Erdal Sağlam

Enerjide yol haritasını belirleyen YPK kararı

22 Mart 2004
<B>YÜKSEK </B>Planlama Kurulu (YPK) enerji sektörünün yol haritasını belirleyen kararı imzaladı. Resmi gazetede yayımlanmayacak bu YPK Kararında, elektrik enerjisi sektörü reformu, özelleştirmesi ve bunun için belirlenen takvim yeralıyor. Geçtiğimiz hafta sonunda Abant'ta yapılan toplantıda da parça parça tartışılan, YPK Kararında yeralan bazı unsurları özetleyelim.

Elektrik enerjisi sektörü reformu ve özelleştirmelerden beklenen temel faydalar:

Elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının etkin ve verimli bir şekilde işletilmesi suretiyle maliyetlerin düşürülmesi

Elektrik enerjisi arz güvenliğinin sağlanması ve arz kalitesinin artırılması

Dağıtım sektöründeki teknik kayıpların OECD ülkeleri ortalamalarına indirilmesi ve kaçakların önlenmesi

Gerekli yenileme ve genişleme yatırımlarının kamu tüzel kişilerine herhangi bir yükümlülük getirilmeden özel sektörce yapılabilmesinin sağlanması

Elektrik enerjisi üretimi ve ticari faaliyetlerinde oluşacak rekabet yoluyla ve hizmet kalitesinin düzenlenmesiyle sağlanan faydanın tüketicilere yansıtılmasıdır.

Özelleştirme sürecinde uygulanacak ilkelerin de yeraldığı YPK kararında özelleştirmeye hazırlık çalışmaları detaylarıyla belirtiliyor. Türkiye genelinde 21 dağıtım bölgesi oluşturulmasını öngören YPK kararında dağıtım bölgelerinin özelleştirilmesinde uyulacak kurallar ise şöyle belirleniyor:

Lisans süresi 49 yıl olarak uygulanacak.

Birden fazla yılda oluşan tarife dönemleri için, ilk tarife uygulama dönemi 5 yıl olacak.

İlk tarife uygulama dönemine ilişkin tarifeler ve hizmet kalitesi hedeflerine ilişkin hususlar özelleştirme öncesi belirlenmiş olacak.

Dağıtım bölgelerinde bulunan, serbest olmayan tüketiciler için tahmin edilen yük talebinin en az yüzde 85'ine karşılık gelen miktarda elektrik enerjisi alımı sözleşmesi yapılacak.

İhale dökümanları ilk tarife uygulama dönemi için belirlenmiş gelir gereksinimi ve onaylanmış tarife kapsamında düzenlemeye ilişkin olarak aşağıdaki asgari koşulları içerecek ve değerlendirme teklif edilen bedel üzerinden yapılacaktır:

Hedefler ve cezaları da kapsayan ayrıntılı hizmet kalitesi yükümlülükleri

Önceden belirlenmiş kayıp-kaçak azaltma programı

Gerekli yatırımlara ilişkin ayrıntılar

Tarife gözden geçirmelerinde uygulanacak metodoloji

Serbest olmayan tüketicilere sadece dağıtım şirketleri satış yapacaktır

Serbest tüketici limiti 2009 yılı başına kadar 7,8 GW-saat olarak sabit kalacaktır.

Belirlenecek bir takvim dahilinde 2009 yılı başından itibaren arz güvenliği dikkate alınmak suretiyle piyasaya açıklık oranının 2011 yılına kadar yüzde 100 oranına ulaştırılması hedefi çerçevesinde serbest tüketici limitleri indirilecektir. Görüldüğü gibi sektörde tam serbesti 2011 yılına kalırken, dağıtım özelleştirmesi için de ayrıntılı bir takvim YPK kararında yeralıyor. Özelleştirmelerin 2006 yılı sonuna tamamlanması öngörülüyor.

Üretim varlıkları grup halinde satılacak

YPK
kararında üretim varlıklarının yeniden yapılandırılması ve gruplandırma yoluyla özelleştirilmeleri öngörülüyor. DSİ tarafından inşa edilmiş, işletmeye alınmış ve alınacak hidroelektrik üretim tesislerinin enerji üretimi ile ilgili kısımlarının ve bunların ayrılmaz parçaları olan taşınmazlarının, gerçek maliyetler dikkate alınarak 2004 Mayıs ayına kadar DSİ'ye, herhangi bir bedel ödenmeksizin EÜAŞ'a devrinin sağlanması öngörülüyor.

Özelleştirilecek üretim tesislerinin belirlenmesinde ve gruplandırılmasında ‘piyasada hakim güç oluşturulmaması’ ve ‘mali açıdan güçlülük’ temel kriterler olarak alınacak.

Piyasa uygulaması, geçiş dönemi uygulamalarının da detaylarıyla yeraldığı YPK kararıyla geçiş dönemi sözleşmelerinde uyulacak esaslar da belirleniyor. Talep projeksiyonu ve arz güvenliği başlığı altında öngörülen konulardan biri de; ‘üretim kapasite projeksiyonunda esas alınan talep tahminlerinin güvenilir şekilde yeniden belirlenmesi için ETKB, DPT, Hazine ve EPDK’nın katılımlarıyla yapılacak çalışmaların 30 Nisan 2004 tarihine kadar tamamlanması' Arz kapasitesini artırmak ve risk yönetimini güçlendirmek için yapılacaklar da ayrıca sıralanıyor.

Dünya Bankası kamu bankalarını bekliyor

Dünya
Bankası ile üzerinde uzun zamandır çalışılan ‘Elektrik enerjisi sektörü reformu ve özelleştirme stratejisi belgesi’ Hükümet tarafından YPK kararı yapılıp, bağlayıcı hale getirildi. Dünya Bankası'nın bu kararla birlikte, yarım kalmış daha önceki kredinin yaklaşık 375 milyon dolarlık son dilimini serbest bırakması bekleniyor.

