Cüneyt Ülsever

‘Nikáhsız kadına doğum yasak’

6 Eylül 2003
<B>BUGÜN </B>size yıllardır <B>Londra'</B>da yaşayan ve çalışma alanına ‘‘ırk ve cinsel ayrımcılığa karşı çalışmalar’’ giren <B>İnsan Kaynakları</B> konusunda uzman, 30 yıllık arkadaşım <B>Atiye Gökmen'</B>in bana yolladığı mektuptan bölümler takdim etmek istiyorum: * * *

‘‘...Vaktim oldukça Hürriyet Gazetesi'ni internetten okuyorum, hasretimizi memleket haberlerini takip ederek gidermeye calışıyoruz.

29 Ağustos'ta ‘Nikáhsız Kadına Doğum Yasak' başlıklı bir habere rastladım.

Resmen içim kavruldu, belki bu uygulamanın nedeni basit bir bürokrasi yeteneksizliğidir ama olay bana Nijerya ve Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki kadınların halini anımsattı.

Hatırlarsın, Nijerya'da geçen sene bir kadını gayrimeşru çocuk ‘peydahlama' suçuyla taşlama yoluyla ölüme mahkûm etmişlerdi.

Kafalar aynı!

Neyse, şunları söylemek istedim:

‘Nikáhsız Kadına Doğum Yasak' başlığı ile çıkan haberi büyük şaşkınlık ve esefle okudum.

Sağlık alanında kişilik haklarını medeni durumuna (evli olup olmadığına) göre değerlendiren bir sağlık sigortası sisteminin ülkemizde uygulanması çok acı.

Bu yazıyı Londra'da tıp doktoru olarak çalışan oğluma gösterdim.

Gereken bakımı alamayan hamile kadınları geri çevirmek zorunda kalan doktorların bu uygulamayı nasıl tıbbın etik kuralları ile bağdaştırabildiklerini merak ve endişe ile sordu...

...Bu (durumu) devletin sağlık kaynaklarının kısıtlı olması ile açıklamak mümkün değil.

Umarım Doktor Bahar Kulu'nun bu esef verici ve çağdışı uygulamaya dikkatimizi çekmesinin nedeni ve amacı da bu konuda bir baskı grubu oluşturmak ve uygulamayı değiştirmek için hükümete başvuruları başlatmak içindir.

* * *

Bu uygulamanın sorumluları kimse derhal açıklanmalı ve uygulama bir an önce kaldırılmalıdır.

Hepimize ve medyaya düşen görev budur.

...Ayrıca burada Türk bir arkadaşla konuşurken o hatırlattı... Hastaneler imam nikáhlı çiftleri de kabul etmiyor, resmi nikáh istiyorlarmış...’’

Kayseri'ye dışarıdan gelin giden kız evlere sinen pastırma çemeni kokusundan çok rahatsız olduğu için evi üç gün üst üste sabunlu sularla yıkamış, temizlemiş.

Üç gün sonra çemen kokusunun gittiğinden emin:

- Çok şükür kokuyu hallettim!, deyince zamanında kendisi de başka bir şehirden Kayseri'ye gelin gelen kaynanası kalkmış, sarılıp gelini öpmüş:

- Aramıza şimdi hoş geldin. Sonunda sen de çemen kokusuna alıştın, demiş.

İnsanlık için yüz karası bu haber bize garip bile gelmiyor ama ‘‘çemen kokusunu unutmuş’’ Türklerin feryadı böyle!

* * *

Bu haber her şeyden önce Türk Tıp Hayatı için bir an önce üzerine gidilmesi gereken bir konudur.

