16 Haziran 2003
<B>GEÇEN </B>haftalarda, ortak savunma yaptığımız <B>NATO</B> ülkelerinde savunma bütçelerinin genel bütçe içindeki ortalama payının <B>%3</B> olduğunu, bizde ise bu oranın <B>%9.8</B> olduğunu yazmıştım. Bu rakamlara çok tepki geldi. TSK bütçesinin genel bütçe içinde payının %33-35 civarında olduğunu iddia edenler dahi vardı.
Ben de 9.06.2003 günü yazdığım yazıda, bana itiraz eden okurların iddialarını cevap vermesi ricası ile Maliye Bakanı'na aktarmıştım... Sorularım:
1) Bütçede yer alan:
a) yedek ödenekler
b) yatırımları hızlandırma kalemlerinden nerelere ve nasıl harcama yapılıyor? Bu harcamalar gizli mi, neden?
2) OYAK ve Mehmetçik Vakfı gibi kuruluşlara bütçeden kaynak aktarımı yapılıyor mu?
3) Erbakan hükümeti (Refah-Yol) döneminde askeri personel giderleri için bir gizli kararname çıkarıldığı ve yukarıda adı geçen kalem ve benzerlerinden askerlere tazminat ödendiği iddiaları doğru mudur? idi.
* * *
Aradan bir hafta geçmesine rağmen sorularıma Maliye Bakanı cevap verme zahmeti göstermedi. Meğerse, Kemal Unakıtan da ‘‘gözlerini kapayıp, vazifesini yapan’’ normal yurdum bakanı imiş!
Öte yandan sorularıma Milli Savunma Bakanlığı ve OYAK'tan cevap geldi. Her iki kuruma da gösterdikleri hassasiyet için çok teşekkür ederim.
OYAK Genel Mdürü Dr. Ş.Coşkun Ulusoy yolladığı açıklamada:
‘‘OYAK'a devlet bütçesinden doğrudan veya dolaylı olarak hiçbir ödeme yapılmamaktadır. Bugüne kadar da yapılmamıştır. Bundan sonra da yapılması gündemde değildir. Zaten 205 Sayılı OYAK Kanunu incelendiğinde böyle bir hususu amir olmadığı da açıkça görülecektir’’ diyor.
* * *
Milli Savunma Bakanlığı adına açıklama yapan Genel Sekreter Kr. Plt. Kur. Alb A. Tamer Büyükkantarcıoğlu da:
‘‘...Yazınızda NATO ülkelerinin savunma bütçelerinin genel bütçe içindeki payı olarak ifade edilen %3'lük pay aslında GSMH içindeki savunma harcamalarının ortalama yüzdesidir. MSB'nin 2003 yılı bütçesinin GSMH içindeki payı %2.9 iken, 2003 bütçesi içindeki payı %6.9'dur’’ diyor.
Ayrıca Genel Sekreter:
‘‘...çıkarılan bir gizli kararname ile bütçenin yedek ödenekler yatırımları hızlandırma kalemleri ve benzerlerinden askerlere tazminat ödendiğine ilişkin yorum ve değerlendirmeler tamamen asılsızdır’’ diye ilave ediyor.
Maliye Bakanı açıklamadığına göre, bizim paramızı kullanan bu iki kalemde hálá hangi harcamalar olduğunu öğrenemedik. Sadece hangi kalemin (tazminatlar) olmadığını öğrendik.
Öte yanda bendeki rakamlar konsolide bütçe içinde Savunma harcamalarının payını 2003 yılı için %8.30 -%6.9 değil!- olarak gösteriyor. %9.8 (2000) ise eski bir Maliye Bakanı'nın verdiği rakamdır.
* * *
İddiaların özü: TSK'nın toplam bütçesinin Savunma bütçesinden daha büyük olduğu idi.
Bu soruya henüz cevap alamadık.
Yazının Devamını Oku 
14 Haziran 2003
<B>STATÜKOYU </B>temsil etmeyi kendisine <B>‘‘durumdan vazife çıkarmış’’</B> kesimler bazen öyle <B>zırvalıyorlar</B> ki, taşıdıkları kalıp ile ifade ettikleri sözleri bir araya koymak mümkün değil. Galiba bu insanlar kendi lehlerine işleyen statükoyu korumak için gerçekleri saptırmaktan bile çekinmiyorlar, yoksa bu kadar cahil olmamalılar.
