Cüneyt Ülsever

Irak’a gitmemenin riskleri nelerdir?

22 Eylül 2003
<B>TÜSİAD Başkanı,</B> ‘‘Türk askerinin Irak'a gitmesi konusunda’’ fikir değiştirmiş. Eski görüşünün tersine şimdi ‘‘yanlış olur!’’ diyor. İnsandır, fikir değiştirmek hakkıdır. Ancak, ben başkanın hangi <B>değişen koşullarda</B> fikir değiştirdiğini izah etmesini beklerdim. * * *

Ben başından beri Irak'a asker göndermemiz gerektiğini düşünüyorum.

Zira, TÜSİAD dahil, Türkiye'de hemen hemen çoğunluğun yapmadığı bir analize soyunuyorum.

‘‘Eğer Irak'ı başıboş bırakırsak bunun bize maliyeti ne olur?’’ diye ters bir soru soruyorum.

Irak'a gitmemenin riski nedir?

Ters analiz
yapmayı son zamanlarda TSK deniyor ve o da benim baştan beri savunduğum sonuçlara çok daha geniş bir bilgi bankası ve tecrübe ile ulaşıyor.

Irak'a müdahale etmemenin riski müdahale etmekten daha büyüktür!

* * *

Irak'ta seçim iyi ile kötü arasında bir seçim değildir.

Keşke öyle olsaydı!

Irak konusunda Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu seçim şer ile ehven-i şer arasında bir seçimdir.

Söz konusu ülke yanıbaşımızdadır ancak ‘‘Irak meselesinde’’ Türkiye maalesef ikincil bir ülkedir.

Irak meselesinde birincil ülkeler başta işgalci ABD olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, hatta Çin'dir.

Meselenin özü de 21. yüzyılda dünyanın paylaşım mücadelesidir.

Taraflar ise bir yanda ABD-İngiltere ve yanında yer alan ikincil ülkeler ile ‘‘müdahiller’’ ve öte yanda Almanya-Fransa-Rusya-Çin başta olmak üzere bunlara destek veren diğer ikincil ülkelerin oluşturduğu ‘‘reddiyeciler’’dir.

Bu açıdan Irak'a müdahale konusunda BM kararı beklemek safdilliktir.

Bu ihtimal ancak ‘‘paylaşım’’ konusunda bir pazarlık gerçekleşirse geçerlidir, yoksa kararın insani kaygılarla hiçbir alakası yoktur.

* * *

Türkiye'nin, artık ABD'nin başedemediği açık seçik belli olduğu bir ortamda Irak'a müdahale etmemesi ister istemez:

1) Türkiye'nin ‘‘reddiyeciler’’ yanında yer alması,

2) Yangının tamamen kontrol dışına çıkması durumunda ise: a) radikal Şiilerin veya b) Baasçıların Irak'a egemen olması, hatta c) kaosun yerleşik düzen haline gelmesi,

3) Kuzey Irak'ta: a) Kürtlerin asli ABD müttefiki haline gelmesi veya b) kaos ortamında hem kendi aralarında kapışmaları, c) hem de güneyden (Şiiler veya Baas tarafından) tekrar kuşatılmaları, Türkmenlerin tamamen yalnız kalması,

4) Kuzey Irak'ta (3a) şıkkının egemen olması durumunda orada kişi başına milli gelir en kötü 2.000 dolara çıkarken, bizim Kürtlerimizin 400 dolarda kalması,

5) ABD'nin ‘‘suyun sahibi, kaynağın bulunduğu ülkedir’’ doktrininden ‘‘ilgili her ülkeye ihtiyacı kadar su vermek gerekir’’ doktrinine geçmesi,

6) PKK/KADEK'in ''gün olur lazım olur!'' politikası ile bir kenarda hazır tutulması demektir.

* * *

Türkiye, Irak'a müdahale etmemenin maliyetini de hesaba katsın!
Yazının Devamını Oku

İsrail, Filistin konusunda hemfikir mi?

20 Eylül 2003
Tel Aviv/İSRAİL<br><br><B>İNSANLAR </B>bir <B>ülkenin politikalarına</B> kızdıkları zaman onu bir <B>bütün</B> olarak görmeye bayılıyorlar.<br> Hele hele, düşünce sistematiği iki boyutlu kapsam alanı dışına çıkamayanlar için ‘‘biz’’ ve ‘‘onlar’’ kavramı her şeyi anlamaya yetiyor ve artıyor bile!

