2 Haziran 2003
<B>HEPİMİZ </B>ortak <B>iki hata</B> yapıyoruz. Demokrasinin ipucunu <B>Kuran</B> veya <B>TSK'</B>da arıyoruz. Ne herhangi bir dinin, ne de askerin demokrasi getirmek gibi bir görevi yoktur.
* * *
İslam veya herhangi bir din demokrat olamaz.
Demokrat olacak veya olmayacak olanlar Müslümanlardır.
* * *
Askerlik kurumu da demokrat olamaz veya demokrasi vaaz edemez.
Demokrat olan veya olmayan asker vardır.
* * *
Kuran'ın görevi ahlak getirmek, eşitlik sağlamak, vicdan ve şahsi adalet duygularını geliştirmektir.
Kuran'da dünyevi düzen vaaz eden ayetler doğal olarak pek azdır.
TSK'nın görevi de dış güvenliği sağlamak, bağımsızlığı korumak, cumhuriyete sahip çıkmaktır.
* * *
İslam'ı kuran yüce peygamberimizin aynı zamanda siyasi lider olması, cumhuriyeti kuran ilk cumhurbaşkanı aziz Atatürk'ün de aynı zamanda asker olması bazılarımızın aklını sık sık karıştırmaktadır.
* * *
Demokrasiyi kurma görevi başını burjuvazinin çekeceği sivillerdedir.
Aksi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde de milletin iradesini sadece ve sadece TBMM temsil ettiğine göre, iktidarı ve muhalefeti ile ülkeyi demokratlaştırmak, hukukun üstünlüğünü pekiştirmek, özgürlükleri artırmak, cumhuriyetin kurucusunun bize gösterdiği en doğru hedef olan muasır medeniyet seviyesini yakalamak doğrudan ve tek başına TBMM'nin görevidir.
* * *
MGK ve TSK kendi açısından 6. Uyum Paketi ile ilgili görüşlerini beyan etmiştir.
Ayrıca, son zamanlarda çeşitli komutanlar güvenlik anlayışları, dış politika ve dünyadaki gelişimler üzerine çeşitli fikirler açıklamışlardır.
Uyum paketine itirazların hemen hiçbiri hiç kimseyi tatmin etmemiş, dış politika ve dünyadaki gelişme üzerine sarf edilen düşünceler ise oldukça sığ bulunmuştur.
Belli ki aldıkları eğitim gereği askerlerin temel paradigması düşman kavramı üzerine kuruludur.
Bu paradigmayı sivil hayata monte etmeye kalktığınız zaman da ortaya söyleyen ve söyletenden başkasını ikna etmeyen görüşler çıkmaktadır.
Kaldı ki, askerin düşman paradigması ile kurduğu stratejiler de son dönemde dumura uğramıştır.
ABD Irak'ta biz olmadan da galip gelmiş, Kıbrıs'ın stratejik önemi kavramı tarihe gömülmüş, Kuzey Irak'ta kimse kırmızı çizgilerimizi iplememiştir.
* * *
Artık, herkes söyleyeceğini söyledi, şimdi TBMM, bir başka MGK toplantısı beklemeden, 6. Uyum Paketi'ni tartışmaya başlamalıdır.
Aksi, demokrasinin bizzat siviller tarafından zaafa uğratılması olur.
Yazının Devamını Oku 
31 Mayıs 2003
<B>GENELKURMAY'</B>ın küreselleşme üzerine bir konferans tertiplemesini heyecanla karşılıyorum. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral <B>Yaşar Büyükanıt</B> yaptığı konuşmanın bir yerinde aynen şöyle diyor: ‘‘Değişim sürecini zamanında algılayamayan toplumlar, maalesef, sadece değişim sürecinin sonucunu seyretmekle yetineceklerdir... En önemlisi, (ancak) ulusal çıkarlarını küresel çıkarlarla uyumlu hale getiren ülkeler barış içinde yaşayabileceklerdir.’’
Ben de bugün ülkenin değişim sürecini algılayıp algılamadığını, ulusal çıkarlarını küresel çıkarlara uyumlu hale getirip getirmediğini rakamlarla irdeleyeceğim:
* * *
Küreselleşmenin değişik tarifleri var ama hepsinin ortak noktası küreselleşmenin bir bilgi devrimi olduğudur.