* * *
1) 4 Haziran 2003 günü TBMM'den iki adet uluslararası sözleşme geçti. Biri ‘‘Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’’ başlığını taşıyor. Diğerinin başlığı ‘‘Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’’. Bunlar ‘‘ikiz sözleşmeler’’ olarak biliniyor. Birleşmiş Milletler Teşkilatı bünyesinde hazırlanmış, 16.12.1966'da imzaya açılmış. Bu iki sözleşme diyor ki:
‘‘Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.’’
Bu maddeye dayanarak bazı duayen köşe yazarları ve İstanbul Üniversitesi Senatosu kıyamet kopardılar.
Kürtlerin bu imza ile kendi kaderlerini çizme hakkı isteyebileceğini ima eden cüppeli ve köşeli zevat ‘‘devletimizin büyük bir tehlike altında olduğunu’’ iddia ediyor. Amaç, AKP'yi sıkıştırmak!
Halbuki ikiz anlaşmalar kendi kaderini tayin edecek halklar olarak ‘‘denizaşırı ülkeler tarafından sömürge (koloni) haline getirilmiş halkları kastettiğini’’ bir ülkedeki azınlıkların ise -bizim Kürtler azınlık statüsünde dahi değil- bu haktan faydalanamayacağını açıkça belirtmiş.
Zaten anlaşma 1960 öncesi sömürgeciliği kastediyor.
İÜ Senatosu cahil mi, yoksa art niyetli mi?
2) 2004'e gidilirken Ege meselesi bir kez daha masaya yatırılacak. Yunanistan bizim askeri uçaklarımızın kendi sivil uçaklarını taciz ettiğini iddia etti. Biz de reddettik. Kıyamet koptu.
a) NATO bünyesi çerçevesinde, arasında Ege'nin de bulunduğu bölgedeki uçuşlar, Napoli'de ‘‘Recorded Air Pictures (RAP)’’ adlı bir yöntemle devamlı izleniyor. Uçuşların hepsini takip eden bu belgede kimin haklı olduğu açıkça bellidir. İddialar orada ispat edilir veya çürütülür. Tüm ihlaller orada belgelenmiştir. Neden bu karşılıklı yaygara?
b) Helsinki'de 10.11.1999'da varılan anlaşmanın 4. maddesine göre AB üyesi veya adayı tüm ülkeler 2004 yılının sonuna dek aralarındaki tüm ihtilafları çözmek zorundalar. Aksi halde, taraflar aralarındaki ihtilafları Lahey Adalet Divanı'na götürmeyi kabul etmek zorundalar. Baltık çevresindeki tüm aday ülkeler aralarındaki ihtilafları hallettiler. Biz ise 1999'dan beri Yunanistan ile birlikte Ege meselesiyle ilgili herhangi bir girişimde bulunmadık. Kendi gazetelerimizde çarşaf çarşaf ihlal haberleri yayınlanırken, şimdi bu gayret neden?
c) Kaldı ki, Yunanistan 21.12.1993'te Batı Avrupa Birliği çerçevesinde Ege meselesinin kendi güvenlik meselesi olduğunu ve Uluslararası Adalet Divanı kapsamında çıkartılmasını istemiş, biz bu konuda bugüne dek gıkımızı çıkarmamışız. Neden?
* * *
Statüko çok mu cahil, yoksa bizi çok mu aptal zannediyor?
Yazının Devamını Oku 
12 Haziran 2003
<B>CEVABI </B>zor bir soru. <B>Cumhurbaşkanı,</B> vetosuna gerekçe olarak, 4756 sayılı RTÜK Yasası'nın ‘‘TRT Genel Müdürü yeni RTÜK üyeleri tarafından seçilir’’ hükmünü içeren geçici <B>10. maddesini</B> gösteriyor. Geçen yıl Cumhurbaşkanı 4756 sayılı kanunda yapılan değişiklikleri veto etmişti. Kanun Meclis'ten yeniden geçince Sezer, Anayasa Mahkemesi'ne veto ettiği maddelerin iptali için başvurmuştu.