‘‘Biz Türkler...’’

‘‘ABD'nin görüşüne göre...’’

‘‘Yahudilerin Filistinlilerden nefreti...’’ vb., vb.!

* * *

Halbuki, dünyadaki en ufak bir ülkede bile, nerede ise, insan sayısı kadar düşünce farkı var.

Tersine, tarafların her konuda aynı şekilde düşündüğü iki kişilik bir evlilik bile ne kadar sıkıcı olurdu!

* * *

Size bugün İsrail hükümeti üyesi, Altyapı Bakanı Joseph I.Paritzky ile yaptığım söyleşiden bazı bölümler aktaracağım.

Paritzky, Şaron hükümetinde yer alan koalisyon ortağı Değişim Partisi üyesi.

Ama kendi hükümetini Filistin politikasında yerden yere vuruyor.

Paritzky, ‘‘Barışa ulaşabilmek için rakibini-düşmanını dahi eşit görmelisin’’ diyor.

Ona göre, Şaron barış istiyor ama sadece kendi koşullarında! Zira Şaron karşısındakini eşit görmüyor. Ona kendi şartlarını dayatıyor. Paritzky ‘‘Bu durum da barışı istememekle eşittir’’ diyor.

* * *

Bakana göre, İsrail'de barışı istemeyen etkin bir lobi var ve bu lobi kendi varlığını-statükoyu idame ettirebilmek için çok basit bir oyunu, büyük bir başarı ile oynuyor.

‘‘İsrail Devleti'nin kurulmasının ardından 55 yıl geçtiği halde İsrail halkı hálá korku zincilerini koparıp atamadı.’’

Bakana göre 6 milyon insanın ölümüne neden olan soykırımı İsrail insanı hálá belleğinden silememiş.

‘‘Birileri bu korkuyu Filistin terörünü öne sürerek kilit altında tutuyor ve istediği şekilde yönlendiriyor.

Joseph I.Paritzky diyor ki:

‘‘Eğer karşı taraf var olmadan barış olsun derseniz, elinizde sadece terör kalır.’’

Konu tüm semavi dinler için kutsal sayılan Küdüs meselesine gelince Paritzky'nin görüşleri hayli ilginç.

‘‘İnsanlık tarihte ne zaman Allah'ı dünyevi meselelerde kullanmaya çalıştı, bu çaba hiçbir zaman barış getirmedi.’’

* * *

İsrail'de konuştuğum bir sürü insan, İsrail'in zaman zaman Gazze ve Batı Şeria'da işgalci duruma düştüğünü kabul ediyor.

Batı Şeria'da gözümle gördüğüm ‘‘yerleşim bölgelerinin’’ kalıcı işgal anlamına geldiğini ise hemen kimse reddedemiyor.

1967 Savaşı'nda Ürdün'den alınan Doğu Kudüs'ün Filistin'e verilmesi gerektiğini düşünenler, görüştüklerim arasında büyük sayıda. Çözümün ‘‘iki devlet’’ formülünde olduğunda da yine bir ön kabul var.

Hatta bazıları diyor ki ‘‘birbirimize karşı duyduğumuz güvensizliği unutana kadar birbirimizden uzak yaşamalıyız’’.

* * *

İki tarafın ortak düşmanı, karşılıklı güven bunalımı!
Yazının Devamını Oku

İsrail gerçeği Bet Yam

18 Eylül 2003
<I>İSRAİL/I><br><br><B>NASIL ‘‘Filistin gerçeği’’</B> İsrail'e hazmı zor bir demir leblebi olarak gözüküyorsa, <I>‘‘İsrail gerçeği’’</I> de Müslüman dünyaya hazmı zor geliyor. Ancak, ‘‘gerçek’’ sapasağlam ayakta duruyor.

İsrail gerçek bir devlet, hem de vatandaşlarının candan bağlı olduğu bir devlet.

Filistin gerçeği ise İsrail gerçeğini daha fazla gerçek haline getiriyor.

Filistin terörü özünde 72.5 milletten oluşan İsrail halkını birbirine daha sıkı bağlıyor.

Daha fazla birbirine kilitliyor.

* * *

İsrail gerçeği ne?