TİSK'in büyük bir hizmeti olarak gördüğüm Mart 2003'te yayın no: 2003 olarak yayınlanan ve uluslararası META Grubu'nun Küresel Teknoloji İndeksi ve OECD'nin verilerini kullanarak hazırladığı ‘‘Türkiye'nin Bilgi Yarışındaki Yeri’’ başlıklı raporuna göre:
Küresel Teknoloji İndeksi genel sonuçlarında 49 ülke üzerinden Türkiye 33. sırada.
Dijital ekonomiye dönüşüm sürecinde yine 49 ülke arasında 44. sırada.
Yüksek öğrenime net kayıt oranında 36 ülke arasında 33. sırada.
İnternet kullanımında 44 ülke arasında 36. sırada.
Telekomünikasyon yatırımlarında 46 ülke arasında 43. sırada.
Ülkedeki bilgisayar sayısında 48 ülke arasında 44. sırada.
Kişi başına AR-GE harcamasında 48 ülke arasında 39. sırada.
* * *
OECD verilerine göre:
Bilgisayar olan hanelerin oranında 22 ülke arasında 21. sırada.
İnternet sunucusu sayısında 28 ülke arasında 28. (son) sırada.
Web sitesi sayısında 28 ülke arasında 27. sırada.
Türkiye'de bireylerin sadece % 9.1'i internet kullanıyor. Bu oran sadece Meksika'dan az farkla (% 8.8) önde. Aynı oran İsveç'te % 67.8, Kanada'da % 60.8, Fransa'da % 38, İtalya'da % 18.5.
Türkiye'nin % 9.1 internet kullanımı sadece şehirleri dikkate almaktadır.
Genel nüfus ele alındığında bu oran % 4'e düşüyor!
* * *
Ülkemizde 16 milyon üniversite öncesi öğrenci var. Bunların okulda kullanabileceği bilgisayar sayısı sadece 20 bin. Bu bilgisayarların da sadece 7 bini internete bağlı.
Öğrenci başına küresel bilgi dünyasına ulaşma oranı % 0.0004!
Ortak savunma yaptığımız NATO ülkelerinde savunma bütçesinin genel bütçe içinde ortalama payı % 3, bizde ise bu pay % 9.8!
Milli Eğitim Bakanlığı'nın genel bütçede payı 1992'de % 14.56 iken 2002'de bu oran % 7.60'a düşmüş.
İlgililere duyurulur!
Yazının Devamını Oku 
29 Mayıs 2003
<B>İKTİDARA </B>getirilen <B>‘‘irtica’’</B> elştirilerini, donmuş beyinlerin basmakalıp çamur atma gayretleri olarak görüyorum. <B>Statüko</B> bir türlü kafasındaki <B>şablondan</B> kurtulamıyor. ‘‘Benden yana olmayan, hatta bana biat etmeyen herkes irtica ve bölücülük yanlısıdır.’’
Bu mantığın son dáhiyane buluşuna göre, ‘‘Atatürk, cumhuriyeti gençlere emanet etmiştir ama gençleri de muhakkak bize emanet etmiş olmalıdır’’.
Bu bağlamda 23 Nisan ve 19 Mayıs'ta yaşanan gerginlikler bana amaçlı ve palyatif gerginlikler gözüküyor.
* * *
Statüko muazzam bir çelişki içinde. Gerici ve irticacı diye suçladığı hükümet, Atatürk'ün ‘‘muasır medeniyet’’ hedefini kolluyor ve AB'ye üyelik için samimi gayret gösteriyor!
Esas karşıt olduğu kavram ‘‘AB üyeliği’’ olan statüko ise içine düştüğü çelişkiyi aşabilmek için yine klasik takıyye ipine sarılıyor.
Bakın, akılları nasıl çalışıyor:
‘‘Bu iktidar ve yandaşları, AB'ye girebilmek için neden böyle ısrar ediyor, rica minnette bulunuyor, yalvarıp yakarıyor?