Bürokrasinin emrine giren tıp etiği altından zor kalkacağımız bir milli ayıptır.
Yazının Devamını Oku

Bir komplo teorisi: Irak'ta El Hakim cinayeti

3 Eylül 2003
<B>BU </B>köşeyi zerre kadar okuyanlar bilirler. <B>Komplo teorilerine</B> prim vermek istemem. Komplo <B>‘‘ayartmak’’</B> demek ve (kimin kimi) ayarttığının özüne bu metoda göre salt <B>akıl oyunları</B> ile varılır. Akıl oyunları ise hipotezi/hüküm cümlesini (tersten) sınayarak değil, sadece mantıklı (ama eksik) sorular sorarak doğrulamaya çalışır.

Mahir Kaynak Hoca'
nın bir şablon sorusu vardır. Ardı arkası bilinmeyen bir olay olduğunda bunun zanlılarını tespit etmek için o:

- Bu işte kim kazandı, kim kaybetti? diye sorar.

Sonra da tümdengelim -olasılığı düşük açıklamaları eleyerek- bir hüküm cümlesine varır.

Kaynak Hoca'nın izni ile ben bugün El Hakim suiskastına aynı metodoloji ile yaklaşacağım!

* * *

El Hekim suikastı ile kimler kazandı, kimler kaybetti?

Irak'ın tahminen 25 milyonluk nüfusunda %65-70 temsil oranı ile en büyük grubu oluşturan Şiiler arasında en güçlü lider olduğu inkár götürmeyen ve en önemlisi ABD işgaline en yakın duran Muhammed Bagır El Hakim'in öldürülmesine en çok onu sevenler üzülmüşlerdir ama bu cinayette en fazla kaybeden ABD'dir!

‘‘Irak'a düzen getirme mücadelesini’’ yüzüne gözüne bulaştırmış olan ABD bu en güçlü ve yakın müttefikini kaybederken bölgede en büyük darbeyi yedi.

* * *

- Peki kim kazandı?

- Cinayet, bölgeye değil herhangi bir düzen getirmek, bölgedeki kaosu beter hale getirdi.

- Peki kim bu kaostan kazanır?

- ABD'nin orada düzen kurması işine gelmeyenler!

- Kim bunlar?

- Radikal Şiiler, Baasçılar, El Kaide, hatta bazı Kürt unsurlar vb. bölgede yerleşik unsurlar!

Hepsi kabul, ama 21. yüzyılın siyasi sınırlarını çizmek amacıyla başlatılan bu savaşta bir de şu rakamaları hatırlayın!

* * *

2000 yılı itibarıyla, ABD dünya ekonomik üretiminin % 26'sını yerine getiriyor. Rakamlara ABD kökenli ulusötesi işletmeleri katarsanız, bu pay % 75-90 seviyelerine yükseliyor.

Gelişmiş ülkeler hep birlikte dünya ekonomik üretiminin % 77'sini karşılıyorlar ve dünya enerji tüketiminin % 48'ine hükmediyorlar.

Dünya üretiminin % 26'sını karşılayan ABD, dünya petrol tüketimin % 28'ine hükmediyor -bizim payımız % 0.07. Tek başına gelişmiş ülkelerin petrol tüketiminin % 58'ini yapıyor.

Ancak, bu pay ABD'ye yetmiyor. Zira, ABD Enerji Bakanlığı'nın hesaplarına göre:

ABD enerji tüketimi içinde ithalatın payı 2000 yılında % 55 iken bu pay büyüyen ekonomi karşısında 2025 yılı itibarıyla % 70'e çıkmak zorunda.

Bu da ABD'nin dünya petrol payını önümüzdeki 25 yılda (% 55'ten % 70'e) kabaca % 28 artırması anlamına geliyor.

ABD petrol ithalatının % 28 artması; diğer gelişmiş ülkelerin petrol tüketiminin kabaca % 17 azalması demek!

* * *

Şimdi tekrar düşünelim; kaosu körükleyen cinayette kimler kazandı, kimler kaybetti?
Yazının Devamını Oku

Ülkücü komünistler rezil oldular

1 Eylül 2003
<B>HAFTA </B>içinde arkadaşlar soruyorlardı: - İşçi Partisi, Ülkü Ocakları ve Atatürkçü Düşünce Dernekleri'nin diğer aklı evveller ile yapacağı mitingi neden yazmıyorsun?

