26 Temmuz 2003
<B>SON </B>iki yazımda, aklımca Türk ve ABD'li <B>şahinlerin</B> Irak'ta yaptıkları yanlışları sıraladım. Artık, Türk şahinler; ‘‘Kürtleri pasifize etmek için Kuzey Irak'ta Türkmenleri kışkırtma politikalarının’’ yanlış olduğunu, ABD'li şahinler de Irak'ın sosyolojisini zerre kadar çözemediklerini, orada kendi kendilerine düzen kuramayacaklarını kabul etmek zorundalar.
* * *
Şimdi ne yapalım?
Yine de Irak'a asker gönderelim!
Şu anda bu mecburiyet 1 Mart'tan da daha elzem!
Neden?
Tamam, ABD işgal ettiği topraklarda düzen kuramıyor ama bazı aklı evvellerin istediği gibi, ABD'nin bir düzen kurmadan Irak'tan çekilmesi, en çok ama en çok Türkiye'ye zarar verir.
Zaten, sınırları 2. Dünya Savaşı sonrası, göz kararı ile çizilen Irak Saddam terörü ile bir arada duruyordu.
Şu anda Irak kendi başına kalsa ne olur?
Kimse bana ‘‘milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı’’ndan bahsetmesin.
Orada bir millet ve devlet hiçbir zaman olmadı ki!
* * *
ABD bölgeden çekilirse ne olur?
a) En büyük ihtimalle bölgede senelerce sürecek bir kaos başlar. Kaos sadece bölgedeki etnik ve dini unsurlar arasında yaşanmaz. Onlar birbirlerini kesecekler ama şimdi barış yanlısı gözüken Batılı unsurlar günlük 1.8 milyon varil petrol (yıllık 13 milyar $) ile yine günlük 6 milyon varil petrol (yıllık 55 milyar $) arasında bir yerde oluşacak cukkaya sessiz kalmayacaklar, kaosu körükleyecekler.
Hatırlatalım; 1979'da günlük üretim 3.5 milyon varil idi!
(Rakamlar için bkz: Prof Dr. Ümit Özdağ: ‘‘Türk-Amerikan İlişkilerinde Irak Krizi’’-ASAM sayı: 14. 21.07.2003)
b) Belki de Baas Partisi duruma tekrar hákim olacak. İşte o zaman ‘‘yandı gülüm keten helva’’! Baas, ABD ile birlikte hareket eden Şiileri, diğer Sunnileri, Kürtleri, Türkmenleri vb. analarından doğduklarına pişman edecek.
Türkiye Cumhuriyeti'ni de sınırdaki en büyük dış düşman olarak görecek!
c) Bağnaz Şiiler -en güçlü unsurlardan biriler- yönetime hákim olursa, dünya tekrar ve yeni bir Taliban ülkesine sahip olacak. Türkiye, güneyinde tamamen bağnaz bir şeriat düzeni ile kuşatılacak, İran mollarını arar hale geleceğiz. Mollalar bölgenin fikri ve manevi lideri olacaklar.
d) Kuzey Irak'ta Kürtler güç kavgası için hemen yanı başımızda birbirlerine girecekler.
e) Puslu havalara bayılan PKK/Kadek ABD denetiminden çıktıktan sonra tekrar başımıza bela olacak.
* * *
‘‘Mehmetçik yok yere ölsün mü?’’
Haşa! Ancak, zaman zaman sivilin işine karışıyorsun diye eleştirdiğimiz TSK'nın işine de biz siviller karışmayalım. Bırakalım, hesapları onlar yapsınlar. Onlar ‘‘Biz orada duruma hákim olamayız, büyük zayiat olur!’’ derlerse ben yukarıda ifade ettiğim tüm kaygılarımı sineye çekerim.
Benim onlardan tek ricam, 1996'da MGK'da ilan edilen Özel Siyaset Belgesi çerçevesinde, MİT'in yerine Kuzey Irak'a yollanan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın (Bkz: Ümit Özdağ. ibid) geri çekilmesidir.
Onlarla hiç olmuyor!