Dünya Bankası'yla yapılan müzakerelerde sıra, şimdi kamu bankalarına geldi. 900 milyon dolarlık yeni kredinin biran önce dizayn edilebilmesi ve kullandırılabilmesi için Dünya Bankası, kamu bankaları reformu konusunda acele ediyor. IMF'in bu konuyu tümüyle Dünya Bankası'na devrettiği gözlenirken,yapısal tedbirlerin devamı açısından bu husus büyük önem taşıyor.

Kamu bankaları ve Vakıfbank için Dünya Bankası ve IMF uzun zamandır ekonomi yönetiminden bir eylem planı istiyor. Kamu bankalarında başlatılan reformun geriye gitmesi, kamu bankalarının yeniden büyüyüp, sübvansiyonlu kredi kullanımına başlamasından büyük kaygı duyan IMF ve Banka, Ankara'da kurulan ortak komite yoluyla geçen kez geldiğinde birçok öneri sundu.

Dünya Bankası'nın 2 Mart’ta bu önerilere son şeklini verip hükümete bir mektup gönderdiği ve hükümetten bu konuda acil yanıt beklediğini belirttiğini öğrendik. Yetkililer, Hükümetten beklenen yanıtın acil olduğunu belirterek, Nisan ayında bu yanıtın beklendiğini, bu yanıtın hemen ardından Dünya Bankası'ndan yeni bir Heyetin gelip detayları tartışacağı kaydediliyor.
Yazının Devamını Oku

Seçim anketleri ve ekonominin geleceği

20 Mart 2004
<B>NTV</B>'de önceki gün yayınlanan seçim anketi, dün, her kesimde en çok konuşulan konuydu. Politikacılar kendi açılarından anketten çıkan sonuçları değerlendirmeye çalışırken, piyasalarda ve bürokrasi çevrelerinde ise bu anketin ekonomiye etkileri tartışılmaya başlandı. Politik olarak bakıldığında bence mevcut durumu en iyi özetleyen başlık, dünkü Hürriyet'in ‘‘Menderes rekoru’’ manşetiydi. Hem rakamsal olarak Menderes'in seçim zaferiyle kıyaslamayı, hem de ileriye dönük olarak Menderes'in yaptıklarını hatırlatması açısından çarpıcı idi.

Seçim sonuçları anketteki gibi çıkar mı bilinmez ama buna yakın oranlar çıkacağında hemen herkes hemfikir. Burada konuşulması gereken; AKP'nin zaferden sonra takınacağı tutum. Seçim konuşmalarında gündeme gelen imam-hatip, YÖK gibi gerçekten sistemle çatışır görünen değişiklikler, bu zafer sarhoşluğu ile birlikte gündeme getirilirse, o zaman bir çatışma ortamının doğacağını söylemek için, Ankara Kulislerini biraz koklamak bile yeterli.

AKP'nin işi, bundan sonra gerçekten çok zor. Tabanına ‘‘erteliyoruz ama zamanı gelince yapacağız’’ imasında bulunduğu bazı konuları gündeme getirse bir dert, getirmese bir dert...

AKP Türkiye'nin geleceğinde kalıcı olup olmayacağına karar verecek. Yani tabanından gelecek baskılara rağmen, sistemle barışık merkez partisi kimliğine mi kavuşacak, yoksa ‘‘bildiğimizi okuruz’’ mu diyecek, göreceğiz.

AKP'nin pervasızca tutum takınacağını ya da takınabileceğini sanmıyorum. Şimdiye kadarki tavırları pervasızlık işaretleri veriyor ama, böyle bir eğilim görüldüğü takdirde AKP'yi frenleyecek ‘‘dış unsurlar’’ın devreye gireceğini düşünüyorum. Yani çatışmayı engellemek için karşı tarafa fren koyanlar, AKP'ye de fren koyacaklardır. Çünkü fren yaptıranlar, ‘‘kendi çıkarları için Türkiye'de bir huzursuzluk yaratılmasını’’ uygun görmüyor.

Ayrıca, AKP en büyük projesi olan AB'ye uyumu sürdürecekse, çatışmayı mümkün olduğunca azaltacak ölçüde temkinli ve sağduyulu davranmak zorunda.

IMF'YLE KÖPRÜLER ATILABİLİR Mİ?

Anket sonuçlarının ekonomiye etkisine gelince...

Siyasi olarak çatışmayı engellemeye çalışacak olan unsurların, ekonomide de seçim sonuçlarına bakılarak girilecek bir pervasızlığı önlemek için ellerinden geleni yapacaklarını tahmin ediyorum. Eğer ‘‘Türkiye'nin bir çatışma içinde olmaması’’ birilerinin mutlaka sağlaması gereken bir ortam ise, bunun en önemli ayaklarından birini ekonomi oluşturuyor. Yani ekonomide kaydedilen gelişmelerin mutlaka sürdürülmesi, bunun için popülizmin engellenmesi, yenileri de eklenerek yapısal tedbirlerin mutlaka sürdürülmesi ve Türkiye ekonomisinin tek haneli enflasyonla kalıcı büyümeyi sağlayacak altyapıyı hazırlaması gerekiyor. Böyle olmalı ki Türkiye, ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ içerisinde örnek olsun, Türkiye ile işbirliği içinde, mümkün olduğunca barışcıl yöntemlerle bu projenin hayata geçirilmesine aracı olabilsin.