Çünkü o zaman TSK'nın etkinliği ve ağırlığı azaltılacak. Cumhuriyet rejiminin, devrimlerin ve ülke bütünlüğünün koruyucusu olan en güvenilir ve sağlam kurum böylece devre dışı bırakılacak. Meydan ‘fikir ve ifade özgürlüğü' adı altında irtica ve bölücülüğe kalacak. Süreç başladı bile.’’
Sonunda faşizan taleplere sığınmaya başlayan statüko, millete ‘‘fikir ve düşünce özgürlüğü’’nü fazla görüyor, askeri vesayet istiyor.
* * *
Bu tip akıl ve izan dışı suçlamaların dışında, hükümet ile ilgili haklı bir eleştiri, belki de bir örnek olarak seçilerek, pazartesi günkü basın toplantısında Org. Hilmi Özkök tarafından dile getirildi.
Atamalar!
Ben atamalara ‘‘mürteci insanlar’’ atanıyor denerek karşı çıkılmasını kabul etmiyorum.
Ancak, atamalarda çok belirgin iki özellik beni de rahatsız ediyor:
1) AB yolunda mücadele veren hükümetin bazı atamaları -katiyen hepsi değil- ‘‘işi ehline teslim et’’ yönteminden çok ‘‘işi kendini sana teslim etmiş olana teslim et’’ intibaı yaratıyor.
2) Atamalarda R.T. Erdoğan’ın İstanbul Belediyesi'ndeki ekibi çok ağırlıklı yer tutuyor. Bu tarafgirlik de diğer insanları üzüyor ve motivasyonu azaltıyor.
* * *
Bazı görevler gerçekten çok geniş bir kitleden onay alacak insanların yapması gereken görevler.
Bunların başında, hálá boş olan, TRT Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı geliyor.
Ben adı geçen adaylar hakkında katiyen herhangi bir iddia taşımıyorum.
Ancak, bu görevlerin özel hassasiyet isteyen görevler olduğunu söylüyorum.
Bana göre hükümet, bu iki atamada topluma, ilgili tüm unsurların mutabakatını aldığını gösterebilmeli!
Yazının Devamını Oku 
28 Mayıs 2003
<B>BANA </B>göre, <B>Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök</B> pazartesi günü yaptığı basın toplantısında, ülkede yaratılmak istenen <B>puslu havaya</B> en güzel darbeyi şu sözlerle vuruyor: ‘‘Darbenin lafından rahatsızım.
Böyle bir sözün burada konuşulmasından bile rahatsızım.
Böyle bir sözcüğü burada konuşmayı reddederim.’’
* * *
26 Mayıs Pazartesi günü, H.Özkök'ün basın toplantısından önce yazdığım ‘‘İhtiyar Densizler’’ başlıklı yazıda Cumhuriyet Gazetesi'nin birileri tarafından gaza getirilerek asparagas haber yaptığı iddiasında bulunmuştum.
Şimdi Genelkurmay Başkanı'nın açıklamalarına bakalım:
‘‘Bu haberin kaynağının kerameti kendinden menkul. Bu yalanlı ve maksatlı bir haber. Bunun bir haber kaynağına istinat ettiği aşikár.’’
Ben pazartesi yazımda yine demiştim ki:
‘‘İradesini statükoya emanet etmiş köşe yazarları ve darbelerle hep iyi geçinen gazeteler de bu kesimin sözcülüğünü yapıyorlar.’’
Özkök de diyor ki:
‘‘...(birileri) İki kişi arasında baş başa yapılmış bir konuşmayı her nasılsa sanki dinlemiş gibi bu haberi almış ve değerli gazetecimize ulaştırmış. Bu yazarımızın önem ve konumunu da dikkate aldığınız zaman bu kaynağın önemli bir kaynak olduğunu da değerlendiriyorum. Haber, yanlış olmaktan öteye, maksatlıdır.
Dolayısıyla, bu konudaki bütün yorumlar da mesnetsiz kalıyor.’’
* * *
Yine aynen şöyle yazmıştım:
‘‘Allah aşkına; hangi densiz ihtiyarlar nasıl bir ölçüm yapmışlar da tüm genç subayların rahatsızlığını tespit etmişler?