Yazının Devamını Oku 
24 Temmuz 2003
ABD şahinlerinin gafları ‘‘IRAK'a asker göndermeyi savunan’’ görüşlerimi açıklamaya devam ediyorum.
Dün ‘‘Irak Savaşı’’ çerçevesinde Türk şahinlerin gaflarını ve ülkeyi nasıl politikasız bıraktıklarını yazmıştım.
Bugün sıra ABD şahinlerinin gaflarında!
* * *
Kafalar karışmasın:
Şahinler savaş çıkararak gaf yaptılar demiyorum.
Ben Irak Savaşı'nın, 21. yüzyılın yeni dünya düzenini kurmak adına, ABD ile Kıta Avrupası arasında cereyan eden ve güç/enerji paylaşımı açısından kaçınılmaz bir savaş olduğunu, coğrafi konumumuz gereği de bu savaşta aktif rol almamız gerektiğini başından beri savunuyorum.
ABD'li şahinler, her ülkede haddini aşan şahinlerin yaptığı gibi, siyasal düzen kurmaya kalkıştıklarında gaf üzerine gaf yapıyorlar.
İşte Irak'ı yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.
ABD'deki diğer unsurları da bir kenara iten şahinler, sadece fiziki güçten anladıkları için, ellerindeki muazzam silahlarla yürüttükleri dijital savaşı kazandılar ama siyasal savaşı bir türlü tamamlayamıyorlar.
Neden? Zerre kadar sosyoloji bilmiyorlar da ondan! Sosyolojinin önemini kavrayamıyorlar da ondan! Üstelik sosyolojiyi aşağılıyorlar da ondan!
Üstelik, şahinler sadece Irak'ta kaybetmiyorlar. Maşallah Türkiye gibi müttefik bir ülkede, tüm ABD karşıtı güçlerin son 20 yılda beceremediği anti-Amerikan duyguları bir çırpıda şahikasına çıkarmayı becerdiler!
* * *
Devamlı yazıyorum; sadece monolotik ve ben-merkezli düşünen statükocu şahin aklı, çok değişkenli ve karşıt-merkezli (oyun teorisi!) düşünmeyi öneren sosyolojiye ayak uyduramıyor.
Halbuki, ABD savaş sonrası düzen kurmaya çalıştığı her denemede böyle sığ akıllı davranmamış.
Örneğin, ABD Savaş Bilgileri Merkezi, 1945'in ilkbaharında, ünlü kültür antropoloğu Ruth Benedict'ten ‘‘Bu Japonlar neyin nesidir?’’ konusunda bir rapor istemiş.
Benedict Hanım, Japonya'ya gidemediği için ABD'de yerleşik Japonlar üzerine çalışmış ve ortaya ‘‘Japonların Davranış Biçimleri’’ adlı bir rapor çıkmış.
Ruth Benedict, ABD'nin tersine, Japonya'nın bir suçluluk kültürü değil (doğru-yanlış), utanç kültürü (şeref-şerefsizlik) üzerine kurulduğunu tespit etmiş.
Japonya'da savaş sonrası yeni düzen kurulurken Benedict'in önerdiği politikalar takip edilmiş.
Ruth Benedict ‘‘Japonya'yı sadece kendi değer sistematiğine, kültürel geleneğine sahip çıkarak değiştirebilirsiniz, bunları yıkarak değil’’ diyor.
Benedict, Japonya hakkındaki görüşleri ile sadece ABD'de değil, Japonya'da da büyük ilgi görmüş, 1946'da Japonca'ya ‘‘Krizantem ve Kılıç’’ adı ile çevrilen raporu bu ülkede best-seller olmuş! (Alexander Stille: ‘‘Uzmanlar Bir Ülkenin Yeniden Kuruluşuna Yardımcı Olabilirler’’. New York Times, 19.07.2003)
* * *
ABD'nin Irak'ta ‘‘saha sosyologluğunu’’ ancak ve ancak Türkiye yapabilir!
Cumartesi neden ve hangi şartlarda Irak'a asker göndermemiz gerektiği üzerine görüşlerimi tamamlayacağım.