Piyasalarda seçim anketlerine bakılarak, ‘‘Hükümet zafer sarhoşluğu içinde IMF'ye 2004 sonrası için rest çekebilir’’ korkusu oluştu. Bizce AKP veya bazı unsurları, bunu düşünecektir. Ancak, buna izin verileceğini tahmin etmiyorum. Türkiye, ekonomisini düzeltebilmek için IMF'ye önümüzdeki yıldan başlayan yüklü borç geri ödemelerini erteletecekse, adı ne olursa olsun, IMF'nin yakın takibinde yürümek zorunda. En makul olanı; IMF kompleksini bırakıp, ekonomi yönetiminin insiyatifi eline alarak bir program hazırlaması ve bunun için ‘‘stand-by’’ ya da benzeri bağlayıcı bir anlaşmayla destek alabilmek için talepte bulunmasıdır.

Hükümet eğer zafer sarhoşluğuna kapılıp, köprüleri herkesle atmaya kalkışırsa, bir hafta içinde bile işlerin tümüyle tersine dönme tehlikesi olduğunu herhalde görüyordur. Bence hükümet bu gerçeği görecektir. Ya da kendi görmese bile birileri bu gerçeği kendilerine gösterecektir...
Yazının Devamını Oku

Yabancı sermaye için IMF ilişkileri netleşmeli

18 Mart 2004
<B>İSTANBUL</B>'da yapılan Yatırım Zirvesi'nden yansıyan haberler, Hükümetin artık IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerinin geleceği için net bir karar vermesi gerektiğini açıkca ortaya koydu. CEO'ların yaptıkları açıklamalar, Türkiye'ye yabancı sermaye gelebilmesi için sıralananlara bakıldığında, çözümün yıllardır söylenen ‘‘yapısal tedbirler’’de olduğu açıkca görülebilir. Mevcut istikrar ortamının sürdürülmesi, tek haneli enflasyonun kalıcı kılınabilmesi, istikrarlı bir büyüme ortamının hazırlanabilmesi için yapılması gerekenler aslında açık...

Türkiye 2000'de başlattığı programa devam edecek, aksattığı yapısal tedbirlere, bence yenilerini de ekleyerek, artık ağırlık verecek ve ekonomideki altyapı, yüksek ve kalıcı büyüme için hazırlanacak. Aksi takdirde elde edilen bütün kazanımların geri gitme tehlikesi çok büyük.

Enis Berberoğlu'nun dünkü Hürriyet'te yeralan, Dünya Bankası Başkanı Wolfenshon ile yaptığı söyleşi de, aslında Hükümetin hangi yönde karar vermesi gerektiğini açıkca gösteriyor. Wolfenshon, bir yandan IMF ile anlaşma olmasa da ilişkilerin yürüyeceğini söylüyor ama öteki yandan da ‘‘Hükümet IMF ile anlaşma yapmazsa şaşarım’’ diyerek, anlaşmanın gerekliliğini ortaya koyuyor. Aslında aylar önce ‘‘Dünya Bankası'nın IMF'le anlaşma olmadığı takdirde portföye aldığı kredileri kullandıramayacağını’’ yazmış, buna karşılık Dünya Bankası yetkilileri, ‘‘İlle de şart olmadığını’’ söylemişlerdi. Wolfenshon'un sözlerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Yani; Dünya Bankası'nın kredi kullandırması için IMF ile anlaşma şart değil ama görülen o ki; Dünya Bankası, IMF'nin en azından gözetiminde olmayan ülkelerle öyle güvenerek fazla iş yapmıyor, daha doğrusu kredi vermeye pek yanaşmıyor. Dünya Bankası yetkilileri, kurumsal olarak bunu böyle söyleyemeseler de, uygulamada durum bu.

IMF YERİNE AB ÇIPASI

Aslında CEO'ların söyledikleri de hemen hemen aynı doğrultuda. Yapısalların devamını istiyorlar ve ek olarak başta hukuk sistemi olarak kapsamlı bir reform programının gerekliliğinden söz ediyorlar. Tabi ki haksız rekabete uğramamak için kayıtdışının önlenmesi, herkesin kanunlar önünde eşit muameleye tabi olması da ilk şartlar arasında.

AB'ye tüm üyelik sürecinin başlamasıyla birlikte IMF'nin yerini ‘‘AB çıpası’’nın alacağını, dolayısıyla artık IMF çıpasına ihtiyaç olmadığını söyleyenler var. AB yetkilileri de kendilerinin ekonomik alanda çok detayla ilgilenemeyeceklerini, o nedenle Türkiye'nin IMF'yle ilişkilerinin devam etmesi gerektiğini itiraf ediyor. Ayrıca IMF İcra Kurulu'nda AB üyesi ülkelerin çoğunluğunu göz önünde tutarsanız, AB'nin de IMF ile yeni, bağlayıcı bir anlaşmadan yana olduğunu açıkca görebiliriz. Herşeyden önce şunu görmek gerekir ki; ‘‘AB ülkeleri tam üyelik aşamasında, Türkiye'nin kendilerine olan faturasının azaltılması için, IMF ile sıkı ilişkilerin sürmesini ve mümkün olduğunca ekonominin düzeltilmesini’’ isteyeceklerdir.

Yatırım Zirvesi, çok olumlu oldu. Ancak burada konuşulanları Hükümetin iyi değerlendirmesi gerekir. Herşeyden önce Dünya Bankası raporlarında da ortaya çıkan gerçek şu ki; Türkiye en azından yılda yüzde 7-8 büyümek zorunda ve bunu tek haneli enflasyonla yapmak zorunda. Türkiye'nin tasarrufları büyümeyi sağlamaya imkan vermiyor. Bu nedenle yabancı sermaye şart. Yabancı sermaye için şartlar sıralandı, top Hükümette.

Bunun için Heyet üyelerinin de söylediği gibi, bir an önce IMF'le ilişkilerin ne olacağı netleşmeli.

Eğer yapısallara hızla devam edilmezse, hukuk reformu yapılmazsa, kayıt dışı engellenmezse, bağımsız kurumlarda geriye adımlar durdurulamazsa, yetkin ve deneyimli kişiler yerine tarikatına göre atamaya devam edilirse, Türkiye'nin bu hassas geçiş sürecini başarıyla tamamlaması, bence mümkün değil. Bunları başarabilmek için gerici değil, çağdaş kafalara ihtiyaç var.

