Cüneyt Ülsever

MSB'ye mektubumdur!

14 Temmuz 2003
<B>SAYIN Kr. Plt. Kur. Alb. A.Tamer Kantarcıoğlu. Genel Sekreter.<br><br></B>Son olarak <B>2 Temmuz 2003</B>'te yazmış olduğunuz mektubunuzda diyorsunuz ki: ‘‘MSB'nin icraatlarının mali uygulamaları ile genel olarak TSK hakkındaki gerçek dışı yorum ve ifadelerinize devam ettiğinizi esefle izliyoruz. Oysa aynı konuya 9 Haziran 2003 tarihli yazınızda değinmeniz üzerine 11 Haziran 2003 tarihinde size göndermiş olduğumuz cevabımız ile açıklık getirilmiş ve siz bu açıklamaya 16 Haziran 2003 tarihli yazınızla gazetenizdeki köşenizde yer vermiştiniz.... Tüm bu gelişmelere rağmen 28 Haziran 2003 tarihinde CNN-TÜRK'te...katıldığınız bir programda ve 30 Haziran 2003 tarihli Radikal Gazetesi'ndeki ropörtajınızda aynı konulara...’’

Ben, eski bir Maliye Bakanı'nın ifadesine dayanarak, 9 Haziran tarihli yazıda demiştim ki:

‘‘....ortak savunma yaptığımız NATO ülkelerinde savunma bütçelerinin genel bütçe içindeki ortalama payının %3 olduğunu, bizde ise bu oranın %9.8 olduğunu...’’

Siz bu mektupta da tekrar ettiğiniz üzere 11 Haziran'daki yazınızda:

‘‘Küçültülmesini istediğiniz MSB 2003 yılı bütçesinin 2003 konsolide bütçe içinde payı %6.9, hedeflenen GSMH içindeki payı %2.9'dur....(bu bütçe) NATO müttefiki 19 ülke arasında 10. sırada...’’ demiştiniz ve ben bu açıklamayı 16 Haziran'da yayınlamıştım.

Sayın Albay, ‘‘...gerçekdışı yorum ve ifadelerinizde....’’ iddiasına dayanan bu ikinci mektubu neden yazdığınızı anlayamadım!

Ben ortalama rakam veriyorum, siz 2003 yılından bahsediyorsunuz.

Ayrıca, yorum ‘‘gerçek dışı’’ olmaz, olsa olsa ‘‘yanlış’’ olur!

* * *

Ayrıca beni ‘‘Küçük ihalelerde büyük yolsuzluklar olurken, büyük çaplı savunma ihalelerinde mutlaka bir şeyler oluyordur!’’ dediğim için eleştiriyorsunuz.

Evet, Radikal'deki röportaja söz konusu olan HACI (Om Yayınları-2003) adlı romanımda 28 Şubat döneminde bir Savunma Bakanlığı ihalesindeki hayali yolsuzluğu roman konusu yapıyorum.

Zira ben koskoca bir kurumda hiç yolsuzluk olmayacağını düşünemiyorum, ister istemez de aklıma bir tek Türkiye'de soruşturulmayan ve bir Türk generaline rüşvet verildiğini söyleyen Lockheed iddiaları geliyor.

TSK'nın tek vücut olmadığı konusunda da haksızlık yaptığımı söylüyorsunuz. Evet, ben HACI romanımda hayali olarak TSK içinde ‘‘Asenacılar’’ adı altında bir grup yaratıyorum ama gerçek hayatta yıllar sonra tekrar ‘‘Genç Subaylar’’ ve hiç dilden düşmeyen ‘‘Jitem’’ grupları konuşuluyor.

* * *

Siz bana ‘‘Savunma Bütçesi küçültülmeli’’ dediğim için kızmışsınız. Galiba Hilmi Özkök de benimle aynı fikirde ki, o da tüm askeri anlayışımızn değişmesi gerektiğini, asker sayısının azaltılması gerektiğini söylüyor.