Bu sorunun tek cevabı İsrail devletinin varlığı değil.

Kimse, İsrail'in ABD'den aldığı yardımları da tek gerçek olarak anlatmasın.

İsrail'de komşularında olmayan bir unsur var ki, bu da İsrail'i İsrail yapıyor, onu Ortadoğu'da bütün yalnızlığına rağmen dimdik ayakta tutuyor.

İsrail'in en büyük gücü insan sermayesi!

İsrail'de komşuları kadar fiziki sermayeye yatırım yapacak petro-dolar yok ama İsrail sabırla ve büyük bir akılla insana yatırım yapıyor.

İsrail yemiyor içmiyor, insana yatırım yapıyor.

İsrail üniversiteleri çok yüksek kalitede eğitim veriyor.

ABD, İngiltere, Avrupa üniversiteleri ile aşık atıyorlar.

İnsana yatırım yapan ülkeler de insanını sadece kol gücü zanneden ülkelere her zaman ve her yerde fark atıyor.

* * *

Bazen düşünürüm de, sanki bana kapitalist üretim tarzı Yahudiler için icat edilmiş bir sistemmiş gibi gelir.

Irk olarak ben Yahudilerin diğer ırklardan farklı olduğuna katiyen inanmıyorum.

Fark kültürde!

Kültürü ise bizzat insanın kendisi yaratır!

Nedenini ne şekilde ifade ederseniz edin, dünyanın her yerinde Yahudiler sanayide, mali piyasalarda, bilimde, sanatta bulundukları toplumun liderleri oluyorlar.

Buna azınlık kültürü demek de yine basit bir açıklama olur.

Yahudiler İsrail'de azınlık değiller ama yine her alanda iddialılar ve ileriler.

Dünyanın 72.5 milletinin en yüksek seviyede insan sermayesi burada bir araya gelmiş ve 72.5 millet olmaktan vazgeçmeden ortak ideoloji etrafında bir ülkenin ortak halkı olmuşlar.

Burada hálá Türk-Yahudiler Türk, Polak-Yahudiler Polak, Rus-Yahudiler Rus ama aynı zamanda hepsi bir arada İsrailli.

Tek din, 72.5 millet!

Bu sentez kendisine has ve tekrarı olmayan bir sentez!

* * *

İsrail ile derdi olan Arap halkları, kendilerinin yüzyıllardır değiştiremediği çölü İsrail halkının hem tarım, hem orman cennetine çevirdiğini çözmeden, öldüm Allah, İsrail ile başedemezler!

* * *

İsrail bana, insana yatırımın önemini bir kez daha öğretiyor.
Yazının Devamını Oku

İsrail ve terör

17 Eylül 2003
<B>İSRAİL'</B>e yerleşik Türk-Yahudilerin 1936'da kurmuş oldukları <B>Türkiyeliler Birliği</B>'nin davetlisi olarak, bazı konferanslara katılmak üzere, bu hafta İsrail'deyim. İsrail'e yerleşmiş 100 bin civarında <B>Türk-Yahudisi</B>'nin hikáyelerini daha sonraki yazılarımda yansıtmaya çalışacağım. Ancak, önce günceli anlatmak lazım. İsrail'de görüştüğüm hemen herkes İsrail'in Filistin topraklarında işgalci olduğunu kabul ediyor.

Ancak, işgalin sona ermesi için hálá cevabı bulunmayan soru, ‘‘Peki sonra İsrail'in güvenliği nasıl sağlanacak?’’

* * *

İsraillilere göre Yaser Arafat'ın bu topraklara dönmesi ile terör tekrar hortlamış.

Burada 2000 yılından beri 800 civarında sivil ve silahsız insan Filistinlilerin tertip etmiş olduğu intihar saldırılarında hayatlarını kaybetmişler.

800 masum insan Filistin tarafından düşman kabul edilmiş ve onları öldürerek bizzat ölmeyi cennetin anahtarı kabul eden gencecik Filistinliler tarafından katledilmişler!

Genellikle öldürülen ve öldürerek ölenler gencecik fidanlar.

İsrail'de yaşayan insanlar bu terör hareketlerinin Türkiye'de yeteri seviyede tepki aldığını düşünmüyorlar. Terör eylemlerinin anında Türk TV'lerinde yansıtıldığını kabul ediyorlar ama daha fazla ilgi ve kınama bekliyorlar.