* * *
Yüksek Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermiş, esastan görüşmek için raportörlerin hazırlayacağı raporu beklemekteydi.
Dava halen devam ediyor.
Ben bu yorumda bir noktayı anlamıyorum.
Anayasa Mahkemesi sadece yürütmeyi durdurmuş.
Konuyu esastan henüz karara bağlamamış.
Öte yanda temel bir kural devletin devamlılığıdır!
Raportör raporu beklenirken ülkenin kurumlarının durması beklenemez ki!
Üstelik şimdi hukuki varlığı ve dolayısıyla TRT Genel Müdürü seçme hakkı tartışılan RTÜK, mahkeme yürütmeyi durdurma kararı aldıktan sonra, bir sürü başka karar almadı mı?
Şimdi bu kararlar ne olacak?
Ayrıca madem RTÜK karar alamazdı, neden daha önce uyarılmadı?
Neden RTÜK'e adeta ‘‘gel! gel!’’ yapıldı?
* * *
Öte yandan RTÜK'ün görüşleri ve geçmişleri açısından birbirine benzeyen üç aday seçmesi, daha önce seçmediği aday Şenol Demiröz'ü bu sefer birinci sıraya oturtması, yürütmeyi durdurma kararı sonrası kendini sorgulamaması, sorguladı ise bunu kamuya açıklamaması ‘‘acaba bu kurum ne kadar özerk çalışıyor?’’ sorusunu da zihinlere yerleştiriyor.
* * *
Olayın bence bir de siyasi boyutu var.
Ben de daha önce yazmıştım.
Haksız olsa dahi, Şenol Demiröz devletin bazı kurumları arasında iktidar kavgası haline dönüşmüştü.
Hükümetin en yumuşak karnının bazı atamalar olduğu iddia edildiğinde bu iddiaya ben de katılıyorum.
‘‘Hamili kart yakinimdir!’’ şiarı bazı atamaları tartışılır hale getiriyor.
Maalesef, Şenol Demiröz bu tartışmaların ortasında kaldı ve atanmayacağını belli idi.
Hükümetin, bile bile, inada varan ısrarı, durumu bugüne getirdi.
Ne yalan söyleyeyim, acaba başka bir aday önerilseydi, Cumhurbaşkanı ‘‘devletin devamlılığı’’ esasını ön plan çıkararak, atamayı onaylar mıydı, diye sormadan da edemiyorum.
* * *
TRT Genel Müdürlüğü çeşitli kesimlerin ortak kararı olması gereken bir görevdir.
Bu konuda hem RTÜK, hem de hükümet yanlış yapmıştır, dilerim bu inatlaşma devam etmez.
Yazının Devamını Oku 
11 Haziran 2003
<B>1 Mart vakası </B>ile oldukça yıpranan Türkiye-ABD ilişkileri daha henüz ilk <B>krizin </B>etkisini üzerinden atamadan yeni bir dönemeçte! ABD, Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme planları çerçevesinde bizim ‘‘yardımcı olup olmama isteğimizi’’ İran, Suriye ve İsrail-Filistin üçgeninde yeniden sınayacak.
* * *
Ben ABD'nin İran veya Suriye'ye kısa dönemde askeri saldırı planladığını zannetmiyorum. Irak'ta henüz bir düzen kuramamış ABD'nin bölgede yeni bir saldırı ortamı yaratması pek gerçekçi gözükmüyor.
ABD, henüz Irak'ın sosyolojisini okuyamıyor. Ayrıca, dünyaya yeniden meşruiyetini kabul ettirebilmek için kaybettiği rahman emperyal devlet imajını yeniden kazanmak zorunda.
ABD'nin Irak savaşından sonra dünyada genel kabul gören imajı zorba emeperyal devlet!
Zorbalık korkuya dayanır, 21. yüzyılda rahman olmayan devlet emperyal devlet olamaz.
* * *
Ancak, ABD şu üç kanaatinde hálá ısrarlı:
1) Iran ve Suriye ABD'ye hasım rejimlere sahip. Hasım rejimler ise muhakkak ki anti-Amerikan terörü besler.