Ben de cevap veriyordum:

- Dur hele, önce bir rezil olsunlar, öyle yazacağım.

‘‘Yeter ki soğan başı kadar hükmüm olsun, her türlü darbekatörlüğü yaparım abi!’’ diyen Doğu Perinçek ve Mahdumu A.Ş.'nin geçen kış ‘‘Rauf Denktaş'a destek’’ gösterisinde de nasıl rezil olduklarını hatırladığım için miting gününü bekliyordum.

* * *

Hatırlarsınız, Perinçek A.Ş. ve 100 çeşit aşure harcı kıvamındaki grup, Denktaş'a destek için yaptıkları mitinge 1500 kişi dahi katılmayınca, grup başına 1.5 porsiyon Adana edasında ‘‘O gün çok soğuktu da vatanseverler ondan gelmediler’’ diye açıklama yapmışlardı.

Aynı gün ve aynı soğukta, bir pazar günü oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçını ise 40 bin kişi statta seyretmiş, 20 bin kişi de maça giremediği için stat dışında gösteri yapmıştı!

İşçi Partisi, Ülkü Ocakları, Atatürkçü Düşünce Derneği Gençlik Komisyonları'nın ortaklaşa yaptığı, gür sesli uyduruk bilim adamlarının aşure fasulyesi olarak desteklediği, zamanında parmağını Suriye'ye sallayarak Apo'ya göz dağı veren ateşli paşaların yanında yer aldığı, hep beraber karşısında susta durdukları Susurluk fatihlerinin uzaktan kumanda ettikleri, velhasıl tüm ihtilal aşığı zevatın rol aldığı

- Bizim adımız Kızıl Elma; sakın ha darbecileri yorma! mitingi 30 Ağustos Cumartesi günü yapıldı ve mitinge çeşitli gazetelere göre, sağdan soldan temin edilen, sayıları ancak ve ancak 700-1000'i bulan darbekolikler katıldı!

* * *

Milletin zerre kadar iplemediği nümayişe ilgi sayıca çok azdı ama hafta içinde basının ilgisi gereğinden çoktu.

Basın soruyordu:

- Nasıl olur da, Perinçek ile Ülkücüler bir araya gelir?

Zerre kadar yakın tarihi hatırlayanlar ise bu ‘‘seviyeli birlikteliği’’ hiç yadırgamıyorlardı.

Birliktelik son otuz yıldır darbe çığırtkanlığı yapan ve darbelerden ortaklaşa geçinenlerin bildik birlikteliği idi.

* * *

Bu beraberlik; 60 yaşından sonra bile her sabah başka bir darbeciye susta duran, giderayak mahdumunu yeni darbekatör-veliaht olarak yetiştiren bir peder ile çek-senet mafyası ve dahi Türki Cumhuriyetleri dolandırıcıları olarak temayüz eden bir grubun aralarına darbe-ibrikçilerini aldıkları bir birlikteliktir.

Bunlar 12 Mart'ta, 12 Eylül'de doğrudan rol amış, darbe sonraları doğan puslu havada geçimlerini sağlamış, esasında hep cukka peşinde koşmuş, 28 Şubat'tan sonra da ‘‘Susurluk ayranına’’ fit olmuş garip insanlardır.

Ne mutlu bize ki artık yapayalnızlar!

Not:
Ülkücü komünist terimi ‘‘Bu günleri de mi görecektik!’’ diye yakınan eski ve samimi bir ülkücü dostuma aittir.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs'ta beyhude oyunlar

30 Ağustos 2003
<B>DEVLET, vatandaşını</B> yanlış yönlendirir mi? Türkiye'de beyhude gayretler sökmedi ama statükonun son kalesi <B>KKTC'</B>de oyuncular oyunlarını oynamaya devam ediyorlar. Aldatmaca oyunları Ada'da Aralık 2003'e dek sürecek.