Hükümet en geç yıl ortasında, başta ‘‘IMF'le 2004 sonrasında ne tür bir anlaşma yapılacağı’’ olmak üzere, gideceği yol için oturup karar vermek, bunu açıklamak, uzman atamaları yapmak zorunda. ‘‘Hükümet acaba ne yapar?’’ kuşkusu devam ederse, ekonomi tehlikeye girer...
Yazının Devamını Oku

Enerjide özelleştirme hızlandırılmaya çalışılıyor

16 Mart 2004
<B>DÜNKÜ</B> Yatırım Zirvesi'nde Dünya Bankası ile tartışılan konulardan biri de <B>‘‘Elektrik Enerjisi Sektörü Reformu ve Özelleştirme Stratejisi Belgesi’’</B> oldu. Ancak bu konunun genel olarak üzerinden geçildiği, Dünya Bankası'nın onay verdiği strateji metninde yeralan özelleştirmelerin gecikmesinin, içeride yapılacak çalışmalarla hızlandırılmaya çalışılacağı öğrenildi.

Dünya Bankası'nın düzenlediği, uluslararası çapta uzmanların katılımıyla düzenlenen toplantı sonucunda, geçen hafta başında bir metin ortaya çıktı.

Dünya Bankası'nın da onay verdiği bu metne geçen hafta içinde bütün bakanların imza attığı, Başbakan'ın imzasının beklendiği söyleniyordu. Daha sonra bu metin kamuoyuna açıklanacaktı.

Ancak hafta sonunda enerji ile ilgili belirlenen strateji üzerinde yeniden tartışmalar başladı. Geçen cuma gecesi sabahlara kadar bu strateji konuşuldu, cumartesi günü de aynı konularda toplantılar yapıldı.

Babacan, Enerji Bakanlığı, Hazine ve Dünya Bankası yetkililerinin katıldığı toplantılarda, stratejinin değiştirilmesi yönünde somut bir karar alınamadığı ancak stratejide yeralan ‘‘özelleştirmelerin gecikmesi’’ konusunda Başbakan'la konuşulacağı öğrenildi. Özelleştirme İdaresi bir an önce dağıtım şirketlerinin satış ihalelerine başlamak istiyordu ama yeni metinde bu oldukça geciktiriliyordu.

Daha önceki takvimde, geçtiğimiz yıl sonunda tamamlanması gereken dağıtım şirketlerinin satışı için ihale açılması süreci, yeni stratejide 2005 Mart ayına kadar erteleniyor. Üretim tesislerinin özelleştirilmeleri ise 2006 yılından sonrasına kalıyor.

Yeni stratejide, daha önce yoğun tartışmalar yaratan dağıtım bölgesi sayısı 21 olarak kesinleşiyor. Özelleştirme İdaresi, hızla özelleştirmelere başlamak isterken, özellikle DPT'nin direnişi ve Dünya Bankası'nın, ‘‘Hiç hazırlık yapılmadı, bu haliyle özelleştirmeler yapılırsa sıkıntı yaratır’’ kaygısıyla özelleştirmelerin gecikmesine razı olduğu söyleniyor.

HÜKÜMETİN ELİNDE

Stratejideki aşamaların çabuk tamamlanması halinde sürecin hızlanacağını kabul eden Dünya Bankası'nın, ‘‘Özelleştirmenin hızlandırılması Hükümetin elinde’’ görüşünü savunduğu öğrenildi.

Stratejide dağıtım özelleştirme ihalelerinin başlamasından önce dağıtım şirketlerinin şebeke işletmeciliği ve perakende satışa ilişkin tarifelerinin, dağıtım şirketleri ve üretim grupları arasındaki geçiş dönemi sözleşmelerinin, dağıtım şirketleri ile TETAŞ (Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhhüt A.Ş.) arasındaki geçiş dönemi sözleşmelerinin, EÜAŞ (Elektrik Üretim A.Ş.) hidroelektrik santralleri ve TETAŞ arasındaki geçiş dönemi sözleşmelerinin tamamlanmasıyla son haline alması öngörülüyor. Toptan satış piyasasının gelişiminin aksatılmaması için geçici dengeleme ve uzlaştırma mekanizmasının uygulamaya girmesi şartı yeralıyor. Bu nedenle ihalelerin başlama süresi, bugünden itibaren bir yılı alacak.

Üretim varlıklarının özelleştirilmeleri ise TEİAŞ (Türkiye Elektrik İletim A.Ş.) tarafından oluşturulacak piyasa yönetim sisteminin faaliyete geçmesinden ve dağıtım özelleştirmelerinin büyük ölçüde gerçekleştirilmesinden sonra başlatılacak. Dolayısıyla 2006 yılı ortasında bu aşamaya gelinmesi hedeflenecek ve özelleştirilmiş üretim şirketlerinin üretimlerini satabilecekleri ticari düzenlemeler tesis edilmiş olacak.

Kısacası; yeni enerji stratejisine göre tam anlamıyla serbest piyasaya geçiş 2010 yılı sonrasına kalıyor.

Önümüzdeki günlerde ilgili kuruluşların katılımıyla bu stratejide yeralan unsurların ve takvimin yeniden masaya yatırılması, tam anlaşma olduktan sonra kamuoyuna açıklanması gerekiyor. Strateji metnine bakanların yanısıra Başbakan Tayyip Erdogan'ın da imza atmasından sonra Dünya Bankası'na verilecek ve ‘‘Hükümet olarak enerji konusundaki verilen sözlerin yazılı hale getirilmesi’’ gerçekleşecek.