2) Ancak, İran'da liberal ılımlılar egemen mollara karşı, Suriye'de Beşar Esat taraftarları hálá etkin Baasçılara karşı desteklenirse bu rejimler savaş ortamına girilmeden değiştirilebilir.
3) Ortadoğu'ya yeni düzenini kabul ettirmek için İsrail-Filistin sarmalı da muhakkak çözülmek zorunda.
ABD, yol haritası çerçevesinde, Şaron'a Filistin topraklarında işgalci-yerleşimciler olduğunu kabul ettirdi.
Ancak, ABD Yaser Arafat'a güvenini haklı olarak tamamen kaybetti. Amiyane tabiri ile Saddam gibi onu da çizdi.
* * *
İran ve Suriye'nin terörizme cevaz verdiğini dünyada en iyi bilen ülke biziz.
Yaser Arafat'ın da İslami terör örgütlerinin kucağında yaşadığı bir gerçek.
Bu açıdan ABD'nin kanaatleri ile Türkiye'nin menfaatleri arasında bir çelişki yok.
Ancak, ABD de ülkemizin İran ve Suriye ile komşu olduğunu, özellikle İran ile önemli ekonomik ilişkileri olduğunu görmek zorunda.
* * *
Böyle birçok değişkenli bir süreçte Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal'ın ABD ziyareti ile başlayacak yeni dönem Türkiye-ABD ilişkileri çok kritik bir dönemeçte.
1) ABD, Türkiye'den İran ve Suriye politikaları çerçevesinde tam bir uyum bekliyor. Türkiye'nin kendi konumunu açık ve net ifade etmesini istiyor.
2) ABD, yine Türkiye'den İsrail Başbakanı Ariel Şaron ve Filistin Başbakanı Mahmut Abbas'ı destekleyip, Yaser Arafat'ı dışlayan bir yaklaşım bekliyor.
* * *
Türkiye, ABD açısından, 1 Mart'ta güvenirlilik dersinden ikmale kaldı, bakalım ikmal imtihanında sınıfı geçebilecek mi, yoksa hepten çakacak mı?
Yazının Devamını Oku 
9 Haziran 2003
<B>BU </B>yazıda yer alan bazı <B>bütçe harcama kalemleri</B> ile ilgili sorulara <B>Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'</B>ın cevap vermesini rica ediyorum. Ben kendisini demokrat bir insan olarak tanıyorum. Demokrasilerde şeffaf yönetim esastır. Bütçe milletin paraları ile oluşmaktadır. O halde milletin tüm bütçe harcamalarının nereye gittiğini bilmek hakkıdır.
Tabii ki milli menfaatler gereği bazı harcamalar gizli olabilir. Örneğin, örtülü ödenek kalemindeki harcamaların nerelere yapıldığı gizlidir, zaten ödeneğin adı açıkça bu gizliliği -‘‘örtülü’’- beyan etmektedir.
Ancak, millet bu kalemde dahi ne kadar harcama yapıldığını bilmek hakkına sahiptir.
* * *
Şimdi araya bir alıntı koymak istiyorum.
‘‘Türkiye'nin eteğinden çeken sabırlı ve ısrarlı güçlerden biri aynen kara delikleri oluşturan kütle çekimi gibi, onu içine kapanmaya, merkeze sarılmaya, otoriteye ümit bağlamaya zorluyor... Örneğin Milli Güvenlik Akademesi'nin 1999-2000 eğitim yılı açılışında Harp Akademileri Komutanı Türkiye'nin düşmanlarını şöyle sıralıyor:
- Sizler burada iç ve dış düşmanlarımızı öğreneceksiniz. Bunda bizim hiçbir dahlimiz olmadığını göreceksiniz. AB'ye alınmamamızın asıl nedenlerini öğreneceksiniz. Arap aleminin Türk ulusuna yönelik kin ve nefretini öğreneceksiniz. Dünyanın en yalnız ülkesinin Türkiye olduğunu göreceksiniz.
Dünyada en çok iç ve dış düşmana sahip ülkenin Türkiye olduğunu göreceksiniz.’’ (Dr. Cem Kozlu: ‘‘Öfkeden Çözüme’’- İŞ Kültür Yayınları. 2003, ss: 8-69)
* * *
Geçen hafta iki kez, ortak savunma yaptığımız NATO ülkelerinde savunma bütçelerinin genel bütçe içindeki ortalama payının %3 olduğunu, bizde ise bu oranın %9.8 olduğunu yazdım.