Bir Türk-Yahudi arkadaşım Türkiye'de cuma namazlarından sonra İsrail bayraklarının yakılmasına Türk medyasının tepki vermemesinin kendilerini incittiğini söylüyor.

‘‘Nasıl olur da bir ülkenin tüm halkının suçlu görülmesini hazmedebiliriz?’’ diye soruyor.

‘‘Bir başka ülkede sistematik olarak Türk bayrağı yakılsa siz ne hissedersiniz?’’ diye ilave soru soruyor.

Şahsım adına bu eleştiriye hak veriyorum.

Çetinkaya mağazasının PKK teröristleri tarafından bombalandığı gün TV karşısından neler hissettiğimi hatırlıyorum ve İsrail sokaklarında her türlü aykırı ses karşısında ürken bakışları anında tanıyorum.

* * *

Galiba dünyada ortak bir ayıbımız var.

Ateş düştüğü yeri yakar prensibi ile terör eylemleri için çifte standart uyguluyoruz.

‘‘Tamamen haksız’’ ve ‘‘o kadar haksız olmayan’’ terör eylemleri!

Gerekçesi olan ve olmayan terör eylemleri!

‘‘Bize’’ ve ‘‘onlara’’ uygulanan terör eylemleri!

Gerekçesi ne kadar haklı olursa olsun, terörün kendisinin haksız olduğu konusunda görüş birliği sağlanmadığı sürece dünyada rahat edemeyeceğimizi İsrail'de bir kez daha somut olarak yaşıyorum.

İsrail'de insanların terör hikáyelerini dinleyince, terörün en haklı olanı dahi haksız kıldığını, sadece ve sadece reddedilen, değişmesi istenen haksız statükoyu desteklediğini bir kez daha görüyorsunuz.

İsrail'de de kimse Arafat'ın kendi topraklarından kovulmasını gerçekçi bulmuyor ama Yaser Arafat'ın varlığını teröre dayandırdığı konusunda insanlar hemfikir.

* * *

Ben de bu ortamda tek galibin zerre kadar adaleti olmayan statüko olduğunu düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku

Mesut Yılmaz yüzleşmeye ne zaman gelecek?

13 Eylül 2003
<B>5 Ekim 1998'</B>de başlayan <B>Türkbank davasında</B> mahkeme 3 Kasım seçimleri sonrası, nihayet <B>Korkmaz Yiğit</B> ile <B>Mesut Yılmaz'</B>ı <B>yüzleştirme</B> kararı verdi. O günden beri de Mesut Yılmaz dava günleri hep mazaretli oluyor. Almanya'da işi çıkıyor!

Son olarak katılmadığı eylül duruşmasının ardından da Bodrum'a yerleşmeye karar vermiş! 26 Ocak 2004'e ertelen dava için Mesut Yılmaz'ın derdi yazılı ifade vermek. Korkmaz Yiğit tarafı ise yüzleşme konusunda ısrar ediyor!

* * *

Yiğit'in kendisine hangi soruları soracağını bilemem ama ben kamu adına şu konuda bilgilenmek isterdim:

1) İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü 03.08.1998 tarihinde gereği için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na, bilgi için Başbakanlık makamına Korkmaz Yiğit'in bazı organize suç liderleri ile ilişki içerisinde olduğunu Yahya Gür-Bakan a.Müsteşar imzası ile bildiriyor.

2) Bu yazıya rağmen, bir gün sonra, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Hazine'ye 04.08.1998 günü yazdığı yazıda 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun 5. maddesi çerçevesinde Korkmaz Yiğit'in banka ortağı olmasında bir mahsur bulunmadığını ve Türkbank ihalesini kazandığını, dolayısıyla bankanın kendisine devredilmesini istiyor. 084623 sayılı yazıda imzalar Gazi Erçel ve Aydın Esen'e ait. Gazi Erçel'e daha sonra Emniyet yazısı sorulduğunda ‘‘Nasıl osa Başbakan da (Mesut Yılmaz) biliyordu!’’ dedi.