Haber zaten içinde taşıdığı totaloji (genelleme) mantığı ile kendi kendisine uyduruk haber olduğunu ihbar ediyor.’’
Hilmi Özkök de diyor ki:
‘‘Sayın yazarın (Mustafa Balbay), haber kaynağını değerlendirmesi ve ona layık olduğu güvenilirlik notunu vermesi bir etik sorumluluktur.
TSK'da, genç subaylar-yaşlı subaylar ayrımı yoktur. Komutanlar arasında şahinler, güvercinler, sertlik yanlıları yoktur. Bu tür iddiaları yalanlamaktan öteye lanetlediğimi, kusura bakmayın ağır laf söylüyorum, ama açıkça ifade etmek istiyorum.’’
* * *
Demiştim ki:
‘‘Zaten aynı mihraklar (ihtiyar densizler) bir yandan asker ile hükümet arasında ipleri germeye çalışırken, kamuoyunda Genelkurmay Başkanı'nı küçük düşürmeye, onu çaresiz göstermeye çalışıyorlar.’’
Özkök de diyor ki:
‘‘Beni yıpratmayın...’’
Bu kaynak asker, eski asker ya da sivil bir kaynak olabilir...
Soru: MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'ın AB konusunda üç eleştirisi vardı. Onlara katılmıyor musunuz?
Özkök: Efendim, katılıp katılmama ayrı konu. Tuncer Paşa MGK Genel Sekreteri'dir. O özellikle Avrupa'da yaptığı toplantıya dair, toplantıdaki sözlere yönelik gündeme gelmiştir. Nasıl bir dinleyici grubu ile konuştu, ne dedi, Tuncer Paşa'nın söyledikleri onun söyledikleri sözlerdir.''
Teşekkürler Hilmi Özkök!
Yazının Devamını Oku 
26 Mayıs 2003
<B>CUMHURİYET Gazetesi</B> gündem yarattı.<B> R.T. Erdoğan</B> ile <B>H. Özkök</B> arasındaki <B>ikili</B> görüşmenin metnini yayınladı. Bu haberle ilgili dört ihtimal var:
1) R.T. Erdoğan gazeteye açıkladı.
2) H. Özkök açıkladı.
3) Odada dinleme aleti vardı.
4) Cumhuriyet Gazetesi asparagas haber yaptı.
* * *
4. ihtimalin de kendi içinde iki ihtimali var:
a) Gazete kendi kendine uydurdu.
b) Birisi gazeteye gaz verdi.
Ben 4. şıkkın (b) bendinin doğru olduğunu düşünüyorum.
H. Özkök'ün çok yakınında ama ona çok uzak birileri ‘‘genç subayların’’ adını kullanarak 30 Ağustos'a yaklaşılan şu aylarda, emekli olup apoletlerini terk etmeden önce, son gayret ‘‘durumdan vazife çıkarıyorlar’’.
İradesini statükoya emanet etmiş köşe yazarları ve darbelerle hep iyi geçinen gazeteler de bu kesimin sözcülüğünü yapıyorlar.
19 Mayıs kutlamalarını eleştiren genç üniversiteliler tu kaka! Hükümeti eleştiren genç subaylar baş tacı!
Genç subaylar hükümeti eleştirdiklerini bilmeseler dahi!
Allah aşkına; hangi densiz ihtiyarlar nasıl bir ölçüm yapmışlar da tüm genç subayların rahatsızlığını tespit emişler?
Haber zaten içinde taşıdığı totaloji (genelleme) mantığı ile kendi kendisine uyduruk haber olduğunu ihbar ediyor.
Yaratılmak istenen hava, binlerce genç subayın ihtiyar subaylardan gizli toplanıp, ‘‘Vatan elden gidiyor!’’ diye dertlere düştüğünü kamuoyuna yaymak!
Ülkeyi germek!
Haber askerlik kurumunu da aşağılıyor.
Habere göre, emir-komuta zinciri çerçevesinde tam bir disiplin içinde hareket etmesi gereken TSK, denetimi tamamen kaçırmış, komutanlar gençleri kontrol edemiyor, gençler zıvanadan çıkmış, H. Özkök hükümetten şikáyetçi gençlere haddini bildirmek yerine, sadece durumu Başbakan'a aktaracak kadar güçlü!