Sayın Albay ben görüşümde ısrarlıyım ve Özkök ile aynı fikirdeyim. Ayrıca bizi bu yıl 96. sıraya düşüren Birleşmiş Milletler de diyor ki:

‘‘Kamu harcamasında eğitim ve sağlık GSYİH'de sırasıyla yüzde 3.5 ve 3.6 pay alabilirken, askeri harcamalar GSYİH'nın yüzde 4.9'u...’’ (2003 İnsani Gelişme Raporu-UNDP)

En derin saygılarımla.
Yazının Devamını Oku

Şahinler şahinlere karşı!

12 Temmuz 2003
<B>9.07.2003</B> Çarşamba günü <B>Süleymaniye baskını</B> ile ilgili yazdığım yazıda, diğerleri arasında şu soruyu sormuştum: ‘‘...ABD'nin iddia ettiği üzere; Türk tarafı birkaç yıl önce Nahçıvan'da yaptığı gibi, gizli eylem içinde mi idi?..’’

Bu yazımın yayınlanmasından sonra SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın aradı.

Nahçıvan sözü ile ilgili olarak Azerbaycan'da yaşanan ve Türkiye'nin de müdahaleci olduğu iddia edilen darbe girişimini mi kastettiğimi sordu.

‘‘Evet!’’ dedim.

‘‘Aliyev'i devirip, yerine Elçibey'i geçirmeye çalışan darbe girişimini kastediyorum.’’

Murat Karayalçın o dönemde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı.

Bilgi verdi.

* * *

Azerbaycan'
da oluşturulan OMON Birliği adı altında bir birliğin Aliyev'i devirmeye kalktığını yurtdışında iken istihbarat etmiş. Hemen telefonla Azerbaycan Büyükelçimizi aramış. Aliyev'e haber vermesini istemiş. Hatta, bu isteğini büyükelçiye yazılı olarak da bildirmiş.

Yurda döndüğünde dönemin Cumhurbaşkanı (Süleyman Demirel), Başbakanı (Tansu Çiller) ile temasa geçmiş, hep birlikte darbe girişimine engel olmuşlar!

Darbeyi o zaman Dışişleri'ne bağlı olan TİKA (Türkiye İktisadi Kalkınma Ajansı) Azerbaycan temsilcisi Doç. Dr. Ferman Demirkol yönetiyormuş.

Hemen Demirkol geri çekilmiş, yargılanmış. Karayalçın yargı sonucunu bilmiyor ama Karayalçın'ın hatırladığına göre Demirkol şimdi yine üniversitede ders veriyor.

Murat Karayalçın, Türkiye devletinin bu darbe girişimine katiyen katılmadığını, Demirkol'un kendi hesabına hareket ettiğini söyledi.

Ancak, Demirkol'un devletin temsilcisi olması sıfatı ile, Türkiye'nin töhmet altında kaldığını da kabul ediyor!

* * *

Öte yanda Süleymaniye baskını ile ilgili olarak iddialar şöyle:

‘‘... Amerikalı Yüzbaşı Andy Mordagano, ‘Elimizdeki istihbarata göre, orada iki katlı bir binada faaliyetlerini yürüten şüpheli bir terör ünitesi bulunuyordu'.

... ‘Binadaki Türk askerlerinin yasadışı birtakım faaliyetlerde bulunduklarına ilişkin istihbarata dayanılarak...'

Amerikalı askeri bir kaynak dün, oradaki cephanelik nedeniyle...’’ (Radikal: ‘‘Amerikalılar Ağır Konuştu’’. 10.07.2003. ss: 5)

ABD'li şahinlere göre, böyle bir girişim ‘‘uyarı’’ değil, ‘‘baskın’’ gerektiren bir hareket!

* * *

Israrla söylüyorum:

‘‘Yeni-muhafazakárlar (neo-cons) Irak'ta denetimi kuramadıkları her geçen gün, ABD'de bile destek yitiriyorlar ama aynı oranda da sertleşiyor ve kabalaşıyorlar.’’