3) Mesut Yılmaz ise 22 Haziran 2000 tarihinde Meclis Soruşturma Komisyonu Raporu konusunda TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, Emniyet'in Başbakan'a ihaleden önce (03.08.1998) yolladığı yazı hakkında:

‘‘Merkez Bankası'nca emniyetten ihaleye katılan bazı kişilerle ilgili olarak istenen bilgi notunun Başbakanlığa da bilgi için iletildiğini ve fakat yazının kaybolduğu tarafıma intikal ettirilince konunun soruşturulması için Teftiş Kurulu'na anında talimat verdim’’ diyor.

Başbakanlık tarihinde ilk kez ve herhalde son kez kaybolan bu kozmik yazıyı yitiren memura bir şey olmadığı gibi sonradan Mesut Yılmaz'ın Özel Kalem Müdürü oluyor!

4) Emniyet Yazısı Hazine'ye gitmiyor. Gerçekten Güneş Taner 03.08.1998 tarihli yazının neden Hazine'ye gönderilmediğini 20.10.1998 tarihinde İçişleri Bakanlığı'na soruyor. Ayrıca, iddialara göre (17.10.1998-Sabah), Güneş Taner durumdan haberdar olunca, Mesut Yılmaz'a gidiyor ve durumu sorguluyor. Mesut Yılmaz da kendisine MİT Başkanlığı'ndan ‘‘temiz’’ káğıdı aldığını ve dosyaya konduğunu söylüyor.

Yılmaz, Taner'e ‘‘Hadi kardeşim onayını şimdi ver’’ diyor.

5) Burası çok ilginç:

Fikri Sağlar'ın Korkmaz Yiğit'in organize suç örgütleri ile ilgili kasedini yayınlaması ve TBMM soruşturması istemesi üzerine:

a) Hazine Müsteşarı Yener Dinçmen'in Hazine Bakanı Güneş Taner'e yazdığı 59388 sayılı ve 08.09.1998 tarihli ve

b) Hazine Bakanı Güneş Taner'in Başbakan Mesut Yılmaz'a yazdığı 70210 sayılı ve 20.10.1998 tarihli ve ‘‘olur’’ alan yazılarda Türkbank'ı Korkmaz Yiğit'e veren ihalenin durdurulması isteniyor ve gerekçe olarak her iki yazıda da Gazi Erçel'in ‘‘Zaten Başbakan biliyordu’’, Mesut Yılmaz'ın da ‘‘Tüh kaybolmuş' dediği 03.08.1998 tarihli meşhur Emniyet Genel Müdürlüğü yazısı kullanılıyor!
Yazının Devamını Oku

Emin Şirin milletvekilliğinden de istifa et!

11 Eylül 2003
<B>EMİN Şirin</B> milletvekili olduğu günden beri üyesi olduğu <B>AKP</B> ile mizaç uyuşmazlığı yaşıyor. İnsanlık halidir, olabilir!

Nihayet partiden istifa eden Emin Şirin kendisini prensiplerin adamı olarak görüyor ve AKP'yi halka verdiği sözleri tutmamakla suçluyor.

Bir sürü konuda yerden göğe haklı!

Nitekim Emin Şirin diyor ki:

‘‘Çok önemli bir modernizasyon ve demokrasi projesi olarak başlayan, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele ve demokrasi konusunda halka verdiği sözlerle iktidara gelen AKP, sizce bu sözlerini tutuyor mu? AKP, halkın dertlerine deva olacak bir çizgiye gelirse, dış politikada örneğin askerimizin başına çuval geçirtmeyecek ve PKK meselesini halledecek bir politika izlerse ve en önemli sözlerinden biri olan parti içi demokrasi ve hukukun üstünlüğüne hakikaten sahip çıkarsa, memlekete hayırlı işler yapar.’’ (Radikal-09.09.2003)

* * *

Bir milletvekilinin demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne bu kadar gönülden sahip çıkması ülkemiz için çok hayırlı bir olay. Ancak...

Emin Şirin, eğer prensiplerin insanı ise, iç tutarlılığı var ise, vazettiği prensipler açısından milletvekiliğinden de istifa etmelidir.

Zira, millet Emin Şirin'i seçmemiştir.

Millet AKP'yi seçmiştir.

Emin Şirin, sadece aday adayı olduğu parti onu listeye koyduğu için seçilmiştir.

* * *

Evet, bu sistemde büyük bir sakatlık vardır.

Ben baştan beri dar bölge sistemini -her milletvekili için bağımsız bir bölge- savunuyorum.