Bu stratejinin imzalanıp Dünya Bankası'na sunulmasıyla birlikte, Bankanın İcra Kurulu da onay verirse, daha önceden kalan 375 milyon dolarlık kredi dilimi de kullanılabilecek.
Yazının Devamını Oku

Bugün Başbakan’dan yapısal reformlar için söz alınacak

15 Mart 2004
<B>BUGÜN</B> İstanbul'da toplanacak Yatırım Danışma Konseyi, önemli görüşmelere sahne olacak. Yatırımcı Zirvesine'ne katılacak büyük uluslar arası şirket üst yöneticilerinin söyleyecekleri tabi ki çok önemli. Ancak belki ondan da önemlisi, Başbakanın Dünya Bankası Başkanı James Wolfenshon ve IMF Avrupa Direktörü Michael Deppler ile yapacağı görüşmeler olacak.

Ekonomi yönetiminin IMF ve Dünya Bankası'na, özellikle yapısal tedbirlerin geleceği konusunda somut bir şey söyleyemediği, 'Kararın bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan'da olacağı'nı belirttikleri öğrenilirken, Başbakanın bu zirve sırasında Wolfenshon ve Deppler ile özel görüşmeler yaparak, bu konuları görüşmesi bekleniyor. Kısacası; Dünya Bankası ve IMF, eksik kalan yapısal tedbirlere devam edileceği konusunda Başbakandan 'söz' bekliyor.

Cumartesi günü Devlet Bakanı Ali Babacan'ın '7. gözden geçirme çalışmalarının tamamlandığını' belirtmesine karşılık, hala uzlaşılamayan ya da IMF tarafından istenip Hükümetin henüz almadığı önlemler bulunduğu, bu nedenle IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam'ın, 'alınacak tedbirleri izleyeceklerini' söylediği öğrenildi. IMF, asgari ücret ve emekli maaş zamları konusunda kendisine verilen sözlerin tutulmaması nedeniyle, bu kez işleri sıkı tutuyor. Moghadam'ın, daha önce programında olmamasına rağmen Yatırımcı Zirvesi'ne katılacak olan Deppler'e durumu anlatmak için İstanbul'a gittiği ve aksayan yönleri Deppler'e anlatacağı ifade ediliyor. Bu nedenle Deppler'in Başbakan Tayyip Erdoğan veya Devlet Bakanı Ali Babacan'la son bir değerlendirme toplantısı yapması bekleniyor.

Kamu bankaları için öneri çok, yanıt yok

IMF
ve Dünya Bankası kamu bankalarındaki mevcut durum ve hükümetin bakışı nedeniyle çok rahatsız. 900 milyon dolarlık projenin ağırlıklı ayağı olması nedeniyle bu konuyla yakından ilgilenen Dünya Bankası'nın, geçen haftalarda Ziraat ve Halk bankaları için birçok öneri sunduğu ama ekonomi yönetiminden hiçbir tepki alamadığını öğrendik. Babacan'ın 'bilinen, bilinmeyen birçok alternatif üzerinde çalışıyoruz' açıklamasının ardında, Dünya Bankası'ndan gelen bu önerilerin yattığı, ancak kararın Başbakana ait olacağı, bu nedenle Babacan dahil kimsenin Dünya Bankası'na bir şey söyleyemediğini öğrendik. Bu konunun Erdoğan ile Wolfenshon arasında görüşülmesi beklenirken, Dünya Bankası'nın sunduğu öneriler arasında 'Ziraat Bankası ve Halk Bankası'nın birer tasarruf sandığı haline getirilmesi' ya da 'özel banka statüsüne alınması' gibi değişik alternatifler bulunuyor. Ayrıca IMF ve Dünya bankası, Hazine kağıtlarından sağlanan karların kamu bankaları tarafından yeniden sübvansiyonlu krediler haline dönüştürülmesinden ve bu bankaların daha da büyüyerek eski haline gelmelerinden büyük endişe duyuyor. Yine Vakıfbank konusunda hiçbir somut adım atılmaması da, Hükümetin bu konudaki tavrı da Dünya Bankası'nı rahatsız eden bir başka unsur. Dünya Bankası Ankara Temsilciliği ve bankacılık heyetlerinin verdiği görüş doğrultusunda, Wolfenshon'un Başbakanla bu konuyu 'önemli' sıfatıyla görüşmesi bekleniyor. Bu gözden geçirme sonrasında ise artık somut bir strateji ve takvim istiyorlar.

Gözden geçirme neden ertelendi

IMF
Türkiye heyetinin ikinci kez gelişinden sonra, istenen tedbirlerin alınmasıyla birlikte IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun 7. gözden geçirmeyi Mart ayının ikinci yarısında, yani seçimden önce görüşüp karara bağlaması ve 500 milyon dolarlık kaynağı serbest bırakması bekleniyordu. Halbuki Cumartesi günü yapılan toplantıda hem Babacan, hem de Moghadam IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun 7. gözden geçirmeyi Nisan ayı içinde karara bağlamasını beklediklerini söylediler. Daha önceki uygulamalardan da görüldüğü gibi, tam bir mutabakat sağlanması halinde Heyet Türkiye'den ayrıldıktan sonraki 1 hafta 10 gün içinde Kurul toplanıp kararını veriyordu. Şimdi, hem de kesin tarih verilmeden, 'Nisan ayı içine ' toplantının sarkması, 'Hala üzerinde mutabakata varılamayan konular bulunduğunu' ortaya koyuyor. Ekonomi yönetimin bazı tedbirler için sözler verdiği ancak IMF'in 'bu sözler yerine getirilmeden Kurulun toplanmayacağını bildirdiği' öğrenildi.