Benim aklıma son günlerde birdenbire ortaya çıkan PKK/KADEK saldırıları ile Süleymaniye baskını arasında bağ var mı, sorusu da geliyor.

Esas çekişme, Türk şahinler ile ABD'li şahinler arasında!

İki tarafın şahinlerinin aklı sadece komplo ve güç kullanımı üzerine kurulu!

Olan iki ülkenin ilişkilerine oluyor!
Yazının Devamını Oku

Ceberut emperyal devlet!

10 Temmuz 2003
<B>7 Temmuz</B> tarihli yazımda, <B>Süleymaniye meselesi</B> ile ilgili olarak, ‘‘Vahim olaydan <B>Washington'</B>un haberi var ama <B>ABD Dışişleri Bakanlığı'</B>nın uzun sessizliği ve pasif tavrı, eylemi Dışişleri'nin denetimi dışında <B>Pentagon</B> mu planladı ve yürütüyor, sorusunu akla takıyor’’ demiştim. ‘‘Washington'da askeri kanat ile sivil kanadın arasının iyi olmadığını, Donald H. Rumsfeld-Paul D. Wolfowitz ekibinin, Dick Cheney'in denetimi altında, Colin L. Powell-Richard L. Armitage ekibini pasifize ederek Washington'u her geçen gün daha fazla kuşattığını dünyada herkes biliyor’’ diye ilave etmiştim. Hüküm cümlem;

‘‘Yeni-muhafazakárlar (neo-cons), Irak'ta denetimi kuramadıkları her geçen gün ABD'de bile destek yitiriyorlar ama aynı oranda da sertleşiyor ve kabalaşıyorlar’’ idi.

* * *

ABD Dışişleri Sözcüsü Richard Boucher tarafından yapılan açıklamada iki kez ‘rahatsızlık yaratan Türk askeri faaliyetleri’ ifadesi kullanılmış olmasına rağmen, ABD Dışişleri Bakanlığı adına resmi açıklama yapma yetkisi taşıyan sözcü ayrıntı isteyen gazetecilere:

‘‘...(iddialar ile ilgili) ...nasıl, ne, nerede, ne zaman olduğuna dair bazı bilgiler askeri kanattan gelmeli!’’ diye cevap veriyor. (Washington Files: 7.7.2003).

Dışişleri Bakanı Colin L. Powell ile Savunma Bakanı Donald H. Rumsfeld küreselleşen dünyaya yeni politik düzen kurma konusunda hemfikirler ama stratejik konularda Afgan Savaşı'ndan beri çekiştikleri de artık ABD kaynaklarınca kabul ediliyor. (Bob Woodward: ‘‘Bush at War’’-Savaşan Bush- Simon and Schuster: 2002).

* * *

Beyaz Saray'ı 30 yıldır takip eden The Washington Post yazarı Bob Edward'a göre, zaten asker kökenli olan Powell arada bir burnunu askerin işine sokuyor ama özellikle Paul D. Wolfowitz ile yönlendirilen yeni-muhafazakár (neo-con) ekip Powell ve Dışişleri ekibini çok pasif buluyor, hatta zaman zaman onları ‘‘Clintonlaşma’’ deyimi ile suçluyor.

Kimilerine göre Beyaz Saray'ın esas patronu olan Başkan Yardımcısı Dick Cheney ise Afgan Savaşı'ndan beri her geçen gün şahinlere daha fazla dayanarak otoritesini güçlendiriyor.

Artık giderek ikna olmaya başladım ki, esas çekişme Türk şahinler ile ABD'li şahinler arasında!

Onların denetimi dışında gelişen bir Türk-Türkmen işbirliği benmerkezli (unilateralist) Pentagoncuların ‘‘ya benden yanasın, ya da tamamen bana karşısın’’ duvarına çarptı.