Kıbrıs'ta oynanan son iki oyun:

1) TC ile Gümrük Birliği ve

2) yeni kurulan Tazminat Komisyonu'dur.

* * *

Helal olsun, KKTC ve dahi TC'de şahinler bazı bakanlarımızı kafakola aldılar ve sadece kendilerinin tanıdığı bir Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalattılar.

Anlaşmadan önce de yazdım, böyle zırva olmaz. Türkiye'nin Helsinki'de attığı imza ve Gümrük Birliği Anlaşması'na göre Türkiye'nin bir üçüncü ülke ile gümrük birliği yapması için tüm AB üyesi ülkelerden teker teker ‘‘olur!’’ alması gerekir.

Beyzadeler, yedi düvele rezil oldular.

Aynı akıldaneler, Rumların 1974'te kaybettikleri mülkiyet haklarının tazmin edilmesi için başvurabilecekleri bir Tazminat Komisyonu'nu yıllar sonra kurdular ve bu komisyonu AİHM'nin tanıdığını ilan ettiler.

En son, AİHM Eugina Michaelidou Developments Şirketi'nin sahip olduğu ve Türk askerlerinin izinsiz kullandığı iki katlı ev dolayısı ile kaybettiği hakları için haklı buldu ama kira bedelini (değerini) tayin edemediği için tazminatı iki tarafın (TC ve davacı) kendi aralarında çözmelerini istedi. (31.07.2003)

Aklı evveller; bu kararı millete ‘‘1986-1996 yılları arasında KKTC'deki mülkiyetleri üzerindeki haklarının kısıtlandığını belirten Rumları haklı bulan mahkeme ancak kendilerinin KKTC'de yeni kurulan Tazminat Komisyonu'na başvurmadıkları için Türkiye'yi tazminata mahkûm etmedi’’ diye duyurdular.

Açıkçası, koskoca devletlüler millete resmen yalan söylediler!

* * *

Halbuki, aynen ölü doğan Gümrük Birliği gibi Tazminat Komisyonu da ölü doğdu.

‘‘AİHM bu konuda cevaz verecek’’ diyen Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, KKTC yetkilileri gibi birlikte çuvalladılar.

* * *

KKTC, Tazminat Komisyonu'nu 30.06.2003 tarihinde kuruyor ve 2.07.2003'te AİHM'ye bildiriyor.

Ancak, AİHM bu itirazı yıllar önce yaptığımız ‘‘ilk itirazlar’’ arasında yer almadığı için dikkate dahi almıyor.

Mahkeme önünde görülmekte olan davalarda bu itiraz hiç dikkate alınmayacak.

Rauf Denktaş dahi bu tazminatların Türkiye'yi toplamda 25-30 milyar dolar tazminata mahkûm edebileceğini kabul etmişti.

Ayrıca, Demades tazminatı ile ilgili davada Türk hákimi Rıza Tüzmen çekildi. ‘‘Dava bizi bağlamaz’’ diyen Türkiye onun yerine ‘‘davaya özgü hákim’’ olarak bir KKTC hákimini değil, yine bir TC hákimi olan Feyyaz Gölcüklü'yü atadı!

‘‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!' sözü de AB'de kullanılan tüm dillere anında tercüme edildi.

* * *

Son dönemini yaşayan KKTC'li ve dahi TC'li şahinler artık her türlü desiseye başvuruyorlar.
Yazının Devamını Oku

Cuneyt Ulsever: Thank You Full Gen. Sariisik

28 Ağustos 2003
“I do not know much about Gen. Sukru Sariisik, the new Secretary General of National Security Board (MGK), and I have never met him before. However his speech in the handing-over ceremony impressed me a lot…His speech was on grasping the multi-dimensional equations of the global world. “The security concept in the global world should be shaped in accordance with political, social, and economic considerations.” This words of Sariisik expresses an open and analytical view, which fully grasps the changing world.

