı'ndan Kiriakos Triandafillidis, Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarının yaptığı başvuruların, hak sahibi olmamaları nedeniyle reddedildiğini söyledi.’’ (Milliyet-28.11.2003)
Demek ki, gerçek 70 bin Kıbrıslıının hepsinin pasaport istediğini var saysak dahi; ‘‘Kıbrıs meselesine’’ kelle koyan ve Türkiye'den ithal edilen Denktaş taraftarı en az 30 bin kişi bir yandan ‘‘kahrolsun AB!’’, ‘‘Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır’’ diye bağırıyor, diğer yandan AB vatandaşlığı için kuyrukta!
* * *
Dönelim Loizidu davasına:
Türkiye, AİHM'nin 1996'da aldığı Loizidu'nun mülkiyet hakkının iadesi kararını uygulamaya önce yanaşmadı, Mümtaz Soysal ‘‘Karar siyasidir’’ diye fetva verdi ancak Türkiye 1998'deki tazminatın ödenmesiyle ilgili karara uyacağını beyan etti.
Ancak, Türkiye bu tazminatı bugüne dek çeşitli nedenlerle ödemedi.
Ne zaman ki AİHM'nin kararı çerçevesinde Avrupa Konseyi Türkiye'yi Konsey'den kovmanın eşiğine geldi, işte o zaman Türkiye'nin etekleri tutuştu.
Türkiye kararı çoktan kabul etti de; şimdi ‘‘Bari bu kararın emsal teşkil etmemesi için ne yapılabilir?’’ diye kafa yoruyor, Konsey'in önüne çeşitli önerilerle çıkıyor.
Buna göre de Avrupa Konseyi iki yeni karar tasarısına yoğunlaşmış durumda. Gazetelere göre:
1) İlk tasarıda, Ankara'nın tazminatı ödemesi halinde, Türkiye'nin AİHM'nin tazminatla ilgili kararını yerine getirdiği kaydedilip, dosyanın kapandığı vurgulanıyor.
2) İkinci tasarıda Komite'nin AİHM Loizidu kararının mülkiyetin iadesini içeren genel hükmüne ilişkin bölümünün Ankara'nın ‘‘2005 sonundan önce konu gündeme alınmasın’’ önerisi de dikkate alınıp ‘‘zamanı gelince’’ inceleneceği belirtilecek.
Rumlar ve Yunanistan buna karşı çıkıyor.
Uzlaşma olmazsa, Türkiye kınamadan Konsey'den ihracına uzanan yaptırımlarla karşılaşabilir.
* * *
Loizidu kararının detaylarını daha sonra yazacağım. Ancak, şimdi sadece bir paragrafını vereyim.
Artık Türkiye'nin de kabul ettiği dava sonucuna göre:
‘‘......davacının taşınmaz malının kontrolünü, Türk ordusunun Kuzey Kıbrıs'ı denetimi altına aldıktan sonra ve KKTC'nin kuruluşu ile kaybettiğini kabul ettiğine ve ayrıca davacının mülküne gitmesinin birkaç kez Türk ordusu tarafından engellendiğini de kabul ettiğine işaret eder...’’
* * *
Statüko, KKTC'de kendi eliyle ördüğü duvarları yine kendi eliyle yıkıyor, sonra da sıkılmadan başkalarına kızıyor!
‘‘Ver kurtulcular’’ kimler, benim aklım karıştı!
Yazının Devamını Oku 
27 Kasım 2003
<B>DÜN </B>yazdım. Bayramlarda <B>çocukları</B> hem <B>kıskanıyor,</B> hem de onlara<B> özeniyorum.</B> Bugün bir oyun oynayacağım. Şimdiki yaşımda, şimdiki statüm ile çocuk olacağım ve bayramda keyif almak için neler yapardım, bunu kurgulayacağım.
Bayram namazının kılınmasından tam 10 dakika sonra Ertuğrul Özkök'ün evine damlar, onun tüm tersine ısrarlarına rağmen ite kaka elini öper, ardından gözlerimi gözlerine diker, sırıtmaya başlardım. Herhalde anlardı. İki kişilik dolgun bir akşam yemeği karşılığı bahşişi kapmadan öldüm Allah evden ayrılmazdım.
Özkök'ten kaptığım para ile Oktay Ekşi'nin, kendisini modernize edilmiş din anlayışına ikna ederek 1 kg. hurma yerine 1kg. havyar karşılığı kaptığım ve bende fukaraya vermek üzere emanette duran fitresi birbirine eklenince bayram harçlığım tamamlanırdı.
* * *
Sıra eğlenceye gelince, bende para harcayacak göz olmadığına göre, Bekir Coşkun'un Pako'sunun kuyruğuna teneke bağlamak en iyisi olurdu. Gariban, tenekeyi yakalamak için kendi etrafında dönüp dururken bir de Bekir'e ‘‘nanik çekince’’ o nazik adam artık dayanamaz peşime düşerdi. Bu sefer de bütün şirretliğim ile:
- Yetişin, Kemalistler Liboş kesiyorlar, diye bağırmaya başlardım.
Varsın olsun; Tüfenç Türenç ile Özdemir İnce bayram eğlencesine kavuşmanın zevki içinde ardımdan:
- Beter ol, diye dil çıkarsınlar; ben gider Hadi Uluengin'in ardına sığınırdım.
O daha ne olduğunu anlamadan:
- Abi, Bekir'i Doğu Perinçek azdırmış, bu adam kesin senin peşinde, sözleri ile onu kendime müttefik yapardım.
* * *
Bebek parkına davet ettiğim Ayşe Arman'ı salıncağa bindirir, tüm gücümle sallardım.
Ne kadar mı sallardım?
Şifon eteği başına geçene kadar!
Aynı numara Zeynep Göğüş'e de çekilebilir ama Ferai Tınç'a masal okutturup, ‘‘bu masala göre ne olacak dünyanın hali’’ diye sormak daha iyi olur.
Bayramda risk almaya gelmez.
Bol miktarda tebeşir tozu yutar, Dr. Gündüz Tezmen'den bayram ertesi geçerli olmak üzere bir haftalık iş göremez raporu almaya çalışırdım. Gündüz yemez ise ben de bu sefer Dr. Ercan Kumcu'ya başvururdum.
‘‘Bu bayram da Yakup'ta içelim. Hadi şerefine!’’ sözleri ile Mehmet Barlas imzalı bir e-mesajı Emin Çölaşan'a yollardım.
‘‘Cüneyt Ülsever elinizi öpmeye gelecek ama yüzü tutmuyor’’ yazan bir diğer e-mesajı ise Mümtaz Soysal'a gönderirdim.
* * *
Hiç üşenmez 1 kg. akide şekerini New York'a Doğan Uluç Ağabey'e yollardım. O da akide şekerlerini Amerikan káğıdı içinde Doğan Hızlan'a yollardı. Doğan Hızlan'ın evine bayramlaşmaya gider, sohbet sırasında ‘‘akidenin hasını ABD'de yapıyorlar’’ derdim.
Bakalım kendisindekileri ikram eder mi?
Yazının Devamını Oku 