Cüneyt Ülsever

Son zırva: KKTC ile gümrük birliği!

9 Ağustos 2003
<B>ÖNCE </B>bir arkadaşım telefonda söyledi: -<B> TC</B> ile <B>KKTC</B> gümrük birliği yapıyormuş! - Saçmalama, her gün Rauf Amca bir şey çıkarıyor, siz Kıbrıslılar da peşinden gidiyorsunuz.

- Yok bu sefer siz çıkardınız!

* * *

Ben bazen AKP'yi anlamakta zorluk çekiyorum. 6., 7. pakette alkışladığımız AKP böyle bir karar almaya niyetlenerek:

1) ya şahinler ve Rauf Denktaş'ın yeni bir oyununda ketenpere oluyorlar,

2) ya zır cahiller,

3) ya da dünyayı salak zannediyorlar.

4) Ancak şurası kesin ki bizlerle alay ediyorlar.

Sonra Kürşad Tüzmen ve Abdüllatif Şener'i TV'de seyrederken yukarıdaki tüm şıkların doğru olduğuna kanaat getirdim.

Ortada kapı gibi KKTC'ye ambargo uygulayan iki BM kararı var, Gümrük Birliği Antlaşması var, AB kuralları var; hepsinin altında imzamız var, bizimkiler akılları sıra cinlik yapacaklar.

KKTC ile TC gümrük birliği antlaşması imzalasa ne yazar, imzalamasa ne yazar!

* * *

Ne oldu?

Rauf Denktaş ve Törkiş şahinleri kendine kılavuz seçen hükümet bir kez daha dış politikada adına ‘‘skandal’’ denecek bir hezimete uğradı.

Türkiye KKTC ile gümrük birliği anlaşması yapamayacağını bilmez mi?

Bakanlar cahil olsa bile birileri bal gibi bilir!

Buna rağmen Denktaş efendi istedi diye KKTC ile T.C. arasında bir entegrasyonun yolunu açmak için böyle bir protokol anlaşmasını gündeme koymaya kalkmak dünyanın ağzını kullanmadan güleceği bir zırvadır.

* * *

Ben samimi olarak Rauf Denktaş'ın zihinsel melekelerine bir şeyler olduğuna inanıyorum.

Gün geçmiyor ki yeni bir garabeti ortaya atmasın.

Önce Kıbrıs meselesi bütündür dedi, sonra meseleyi kendi elleri ile parçalamaya başladı: Ver kurtul!

‘‘Kıbrıs pasaportu alan Rum pasaportu almış haindir’’ dedi. Sonra fikir değiştirdi: ‘‘1960 Anayasası'na göre en doğal hakkımızdır’’ dedi. Sonra yine döndü, ‘‘Kıbrıs pasaportu alanlara oy hakkı verilmesin’’ dedi.

Önce ‘‘Loizidu davasından bahsedenler haindir’’ dedi, Türkiye tazminatı kabul edince yine bir kez daha döndü ve tutarı 25-30 milyar doları bulacak tazminatlar için ‘‘Bizim mahkemeler bu davalara baksın’’ deyiverdi.

Ardından ‘‘Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin Loizidu gibi davalardan korkmaması gerektiğini, son 40 yılda Kıbrıs'ta yasananlar tartışıldığında aslında Türk tarafının alacaklı çıkacağını...boşaltılan 103 köy için Rumlar aleyhinde AİHM'de davalar açılabilmesinin yollarının araştırıldığını’’ söyleyiverdi.

* * *

Hadi Rauf Denktaş menfaati ve yaşı gereği böyle dönebiliyor.

Bizim bakanların beynine oksijen gitmiyor mu ki, Denktaş'ın peşine düşüyorlar, bizi dünyaya rezil ediyorlar?

* * *

NOT: 11-24 Ağustos arası izinliyim. 25 Ağustos Pazartesi buluşmak üzere bana müsaade!
Yazının Devamını Oku

Türk solu bitti mi?