“…There is a mainstream mentality in Turkey, which knows not only militarism but also economy and politics well, however ignores sociology. Following this mentality, the speech of Sariisik relieves us while the generals who retired were greeted with the following words of Chief of General Staff Hilmi Ozkok, “The security climate in which we live requires a more mature mentality. Otherwise we cannot save ourselves from those who repeat the past and stay where they are overlooking the change.” They will be remembered as such. Gen. Sariisik, please do not forget your speech.”

Yazının Devamını Oku

Teşekkürler Org. Şükrü Sarıışık

28 Ağustos 2003
<B>YENİ </B>MGK Genel Sekreteri'ni hiç tanımam, hiç karşılaşmadım, üstelik görüşümü ileride değiştirebilirim ama Org. Sarıışık'ın devir-teslim töreninde yaptığı konuşma beni çok etkiledi. Konuşma emekli-genç subaylar yüzünden güme gitti ama TSK'nın olası yeni insan sermayesini kavramak adına önemli.

* * *

Sarıışık'ın konuşması küresel dünyanın çok-boyutlu denklemlerini kavramaya yönelik bir konuşma.

‘‘Küresel dünyada güvenlik konsepti, siyasal, sosyal ve ekonomik mülahazalar da dikkate alınarak şekillenmeli.’’

Mealen aktardığım bu yaklaşım çok-boyutlu, analitik düşünceye açık, paylaşımcı, dünyadaki değişimi kavrayan bir görüşü ifade ediyor.

* * *

Türkiye'de iki türlü düşünce sistematiği çatışıyor.

Bir kanalda bazı köşe yazarları, hukuk adamları, siyasiler ve askerler var.

Bunlar sözüm ona ağırlıkla (eski) solcu kişiler.

Ancak, diyalektiği zerre kadar kavramadıkları da kendinden menkul.

Onlar beyinlerini tarihin bir döneminde dondurmuşlar.

1960 darbesinin başaktörleri genç subaylar, 1974 Kıbrıs fatihi Bülent Ecevit, yine 1974 Kıbrıs kahramanı Rauf Denktaş, 12 Mart mağduru Mümtaz Soysal, 12 Eylül mağduru köşeli yazarlar, 28 Şubat'ın fikir babaları Y.G.Özden ve Vural Savaş, demokrasinin supap ayarcısı Çevik Bir vb. önemli oldukları dönem sona erince akıl kullanmayı da anında durduruyorlar.

Sonunda da tek-boyutlu, ben-merkezli, şematik ve totalojik, hüküm vermek için analoji/benzeşmeye başvuran bir düşünce sistematiği geliştiriyorlar.

Düşünce sistematikleri şu iki cümle sığlığında oluşuyor:

1) ‘‘Tarih tekerrürden ibarettir.’’

2) ‘‘Biz bir zamanlar neydik mirim!’’

Bu düşünce yapısı da onları:

a) milletten uzak,

b) değişime tamamen kapalı hale getiriyor.

* * *

Darbeleri iyi ve kötü darbeler olarak ayırt eden, 27 Mayıs'ın ipe gönderdiği siyasi liderler nedeniyle millet tarafından nasıl anıldıklarını iplemeyen, akıldane gazeteye genç askerlerin görüşlerini yansıtıyormuş havasında 60 yaşından sonra kendilerini genç subaylar diye yutturan bu aklın sefaleti giderayak çenelerini tutamayan paşaların konuşmaları ile 7 düvele ilan edildi.

Sadece askerliği değil ekonomi ve siyaseti de pekálá bilen, sosyolojiyi ise yok sayan bu zihniyetin ardından Org. Sarıışık'ın konuşması yüreklere serin sular serpiyor.