Yazının Devamını Oku 
23 Temmuz 2003
<B>‘‘IRAK'a asker göndermeyi savunacak’’</B> görüşlerimde <B>azınlıkta</B> kalacağımı biliyorum, azınlıkta kalan görüşleri ifade etmenin zorluğunu da biliyorum.Türk entellerinin; çoğunluğun dümen suyuna uyarlar ise o kadar emin sularda rahat edeceklerini düşündüklerini ben de biliyorum.
Ama insan, inandığı uğruna yalnız kalmayı bile göze alabilmeli.
Irak konusunda genellikle azınlıkta kalan görüşler ifade ediyorum, bugün de aynı minvalde devam edeceğim.
* * *
Asker göndermeyi reddeden hiçbir insani görüşe itirazım yok. Zaten, bu köşeyi zerre kadar takip edenler bilirler ki; savaşın özgürlükler, demokrasi, hatta ‘‘biyolojik silahlarla’’ hiç alakası olmadığını, özünde ABD ile Kıta Avrupası arasında, 21. yy. eşiğinde, genelde bir güç gösterme savaşı, özelde ise 30-40 yıllık bir perspektifte enerji paylaşımı savaşı olduğunu, savaşın esas oğlan rollerini dolar ile Euro'nun oynadığını ilk günden beri yazıyorum.
Sonradan Genelkurmay Başkanı'nın da beyan ettiği gibi, ben ilk günden beri bizim bu savaşta tercihimizin ancak ve ancak ‘‘şer’’ ile ‘‘ehven-i şer’’ arasında olduğunu söylüyorum.
Tezkere oylaması ve Süleymaniye vakası ile tabana vuran Türkiye-ABD ilişkilerinin; iki tarafın şahinlerinin aymaz politikaları arasında sıkışıp kaldığını hep beraber görmekteyiz.
Irak'ta tıkanan Türkiye-ABD ilişkileri her iki tarafın vahim hataları sonucu bu hale gelmiştir.
* * *
Türkiye açısından:
1) Tezkerenin reddedilmesi demokratik bir süreçtir. Ancak, müttefike bir önceki tezkere ile ‘‘gel! gel!’’ yapılması, ancak ABD'nin bu ilk tezkereye dayanarak plan, hazırlık ve lojistik kaydırma yapması ardından 1 Mart'ta ABD'ye bu kez ‘‘nanik!’’ yapılması karşı taraf açısından hazmı zor bir eylemdir.
ABD, daha önce ‘‘canı ciğeri’’ zannettiği, her türlü maddi yardımı yaptığı, eski darbelerini onayladığı TSK'nın gönülsüzlüğünü ise hiç hazmedememiştir.
2) Özellikle başını askeri kanadın çektiği Türk şahinleri ‘‘Irak Savaşı’’ ardından bile adeta at gözlükleri ile Kuzey Irak'ta hálá ve inatla kırmızı çizgi politikası izlemeye devam etmişler; Türkmenleri Kürtlere karşı kışkırtarak, aklı sıra bölgede politika yapmışlardır.
Bu bağnaz politika sonucu Türkiye:
a) Çok kaba bir şekilde derdest olarak tüm dünyaya rezil olmuş,
b) Zaten, ilişkilerimizin gelgit yaşadığı Iraklı Kürtleri daha fazla kaybetmiş,
c) Kendi Kürtlerimizi de tedirgin etmiş,
d) Üstelik, yanlış politikaları ile bölgede Türkmenleri iyice yalnızlaştırarak, büyük çapta onların da güvenini 1997 öncesi gibi bir kez daha yitirmiştir.
* * *
Şu anda komşu evde yangın tüm hızı ile sürerken, eli kolu bağlı, ne yapacağını bilmeyen, tüm bölge politikalarını yüzüne gözüne bulaştırmış bir Türkiye vardır!
Yarın: ABD şahinlerinin gafları!
‘‘Yok aslında birbirimizden farkımız!’’