* * *
Zaten aynı mihraklar bir yandan asker ile hükümet arasında ipleri germeye çalışırken, kamuoyunda Genelkurmay Başkanı'nı küçük düşürmeye, onu çaresiz göstermeye çalışıyorlar.
Bazı köşe yazarları da ‘‘gerici basının’’ TSK'yı eleştirirken başkanı ayrı tuttuğunu iddia ederek, TSK ile onun komutanını birbirinden ayırmaya çalışıyorlar.
Hatta onun bugünkü basın toplantısında neler söylemesi gerektiğini bir gün önceden fütursuzca köşelerinde yazıyorlar.
Madem densizlik bu kadar ucuzladı, ben de ilan ediyorum: Genç kokoreççiler, genç tellaklar, genç kelaynaklar, genç yaşta kel kalmışlar da diyorlar ki:
- Bu ihtiyar densizler gına getirdi!
Statüko hiç bu kadar irtifa kaybetmemişti.
Yazının Devamını Oku 
24 Mayıs 2003
<B>AKP'</B>ye oy vermemiş olabilirsiniz, oy verdiğiniz halde bazı politikalarını eleştirebilirsiniz, oy vermediğiniz için ne yapsa bir açık arayabilirsiniz. Ancak, elinizi vicdanınıza koyun; AKP bir konuda eleştirilemez. Parti bugüne dek ısrarla AB üyeliğini savundu. 3 Kasım'dan beri de bu konuda çok samimi, gayretli ve gereğinde cesaretli olduğunu gösteriyor.
* * *
AB konusunda AKP'ye destek verin, zira AB üyeliği sadece o partinin değil, hepimizin meselesi.
Bir gün; AKP iktidardan düştükten sonra bile; AB üyeliği inşallah bir ebedi gurur paftası olarak göğsümüzde asılı duracak.
Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras bu üyelik olacak.
Onlar, AB üyeliği için mücadele verenleri rahmetle ve minnetle anacaklar.
Mustafa Kemal Atatürk'ün de ruhu bu üyelik ile şad olacak!
Onun en güzel projesi olan ‘‘muasır medeniyet projesi’’ dönülmez bir yola girecek.
Esas gericiler o zaman pırsacak!
Ülkenin iç ve dış güvenliği o zaman sağlam kazığa bağlanacak!
* * *
Ne hazindir ki; Ata'nın adının arkasına saklanan ilericiler şimdi statükoyu savunan gericiler olmuşlar, gericiler ise onun muasır medeniyet projesine sahip çıkmışlardır.
Ne hazindir ki; ‘‘Ata cumhuriyeti gençlere emanet etti’’ diye ikide bir kafamıza kakan eski ilerici-yeni gericiler, gençler kendi bayramlarına karşı çıkıp, 19 Mayıs'ların militarist bir tavırla kutlanmasını eleştirince, statükodan gelen emir çerçevesinde, gençleri bir çırpıda satmışlar, onları kendi oldukları gibi damgalayıp ‘‘maşa olmakla’’ suçlamışlardır.
* * *
Bizi Avrupa'da isteyen var, istemeyen var!
Ama gönlünde AB üyeliği yaşatan her Türk vatandaşı bilmelidir ki, AB uğruna verecekleri mücadelede esas karşıtları dışarıda değil, içeridedir.
* * *
Türkiye'nin AB üyesi olmasını istemeyen alaturka statükodur!
Bunlar bizim ödediğimiz vergilerle elde ettikleri mevkileri kaybetmekten korkan bir avuç gericilerdir.
Askerin, sivil bürokrasinin, iş hayatının, gazetelerin-TV'lerin, üniversitelerin içine sığınan ve kağnı gölgesini kendi gölgesi sanan bir avuç statükocu, Türkiye AB üyesi olmasın diye canhıraş mücadele veriyor, utanmadan ve sıkılmadan aziz Atatürk'ün ve işgal ettikleri güzide kuruluşların adlarını kullanıyorlar.
Neden? Kör olası görev için, hak edilmeyen statü için, ezikliğini ve cehaletini kamufle etmek için!