Ancak, Emin Şirin bu sisteme zamanında itiraz etmediği gibi, listeye girebilmek için, 3 Kasım öncesi Parti Genel Merkezi üzerinde oldukça yoğun kulis yapmıştır.

Parti, kendisini seçildiği bölgede geri sıralara yerleştirmiş, ancak olağanüstü oy alınca, o da seçilmiştir.

Emin Şirin seçildiği bölgede tabanı olan bir kişi değildir ve partiye ilave oy getirdiğini de iddia edemez.

Emin Şirin bölgesinde bağımsız aday olarak seçilmeyi rüyasında görse, ‘‘hayırdır inşallah!’’ diye yataktan kalkar.

Emin Şirin olası tekliflere sıcak baktığını söylüyor.

Yeni ve seviyeli birliktelikler arıyor!

Muhakkak ki insanlar ilişkilerini seçmekte serbesttir.

Ancak, benim ufak bir itirazım var.

Ben kendimi zaman zaman LDP'ye yakın hisseden, partiye çorbada tuz misali katkıda bulunmaya çalışmış bir kişiyim.

İtirazım ise Emin Şirin'in LDP'ye katılmasına değil!

Ancak, önce milletvekilliğinden istifa etsin, arzulu ise sonra girsin partiye!

* * *

Başkasının listesi ile parlamentoya girmek hem Emin Şirin'e, hem de LDP'ye yakışmaz!

Emin Şirin artık milletin vekili değildir!

Alacağı milletvekili maaşı bile artık helal olmaz!
Yazının Devamını Oku

28 Şubat'ın en gerçek yüzü!

10 Eylül 2003
<B>VATAN Gazetesi</B> ve <B>Bilal Çetin</B> çok hayırlı bir iş yapıyorlar. <B>28 Şubat'</B>ın en gerçek yüzünü ortaya çıkarıyorlar.<br><br><B>Tarih; ders almak isteyenler için, hacet kapısıdır!</B> * * *

Vatan'a göre bu dönemde duymadığımız ne rezaletler yaşanmış meğer! Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir kendi başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın yakasına yapışmış. Yine Çevik Bir zamanın İçişleri Bakanı için: ‘‘Söyleyin o kadına yağlı kazığa oturturuz’’ demiş.

Zamanın bazı paşaları Çevik Bir, Erol Özkasnak, Doğu Aktulga, (rahmetli) Güven Erkaya, Çetin Doğan vb. kendilerine göre milletin parası ile okumuş, milletin parası ile millete hizmet etmeye memur kişiler değillerdi ama bu kadar düzen tanımaz bir hizip oldukları bugüne dek bu kadar açık yazılmamıştı.

8 Eylül'de yayınlanan ‘‘yakaya yapışma haberine’’ İsmail Hakkı Karadayı çeşitli gazetelere yalanlama gönderdi. Yalanlamasında Çevik Bir Paşa'nın da kendisi ile aynı görüşte olduğunu bildirdi.

Çok zayıf bir komutan olduğu malumdu ama ben bile ‘‘Bu kadarına pes!’’ demiştim ve açıklama beni rahatlattı.

Ancak... Ortada Vatan Gazetesi'nin de karşı açıklaması var.

* * *

Açıklamada özetle deniyor ki:

‘‘.....yakaya yapışma olayı ile ilgili bu tür bir yalanlama olabileceğini önceden tahmin etmiştik...

...(bunun için) dizinin ilerleyen bölümlerindeki bazı kritik bölümlerinde olduğu gibi bu konuda da bir kaynağın anlatımı ile yetinmedik. TSK'dan general düzeyinde emekliye ayrılmış birden fazla kaynakla konuşup, olayı doğrulattık. Üstelik, bu konuşmalarda tanıklar da vardı... Olayın yargıya gitmesi durumunda kaynaklarımızın onayını da alarak mahkemeye ayrıntılı bilgi ve tanık sunabiliriz.’’

* * *

Vatan Gazetesi yazdıklarıdan çok emin gözüküyor.

Bu açıklamada ayrıca paşaların yalan yalanlama yaptığı iması da var!

Eğer gazetenin yazdıkları doğru ise önemle Çevik Bir; değil sivil mahkemede, ayrıca askeri mahkemede de yargılanması gereken suçlar işlemiş.