Yazının Devamını Oku 
21 Temmuz 2003
<B>7. Uyum Paketi</B>'nin bazı maddelerine <B>Genelkurmay</B> itiraz etmiş. Çeşitli itirazlar arasında <B>‘‘genel sekreterlik görev tanımının değişmemesi ve icracı kurum olma niteliğinin ortadan kaldırılmaması’’</B> da var! Genelkurmay'ın bu konudaki görüşü yanlış. Zaten ‘‘Asker siyasete karışıyor’’ iddiaları da değiştirilmesi elzem olan bu maddeye dayanıyor. Maşallah zaten Genel Sekreter Orgeneral Tuncer Kılınç bu maddeye dayanarak sık sık ‘‘icracı’’ oluyor. İşte yeni bir örnek:
* * *
17 Temmuz 2003 tarihli resmi Lefkoşa-T.A.K. ve BRT kaynaklı habere göre:
Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği ve muharip dernek temsilcilerinden oluşan heyet, 20 Temmuz Barış Harekatı'nın 29'ucu yıldönümü dolayısıyla Türkiye'deki ziyaretlerini sürdürürken Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ı da ziyaret ediyorlar.
T.A.K'a göre:
‘‘Orgeneral Kılınç, ‘Kuzey Kıbrıs'ta aralık ayında yapılacak seçimlerde sağduyu sahiplerinin kazanmasını, milli şuuru yaşatacak insanların işbaşında olmalarını istediklerini' belirterek, ‘Geleceğin Kıbrıs'a iyi şeyler getirmesini, kafası çelinmiş insanların da orada akıllarını toplamak suretiyle ulusal çıkarlarımızı koruyacak tarzda tavır almalarını diliyorum' (kast ettiği KKTC muhalefeti-CÜ) dedi.’’
BRT'nin haberine göre de:
‘‘Orgeneral Tuncer Kılınç, yemekte yaptığı konuşmada... ‘Kıbrıs'ta meteessüf, sizlerin (Denktaş yandaşı) gayretleri...başkalarının değişik gayretleriyle sıfırlanmaya çalışılıyor...' diye konuştu.
Orgeneral Kılınç... KKTC'nin hiçbir zaman yalnız bırakılmadığını ve bundan sonra da bırakılmayacağını, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da tüm kararların koordine içerisinde alınacağını belirtti.’’
* * *
Tuncer Kılınç'a soruyorum:
1) Kendisi MGK Genel Sekreteri olduğuna göre, ‘‘...(seçimlerden sonra)...milli şuuru yaşatacak insanların işbaşında olmalarını istediklerini’’ belirtenler MGK üyeleri mi? Öyle ise; MGK, KKTC seçimlerine karışmak ve taraf tutmak için ne zaman karar aldı?
2) Kılınç, TC'nin mi, KKTC'nin mi komutanı?
3) Kıbrıs için neyin iyi, neyin kötü olduğuna hangi yetki ile karar veriyor ve artık Türkiye yetmezmiş gibi KKTC'nin iç işlerine-sivil seçimine hangi hakla müdahale edileceğini yedi düvele ilan edebiliyor?
4) Kılınç'ın bu sözlerinden sonra dünyada kim KKTC'nin ‘‘bağımsız devlet’’ olduğuna ikna olur? KKTC'yi kim tanır?
5) KKTC'de Aralık seçimlerini bileğinin gücü ile bugünkü iktidar kazansa dahi, ‘‘KKTC seçimlerinin adil olduğuna’’ bu açıklamadan sonra artık dünyada kim inanır?
* * *
Tuncer Kılınç KKTC'ye yardımcı mı oluyor yoksa hem TC'yi, hem KKTC'yi dünyaya rezil mi ediyor?
Böyle bir MGK yapısı olmamalı!
Yazının Devamını Oku 
19 Temmuz 2003
<B>DONALD H. Rumsfeld</B>; Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>'a yazdığı mektupta diyor ki (Hürriyet:18.07.2003): ‘‘...Umarım, Ortak Komisyon... bizim askerlerimiz ve subaylarımızın haklı ve acil nedenlerden dolayı Süleymaniye baskınını gerçekleştirdiği yolunda size güven verir...’’