Bunlar millet karşısında ceberrut, işadamları karşısında emeklilik sonrası üç-beş kuruş maaş kapabilemek amacı ile el pençe divan duran şahsiyetleri ecüş kalmış bir avuç bürokrattır.
* * *
AB mücadelesi karşısında kale gibi duran ve çenelerini tutamadıkları için kim oldukları ayan beyan bilinen bir avuç ceberrut statükocuya karşı hükümeti desteklemek evlatlarımıza karşı borcumuzdur.
Yazının Devamını Oku 
22 Mayıs 2003
<B>STATÜKO,</B> freni kopmuş kamyon gibi, her geçen gün yokuş aşağı bodoslama gitmeye devam ediyor. 21. yüzyılı 19. yüzyıl mantığı ile kucaklamanın mümkün olmadığı artık iyice ortaya çıktı. Statükonun tüm stratejisi göçtü. Kılınç Paşa türü son gayretler de daha beter, statükonun ne kadar fikir fukarası olduğunu herkese ispat etti.
Dış politikada imajı tamamen çizilen kırmızı çizgiler, şimdi Kıbrıs'ta da teker teker siliniyor.
Rauf Denktaş daha önce savunduğu tüm görüşleri, kendi eliyle silip süpürüyor.
* * *
Önce 28 yıllık tezinin aksine ‘‘Rum'u arasına aldı’’, sonra ‘‘gece kalmıyorlar ki’’ dedi. Meramının Rumların kendisi değil, malları olduğu ortaya çıktı.
Önce AİHM için ‘‘Rum sözcüsü’’ dedi, Loizidou davası ile alay etti. Sonra baktı ki, tazminat davası Türkiye'ye 25-30 milyar dolar bindirebilir, bu sefer tanımadığı AİHM'ye; üstelik önceleri alay ettiği Loizidou kararını esas kabul ederek, davaların KKTC'de görülebileceğini söyledi. Bu arada kendi Anayasa'sındaki devletleştirme (iskán) maddesini unutuverdi.
Amaç, sadece ve sadece zaman kazanmak!
Ancak, bu teklifi ile toprak takası yapmadan Rum toprağı alan Türkiyeli KKTC'lileri karşısına aldı, yıllardır ona destek veren Anavatanlı KKTC'liler şimdi ona ateş püskürüyorlar.
Geçenlerde ise Rum İçişleri Bakanı Andreas Hristu, Ada'da karşılıklı serbest geçişlerin başladığı 23 Nisan'dan bu yana Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almak için başvuruda bulunanların sayısının 20 bine ulaştığını açıkladı. 200 bin nüfusu olan KKTC'de, nüfusun takriben yarısının Türkiye'den geldiğini varsayarsak, bu rakam çok ama çok önemli.
Rauf Denktaş şimdi ‘‘Kıbrıslı Türkler, Rum Cumhuriyeti'nin değil, 1960-1963 dönemindeki haklarından yararlanarak Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu alıyorlar. KKTC vatandaşlıklarını reddetmiyorlar’’ diyor.
* * *
İyi de; Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu 10 yıldır KKTC'de tartışmalara yol açıyordu. Birkaç ay öncesine kadar Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu sahibi olmak, hem yönetim hem de milliyetçi kesim tarafından hoş karşılanmıyordu.
Daha önce Kıbrıs pasaportu alanların iade etmeleri için Rauf Denktaş birkaç yıl önce kampanya başlatmıştı. Hükümet de Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu alanların 2 yıl hapisle cezalandırılmasını öngören bir yasa tasarısı hazırlamıştı. Ancak hükümet, gelen tepkiler üzerine birkaç ay önce tasarıyı Meclis'ten çekmişti.
Denktaş'ın Kıbrıs pasaportu alanları ‘‘vatan haini’’ ilan eden açıklamaları hálá kayıtlarda sapasağlam duruyor.
Aynı Cumhurbaşkanı Denktaş, henüz iki ay evvel söylediklerini hazmediyor ve şimdi Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almanın sakıncalı olmadığı yönünde mesajlar vermeye başlıyor.