Türk şahinler ise hálá Kuzey Irak'ı yönetme ve yönlendirme hayalleri kuruyorlar!

* * *

Clinton
döneminde kerim emperyal devlet rolünü oynayan ABD, şahsi entelektüel kapasitesi çok şüpheli Bush'un döneminde, yeni-muhafazakárların benmerkezli politikalarına mağlup oluyor ve bu yeni durum ABD'yi ceberut emperyal devlet rütbesine düşürüyor.

Ceberut devletler de yalnızlığa müstahaktır!

Bizi ‘‘asker siyasete karışıyor’’ diye eleştiren ABD, artık kendisi ‘‘askeri kafa’’ ile yönetiliyor.
Yazının Devamını Oku

Komisyon çok önemli

9 Temmuz 2003
<B>SÜLEYMANİYE'</B>de derdest edilen 11 askerimizle ilgili meselenin ele alınacağı ve Türk ve ABD taraflarının <B>asker</B> ve <B>dışişleri</B> seviyesinde temsil edileceği bir <B>komisyonun</B> kurulması çok hayırlıdır. Neyin ne olduğu, meselenin nasıl aşılacağı; medeni dünyada, Süleymaniye'de ABD'nin yaptığı gibi itişerek değil, konuşarak anlaşılır.

Taraflar iddiaları açıklasınlar, iddialarını destekleyen belgeleri ortaya koysunlar, birbirlerine meramlarını anlatsınlar.

Ancak, komisyonun teşkili ile ilgili olarak Ertuğrul Özkök'ün (08/07) uyarısı ve önerisi çok önemli.

Meseleye muhatap olanlar zaten asker ve dışişleri mensupları!

Bu grupların birbirleri ile ilgili iddia ve şüphelerini birbirlerine anlatmaları çok anlamlı değil.

Böyle bir toplantı tarafların birbirini sadece suçladığı, hatta tutanakları kamuoyundan gizlenen bir toplantıya dönüşebilir.

* * *

Ertuğrul Özkök'ün önerisi doğru:

Komisyonda muhakkak her iki ülkenin seçilmiş temsilcileri de bulunmalıdır.

Türk heyeti iktidar ve muhalefet milletvekillerinden oluşmalıdır.

İddiaları milletvekilleri dinlemeli ve bu iddialar kamuoyuna açıklanmalıdır.

Kimin hangi iddialarında haklı olduğunu kamuoyuna milletvekilleri açıklamalıdır.

* * *

Akıllara takılan sorular şunlardır:

1) ABD'nin PKK'yı kontrol altına aldığına ve Türkmenlerin haklarını koruyacağına dair sözleri hangi açılardan eksik bulunmaktadır ki, biz hálá Kuzey Irak'ta asker tutmakta ısrarlı davranıyoruz?

2) ABD'den somut taleplerimiz nelerdir? Hangi koşullarda onlara güvenebiliriz.

3) Özel Tim derdest edildiği binada ne yapıyordu? Yanlarındaki siviller kimlerdi?

4) Bağdat'a götürülenler sadece 11 askerimiz değil, toplam 24 kişiler. Diğer 13 kişi kimlerdir? Onlar hakkında da ne gibi iddialar var?

5) Askerlerimiz derdest edildiğinde sivil mi idiler, öyle iseler neden?

6) Aynı gün Süleymaniye'de başka nereler basıldı?

7) Derdest edilen askerlerimiz arasında bulunan albay, Reuters'ın aktardığı gibi, daha önce hem ABD, hem de İngiltere tarafından bölgede istenmeyen adam ilan edildi mi, edildi ise neden?

8) Tam berrak olmamakla beraber, ABD'nin iddia ettiği üzere; Türk tarafı birkaç yıl önce Nahçıvan'da yaptığı gibi, gizli eylem içinde miydi? Eğer bu iddia geçerli ise, ABD bu vahim iddiasını nasıl ispat edecek?