* * *
‘‘...Bir suikast tehdidi, koalisyona karşı diğer eylemler ve bunların hızla destabalize edici sonuçlarının olabileceği, bizim askeri güçlerimizin süratle hareket etmesinin temelini oluşturdu. Ayrıca, gözaltına alınan ve hiçbiri üniformalı olmayan Türk personel ile birlikte, beklenmedik bir biçimde çok sayıda silah, patlayıcı maddeler, detonatörler ve zamanlama cihazları bulunması mevcut kuşkularımızı daha da artırdı. Bizim anlayışımıza göre, bu silahlar ve cihazların çoğu Türk güçlerinin genelde kullandıkları türden değildi...’’
* * *
‘‘...Bizim askeri güçlerimiz harekete geçti, çünkü en azından gözaltına alınanlardan bazılarının, Kuzey Irak'ta koalisyon güçlerine karşı komplo içinde olduğu düşüncesini veren ve zamana duyarlı bilgimiz vardı...’’
* * *
Öte yanda Ortadoğu'yu en iyi bilen uzman gazetecilerimizden Cengiz Çandar, Daily News'un deneyimli yönetici-gazetecisi İlnur Çelik ile bizzat Irak'a giderek hazırladığı yazı dizisinde (Irak Raporu-1, Tercüman. 18.07.2003) diyor ki:
‘‘8 Temmuz 2003 Salı günü, Habur Kapısı'nda, resmen olmadığı ilan edilen ama varlığını herkesin bildiği JİTEM'in (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) sivil giyimli ve telefon konuşmalarından astsubay olduğunu öğrendiğim mensuplarının önünde... Irak topraklarına... geçip geçmeyeceğimi bilmeden beklerken...
...JİTEM'in sivil giyimli ve Habur'dan geçen herkesin yüreğinde korku salan astsubayların ‘Genelkurmaydan geçiş iznimiz bulunduğunu' ısrarla söylememize ve bu konuda paşa ismi vermemize rağmen, bir astsubayın bir generale alışılmadık kayıtsızlığını sergileyecek kadar fütursuz ve kendilerinden emindiler.
Acaba Kuzey Irak'ın özellikleri, TSK'nın emir komuta mekanizmalarının bilinen işleyişinde istisna teşkil edecek özellikler mi taşıyordu? Eğer öyleyse, bu Süleymaniye Olayı'nı anlamamıza ipucu teşkil edecek bir ölçü olabilir miydi?’’
* * *
Cengiz Çandar’ı okurken ister istemez aklıma, ‘‘Askeri harcamaları azaltalım ve askeri anlayışımızn mantığını yeniden gözden geçirelim’’ diye yazdıkça bana mektuplar gönderen MSB Genel Sekreteri Kr. Plt. Kur. Alb. A.Tamer Kantarcıoğlu'nun en son 2 Temmuz 2003'te yolladığı mektup geldi:
‘‘....Bunun yanı sıra akıl almaz bir şekilde, TSK'nın tek vücut olmadığını...iddia ediyorsunuz...
Gerçekdışı yorum ve beyanların devletimize ve milletimize yarar getirmeyeceği, aksine ülkemizin bekasına ve geleceğine zarar vereceği açıktır....’’
Acaba Albay şimdi ‘‘ülkenin bekasını zarar verenler’’ hakkında ne düşünüyor, TSK'nın tek vücüt olmadığını söylemenin hálá akıl almaz mı olduğunu düşünüyor?
Cengiz Çandar ve Donald H. Rumsfeld'e de mektup yazmayı düşünüyor mu?
Yazının Devamını Oku 
17 Temmuz 2003
<B>VAKA-İ Süleymaniye</B> iki yanlışı iç içe taşıyor: 1) ABD askerlerinin Türk askerlerini tüm dünyaya küçük düşürüp kafalarına kesekáğıdı bile geçirerek kabaca derdest etmeleri.
2) Türk askerlerinin bölgede, ABD'nin ardından dolanarak, gizli eylemlerle (covert action) Türkmen güçlerini Kürtlere karşı yönlendirmesi.
Ancak, Türk tarafı ısrarla bizim hatamızı göz ardı ediyor, köşe yazarları bile konunun bu boyutunu yok sayıyor.