İsmail Hakkı Karadayı ise emrindeki bir astı tarafından yakasına yapışılmasına göz yumdu ise aklıma gelen sıfat çok ama çok ağır.

Üstüne üstlük, yalanlamaları da yalanlanıyor!

Zamanında işine gelmeyen her türlü gazeteciyi mahkemeye veren, uyduruk bilgilerle gazetecileri işten attıran Çevik Bir ve 28 Şubat'ta neredeyse hiç sesini duymadığımız İsmail Hakkı Karadayı ivedilikle bu diziyi aklanmak amacı ilemahkemeye vermelidirler.

Aksi halde, tarihin boyunlarına takacağı beratı top-tüfek bile indiremez!
Yazının Devamını Oku

Anlamsız bir kavram: Türkiyelilik!

8 Eylül 2003
<B>BAZI </B>kavramlar bana çok batıyor. Örneğin: Müslüman olmayan vatandaşlara hálá Lozan mantığı ile <B>‘‘azınlık’’</B> denmesi! Herkesin muhakkak en az bir özelliği ile azınlık olduğu bir dünyada koskoca insan topluluklarına, gündelik dilde dahi olsa, azınlık denmesi artık dışlayıcı bir kavram.

Ülkede, çoğunluğun dinine tesadüfen ait olmaları nedeniyle, bazılarının başkalarını ikinci sınıf insan görmeleri, esasında bir sürü alanda azınlık olanların, aç farenin uykuda kendini darı ambarında görmesi misali bir duygu olsa gerek.

* * *

Bu dar kalıplardan sıkılan ben; öte yanda bir türlü Türkiyeli sözcüğünü de benimseyemiyorum.

Tek tip insan dayatması ile mücadeleyi kendime şiar edindiğim halde çözümün uyduruk bir kelimeye sığdırılmaya çalışılması bana ucuz ve hatta tehlikeli gözüküyor.

Sosyolojik anlam kümeleri yüklenen kelimelerin uydurulmayacağını bilmeyenlerin uydurdukları bu kavram, ‘‘Alamancı’’ sözcüğünden esinlenmiş olsa dahi onun kadar şirin bile değil.

Zira, anlamsız!

Almanyalı, İtalyalı, Fransalı vb. gibi bir şey bu Türkiyeli kelimesi.

Almanya'nın vatandaşlarına Alman derken; tek tip insandan mı bahsediyoruz?

Yahudi Alman, Türk Alman, Aşağı Saksonyalı Alman yok mu?

* * *

Bana göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını:

‘‘Ne mutlu Türk olana!’’ diyerek değil:

‘‘Ne mutlu Türküm diyene!’’ sözcüğü ile kutsayan Atatürk daha 20. yüzyılın başında, bu yüzyıl açısından en büyük ve en önemli kimlik kavramı olan milli aidiyeti bizzat bireysel iradeye dayandırmış ve en gerçekçi, akılcı ve 21. yüzyılda da çağdaş kalabilen bir anlam kümesi üretmiş.

Bu tarifin içinde din, ırk, etnisite, renk, inanç/inançsızlık yok.

Bu tarif 20. yüzyılda dağıtıcı anlamlar yüklenen ümmet veya aşiret kimliği üzerine kocaman birleştirici bir şemsiye yerleştiriyor.

Türklük kelimesine haklı itiraz; tıpkı Lenin adına sığınan zorba Stalincilik gibi, Atatürk adının ardına sığınan statükonun bu kelimeyi ‘‘tek aidiyet tarifi’’ olarak dayatmasıdır.

Halbuki, kelimeyi iğfal edenlerin dışına çıkıldığında Türklük kelimesi gönüldaşlık dışında hiçbir benzerliği/ aidiyeti zorlamıyor.

21. yüzyılın zengin mozaiği altında doğru kavramlar Kürt-Türk, Yahudi-Türk gibi kavramlardır. Bu kavramları da zorlamayalım.

21. yüzyılda yaşanacak Türklük diğer kimliklerin de özgürce yaşanacağı bir bireysel özgürlük birlikteliğidir.

* * *

Ben ikincil kimlikleri savunuyorum. Ancak bu kimlikler:

a) Şemsiye kimliğin önüne geçemez.

b) Hatta şemsiye kimlikle eşit dahi tutulamaz.

Küreselleşme kimliklerin zenginliğidir, yok edilmesi değil!
Yazının Devamını Oku