9) Eğer yapılmış ise; Özel Tim'in gizli eylemlerinden hükümet haberdar mıydı? Burada detaylı bilgi sahibi olmayı kastetmiyorum, ‘‘Kuzey Irak'ta gizli eylem yapma politikasından hükümet haberdar mıydı?’’ sorusunu soruyorum.

* * *

Bu vahim olay bu sorular cevaplanmadan anlam kazanamaz. Sorulara millet adına cevap arayacak makam da TBMM'dir.
Yazının Devamını Oku

Türkiye ABD ilişkilerini ha bire geriyorlar

7 Temmuz 2003
<B>SON </B>aylarda sanki bir <B>gizli el </B>ilişkileri ha babam geriyor.Sanırım; <B>ABD</B>'deki <B>şahinler </B>hem dünyaya, hem Türkiye'ye, hem de bizzat ABD'ye <B>yeni koşulları </B>öğretmeye çalışıyorlar.<B> Türkiye'</B>deki <B>şahinler </B>ise AB kapısındaki ülkemizde <B>statükonun </B>yok olacağını bildikleri için var güçleriyle Türkiye'yi dünyadan koparmaya çalışıyorlar. ABD'deki şahinlerin haddini aşan tavırları Türkiye'deki şahinlerin ekmeğine yağ sürüyor!

* * *

Sedat Ergin'in yine bir gazetecilik klasiği yaratıp, ülkenin gündemine düşürdüğü bomba çerçevesinde bazı soruları sormamak, yaşananları sadece duygusallık dolu hamasi nutuklar atarak karşılamak bence ülkeye hiçbir yarar sağlamaz.

Ben Türk askerlerinin gözaltına alınmasını, reddedilen 1 Mart tezkeresi ile ilişkilendiriyorum ama olayın ‘‘Hálá intikam alıyorlar!’’ çığırtkanlığı ile karşılanmasını sığ bir analiz olarak görüyorum.

* * *

Benim aklıma takılan sorular şunlar:

1) Tamam, bizim Kuzey Irak'ta bazı askerlerimizi güvenlik nedeniyle (PKK) bulundurduğumuzu hem ABD hem Kürtler, istemeseler de, resmen biliyorlardı ama bu 11 kişilik Özel Tim, ABD ve Kürtlerin ‘‘amacının dışına çıktığını’’ düşündükleri gizli bir görevde (covert action) mi idi?

2) Bu gizli görev Kerkük valisinin katledilmesi kadar çılgın bir eylem olmayabilir ama tutuklananlar arasında askerlerimizle beraber bazı Türkmenlerin olması, baskının ardından Türkiye'ye yakın duran Türkmen Cephesi ofisinin de basılması, Türkmen Radyosu'nun yayınlarının kesilmesi, askerlerimizin sivil oldukları iddiaları akla bir Türk-Türkmen işbirliğini getiriyor.

ABD buna karşılık bir misilleme mi yaptı?

3) Vahim olaydan Washington'ın haberi var ama ABD Dışişleri Bakanlığı'nın uzun sessizliği ve pasif tavrı, eylemi Dışişleri'nin denetimi dışında Pentagon mu planladı ve yürütüyor sorusunu akla takıyor.

Washington'da askeri kanat ile sivil kanadın arasının iyi olmadığını, Donald H. Rumsfeld-Paul D. Wolfowitz ekibinin, Dick Cheney'in denetimi altında, Colin L.Powell-Richard L. Armitage ekibini pasifize ederek Washington'ı her geçen gün daha fazla kuşattığını dünyada herkes biliyor.

Yeni-muhafazakárlar (neo-cons) Irak'ta denetimi kuramadıkları her geçen gün, ABD'de bile destek yitiriyorlar ama aynı oranda da sertleşiyor ve kabalaşıyorlar.

Onların denetimi dışında gelişen bir Türk-Türkmen işbirliği ben merkezli (unilateralist) Pentagoncuların ‘‘Ya benden yanasın, ya da tamamen bana karşısın!’’ duvarına çarpmış olabilir mi?