* * *
Rum'u içimize alırız, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanırız, mülkleri için Rumlar isterlerse KKTC'de dava açabilirler, şimdiye kadar tepe tepe kullandığımız Türkiyeli KKTC'lileri de bir çırpıda satarız...
Ancak, Yılan Adası'nı vermeyiz!
Yazının Devamını Oku 
21 Mayıs 2003
<B>IRAK Savaşı'</B>nın nedenlerini hep; ABD'nin <B>küreselleşen</B> dünyanın <B>yeni siyasi düzenini</B> kurmak ve yeni düzende <B>21. yüzyılın lideri kalabilmek</B> amacıyla <B>enerji yataklarını</B> denetimi altına almak, kendisini tehdit eden <B>teröre</B> darbe indirmek, <B>Euro</B> karşısından tahtı sarsılan <B>doların</B> altını bir nebze olsun güçlendirmek olarak sıraladım. Ortadoğu'nun yeniden şekillendiği bu dönemde bölgeye demokrasinin bir hedef olarak değil, diktatörlere karşı verilen mücadelede, kendiliğinden oluşacak bir sonuç olarak gelebileceğini söyledim.
Reel-politik açısından, önleyemediği bir savaş karşısında, kendi menfaatlerini koruyabilmek amacıyla Türkiye'nin bu savaşa aktif olarak katılması gerektiğini yazmış, tersine gelişmeler karşısında da Türkiye'nin yanlış yaptığını belirtmiştim.
‘‘Hata yaptığınızı kabul edin’’ diyen P.Wolfotiz'e de destek vermiş, ABD'nin Türkiye'ye karşı güven kaybından rahatsızlık duyduğunu her ortamda savunmuştum.
* * *
Şimdi sıra ABD'ye geldi!
ABD, ceberrut emperyal devlet imajıyla değil, ancak kerim emperyal devlet imajıyla güvenilir bir müttefik olabilir.
ABD; tekrar güven kazanabilmek istiyorsa, nerelerde yanlış yaptığını teker teker sıralamalı!
* * *
ABD'nin Irak Savaşı ve Ortadoğu politikaları ile ilgili sıkıştığı noktalar:
1) Operasyonun görünen amacı Irak'a düzen getirmek iken, henüz değil yeni bir siyasi düzen, ülkede temel ihtiyaçları karşılayan bir sosyal düzen dahi kurulamadı. Ülkede, ABD Başkanı'nın iddialarının aksine, hálá yağma kol geziyor, en temel güvenlik sistemleri kurulamadı, elektrik, su gibi altyapı ihtiyaçları dahi giderilmedi.
2) Yine başkanın iddialarının aksine, terör, değil denetim altına alınmak daha beter azdı. El Kaide, HAMAS, Hizbullah ve niceleri şimdi daha da aktifler.
3) ABD, Irak ve bölgenin sosyolojik yapısını ne anlıyor, ne de bu konuda kafa yoruyor. Bölgede alınacak her türlü tedbire sadece askeri gözlükle bakıyor. Irak'ta Şiiler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğerleri için nasıl bir ortak payda elde edilecek; ABD'nin planını bilen beri gelsin.
4) ABD, diğer konularda ağzı ile kuş tutsa dahi, Filistin meselesini çözmeden bölgede otoritesini kabul ettiremez. Ettirse dahi, sadece korku salarak sağlar. Bu da kendisine karşı düzensiz mücadeleyi (terör) sadece körükler. Şu ana dek; ben yol haritası konusunda Bush'un Sharon üzerinde herhangi bir yaptırım gücü olabileceğine ikna olmadım. Sharon üzerinde ABD'li şahinlerin daha fazla etkisi var. İsrail'de tekrar azan Arap terörü de sadece Sharon'un ekmeğine yağ sürüyor.
5) Tamam ABD, Türkiye'ye ‘‘geçmişi unutalım, yeni koşullarda Irak ve Ortadoğu'da işbirliği yapalım’’ diyor ama somut olarak kafasında hangi projeler var, bunlar henüz Türk tarafı açısından anlaşılmış değil.
* * *
ABD, Irak'ta askeri başarı kazandı ama bölgedeki siyasi mücadelesinde şimdilik vahim hatalar yapıyor.
Yazının Devamını Oku 