Kapalı kapılar ardında ne konuşuluyor bilemem ama ABD iddiaları karşısında ‘‘biz katiyen böyle şeyler yapmayız!’’ görüşü resmi makamlarca kamuoyuna pompalanıyor.
Oysa yakın tarih masumiyetimizin tersini kanıtlıyor!
* * *
09.07.2003 tarihinde şu soruyu sordum:
‘‘Tam berrak olmamakla beraber, ABD'nin iddia ettiği üzere; Türk tarafı birkaç yıl önce Nahçıvan'da yaptığı gibi, gizli eylem içinde mi idi?’’
Bu soruma dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın cevap verdi. Darbe girişimini kabul etti.
12.07.2003 tarihinde onun görüşlerini yayınladım:
‘‘Darbeyi o zaman Dışişlerine bağlı olan TİKA (Türkiye İktisadi Kalkınma Ajansı) Azerbaycan temsilcisi Doç. Dr. Ferman Demirkol yönetiyormuş. (Deşifre olunca) Hemen Demirkol geri çekilmiş, yargılanmış. Karayalçın yargı sonucunu bilmiyor ama hatırladığına göre Demirkol şimdi yine üniversitede ders veriyor.
Murat Karayalçın, Türkiye devletinin bu darbe girişimine katiyen katılmadığını, Demirkol'un kendi hesabına hareket ettiğini söyledi.’’
* * *
Bu yazımdan sonra mektup yağmuruna tutuldum. Nahçıvan darbesi ile ilgili çeşitli bilgiler geldi.
Mahkeme kayıtlarına da yansıyan bilgilere göre:
‘‘... Bunlar doğru değil. Sn. Karayalçın herhalde yanlış anımsıyor. Çünkü, Ferman Demirkol geri çekilmedi!
Dönemin Cumhurbaşkanı S. Demirel'in Aliyev'den özel ve ısrarlı ricası üzerine Azerbaycan'da yargılanmadan Türkiye'ye getirildi... Başbakanlığın özel uçağı ile dönemin Başbakanlık Müsteşarı olan Ali Naci Tuncer ve refakatinde üst düzey bir MİT yetkilisi tarafından VIP olarak Türkiye'ye getirildi.
... (Ayrıca) Ferman Demirkol, Türkiye'de hiç yargılanmadı. Üstelik, Sayın Aliyev daha sonraları Türkiye'yi bir ziyaretinde TBMM kürsüsünde konuşurken bu konuya değindi ve kendisine Ferman Demirkol'un Türkiye'de yargılanacağı sözünün verildiğini ve bunun üzerine iki devlet arasındaki kardeşlik zarar görmesin diye Demirkol'un Türkiye'ye dönmesine izin verdiğini söyledi. (6 Mayıs 1997 tarihli TBMM tutanakları).
Ferman Demirkol adı ve Azerbaycan darbesindeki fonksiyonu Susurluk raporunun (Kutlu Savaş raporu) önceleri kamuoyuna açıklanmayan ‘‘gizli’’ bölümlerinde ayrıntılı olarak açıklandı. Raporda Ferman Demirkol'un MİT elemanı olduğu tevsik edildi. Türkiye'ye döndükten sonra hemen İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu tarafından Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku anabilim dalına öğretim üyesi olarak atandı...’’
* * *
Şimdi hastalığı ile yakından ilgilendiğimiz Aliyev'i 6 yıl önce darbe ile indirmeye kalkmışız.
Hem de devlet politikası olarak!
Yazının Devamını Oku 
16 Temmuz 2003
“U.S. emphasized that the announcement was made (by the Turkish side) before the confirmation came from Washington, and objected to the report in terms of method and timing. The General Staff responded, “But you have your signature on it!”…(In the report) both parties accepted that an environment of trust and confidence was lost…It is said that the ropes were not broken but about to be…U.S. accepts that the attitude towards our soldiers was faulty. But Turkey also accepted that Turkish personnel had some covert activities in Northern Iraq (as U.S. officials reported it)…U.S. does not apologize, only says that she regretted. And we accept it. U.S. says, “My warning on the issue that disturbed me, was not faulty; only my method was.” …At the end, Turkey accepts the Northern Iraq policy of the U.S. and scraps her “red lines” once more.”