4) Gözaltıların uzamasını ‘‘Aleyhimize sahte belgeler hazırlıyorlar!’’, diyerek açıklamak ‘‘Madem böyle önemli bir işe girişeceklerdi, neden önden hazırlamadılar?’’ sorusunu sorduruyor.

ABD bu kadar aptal mı?

5) Hükümet Türk askerinin Kuzet Irak'ta varlığını biliyor ama eğer ortada bir gizli eylem vardı ise, hükümet bunu biliyor muydu?
Yazının Devamını Oku

Rauf Denktaş ve mahdumu A.Ş.

5 Temmuz 2003
<B>HERHALDE </B>dünyada <B>‘‘bir dediği bir dediğini tutmama’’</B> konusunda <B>Rauf Denktaş</B> kadar <B>tutarlı</B> başka bir lider bulmak çok zordur. Şimdilerde 1960 Anayasası'na atıfta bulunan Denktaş, 1984'te KKTC'yi tek taraflı kurarak bizzat kendisi Anayasa'yı çöpe atmadı mı?

Loizodou tazminat-davasını hatırlatanları hainlikle suçlarken şimdi kendisi özel tazminat mahkemeleri kurmadı mı?

Loizodou davası sonucunda Bayan Loizodou hem tazminat alıyor, hem de mülkiyetini koruyor!

Denktaş ise hálá mülkiyetten vazgeçme şartından bahsediyor! O da, AİHM'nin zaten KKTC mahkemelerini büyük bir ihtimalle tanımayacağını, tanısa dahi Loizidu kararının kopyasını çekmesini isteyeceğini, Rumların da zaten bu mahkemelere başvurmayacağını biliyor.

Açıkçası, bizimle kafa buluyor!

Aynı Rauf Denktaş ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu alanları’’ önce vatan haini ilan etmek için kanun teklifi hazırladı, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyeliği süreci başlayınca pasaporta başvuranların sayısı roket gibi fırladı. Bu sefer aynı kişi ‘‘Ne var, 1960 Anayasası haklarını kullanıyorlar’’ dedi. Şimdi de Aralık seçimlerinde oy kullanamazlar diyor.

Kıbrıs pasaportu için başvurular 20.000'i geçtiği halde önce bunlar 1.600 kişi dedi. Şimdi ‘‘Seçim sonuçlarını etkileyecek kadar çoklar!’’ diyor.

Ben Rauf Denktaş'ın hangi lafına inanacağımı şaşırdım.

* * *

Eskiler armut ağacının dibine düşermiş derlerdi de inanmazdım. Ama eskiler haklı herhalde! Oğul Serdar Denktaş da uyanık galiba!

Türk gazetelerinde çarşaf çarşaf KKTC Turizm Bakanlığı'nın ilanlarını yayınladı. Yayınlar günlerce sürdü.

Şimdi bazı iddialar Yeşil Ada'dan bizlere ulaşıyor:

* * *

Sorular:

1) Turizm Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, Başbakan Eroğlu ile anlaşarak Bakanlar Kurulu'ndan yalnız Türkiye'ye yönelikbir milyon dolar tutarında reklam kampanyası yapma ve bu kampanyayı belirli bir ajansla yürütme yönünde karar aldırdı mı?

2) Reklam kampanyası için seçilen ajans Kırmızı Kedi isimli, ne zaman kurulduğu belli olmayan ama sahibi belli olan bir ajans mıdır?

3) Kırmızı Kedi'nin sahibi Kudret Akay mı? Akay, Serdar Denktaş'ın yakını, danışmanı, teorisyeni ve Aralık 2003 seçimlerinde Serdar Denktaş'ın partisi DP'nin reklamcısı mı?

4) Kampanya için bulunan kaynak Türkiye'nin KKTC turizmi için ayırdığı para mıdır?