Beyan ettiğim orana çok tepki geldi. Hemen hepsi sadece açık rakamlara baktığımı, savunma harcamalarının çok daha yüksek olduğunu ve bazı diğer kalemlerde gizlendiğini iddia ettiler.
Savunma bütçesinin genel bütçe içindeki payının %33-35 civarında olduğunu iddia edenler dahi var.
Ben bu yazıda bana itiraz eden okurların iddialarını cevap vermesi ricası ile Maliye Bakanı'na aktarıyorum:
1) Bütçede yer alan:
a) yedek ödenekler
b) yatırımları hızlandırma kalemlerinden nerelere ve nasıl harcama yapılıyor? Bu kalemlerin adlarının çağrıştıkları ile gizlilik kavramı arasında ben bağ göremiyorum. Bu harcamalar gizli mi, neden?
2) OYAK ve Mehmetçik Vakfı gibi kuruluşlara bütçeden kaynak aktarımı yapılıyor mu?
3) Erbakan hükümeti (Refah-Yol) döneminde askeri personel giderleri için bir gizli kararname çıkarıldığı ve yukarıda adı geçen kalem ve benzerlerinden askerlere tazminat ödendiği iddiaları da var. Tazminat görev ağırlığı nedeni ile her mesleğe ödenebilir. Ama iddialar doğru ise bu kararname neden açık değil? Bu kararnamenin mali yükü nedir, hangi kalemdedir?
* * *
Maliye Bakanı'nın bu iddialara yollayacağı açıklama çok önemli. Milletin şeffaf yönetim en temel hakkı!
Böylece, belki dedikoducular da hak ettikleri dersi alırlar.
Yazının Devamını Oku 
7 Haziran 2003
<B>BAZILARI </B>hükümetin her hareketinden bir anlam çıkarmaya çalışıyorlar. Açıkçası, öküz altında buzağı arıyorlar. Kafalarında bir şablon var:
İslamcılar takıyye yaparlar!
İşte bu formül bu insanlara hükümetin her hareketinden başka bir anlam çıkarma hakkı tanıyor.
Bu mantığa göre de, İslamcıların operaya gitmesi bir mesaj taşımıyor ama hanımefendilerinin yan yana, beyefendilerinin de onların iki yanında oturması mesaj taşıyor.
Çatalı sağ elle tutmak da mesaj içerikli.
10.000 öğrenciyi özel okullarda okutmak da tarikat okullarına verilen bir taviz.
23 Nisan'da Meclis Başkanı'nın türbanlı eşi ile davet vermesi de haddini aşan bir tavır.
* * *
19 Mayıs'da fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür gençler etkinliklerin statlarda kutlanma biçimini eleştirince tü kaka oldular!
Onların bu tavırlarına destek veren Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de hem gençleri kullanmakla, hem de şeriatçı tavrını sergilemekle suçlandı.
Ancak bir yerlerden işaret alarak görüş açıklayabilen bazı koskoca insanlar da, gençleri kendileri gibi zannedip, onları Bakan'dan talimat almakla suçladılar.
Ancak, meğerse daha evvel iki Milli Eğiitm Bakanı da bu kutlmalara karşı çıkmışlar ama aynı zevat o zaman bu bakanları eleştirme, onları şeriatçı ilan etme ihtiyacı duymamışlar.
Eski Milli Eğitim bakanlarından Prof. Dr. Mehmet Sağlam 10.01.1997 tarihinde yayınladığı 1997/02 No'lu genelgesinde aynen:
‘‘Bayramlar, her kesimden ve çeşitli meslek grubu temsilcilerinin katılacağı geniş kapsamlı bir program hazırlanarak kutlanacaktır. Kutlama programının klasik, resmi ve monoton yapıdan uzaklaştırılması için özen gösterilecektir.
Bu amaçla bayram kutlamaları süresince panel ve konferanslar, koro ve konserler...... gibi etkinlikler yer alacaktır’’ diyor.