Yazının Devamını Oku 
16 Temmuz 2003
<B>TÜRKİYE</B> ve <B>ABD</B> askeri yöneticilerinin 4 Temmuz <B>Süleymaniye Saldırısı</B> ile ilgili topladıkları <B>komisyon</B> nihayet beklenen <B>ortak raporu</B> yayınladı. Ancak, şu satırların yazıldığı saatler itibarıyla raporun ardından ivedilikle ABD'den itiraz geldi.
ABD tarafı rapor için Washington'dan henüz onay gelmeden açıklamanın yapıldığına dikkati çekti ve rapora yöntem ve zaman açısından itiraz etti.
Genelkurmay ise ‘‘Altında imzanız var ya!’’ diyor.
Türk tarafının sivil hükümetten onay alarak açıklamayı yaptığını varsayarak, raporu irdeleyelim.
Raporda bazı cümleler doğrudan söyledikleri ile değil, ima ettikleri ile bazı mesajlar veriyor. Anlayan anlasın!
* * *
‘‘...Grup, olayı tüm yönleri ile değerlendirerek, uzun geçmişe sahip ikili ilişkilerin temelini oluşturan güven ve itimat ortamının yeniden tesisi amacıyla işbirliğinin geliştirilmesine yönelik görüş alışverişinde bulunmuştur...’’
İki taraf da açıkça karşılıklı güven ve itimat ortamının ortadan kalktığını kabul ediyor!
Ancak, güven ortamının tekrar tesisine vurgu yapılıyor.
İpler kopmadı ama kopma noktasına geldi, deniyor.
‘‘...ABD tarafı, Türk tarafının araştırma konusunu teşkil eden bu üzüntü verici olay boyunca askeri personele yapılan muameleye ilişkin kaygılarını not etmiştir. Türk tarafı da, Kuzey Irak'ta Türk personelinin rapor edilen faaliyetleri ile ilgili ABD kaygılarını not etmiştir...’’
Raporu her iki taraf da imzaladığına göre iki taraf karşılıklı olarak birbirleri ile ilgili duydukları kaygıları kabul etmişlerdir.
ABD, askerimize yapılan muamelenin yanlış olduğunu kabul ediyor.
Türkiye ise Kuzey Irak'ta Türk personelinin (ABD makamlarınca) rapor edilen gizli faaliyetleri olduğunu kabul etmiş oluyor.
* * *
Nitekim:
‘‘...Her iki taraf, herhangi bir faaliyete geçmeden önce bölgedeki güvenlik ve istikrara ilişkin her türlü bilginin uygun kanallardan süratle paylaşılmasında mutabık kalmışlardır...’’ deniyor.
Bu satırlara imza atan Türk tarafı gizli faaliyetlerde bulunduğunu kabul ettiğini bir kez daha vurguluyor, ‘‘Bir daha yapmayacağım!’’ diyor.
‘‘...Her iki taraf, müttefikler arasında vuku bulan bu olay ve Türk askerlerinin gözaltında maruz kaldıkları muameleyi üzüntü ile karşılamıştır.’’
Bu paragraf ise ABD'yi ilgilendiriyor.
ABD özür dilemiyor ama üzüldüm, diyor.
Biz de kabul ediyoruz. ABD:
‘‘Rahatsız olduğum konuda uyarım yanlış değildi, sadece duyurma metodum yanlıştı’’ demeye getiriyor.
* * *
‘‘...Taraflar, bulgular ışığında, aralarındaki işbirliğini ve koordinasyonu daha da geliştirmek amacıyla ilave önlemler almayı da kararlaştırmışlardır...’’
Türkiye; ABD'nin Kuzey Irak politikasını sonunda kabul ediyor, kendi ‘‘kırmızı çizgilerini’’ bir kez daha siliyor.
ABD de ‘‘PKK konusunda daha dikkatli olacağını’’ belirtiyor!
Yazının Devamını Oku 