Emekliye ayrılan paşalar ise Org. Hilmi Özkök'ün şu ağır sözleri ile yolcu ediliyorlar:

‘‘İçinde bulunduğumuz güvenlik ortamı, personelin; ulusal hedeflerin tespitinde ve ulusal gücü oluşturan tüm unsurların uyumlulaştırılmasının sağlanmasında çok daha olgunlaşmış bir fikri yapıda olmasını gerekli kılıyor. Aksi takdirde geçmişin kopyacısı olanlardan ve değişimin farkına bile varamadan yerinde sayanlardan kendimizi kurtarmamız mümkün olmayacaktır.’’

* * *

Ne yazık onlar böyle anılacaklar!

Org. Sarıışık; lütfen siz veciz konuşmanızı hiç unutmayın.
Yazının Devamını Oku

KKTC'de yeni bir gelişim: Çözüm ve AB Partisi!

27 Ağustos 2003
<B>ARTIK statükonun</B> tek ve son kalesi <B>KKTC</B>! Türkiye'de <B>Mümtaz Soysal</B>, Kıbrıs'ta <B>Rauf Denktaş</B>, sığ ve köhnemiş düşünce geleneğini devam ettirerek, ‘‘Bari Türkiye'nin gelişmesini Kıbrıs üzerinden engelleyelim’’ güdüsü ile mücadeleye devam ediyorlar. Haliyle, Kıbrıs'ta da çözümden yana olan güçler de boş durmuyorlar.

Aralıkta yapılacak seçimlere yeni bir parti de katılacak:

KKTO Başkanı Ali Erel'in başkanlığını yaptığı Çözüm ve AB Partisi (ÇABP).

* * *

Annan Planı'na yakınlığı nedeniyle Kıbrıslı muhaliflerin gönlünde taht kuran Ticaret Odası Başkanı Ali Erel'e,

- Neden yeni bir parti? diye sorduğumda:

- Denktaş taraftarı (UBP-DP) kitle %70'lik oy tabanından %20'lere düştü. Ama bunların en az %30'u CTP'nin (Mehmet Ali Talat) başını çektiği sol partilere gitmiyor, dedi.

Erel'e göre; Denktaş'tan kopmuş ama hálá sağ ve liberal demokrat çizgiden kopmamış %30'a Meclis'te temsil hakkı kazandırmak gerekiyor.

Soruyorum:

- Neden muhalefet bir çatı altında toparlanmıyor?

- Sol birlikte hareket ederse, örneğin sosyal demokratlar, komünistlerle beraber olursa, kendi tabanını kaybetmekten korktuğunu söylüyor.

- Neden CTP ile siz aynı çatıda hareket etmediniz?

- Biz belirli bir kontenjan çerçevesinde CTP çatısı altında toparlanırsak, yine bu %30'luk liberal-anti Denktaşçı kitle CTP'ye oy vermeyecek.

- Neden sizin farkınızı koruyacak eşit bir ortaklık kurmuyorsunuz?

- CTP ‘‘eşit ortaklığı’’ istemedi. Sadece ‘‘Gelin bize katılın’’ dedi.

* * *

ÇABP'nin kuruluş deklarasyonuna göre:

‘‘....DP-UBP hükümetinin (Annan Planı için referandumu reddeden-C.Ü.) tavrı bardağı taşıran son damla olmuştur... Çözüm ve AB Partisi, çözüm cephesindeki diğer partilerin yanında, halkımıza yeni bir seçenek sunmak amacı ile oluşturulmuştur. Çözüm ve AB isteyen her bireyin kendi oyunun da temsil edildiğini bilmesi önemlidir...’’

* * *

Liberal görüşlerine katıldığım, demokrat tavırlarından hayli etkilendiğim Ali Erel ve arkadaşlarına başarılar diliyorum.