Bütçeden yapılacak yüzde 13'lük kesinti ile sağlanacak tasarruf daha önce 4 katrilyon lira, alınan ve alınacak tedbirlerin getireceği kaynak 3 katrilyon lira olarak belirtilirken, Babacan basın toplantısında kesintilerden 4.4 katrilyon alınan önlemlerden 2.6 katrilyon lira gelir sağlanacağı söyleyip, doğalgaza, elektriğe, LPG'ye zam yapılmayacağını kaydetti. Maliye'nin hesaplarında yüzde 4'lük ÖTV artışıyla 200 trilyon gelir sağlanacağı yeralıyordu ama doğalgaz zammı yapılmadı. Yetkililerin bir bölümü, 'LPG'den, fiyat artırmadan sağlanacak 200 trilyonluk bir tedbir bulunduğundan' sözediyorlar, ancak bunun ne olduğu tam olarak bilinemiyor. İşte 7 katrilyonluk kaynak için alınacak önlemler konusunda IMF'in durumu biraz daha görmek ve sözlerin yerine getirilmesini beklemek taraftarı olduğu, yanısıra özellikle yapısal tedbirlerde somut sözler istediği, bu nedenle İcra Kurulu'nun Nisan'a sarkıtıldığı kaydediliyor.
Yazının Devamını Oku

‘Adamına göre vergi’ olur mu

13 Mart 2004
<B>MUAYENEHANESİ</B> olan doktor bir arkadaşım aradı. İlk sorusu, <B>‘‘Araba almaya kalkıştım, satıcılar korkunç bir kuyruk olduğunu, bütün arabalarda 3-4 ay sıra beklendiğini söylediler. </B> Onlar öyle deyince aklıma 2000 yılı geldi, korktum seni aradım, yine bir şeyler mi oluyor?’’ oldu.

Bu kez biraz farklı olduğunu, değişik kur sistemini konuştuk ama eninde sonunda, yine tüketici kredilerinin beslediği bu talebin yakından izlenmesi gerektiğinden sözettik.

Aynı arkadaşım, ardından, Maliye Bakanlığı'ndan şikayete başladı. Defterdarlıktan haftada birkaç kez arandığını, vergi matrahını mutlaka artırması gerektiğini söylediklerini, matrahı artırmazsa incelemeye gelip, ‘‘sonunda da mutlaka birşeyler bulacaklarını’’ kaydedip, bunun ‘‘zor kullanmak’’tan başka bir şey olmadığından şikayet etti.

İşlerinin eskiye göre kötü olmadığını ama uzmanlık alanı nedeniyle böyle olduğunu, bazı muayenehanelerin gerçekten zorda bulunduğunu, bazılarının zarar etmelerinin doğal olduğunu, bazı doktorların fazla yatırım yaptıkları için kár etmese de muayenehanesini açık tuttuklarını söyledi. Maliye'nin bunlara dikkat etmeden herkese ‘‘artırın’’ talimatı verdiğini kaydetti. Ardından da ekledi: ‘‘Piyasadaki söylentiye göre, her doktor aranmıyormuş. AKP'li bilinenlere değil, diğerlerine ‘artırın' deniyormuş.’’

Gördünüz mü, geldiğimiz noktayı...

Vergi, insanların seve seve verdikleri birşey olmayacağı için ‘‘zorla alım’’dır ve bu doğaldır. Yani devlet olarak, kurduğunuz organizasyon nedeniyle karşıladığınız halkın ortak giderlerini karşılamak için vergi alırsınız. Adaletli devlet, giderini karşılamak için almak zorunda olduğu vergiyi, ‘‘gelirine göre’’ alır. Bunu yaparken belli mekanizmaları koyar ve vergiyi ödemekten kaçınanı cezalandırır. Adaletli devlet, ‘‘herkese ayrı muamele'' yapmaz, geliri ve kullandığı hizmete bağlı bir denge kurup, herkesten eşit oranda vergi alır. Bunun sağlamanın yolu da ‘‘sağlıklı bir vergi sistemi’’ kurmak ve bunu tavizsiz uygulamaktan geçer.

‘SALMA'YLA OLMAZ

Ancak ‘‘salma’’ yöntemiyle vergi toplamaya kalkışırsanız, kendinizi padişah, halkı da sürü görüyorsunuz demektir...

Türkiye'de sağlıklı vergi sistemi var mı? Hayır... Devlet herkesten geliri ve kullandığı hizmet oranında vergi alıyor mu? Hayır...

Devlet vergisini toplayabiliyor mu? Hayır.

Bu sistemin sistem olmadığını, dolaylı-dolaysız vergi dağılımının adaletsizliği açıkca ortaya koyduğunu herkes kabul ediyor. Herkes bu devletin vergi toplayamadığını ancak yakaladığından vergi aldığını biliyor... Aflar, zaten ‘‘adaletsizliğin göstergesi’’ değil mi?

Bunları düzelteceğinize, kayıtdışını önleyip, yüksek vergi oranlarını artan tahsilata bağlı olarak düşüreceğinize, bunun için belli sistem kurmaya çalışacağınıza, her sıkıştığınızda yine bankacılık, akaryakıt, sigara, içki gibi, ‘‘Bulabildiğinize vergi’’ koyar, olmadığı zaman ‘‘salma’’yla mükellefi korkutarak vergi almaya kalkarsanız, bu olmaz.

Eğer doktor, avukat, şoför az vergi veriyorsa- ki bence az ödüyorlar-‘‘hayat standartı’’nı yeniden getirin. Onun yerine her mükellefe ayrı ayrı telefon açıp ‘‘matrahı artır’’ derseniz, yapın ya da yapmayın, ‘‘Bunlar bize telefon açıyor, partili olan daha az vergi ödüyor’’ denmesine yol açarsınız. Böylece, keyfiliği kendiniz yaratmış olmuyor musunuz?

Bir de Maliye Bakanı çıkıp, ‘‘Bizim adayı seçerseniz Maliye Bakanı memnun olur, o zaman kazançlı çıkarsanız’’ derse, bunu nasıl algılarsınız?