7 Ağustos 2003
<B>HAŞA </B>ve asla! İki gündür <B>sol ağırlıklı</B> Türk aydınının <B>statükoya</B> destek verme adına <B>faşistleşmesi</B> üzerine yazdığım yazılara olağanüstü olumlu tepkiler geldi. Meğer insanımızın Türk aydınına karşı birikmiş bir hırsı varmış. Millet, sözüm ona aydınların kendisini dışladığının farkında.

Yazılarıma büyük destek verdiler.

Ancak, bazı okurları da istemeden üzdüm.

Bazı solcu okurlar beni ‘‘genelleme yapmak’’ ile suçladılar.

Onlar ‘‘Tüm solcuları böyle mi görüyorsun?’’ diye sordular.

* * *

Sovyetler'in çöktüğü
dönemde bir sürü düşünür ‘‘Marksist felsefe göçtü’’ diye yazarken ben, ‘‘Marksist felsefe asla göçmez, belki zaman zaman geriler ama ölmez; göçen Sovyet siyasi sistemidir’’ diye yazmıştım.

Kişisel görüşüme göre; 21. yüzyılda da iki klasik felsefe okulunun dışında bir siyasi felsefe okulu gelişmemiştir.

Bu iki klasik okul, alt kategorileri olmakla beraber, ‘‘Liberal felsefe’’ ve ‘‘Marksist felsefe’’ olarak genelleştirilebilir.

Bu iki ana damar birbiri ile didişerek, yarışarak, kimi zaman biri, kimi zaman diğeri öne geçerek var olurlar.

Düşüncenin diyalektiği gereği birinin ölümü diğerinin de ölümü demektir.

Üstelik, şimdi liberaller tarafından baş tacı edilen Hayek, Karl Popper gibi liberal düşünürlerin zamanında nasıl dışlandığını da bilirim.

Tıpkı solcuların sağcı, sağcıların solcu diyerek dışladıkları Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ancak ölümünden yıllar sonra keşfedilmesi gibi!

* * *

Bugün itibarıyla ben ‘‘Birikim ekolünden’’ (Ömer Laçiner-Murat Belge) çok şey öğreniyorum.

ÖDP'yi heyecanla izliyorum.

Mehmet Ali Aybar saygı ile yád ettiğim düşünür ve politikacımızdır.

Gerçek solcular ile bahsettiğim üfürükten solcuların herhangi bir alakası yok. Sadece üfürükçüler daha çok ortadalar.

Ancak, tüm solcu dostlara yine de birkaç sorum var:

1) Benim kendimi ait hissettiğim liberal felsefe teorik olarak serbest pazarın tüm üretim faktörlerine hak ettikleri payı vereceğini iddia ediyor ama yaşanan pratikte -özellikle Türkiye gibi ülkelerde- emek marjinal katkısının payını piyasadan alamıyor. Solcular neden ‘‘gelir dağılımı’’ vurgularını unuttular, anlamıyorum. Onların önerileri -sakın bana devletleştirme demeyin- nelerdir, bilmiyorum.

2) Küresel dünya bilişim-teknolojisini öne çıkardı. Solcu arkadaşlar hálá neden ‘‘emeğin kol gücüne dayanan analizler’’ yaparlar, yine anlamam.

Tamam, küresel dünyaya karşılar ama karşıt politikaları nelerdir, en azından ben bilmiyorum.

3) Solcuların tarım politikalarının -sakın destekleme alımları demeyin- ne olduğu da belli değil.

4) Herkese bedava eğitim, fakir olanın zengin olanın eğitimini finanse etmesi sonucunu verdiğine göre, solcuların eğitim politikaları nelerdir?

* * *

Yaşasın gerçek sol!

Yazının Devamını Oku

Türk aydını nasıl statükocu oldu?