* * *
Yine eski bakanlardan Metin Bostancıoğlu da 27 Mart 2000 tarihinde yayınladığı 2000/32 No'lu genelgede:
‘‘Bayram törenleri il ve ilçelerde resmi tören alanları olarak belirlenmiş olan hipodrom, stadyum, saha, okul bahçesi ile sınırlı tutulmayacaktır...
19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı'nın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda olduğu gibi ‘Ulusal Gençlik Şöleni'ne dönüşmesi için ilgililerce tedbir alınacaktır’’ diye yazmış.
Şimdi şabloncu mantığa göre bu iki bakan da mı şeriatçı addedilecekler?
Yoksa, şabloncular insanların akıllarının içini okuduklarını ve aynı mantığı kullanan üç bakandan ikisinin iyi niyetli birinin ise kötü niyetli olduğunu çözdüklerini mi iddia edecekler?
Yazının Devamını Oku 
5 Haziran 2003
<B>ŞİMDİ </B>de inanılmaz <B>sığ bir tartışma</B> başladı. - Küreselci misiniz, üçüncü dünyacı mı? - Üçüncü dünyaya karşıyım ama ikinci cumhuriyetten yanayım!
- Ben ise birinci cumhuriyeti tutar, üçüncü dünyayı desteklerim!
- BM, NATO, CENTO, AİHM'ye bağlıyız; IBM, BP, Microsoft, Nike, Levi's ürünleri kullanır, AWACS'a, Mercedes'e bineriz ama egemenliğimizi ölsek küreselleşmeye kaptırmayız.
- Kırmızı çizgilerimiz silinince, Kerkük Kürtlere verilince gıkımız çıkmaz ama ey küresel dünya duy sesimizi!
- Üstelik biz bir Batı müziği yarışması olan Eurovision'da İngilizce şarkı söylenmesine de karşıyız! Türkçe'nin akreditasyonuna laf söyletmeyiz arkadaş!
- Mesleğimiz askerlik ama Gümrük Birliği'ni yırtıp atmak gerektiğini de biz biliriz.
* * *
Vatanı küreselcilerden çok seven ama küreselleşmeyi sevmeyen yüce Türk insanlarına sesleniyorum:
Küreselleşmeye ancak küreselleşmenin kendi aletleri ile karşı çıkabilirsiniz.
Küreselleşme iradi bir olgu değildir.
Nasıl fırtınaya karşı olmanın bir anlamı yoksa, küreselleşmeye karşı da ancak tedbir alnır.
Bilişim devrimini bizlerden daha iyi kavrayan Bin Ladin, ikiz kuleleri küreselleşmenin kendi aletleri ile yıktı.
IBM ve Dünya Bankası'nın bilgi merkezlerini basıp bu kuruluşları dünyaya rezil eden hacker'lar da bizzat küreselleşmenin kendi teknolojisini kullandılar.
* * *
Eğer küreselleşmeyle ilgili gerçek kaygılarımız var ise -benim var!- bırakalım kendimizi düşünmeyi, tedbir alalım. Nüfusunun % 65'i 35 yaş altında olan ülkemizde üniversite öncesi 16 milyon öğrencimize sadece 7 bini internete bağlı 20 bin bilgisayar vermiş olmanın garabetini düzeltelim. İnsanının sadece % 4'ünün internet kullandığı bir ülkenin küreselleşmenin akıl almaz teknoloji devinimi ile nasıl baş edeceğini düşünelim.
Kaynağı mı nereden bulacağız? Yazmıştım:
Ortak savunma yaptığımız NATO ülkelerinde savunma bütçesinin genel bütçe içinde ortalama payı % 3, bizde ise bu pay % 9.8.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın genel bütçede payı 1992'de % 14.56 iken 2002'de bu oran % 7.60'a düşmüş.
Bu oranları tersyüz edelim!
Savunmanın payını nasıl mı azaltacağız?
Askerler iktisat bildiğine göre benim de askerlik konusunda bilmişlik taslamamda aynı oranda mahzur var:
Meksika'ya savaş ilan edersek lazım olacak AWACS türü savaş aletleri almayalım.
Ne kadar askere ihtiyacımız olduğunu yeniden ve açık tartışalım.