Vergide 2002'de sağlıklı sistem kurmak için, belli strateji ortaya kondu. Ancak Hükümet bunu teşvikle, ayrıcalıklarla bozmaya başladı. Şimdi eski sisteme,(yani sistemsizliğe) hatta daha da kötüsüne dönülüyor. ‘‘Mali disiplin’’ böyle sağlanmaz, kuracağınız sistemle sağlanır.
Yazının Devamını Oku

Asgari ücret dengeleri bozdu

11 Mart 2004
<B>AKP</B> Hükümeti bunu daha önce de yapmıştı... Önce <B>‘‘zam, vergi artışı yok’’</B> diyorlar, daha sonra çok rahatlıkla çark edip, zam ve vergi artışı yapıyorlar. Bütün Hükümetler bu tür ‘‘çark etme’’leri yaptılar ama, AKP Hükümeti kadar bunu, ‘‘Hiçbirşey olmamış gibi yapanını’’ görmedim...

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın asgari ücrete ve emekli maaşlarına yüksek zam planını, bunun yaratacağı zararları, programa etkisini, kaybettireceği güveni hep yazdık. Bu popülist hareketlerin halkı vuracağını söyledik.

IMF'ye tersini söyleyip yine asgari ücrete ve emekli maaşlarına yüksek zam yaptılar. Bunun sadece kaynak sorunu yaratmayacağını, zaten TL aşırı değerli olduğu için rekabet gücünü kaybettireceğini ilk söyleyenlerden olduğumuz için, yine ‘‘münzevir’’ sayıldık. Rekabet gücünü yitirecek özel sektör sesini cılız tutup, Hükümetle ters düşmemek için tepkisini dile getirmedi. Dünkü gazetelere bakıyorum da; tekstilciler, asgari ücrete yapılan zammın ihracatı nasıl olumsuz etkileyeceği konusunda öyle ağır sözler söylemişler ki... O dönemde ‘‘akılları neredeydi’’ diye sormaktan, insan kendini alamıyor. Sadece ‘‘kur’’u eleştirip ‘‘ihracat ölüyor’’ demagojisinin tutmadığını görünce, asıl ilgi alanlarına döndüler demek ki.

Asgari ücrete yüksek zamla, özel sektörün tepkisini azaltmak için bunun bir bölümünün devlet tarafından sübvanse edilmesi kararlaştırıldı. Bu kararın zaten çok bozulan sosyal güvenlik açıklarını iyice büyüteceğini, bunun hem yapısal tedbirler konusundaki güvensizliği artıracağını, hem de ‘‘kayıtdışı işsizliği’’ artırarak, açıkların katlanarak büyüyeceğini de hatırlattık. Geçen gün ‘‘kayıtdışı işsizliğin ulaştığı boyutun yüzde 52'ye çıktığı’’ yönünde istatistik yayınlandı. Ardından Çalışma Bakanı'nın ‘‘5 katrilyonluk açığımız var, nasıl bulacağız’’ demeci gazetelere yansıdı...

‘‘Aman işler kötüye gidiyor imajı verilmesin’’ diye gerçekleri tartışmaktan kaçanlar, önümüzdeki dönemde, bu asgari ücret zammının başımıza ne belalar açacağını çok daha iyi görecekler. Aynen Süleyman Demirel'in ‘‘erken emeklilik’’ kararı gibi, ülkenin bütün geleceğinin, nasıl bu tür kararlarla ipotek altına alındığını yine yaşayacağız...

KOALİSYON MU YAPIYOR

Asgari ücret ve emekli maaşlarına yüksek zam yapılırken, ardından bunun getireceği açığı kapatmak için yeni zamlar ve vergilerin kaçınılmaz olacağını hatırlatırken, başta Başbakan olmak üzere ‘‘bunlar sosyal harcama, bizim iktidarımızın farkı bu’’ diyen bakanlar, ardı ardına ‘‘vergi artışı ve zam yapılmayacak’’ diye demeçler verdiler.

Sonuçta, yine zamlar birbirini ardına gelmeye başladı. Hem de ‘‘tuttuklarından vergi alma’’ gibi bir kolaycılığa kaçtıkları için yine sigara, içki ve akaryakıta zam yapıldı. ‘‘Vergi affından 6.5-7 katrilyon gelir’’ diyen Maliye'ye bunun en fazla 3 katrilyon olacağını söylediğimizde kızıyorlardı. Gelir 3 katrilyonu bulmadığı gibi, aftan yararlanıp vergisini ödeyenler normal vergilerini ödemedi. İşte aynı Maliye'ye şimdi de ‘‘sigara ve içkiye bu kadar yüklenirseniz, kaçak daha da artar, bu kadar vergi de toplayamazsınız’’ diyoruz, ama onlar yine ‘‘günü kurtarma’’ peşindeler.

Zamlar, vergi artışları, Hükümet bu tür kararlar aldıkça, kaçınılmaz olmaya devam edecek. Ancak anlamadığımız bir nokta da zamların yapılış biçimi... Önce zam yapmayacağız diyen Başbakan zamları, meydanlarda ‘‘sanki bir övünç meselesi’’gibi açıklamaktan çekinmiyor. Ardından Maliye Bakanı ‘‘doğalgaza da zam yapacağız’’ diyor ama Enerji Bakanı çıkıp, ‘‘zam yok’’ diyor. Sanki partilerin oluşturduğu koalisyon hükümeti gibi...

Pazartesi günü doğalgazda yüzde 4 oranında ÖTV artışı planlandığını yazdık Önceki gün TOBB Başkanı IMF Heyeti'yle görüşmeden çıktıktan sonra ‘‘yüzde 4 zam geliyor’’ diye açıklama yaptı.