21. yüzyılı özümsemiş, piyasa ekonomisini tanıyan, bireyin öneminin farkında, özgürlüklere sahip çıkan, AB'nin getirilerinin bilincinde bir partinin KKTC Meclis'inde temsil edilmesi Kıbrıs için önemli bir aşama olacak.

* * *

- Çok başlılık bölünme yaratmaz mı? diye aklıma gelen soruya ise Kıbrıs uzmanı Kıbrıslı bir dostum:

- Yaratmaz, zira KKTC'de partiler arası karma liste yapmak mümkün. Bu parti ile çözüm yanlılarının daha geniş bir yelpazede çok daha fazla ‘‘çözüm yanlısı milletvekili’’ni Meclis'e sokması mümkün olacak, diye cevap verdi.

* * *

Kıbrıs'tan gelen haberlere göre Ali Erel'in ÇABP'si kurulduktan sonra Rauf Denktaş'ın sinirleri iyice bozulmuş!
Yazının Devamını Oku

Giderayak paşalar...

25 Ağustos 2003
<B>GAZETELERE</B> emekli olacak paşaların ‘‘Muhtıra’’ benzeri konuşmalar yapacağı yansıdı ancak bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. Diğerlerini tenzih ederim ama emeklilik dönemi gelen paşalar biraz öfkeli oluyorlar. 30 Ağustos'a kadar susmaları çok zor oluyor.

Emekliye ayrılan herkesi hüzün sarar, muhakkak ki zor günler geçirirler ama bazıları giderayak daha soğukkanlı olmalı.

Yekta Güngör Özden, Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu, Mümtaz Soysal, Vefa Küçük, Doğu Aktulga, Erol Özkasnak... ve nihayet Çevik Bir zamanında çok estiler ama şimdi hiç hatırlanmıyorlar. Zamanında:

- Paşam darbeyi ne zaman yapıyorsunuz? diye başkalarının yanında paşalara sorular soracak kadar yakın duran köşe yazarları dahi bu isimleri pek hatırlamıyor.

* * *

Giderayak kükreyen son paşamız Çetin Doğan da ‘‘Irak'a asker gönderme’’ konusu etrafında dolaşıyor.

Ben şahsen Paşa'nın Irak'a asker göndermenin doğru olmadığını söylemeye çalıştığını anladım ama gerekçelerini hiç anlamadım.

O sadece bazı tarihi olaylar ile analoji/benzeşme yaparak görüşünün doğruluğunu ispatlamaya çalışıyor. Ancak, analojisi ‘‘imparatorluk’’ kavramını dışladığı için ortaya Osmanlı'yı yok sayan bir görüş çıkıyor.

Bunun dışında paşa neden Irak'a asker gönderilmesine karşı çıktığını somut gerekçeleri ile yapılan bir analiz çerçevesinde anlatmıyor, ya da anlatamıyor.

* * *

Bakın gazetelere yansıyan son gelişmeye:

‘‘İki günde 9 Türkmen'in öldürüldüğü Kerkük'te Amerikan askerleri dün akşam Irak Türkmen Cephesi bürosunu bastı. İki Türkmen'in cenaze töreni öncesi kentte endişeli bir bekleyiş hákim. Gelişmeler üzerine ABD nezdinde girişimde bulunan Türkiye, Talabani'yi de ‘provokatif eylemler' konusunda uyardı.’’

Paşam şimdi ne yapalım?

Yaptığımız doğru mu? Yok, yanlış veya eksik ise başka ne yapalım?

Sizin analoji merkezli mantığınıza göre:

‘‘Kerkük müstemleke dahi değil, Türkmenlerden bize ne, çek ipini gitsin!’’ mi diyelim? Yoksa:

‘‘Irak'ın bütününe değil ama sadece ucundan Kuzey Irak'a girelim’’ diyerek ben-merkezli bir salvo mu atalım?

Bu soruya doğrudan ve gerekçeli bir ‘‘askeri cevap’’ vermeli.
Yazının Devamını Oku