Askeri ihaleleri şeffaf yapalım.
TBMM bundan böyle savunma bütçesini tartışarak ve harcamaların gereğine ikna olarak oylasın.
* * *
Küreselleşmeye karşı bizi uyaranlar da aldıkları/alacakları tedbirleri açıklasınlar.
Benim bu kadarına aklım eriyor.
Yazının Devamını Oku 
4 Haziran 2003
<B>TÜRKİYE'</B>nin dünyadaki yerini belirlemek için kendisine biçtiği <B>paradigmanın</B> varsayımları birer birer çöküyor. Paradigma iflas edince de, Türkiye <B>dış politikasız</B> kaldı. Dış politikasızlık yanlış politikadan beter! Türkiye dışarıya oradan buraya yalpalayan şaşkın ördek imajı veriyor.
* * *
Irak Savaşı öncesi ABD'nin ‘‘biz olmadan Irak'ta savaşamayacağını öngören’’ dijital savaştan bihaber olduğu için bombaların %0.005 yanılgısını ‘‘Bunlar savaşmayı da bilmiyorlar’’ diyerek yorumlayan sığ akıl, Fransa ve Almanya'nın yanında yer alarak ‘‘AB önünde büyük avantaj yakaladığımızı’’ söylüyordu.
O dönemde Abdullah Gül ‘‘Her mihnetten bir nimet doğar’’ mealli bir yaklaşımla ‘‘Hiç olmazsa AB'ye yaklaştık’’ diyerek yüreklerimize serin sular serpmeye çalışıyordu!
Aklı evvel stratejistler ‘‘Şimdi AB Kıbrıs konusunda bizim yanımızda yer alacak’’ diyerek alkış tutuyorlardı.
* * *
Benim gibi yazarlar da ‘‘Yapmayın etmeyin! Dünya, ya AB-ya da ABD ikilemi kadar basit değil, üstelik bunların arasında çelişkiden daha yüksek menfaat birlikleri var’’ diye yazdığımızda vatan haini olmakla suçlanıyorduk.
Kıbrıs konusunda fikir birliği ettiklerini vurguladığımızda Euro-ajan oluyorduk.
* * *
Şimdi ne oldu?
ABD, Irak'ta Avrupa'nın elini büktü ama kıtada bütün prestijini de kaybetti.
Şimdi ABD, Almanya ve Fransa olmadan dünyada egemen olamayacağını, Almanya ve Fransa da Ortadoğu'da yenildiğini kabul ediyor.
Hep beraber karşılıklı ama, ABD'nin yönlendirmede daha etkin olduğu bir özeleştiri dönemine giriyorlar.
Kısacası Almanya ve Fransa gibi devasa ülkeler, kendi menfaatleri açısından bükemedikleri eli öpüyorlar.
* * *
Biz ne yapıyoruz?
Medeni insanlar yaptıkları hatalardan ders alıp, hatalarını düzeltirken bizim Şarklı kafamız yaptığı vahim hatada inat ediyor, Şark kurnazlığımız ise sığ aklına yeni kulplar arıyor.
* * *
Statüko paradigmasını katiyen değiştiremiyor.
Bakıyorum, bize daima bir potansiyel düşman göstererek meşruiyetini pekiştiren statüko strateji varsayımları Kıbrıs'ta göçünce, Kuzey Irak'ta kırmızı çizgileri iplenmeyince, ‘‘Kerkük Kürtlere verilirse savaş çıkar’’ dediği halde Kerkük'ün Kürtlere teslimine sessiz kalmak zorunda kalınca; şimdi yine aynı şablona yeni potansiyel düşmanlar arıyor.
Yeni potansiyel düşman hem ABD, hem AB!
* * *
Sadece kendi yıkılan prestijini kurtarmak, yönetimde ne koparırsam kárdır diye çırpınan statüko artık kendisine açıkça kafa tutan Batı'yı şimdi tam bir paranoya ile kucaklıyor.
Herkes şaşkın, zira statükoyu bugüne dek Türkiye'de ayakta tutan zaten ABD ve Avrupa idi.
Daha da vahim olanı statükonun ne önerdiğini kendisinin de bilmemesi!
Yazının Devamını Oku 