Enerji Bakanı hálá ‘‘ÖTV artışıyla Maliye'nin zam yapmış sayılacağını’’ ima ediyor. Sonuçta, zamlar ‘‘halka’’ gelmeye devam ediyor.
Yazının Devamını Oku

Belediye borçları sorun olacak

9 Mart 2004
<B>YEREL</B> seçimler yaklaşırken, şimdi gündeme gelmeyen belediyelerin mali durumu, seçimden sonra <B>‘‘yeni sorun’’</B> olarak gündeme girecek. Anketler, AKP'nin belediyelerin çoğunluğunu alacağı beklentilerini artırdı. AKP'li milletvekillerinden ‘‘Bu kadar belediyeyi alacağız ama borç içindeler hizmet yapamayacağız'' şikayetleri geldiği, Başbakan'ın ‘‘seçim sonrası borçların yeniden yapılanacağı’’ sözleri verdiği, kulislerde konuşuluyor.

Bir süredir belediye borçlarına dönük bir tahkimden sözediliyordu. Hükümet seçim sonuçlarına göre bu tahkimi gündeme getirecek. Birara gündeme getirilen ‘‘Belediyelere Hazine arazileri verilip, bunları satarak borç ödeme’’ gibi dolaylı tahkim mi olacak, yoksa direk ‘‘Hazine'ye borçların sıfırlanması’’ yoluna mı gidilecek bilmiyoruz ama birşeyler olacak.

Dolaylı ya da dolaysız bir tahkimin, herşeyden önce IMF'yle büyük sıkıntı yaratacağını şimdiden söylemeliyiz. Çünkü, tahkim karşılığı Hazine'nin bilançosunu denkleştirmesi için borçlarını artırması gerekecek ki, zaten yüksek olan borçlara yenileri eklenmiş olacak.

Hazine'nin şubat ayı ‘‘Kamu Borç Yönetimi Raporu’’, bir yandan programla birlikte belediyelerin disiplin altına alınması konusunda başarı sağlandığını gösterirken, bir yandan da önümüzdeki dönemde AKP'nin girişeceği tahkimin ipuçlarını veriyor. Proje kredilerinin kullanıcı kuruluşlara göre dağılımına bakıldığında belediyelerin toplam içindeki payının 2001'de yüzde 11.1 iken 2003 sonunda 1.4'e indiğini görüyoruz. Bunun rakamsal değeri 29.8 milyon dolar.

AKP'li belediyelerin yeni yatırımlar için proje kredileri konusunda Hükümete baskı yapıp önümüzdeki dönem yeniden artırmaları, Hükümetin bu bakışıyla, sürpriz olmamalı.

Buna karşılık Risk Hesabı Hareketleri incelendiğinde; Hazine'nin 2003'te 1 katrilyonluk ödeme yaptığı görülüyor. Bunda en büyük pay 402 trilyon lira ile yerel yönetimlere ait. Yani, belediyeler yurt dışına borçlarını ödemedikleri için, Hazine dış itibar zedelenmesin diye, belediyeler yerine bu parayı ödemiş. Burada yap-işlet-devret yükümlülüğü nedeniyle (Yuvacık Barajı) 206 trilyonluk ödeme yapıldığını da saymak gerekir.

Hazine'nin alacak stokuna bakıldığında 2002 sonunda mahalli idarelerin Hazine'ye borcu 9.8 katrilyon lira iken, 2003 sonunda 12.2 katrilyon liraya çıkmış. Yani belediyeler borçlarını ödemedikçe Hazine ödemeye devam ediyor ve borçları yükseliyor. Hazine'nin en büyük alacağı ise 19.7 katrilyon liradan 29.9 katrilyona yükselen ‘‘Bütçe dışı fonlar’’ kalemine ait. Bu, İmar Bankası ödemeleriyle TMSF'nin borcunun artmasından kaynaklanıyor.

Rapordan sözetmişken, ‘‘2004 ölçütleri’’ olarak sıralananların çok muğlak kaldığını söylemeliyim. ‘‘Toplam borçlanmanın ağırlıklı TL olarak gerçekleştirilmesi’’, ‘‘nakit içborçlanmanın ağırlıklı TL cinsinden sabit faizli enstrümanlarla yapılması’’, ‘‘nakit iç borçlanmada kümülatif vadenin piyasa koşulları elverdiği ölçüde bir yılın üzerine uzatılması’’, ‘‘nakit ve borç yönetiminde oluşabilecek likidite riskinin azaltılması amacıyla yıl boyunca yeterli düzeyde rezerv tutulması’’ gibi muğlak, zamana göre değişecek ölçütler sayılmış. Halbuki Hazine'den beklenen ve daha önce planlanan ‘‘Borcun şu kadarı döviz şu kadarı TL olacak’’, ‘‘değişken faizli oranı şu olacak’’ gibi, bir bant içinde de olsa, somut rakamların belirtilmesiydi. Bu, piyasaların önünü görmesi ve dolayısıyla daha aktif borç yönetimini getirecekti ama yapamadılar.

DERVİŞ'İN İTİRAZI

CHP Genel Başkan Yardımcısı Kemal Derviş aradı ve dünkü yazımızda yeralan ‘‘Yatırımcı Zirvesinin ertelenmesi talebinde bulunduğu’’ yolundaki duyumlarımıza itiraz etti. Bu haberi ‘‘karşı taraftan’’ aldığımızı söyledik ama kendisi, ‘‘Parti olarak CHP veya kişisel olarak ben , Türkiye'nin ülke olarak dış ilişkilerinde hiçbir zaman kamunun bilgisi dışında görüşmeler yapmayız. Hazine Bakanlığı'ndan ayrıldığım günden bu yana, ekonomiyi ilgilendiren müzakerelerden özenle uzak durdum. Muhalefetimizi her zaman açık, şeffaf, herkesin gözü önünde yaparız ve muhalefet yaparken de hiçbir zaman cumhuriyet ve devletimizin yürüttüğü resmi ilişkilere zarar vermeyiz’’ açıklamasını yaptı. Bilginize...
Yazının Devamını Oku