6 Ağustos 2003
<B>ESKİ solcu-yeni faşist</B> Türk aydınının ne istediği çok belirgin: <B>Askeri vesayete sığınmak!</B> Halbuki bu kesim ‘‘hukuk devleti’’, ‘‘ifade özgürlüğü’’, ‘‘insan hakları’’, ‘‘anayasal güvence’’, ‘‘kişisel haklar’’ vb. gibi liberal-demokrat kavramları, kendi sol idealleri ile mecz ederek, Türkiye gündemine ilk kez getiren bir kesimdir. Bu yüzden de zamanında çok eziyet çektiler.

Ancak, nereden nereye?

Mahkeme zabıtlarına geçmiş şu ifade kime ait?

‘‘Ordusu, polisi, hapishaneleri ve bürokrasisiyle halkımız üzerinde ağır bir yük olan hákim sınıfların devleti nasıl yıkılacak? ...Bu devleti devrimle yıkmaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Hákim sınıfların zorbalığı karşısında, halkın gizli teşkilatlanması kadar meşru bir şey olamaz...’’ (www.aydinlik.com)

İfade şimdilerde ha babam orduya övgüler düzen, seçimlerde ‘‘asker arkamda’’ diye böbürlenen, ‘‘millici güçler’’in kendisini görevlendirdiğini söyleyen, 2 Kasım'da ‘‘%10'dan fazla oy alacağız!’’ diyen bir kapakla dergi çıkaran, 3 Kasım'da ancak %0.5 oy alınca da ‘‘seçimlere dün gece ABD müdahale etti’’ diyerek durumu izah eden, 3 Kasım sonrası benzer mağlubiyetler yaşayan bazı partilerin liderleri istifa ederken oralı dahi olmayan bir insana ait!

* * *

Kıbrıs için ürettiği gürüşlerle Türkiye'yi hem dünyaya rezil eden, hem başını belaya sokan bir diğer solcu ağabeyimiz şimdilerde Kıbrıs konusunda ha bire yalpalayan görüşlerin de ağabeyi!

Çaresiz aklı en son; Kıbrıs meselesinin bütününden ayırt edilip Maraş'ın Kıbrıs'ta karşılıklı kullanıma açılmasını teklif etti. Ama bakın daha önce aynı konuda ne demiş?

‘‘.....Hata Maraş sorununun ‘bağlantılı bütünlük' anlayışı dışında, ayrı bir ‘mini parça' biçiminde ele alınmasına katlanmakla başlamıştır... Türk diplomasisinin bu çok basit noktayı anlamamış olması gerçekten şaşırtıcıdır... Kıbrıs sorununun öbür yönleri de aynı yolla çözülecekse, Türk tarafının yenilgiyi şimdiden kabul etmesi gerekir....’’

(Hürriyet- 09.06.1993)

* * *

Bunlar neden böyle yalpalıyorlar, kendi kendileri ile bu kadar açık çelişip; geliştirdikleri yeni-faşizan görüşleri ile statükonun emrine neden giriyorlar?

Statüko bunların psikolojik bir zaafını çözüyor da ondan!

Bunların hemen hepsi statüye düşkün insanlar.

Soğan başı dahil herhangi bir şeyin başı olmak uğruna her şeyi yapmaya hazır oldukları için statüko bunları en sonunda maddi-manevi teslim alıyor.

Bunları millet baş tacı etmeyince, kendileri statükoyu baş tacı ederek statü kazanıyorlar!

Parti başkanı, danışman, köşe yazarı, prof. oluyorlar, bazen punduna getirip bakan bile oluyorlar, dergi çıkarıyorlar, TV kuruyorlar, kapatılan partilerini anında yeniliyorlar vb...

İçinde milletin olmadığı her şeyi oluyorlar, üstelik ‘‘içinde milletin olmadığı o şeyi’’ olurken maddi sorunları olmuyor.

* * *

Bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Eski-solcu/yeni-faşistleri anlamak için bu soruya cevap bulmak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Türk aydınının sefaleti!

4 Ağustos 2003
<B>BU </B>seviyede <B>akıl yürütme sığlığı</B> ancak Türkiye gibi bir ülkede yerleşebilir. Genellikle solun hákim olduğu Türk aydını -enteli- son bir yıldır evrensel tüm sol kabulleri yıkıyor ve ülke için adına yeni-faşizm diyeceğimiz bir yapı öneriyor. Daha doğrusu zaten statükonun genlenlerine gizlenmiş tepeden bakan-buyurgan tavrın daha da derinleşmesini talep ediyor.

* * *

Sözüm ona aydınlar; Türkiye AB serüveninde Kopenhag Kriterlerine yaklaştıkça önce çileden çıktılar, şimdi de zıvanadan çıkıyorlar.

Meseleler hakkında analiz yapmanın zerre kadar kenarından köşesinden geçmemiş bu uyduruk aydınlar bakın hangi konularda fikir birliği ediyorlar:

1) Askeri vesayet güçsüzleştiriliyormuş!

Dünyada ‘‘askeri vesayet’’ isteyen tek entel güruhu herhalde Türkiye'dedir.

Aralarında sosyolog olan bir ağabeyimiz bir TV programında, canlı yayında askeri darbeleri ikiye ayırmıştı:

- İyi ve kötü darbeler!

27 Mayıs iyi, 12 Mart ve 12 Eylül kötü, 28 Şubat şahane!

- İşime gelen ve gelmeyen darbeler!

Bir diğer Anayasacı ağabeyimiz -ki kendi de 12 Mart'ta çok çekmişti-, Kıbrıs'ta başımızı belaya soktuğu yetmemiş gibi, şimdi de darbe çığırtkanlığı yapıyor.

El insaf!

* * *

2) Asker güçsüzleşirse, AKP'nin esas yüzü ortaya çıkacakmış.

Asker giderse şeriat gelirmiş!

Utanmadan ve sıkılmadan düşünce sistematiğinin en sefili olan totalojiye sığınıyorlar.

Özgürlüklerin arttığı her ortamda her türlü ideoloji kendisine çeşitli yeni açılımlar yaratır.

Özgürlüklerin arttığı ortamlarda komünizm, faşizm, Kürtçülük vb. tehlikesi de artar.

Bir yerden bir yere en hızlı ve rahat uçakla gidilir ama uçağa bindiğiniz anda düşme tehlikesi de artar.

İşte bu aklı evveller düşme tehlikesine karşı, kaza tehlikesini en aza indiren kağnı arabası ile seyahat etmeyi öneriyorlar.

Akılları ötesine yetmiyor.

‘‘Hukuk devleti bizi korumaz mı?’’ diye soruyorsunuz, bunlar ‘‘illa ki askeri vesayet istiyoruz’’ diye çırpınıyorlar.

Anladığım kadarıyla; çoğu askerden zamanında dayak yemiş bu ekipte postal kokusu alışkanlık yapmış.

* * *

3) Genelkurmay Başkanı'nı açıkça sevmiyorlar. Başkan'ı ‘‘postal göstermediği’’ için pasif buluyorlar.

4) Milleti de sevmiyorlar. Seçim öncesi ‘‘asker arkamızda’’, ‘‘millici güçler dibimizde’’, ‘‘%10 cebimizde!’’ diye dolaşıyorlar, millet bunlara %0.05 bile oy vermeyince çekip gitmiyorlar; hiç utanmadan ve sıkılmadan oturdukları sandalyelere daha beter yapışıyorlar.

* * *

Türk entelleri; eski solcu-yeni faşistler milletin tekmesini sevmiyorlar ama postal tekmesine bayılıyorlar.
Yazının Devamını Oku

Güneş Taner'in mektubu!

2 Ağustos 2003
<B>30.07.2003</B> günü yazdığım yazıda <B>Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'</B>nun 22 eski bakan hakkında aldığı kararları teker teker irdelemiştim. Adı geçen bakanlardan doğal olarak bazı tepkiler geldi. Bugün, bana göre, tarihimizin en ilginç davalarından birisi olmaya aday ‘‘Türkbank ihalesi’’ ile ilgili Güneş Taner'in yolladığı mektubu yayınlıyorum:

* * *

Ben yazmıştım ki:

‘‘...Yine bir örnek gerekirse, Komisyon'a verdikleri ifadelerinde ‘bizim haberimiz yoktu, memurlar yapmış' diyerek emirlerindeki memurları satan Mesut Yılmaz ve Güneş Taner'in Türkbank ihalesi ile ilgili nasıl bizzat Kanal 6'ya genel müdür atadıklarını, Korkmaz Yiğit ile ilgili Emniyet duyurularını nasıl kaybettiklerini, kaybettikleri Emniyet raporlarına rağmen Korkmaz Yiğit'e nasıl para bulmak için çırpındıklarını, iş ortalık yere dökülünce nasıl ihaleden evvel ellerine geçen Emniyet suçlamalarını alelacele ortaya çıkardıklarını ben bizzat o dönemden biliyorum.’’

* * *

Güneş Taner
de diyor ki:

‘‘...Bugünkü yazınızın son paragrafında benden bahsettiğiniz Türkbank konusunda yanlış bilgilendirildiğinizi düşünüyorum. Konu ve yazınızın içeriği beni fevkalade üzmüştür. Onun için aşağıdaki açıklamayı yapmayı düşündüm. Yazdıklarımı yayınlarsanız, dürüstlük ve adalet dengelerinin yerini bulabileceğini, okurlarınızın da gerçekleri daha iyi anlayabileceklerini tahmin ediyorum.

1) Merkez Bankası özerk bir kurumdur. Türkbank ihalesi, Merkez Bankası'na bağlı olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Genel Müdürlüğü tarafından yapılmıştır. İhale süreci tüm televizyonlardan canlı olarak izlenmiştir. İhalenin sekli, şartları ve yapılış düzeni Fon tarafından uygulanmıştır. Benim bu süreç ile ilgili bir katkım olmamıştır...

2) Kanal 6'nın adı geçen genel müdürünü tanımam. Kendisiyle hiçbir görüşmem olmamıştır. Atanmasıyla ilgili de hiçbir tavassutum olmamıştır.

3) Emniyet Genel Müdürlüğü'nden, ne şahsıma, ne de Hazine bürokrasisine yazılı veya sözlü bilgi ve belge verilmemiştir. Merkez Bankası başkanının bir yazı ile uyarıldığı Korkmaz Yiğit'in mafya ilişkisini kanıtlayan bandı yayınlandıktan sonra, iptal edilen ihale ve ön izin sonrası ortaya çıkmıştır.

Benim ve Hazine'nin elimizde hiçbir bilgi ve belge yoktur açıklamasını müteakip, Merkez Bankası Başkanı'ndan da aynı açıklamayı yapın talebim üzerine, ellerinde bir belge olduğunu öğrenip muhteviyatından haberdar olduk...
(Bu bölüm çok önemli ve olası davanın yönünü belirleyebilir, bu durumu vurgulamak amacı ile ben bold yayınlıyorum-C.Ü.)

4) Korkmaz Yiğit'e devlet bankalarından benim sorumluluk dönemimde bir kuruş kredi veya kefalet verilmemiştir... Benim hiçbir şekilde kendisine kredi temin etmek için bir girişimim yoktur...

5) Kamunun Türkbank ihalesi ile ilgili zarara uğratıldığı iddiası ise tamamıyla yanlış ve mesnetsizdir. Kamu bu ihale dolayısıyla bir kuruşluk bile zarara uğramamıştır. Çünkü Türkbank için Hazine sadece bir sürü taahhüt içeren bir ön izin vermiştir.

...Banka hiçbir şekilde bir saat için bile Korkmaz Yiğit'e devredilmemiştir...’’
Yazının Devamını Oku

Dokunulmazlıklara dokunmadan zina ekonomisi bitmez!

31 Temmuz 2003
<B>DÜNKÜ </B>yazımda <B>Yolsuzluklar Araştırma Komisyonu</B>'nun çalışmalarını övdüm. Raporda 22 bakanın değil sadece 5 bakanın yolsuzlukla suçlandığını da belirttim. Nitekim:

‘‘......TC adına almaya veya satmaya...memur olduğu her türlü eşyanın alım ve satımına.....fesat karıştırarak (entrika-fitne) her ne suretle olsun irtikap eylerse (vurgun-yolsuzluk)...on senden aşağı olmamak üzere....’’ diyen sadece TCK 205 açıkça yolsuzluktan bahsediyor.

Diğer suçlama maddeleri TCK 230 ve 240'da yolsuzluk suçlaması yok!

* * *

Eğer, Araştırma Komisyonu adı geçen bakanlar hakkında TBMM'yi Soruşturma Komisyonları kurmaya ikna edebilirse Türkiye büyük bir adım atacak ve halk arasındaki yerleşik:

- Yapanın yanına kár kalıyor! inancı hak ettiği darbeyi yiyecek.

* * *

R.T. Erdoğan da aynı fikirde ki:

‘‘İnanıyorum ki bu tartışmalar (yolsuzluklar) Türkiye'nin geçmişini aydınlattıkça geleceğine de ışık tutacaktır... Biz gerek yasama olarak, gerek yürütme olarak rapor kapsamında ne yapılması gerekiyorsa bunun takipçisi olacağız ve yapacağız. Bu konuda herkes müsterih olsun...ki biz en azından toplumun vicdanını rahatlatmak için bu meselenin peşini bırakmayacağız... Derdimiz sadece adaletin gerçekleşmesidir. Çabamız, kamunun malını çalanı, çarçur edeni, halkımızın haklarını gasp edeni ve haksızca güç kullananı ortaya çıkarmaktır’’ diyor. (Hürriyet-30.07.2003)

* * *

Ancak, iş burada bitmiyor:

Adına Zina Ekonomisi dediğim bu abuk ama sistematik yapı siyasetçi ile işadamının aynı yatağa girmesini, bürokratın da kapıda erketede beklemesini gerekli kılıyor.

Bu abuk sistemi çökermek için de yeterli olmayan ama gerekli olan şart ise:

- Dokunulmazlıkların kaldırılması!

* * *

R.T. Erdoğan burada da hemfikir. Bakın 3 Kasım seçimlerinden önce ne diyor:

‘‘CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın dokunulmazlık konusundaki eleştirilerini yanıtlayan Erdoğan, ‘Beyefendi, AK Parti programını okursanız dokunulmazlıklarla ilgili düşüncemizi görürsünüz. Biz, bunları siyasi rant aracı olarak kullanmıyoruz. Dokunulmazlık zırhına aday olmayan tek lider benim' diye konuştu.’’

(www.akparti.org.tr:16.10.2002-Amasya Mitingi. Not: R.T.E. 3 Kasım’da aday olamamıştı.)

* * *

Gerçekten AK Parti programında ‘‘dokunulmazlık’’ maddesi yer almasına rağmen kamuoyunda AK Parti'nin ayak sürüdüğü inancı var.

* * *

Ben diyorum ki:

1) Hem yolsuzluğa sistematik bir darbe vurmak,

2) hem de AK Parti'yi ‘‘devr-i sabık’’ töhmetinden kurtarmak için Ekim'de Yolsuzlukları Soruşturma Komisyonları kurulurken, dokunulmazlıklara da dokunulsun!
Yazının Devamını Oku

Yolsuzluk komisyonu yanlış yapmıyor!

30 Temmuz 2003
<B>YOLSUZLUKLARI Araştırma Komisyonu</B> sanki yolsuzluğun kıvamının ölçülebilir bir rakamı varmış gibi, <B>22 eski bakan</B> hakkında soruşturma istediği için <B>‘‘devr-i sabık yaratıyor’’</B> diye eleştiriliyor. Evet ‘‘yolsuzluk’’ kelimesi bazı isimlere uymuyor.

Ancak, Komisyon'un kararlarına biraz dikkatli bakınca, bazı bakanlar için iddiaların, zannedildiği gibi yolsuzluk iddiası olmadığını görüyoruz.

Bakanların TCK 205, TCK 230, TCK 240, TCK 366'a göre soruşturulması isteniyor.

Kanun maddelerinden TCK 230 ‘‘görevi ihmal’’ -ihmal nedeniyle kamuyu zarara uğratmak-, TCK 240 ‘‘görevi kötüye kullanma’’ -bilerek kamuyu zarara uğratmak- suçlarını sıralıyor.

Bu maddelerde maddi çıkar sağlama, rüşvet alma gibi suçlamalar yok.

Bülent Ecevit (240), Devlet Bahçeli (240), Hikmet Uluğbay (240), Mustafa Taşar (240), Abdülkadir Akcan (240), Metin Şahin (240), Yüksel Yalova (230 ve 240), Yaşar Okuyan (240), Rifat Serdaroğlu (230), Zeki Çakan (240), Mehmet Keçeciler (230), Şükrü Sina Gürel (230-240), Hüsamettin Özkan (240), Kemal Derviş (240), Nami Çağan (240), Sümer Oral (240), Ahmet Kenan Tanrıkulu (240), Recep Önal (240), Yılmaz Karakoyunlu (240) yolsuzlukla değil, görevi ihmal ve kötüye kullanma gerekçeleri ile suçlanıyorlar.

* * *

Örneğin; kendisini Kıbrıs'ta eleştirince, hemen dayılanıp beni hiçbir gerekçeye dayanmadan, herhalde sadece aklı o yönde çalıştığı için ‘‘euro-medya’’ olmakla -AB'den rüşvet almakla suçlayan- Şükrü Sina Gürel şimdi kendisi ‘‘...bazı kişilere (Bayındır) haksız kazanç sağlanması suretiyle devletin zarara uğratılması...’’ gibi akçeli işler ile suçlanıyor ama hakkında çıkar sağlama -yolsuzluk- iddiası yok!

Öte yanda Mesut Yılmaz, Güneş Taner (ikisi de Türkbank), Koray Aydın (Vurgun Operasyonu, Karayolları keşif artışları), Rüştü Kazım Yücelen (Trona Madeni), Yaşar Topçu (Karadeniz Sahil Yolu projesi):

‘‘......TC adına almaya veya satmaya...memur olduğu her türlü eşyanın alım ve satımına.....fesat karıştırarak (entrika-fitne) her ne suretle olsun irtikap eylerse (vurgun-yolsuzluk)...on senden aşağı olmamak üzere....’’ (TCK 205) ile suçlanıyorlar.

* * *

Yine bir örnek gerekirse, Komisyon'a verdikleri ifadelerinde ‘‘Bizim haberimiz yoktu, memurlar yapmış’’ diyerek emirlerindeki memurları satan Mesut Yılmaz ve Güneş Taner'in Türkbank davası ile ilgili nasıl bizzat Kanal 6'ya genel müdür atadıklarını, Korkmaz Yiğit ile ilgili Emniyet duyurularını nasıl kayıp ettiklerini, kayıp ettikleri Emniyet raporlarına rağmen Korkmaz Yiğit'e nasıl para bulmak için çırpındıklarını, iş ortalık yere dökülünce nasıl ihaleden evvel ellerine geçen Emniyet suçlamalarını alel acele ortaya çıkardıklarını ben bizzat o dönemden biliyorum.

* * *

Karşılığında bir çıkar sağlasınlar sağlamasınlar kamuyu zarara uğratma iddiası ile suçlananlar elbette ki bunun hesabını vereceklerdir.

Yoksa, yolsuzluk ekonomisi dönemi bitmez!
Yazının Devamını Oku

Şahinlerin ABD görüşü!

28 Temmuz 2003
<B>AVRASYA </B>Stratejik Araştırmalar Merkezi <B>(ASAM)</B>, temsil ettiği <B>statükocu-şahin</B> görüşün en ciddi <B>think-tank</B> kuruluşlarından birisidir. ASAM, <B>MGK Sekreterliği</B>'ne çok yakın duran ve iddialara göre belirgin sayıda emekli generaller ve asker yakınlarının oluşturduğu bir merkez. <B>Ülker</B>'den maddi yardım aldığı da söyleniyor. Merkezin başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın hazırladığı ‘‘Türk-Amerikan İlişkilerinde Irak Krizi’’ (sayı: 14, 21.07.2003) başlıklı bir rapor geçenlerde yayınladı.

* * *

Prof.Özdağ'a göre, son dönemde sıkışan Türkiye-ABD ilişkilerinin şekillenmesinde ABD'deki şu yargı büyük rol oynuyor:

‘‘...ABD'deki Türkiye uzmanları arasında ortaya çıkan bir yaklaşım, Türkiye'nin askeri anlamda gittikçe güçlendiğini, iddialı hale geldiğini... güçlendikçe ve iddiaları arttıkça tek başına...Ortadoğu'ya yönelik politikalar geliştirmeye başladığını... ve daha güvenilmez bir müttefik haline geldiğini ileri sürmektedir. (s: 11)’’

‘‘...(Reddedilen 1 Mart tezkeresi)...Wolfowitz'i...TSK'ya karşı büyük bir kin beslemeye itmektedir. (s: 3)’’

‘‘Saldırının hedefleri...yeni-muhafazakár ekibin TSK'dan intikam alması, TSK'da bulunduğuna inanılan anti-Amerikancı ekibe gözdağı vermek...’’ vb. (s: 10)

* * *

Ona göre Irak'ta tıkanan ilişkiler özünde Türkmen-Kürt ikileminin çevresinde gelişiyor:

‘‘...sayıları ancak 4 milyon olan Kürtlere beş temsilcilik verilirken, sayıları 3 milyon olan Türkmenlere...’’ (s: 2)

Ben en iyi tahminle 1 milyon kabul edilen Türkmen (1:4) nüfusunun 3 milyon olduğunu (3:4) ilk defa okudum.

Özdağ'a göre:

‘‘...1991'den bu yana TSK'nın ezici gücü altında ezilen KDP ve KYB'ye ‘‘Artık yalnız değilsiniz’’ denmektedir...’’ (s:16)

Aynı Özdağ'a göre yine de:

‘‘...Türkiye'nin...Türkmenlere destek veren politikası anti-Kürt değildir.’’ (s:16)

Ancak, yine de:

‘‘...(KYB'nin Süleymaniye baskınında aktif görev aldığı iddiası ile)’’.... Bunun ileride KYB'den hesabının ayrıca sorulması gerekir. (s:17)

Ben Özdağ'ın Irak'taki Kürtler hakkındaki görüşlerini hiç anlamadım.

* * *

Özdağ'a göre, ABD aksine bir tavır geliştirmezse, Süleymaniye Vakası'nın sonuçları:

a) Stratejik ortaklığın ölümü,

b) ABD'nin, Türkiye'nin toprak bütünlüğü için tehdit olarak algılanması,

c) AB-ABD seçenekleri arasında AB'nin öne geçişi
... olacaktır.'' (s:18) Ama:

‘‘ABD... Türkiye'den de PKK-KADEK ile görüşmelere başlamasını talep etmesi ile... AB'nin ön plana çıkması bile söz konusu olabilir...’’ (s.18)

‘‘...Esasen, AB KADEK'i terörist örgüt olarak kabul etmeyerek ileride yapacağı bu uygulamanın temelini hazırlamıştır.’’ (s:19)

Prof. Özdağ, son zamanlarda bize hasımlık eden ABD yanında ‘‘ona göre Irak Savaşı ile yakınlaştığımız AB’’nin dostluğundan şüphe etmememiz gerektiğini vurguluyor!

* * *

Şahinlere göre, ‘‘içe kapanmaktan’’ başka çare yok!
Yazının Devamını Oku