5) Turizmde tüm dünya ülkelerinin kış döneminde çıktığı reklam kampanyasını KKTC neden herkesin çoktan tatil kararı verdiği temmuz ayında yapıyor?

6) Kampanya için kanun gereği ihale yapılması gerekmiyor muydu?

7) Parayı serbest bırakan TC Lefkoşa Büyükelçiliği bunu hangi kritere göre yaptı?

* * *

T.C. Lefkoşa Büyükelçiliği'nin bu iddialara cevap vereceğini umuyorum!

Yazının Devamını Oku

Medya ne zaman değişecek?

3 Temmuz 2003
<B>TÜRKİYE'</B>nin baştan aşağı <B>değiştiğini</B> adım adım izliyor; başta Cumhurbaşkanı olmak üzere değişime ayak uyduramayan R. Denktaş, M. Soysal, T. Kılınç, Y. G. Özden, V. Savaş vb. gibi zamanında saygınlık ifade eden kişilerin milletin gözünde ne kadar irtifa kaybettiklerini takip ediyorsunuz. Göreceksiniz, bu kişilerin geri kaldıkları konularda Türkiye ileriye yönelik nasıl büyük adımlar atacak!

Peki, değişimi adım adım takip eden, tartışmalarda başı çeken medya değişime kendisi ayak uydurabiliyor mu?

Sanırım, başkaları bu konuyu açmadan önce medyanın kendisinin konuya ivedelikle eğilmesi gerekiyor.

* * *

Belki yol olur diyerek, ben aklıma takılan bazı soruları bugün sizlerle paylaşmak istiyorum:

1) Basın Konseyi kendisine ulaşan şikáyetlerde objektif karar veriyor mu, yoksa zaman zaman dostlar birbirlerini kayırıyorlar mı?

2) Etik Komiteler çalışıyor mu?

3) Manşetlerle, ‘‘az sonra’’ anonsları ile verilen ve doğrudan kişilere yönelik iddialar mahkeme kararı ile çürütülünce aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz, yoksa ayıbını saklayan bir psikolojiye mi giriyoruz?

Örneğin, bir ara manşetlerde yer alan 19. ve 20. dönem milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'nun açtığı 10 davanın 4'ü ilk celsede lehine sonuçlanmış ve Seydaoğlu çeşitli TV kanallarından tazminat kazanmış. Bu gerçeği hangimiz duyduk? Bu durumu kamuya kim yansıttı?

4) Tek özelliği statükoyu korumak ve tek silahı kişilik haklarına sövmek olan fikirsiz fikir yazarları da bu sektöre irtifa kaybettirmiyor mu?

5) Aynı isim altında iki gazetenin çıkması acayip değil mi?

6) Gerçek ne olursa olsun, gazetelerin birbirleri ile yaptıkları kavgalar kamuda patronların kavgası olarak kavranmıyor mu?

7) Daha evvel hiç bahsetmediği veya karşı çıktığı bir konuyu sonradan ‘‘ben dememiş miydim?’’ diye savunan yazarlar sizde nasıl bir duygu yaratıyor?

8 Aklı sadece başkalarının yapacakları hatalara takılmış ama kendilerinin söyleyecek tek bir sözü olmayan amcalar artık canınızı sıkmıyor mu?

9) Size göre köşe yazarlarının kaçı fikir sahibi?

* * *

Sebgetullah Seydaoğlu
diyor ki:

‘‘...Bir ailenin üzerindeki tahribatı, sosyal, sağlıksız ve siyasal istikbaline nasıl bir darbe indirdiğinin muhasebe ve muhakemesini yorumsuz sizlerin takdirine bırakıyorum. ...Şu an bir yurttaş olarak, öncelikle aileme, yıllarca temsil ettiğim halkıma karşı gerçekleri açıklama, anlatma imkán ve olanaklarından yoksun ve mahrumum...’’

* * *

Sıra medyaya gelmiyor mu?
Yazının Devamını Oku

Cumhurbaşkanı muhalefet yapıyor!

2 Temmuz 2003
<B>CUMHURBAŞKANI,</B> <B>6. Uyum Paketi'</B>nin Terörle Mücadele Kanunu'nun 8. maddesini yürürlükten kaldıran maddeyi veto etti. Aynı Cumhurbaşkanı'nın son 8 ayda veto ettiği 20 kanun TBMM'de değiştirilmeden geri gönderilmiş ve kanunlaşmış!

Cumhurbaşkanı 58. ve 59. hükümetlerin onaya yolladığı 457 atama kararının % 29.1'ini veto ederek 133 atamayı iade etmiş!

Eski hükümetlerde atamaların veto edilme oranlarını irdelersek şu rakamları elde ediyoruz:

54. hükümet; 405 atamayı onaya sunmuş, % 2.2 (9 iade) veto edilmiş.

55. hükümet; 1033 atmayı onaya sunmuş, % 1.4 (14 iade) veto edilmiş.

56. hükümet; 110 atamayı onaya sunmuş, % 6.7 (7 iade) veto edilmiş.

57. hükümet; 522 atamayı onaya sunmuş, % 1.3 (7 iade) veto edilmiş.

* * *

Yukarıdaki rakamlar AKP hükümetinin Köşk'e yolladığı kanunlar ve atmaların, diğer hükümetlere oranla, % 29.1'lik rekor oranı ile fahiş farkla veto yediğini gösteriyor!

Rakamlar, kim haklı olursa olsun gösteriyor ki; Anayasa'nın Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkilerini tarif eden 104. maddesindeki ‘‘Cumhurbaşkanı... devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir...’’ hükmü doğru dürüst işlemiyor.

Hükümet ile Cumhurbaşkanı arasındaki çelişki, Anayasa'nın Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığını vurgulayan 101. maddesini de zedeliyor.

* * *

Denebilir ki, hükümet hep yanlış yapıyorsa, Cumhurbaşkanı'nın görevleri arasında yanlışı düzeltmek de yok mu?

Bu bakış açısı ilk önce ‘‘neden tepedeki iki kurum kendi aralarında bir ön istişare geleneği kuramadılar?’’ sorusunu akla getiriyor.

Hadi, diğer tekliflerde karşılıklı ön istişare yapamadılar ama 6. Uyum Paketi kanunlaşmadan önce kamuoyunda çok tartışıldı.

Cumhurbaşkanı, bu paketi imzaya geldiğinde ilk defa görmedi ki, bir önceki MGK toplantısında 6. Uyum Paketi ile ilgili kaygılarını, bu arada 8. madde ile ilgili itirazlarını dile getirdiğini kendisi söylüyor.

Hükümet bu kaygıları inceledi, Adalet Bakanlığı uzmanları değerlendirme yaptılar ve herkesin gözü önünde paket Meclis'e geldi ve nadir yaşanan bir konsensüs çerçevesinde TBMM'de oylandı.

Muhakkak ki, Cumhurbaşkanı iyi bir hukukçu, ama Adalet Bakanlığı'nda, AKP'de, hepsinden geçtim, CHP'de değerli başka hukukçular yok mu ki, bir tek Cumhurbaşkanı kül yutmuyor ve bütün bu safhalardan geçen kanunu yine de veto ediyor?

Ben hukukçu değilim, ama Cumhurbaşkanı'nın itirazlarını anlayamadım.

Ama derdim bu değil!

Cumhurbaşkanı itirazını yaptıktan sonra karşısına koskoca TBMM'yi alarak, nasılsa değişmeden tekrar önüne geleceğini bile bile, neden inat ediyor?

* * *

Son zamanlarda; esas derdi statükoyu korumak, AB üyeliğine sekte vurmak olan, başını bazı komutanların çektiği ‘‘belden aşağı vurarak Türkiye'nin ilerlemesine engel olma’’ gayretlerinin Cumhurbaşkanı'nı çok etkilediğini düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku