Erdal Sağlam

2004 sonrasına ‘önleyici stand-by’ geliyor

5 Nisan 2004
<B>7.</B> gözden geçirmenin IMF İcra Kurulu’nda görüşüleceği tarih henüz belirlenmedi. Tarih saptanaması,<B> ‘Acaba görüşme için açıklanmayan ön şartlar neler?</B>’ sorusunu daha yoğun gündeme getiriyor. Özellikle mali sektörde 7. gözden geçirmenin kabul edileceğine şüphe bulunmazken, ‘önşartlar’ konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.

Hafta içinde bu konunun daha yoğun konuşulması, gerekli önşartların gündeme gelmesi ve artık önümüzdeki hafta sonuna kadar İcra Kurulu tarihinin belli olması bekleniyor. Mali sektör, gelecek tarih haberini merakla bekliyor.

Bu arada AKP Hükümeti’nin mevcut stand-by anlaşmasının sona ereceği 2004 sonrası için nasıl bir tavır takınacağı da merak konusu. Bu konunun büyük ihtimalle 8. gözden geçirme için yapılacak çalışmalarda gündeme gelmesi ve yıl ortalarında, ‘2004 sonrasında Türkiye-IMF ilişkilerinin nasıl yürüyeceği’nin netleştirilmesi bekleniyor.

Hükümet bir yandan 2004 sonrasını düşünürken, öte yandan da IMF ‘Türkiye için bundan sonra hangi anlaşmanın uygun olacağını’ kendi içinde tartışıyor. Birara ‘Program sonrası izleme’ anlamına gelen ‘Post programme monetaring’ ihtimali yüksek görünürken, son günlerde, IMF çevrelerinde en uygun anlaşmanın ‘Önleyici stand-by anlaşması ‘ denebilecek, ‘Precautionary stand-by’ anlaşmasından daha sık sözedilir oldu.

Bu anlaşmanın, ileriye dönük olası kötü gelişmeleri tolere edecek bir anlaşma olduğunu belirten yetkililer, mayısta AB üyesi olacak bazı batı Avrupa ülkelerinde de, son yıllarda bu programın uygulandığını, dolayısıyla AB’nin de Türkiye için önereceği programın büyük ihtimalle bu ‘önleyici stand-by anlaşması’ olacağını söylüyor.

IMF yetkilileri ‘Kararı Hükümet verecek’ derken, program sonrası izleme anlaşmasının çok esnek olduğunu, bağlayıcılığı bulunmadığını, IMF’nin bu anlaşma olduğu takdirde 3 ya da 6 ayda bir gelip inceleme yaparak, istenildiği takdirde bunu kamuoyuna açıklayacağını, bu nedenle yetmeyebileceğini söylüyor.

‘Önleyici stand-by anlaşması’nda ise, sert olmasa da bağlayıcılığın bulunduğu, normal stand-by anlaşmasından ayıran en önemli özelliğin ‘IMF’den kaynak kullanılmayıp, olası krizlere karşı bir fon oluşturulması’ olduğu belirtiliyor.

Yani ‘önleyici stand-by anlaşması’ imzalanırsa, IMF Türkiye Heyeti, yine belirli aralıklarla Türkiye’ye gelip incelemelerini yapacak, bunlar İcra Kurulu’ndan geçerse, ‘ihtiyat parası’ olarak Türkiye’ye belli bir fon tahsis edilecek.

Bu fon bir hesapta tutulacak ve her gözden geçirmede önceden belirlenecek miktardaki para bu fona yatırılacak. İç ya da dış etkenlerden ötürü ekonomi için, ödemeler için bir tehlike doğduğu takdirde IMF İcra Kurulu’nun onayı ile Türkiye ayrılan bu fondan çekebilecek, çektiği zaman Türkiye yeniden IMF’den borç kullanmış olacak.

IMF’nin Türkiye’yle ilgili yetkilileri de önleyici stand-by anlaşmasının daha yerinde olacağını, artık dillendirmeye başladı. Hem iç hem de dış piyasalarda, önümüzdeki yıllarda ödenecek yoğun dış borçların da etkisiyle, çok esnek bir ilişki kurulması halinde tedirginlik olabileceği, önleyici stand-by ile bu tedirginliğin aşılacağı görüşü giderek ağırlık kazanıyor.

Hükümetin önümüzdeki günlerde bu konuda kararını vermesi beklenirken, önleyici stand-by anlaşması yapılması halinde, hem iç hem dış piyasalarda güvenin artacağı, yıl ortasında bunun açıklanması halinde ise 2004’ün geriye kalan bölümlerinde borçlanma maliyetlerinin azalacağı, hatta beklentiler nedeniyle enflasyon hedefine bile katkıda bulunacağının altı çiziliyor.

Bu arada IMF İcra Kurulu’nda büyük etkisi olan AB’nin de, detaylarla ilgilenemeyeceği için, ‘önleyici stand-by anlaşması’ yönünde telkinlerde bulunması da büyük ihtimal olarak gözüküyor.

TMSF’nin bankalardan borçlanma kararı tehlikeli

FON
’a devredilen bankalara ait iştirakleri devralan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), ‘Dev bir KİT’ olmaya aday. Ne kadar, iştiraklerin satılacağı, banka sahiplerinden tahsilat yapılacağı söylense de, bu iştiraklerin kolay satılamayacağı ve Fon yönetiminin de ‘varlık satışı’ üzerinde durmayıp, bir süre bu şirketleri yönetmeye soyunma eğilimi olduğu görülüyor.

Nitekim, 10 gün önce Fon yöneticileri bankaları toplayarak, ‘tahvil ihracı halinde bu tahvillerden alıp almayacaklarını’ sorgulamaya başladı. Bazı bankacılar ‘tahvil çıkarmak yerine elinizdeki Hazine kağıtlarını satın alalım’ önerisi ise Fon yöneticilerinden olumlu yanıt bulmadı, ‘ille de tahvil ihracı’ istedi.

Daha önce sadece Merkez Bankası’ndan avans, Hazine’den de kağıtla borçlanma imkanı bulunan TMSF’ye, ‘kendi borçlanmasını yapma’ imkanı tanınması ‘saatli bir bomba’ olma tehlikesini de beraberinde getiriyor. Yıllarca kara deliklerden sözedildi, yeni programla bunlar kapatılmaya çalışılırken, TMSF’nin yeni bir kara delik olmasından korkuluyor. Çünkü TMSF’nin hangi şirkete ne ödediği, kimleri getirdiği, eleman alıp olmadığı, bu paraları nerelerde kullanacağı belirsiz. KİT’ler, fonlar birer kara delik olduğu gibi ‘Hazine birliğini’ bozan, borçlanma yönetimini etkisiz kılan unsurlardı. Bunlar disipline edilirken, borçlanma yetkisine sahip bir TMSF, ileride büyük sorunlar yaratabilir, ‘yeni bir kara delik’ olabilir.

İşin bir başka yönü bankaların, TMSF kağıtlarını almadıkları takdirde, ‘otorite tarafından bu işe zorlanacakları’ hissini alması. Peki, ‘aba altından sopa gösterilip zorla tahvil satılır mı?’ derseniz, bence olur, yaparlar. Daha önce bu işler yapıldı. Özelleştirme, Hazine’nin karşı çıkmasına rağmen bankalardan borçlandı, daha yeni yeni bu borç temizleniyor.

Yani daha önce olduğu gibi, kayıtlara girmeyecek yeni bir borç stoku tehlikesinden sözediyoruz. Buna ilkönce karşı çıkması gereken, borçlanma yönetimini bozacağı için, Hazine yönetimidir. Eğer Hazine ‘içborç stokunda gözükmesin’ diye, TMSF’nin borçlanmasına göz yumarsa, ileride çok daha büyük yüklerle karşılaşır ve bunu temizlemek yine Hazine’ye düşer.

Bakarsınız, bir de ‘formül arıyoruz’ denilen belediye borçları için, belediyelere borçlanma imkanı tanınır... Buyurun o zaman şenliğe... Biz bunca sıkıntıyı niye çektik acaba...
Yazının Devamını Oku

Hükümet kamu bankaları için karar vermeli

3 Nisan 2004
<B>KOÇ</B> Finansal Hizmetler CEO’su <B>Kemal Kaya</B>, önceki günkü basın toplantısında kamu bankaları konusuna değinip, <B>‘Kamu bankalarının küçültülmesi için kararlılık bekliyoruz.</B>Genişlemeden kaygı duyuyoruz’ demiş. Kaya çok haklı, Hükümet biran önce bu konuda karar vermeli.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, geçenlerde ‘Devletin ekonomideki payı bitene kadar özelleştirmelere devam edeceğiz’ demişti. Eğer bu Hükümetin kararı ise ne ala...

Ancak; kamu bankaları yöneticileri tersini söylüyor. Geçenlerde Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Sayın’ın, faiz düşürdükleri için IMF’ye şikayet edildiklerini belirterek, ‘Merkez Bankası’na rağmen faiz düşürdük, önümüzdeki günlerde düşürmeye devam edeceğiz’demeci vardı. Yani Sayın, kredilerde, de hem tüketici kredilerindeki paylarını daha da artırmaya niyetli olduklarını, buna göre hareket ettiklerini söylüyor.

Şimdi hangisi doğru; Bakan’ın dediği mi, Başkanın dediği, hatta yaptığı mı?

Bu konuda IMF ve Dünya Bankası’nın gerektiği kadar ısrarcı olmadığı açık. Dünya Bankası ve IMF bürokratları, ‘verilecek kredilerin gerçekleşmesini kendi hanelerine yazılacak başarı’ gördükleri için, bu konuda ısrarcı olmuyor.

Kamu bankalarının Hükümetten yeşil ışık almadan, küçüleceklerine, bu kadar büyümeye kalkışacaklarını pek sanmıyorum Eğer kamu bankaları yöneticilerinin genişlemeci politikalarından rahatsız iseler, bunun gereğini yaparlar. Ancak, ne kamu bankaları yöneticilerinin bu politikalarını destekler, ne de tersi yönde, bir şey söylemiyorlar.

Kamu bankaları yöneticilerinin aslında bir suçu yok. Her koltuğa oturan bankasını büyütmeye, pazar payını artırmaya çalışıyor. Yönetici, bu yolla koltuğunu sağlamlaştırmak, etkinliğini artırmak için çabalar, bu da çok doğaldır.

Ancak, kamu ya da özel olsun, yöneticiler, sermayedarlarının koyduğu hedef doğrultusunda kuruluşlarını yönetirler. Nasıl, Doğuş Holding, Garanti Bankası’nın yüzde 40 hissesini Intesa’ya satmaya karar veriyorsa, kamu bankalarının özelleştirilmesi, küçülme veya büyüme politikaları uygulama kararları da, bu bankaların sermayedarlarına aittir. Kamu bankalarının sermayedarı Hazine, yani Hazine’nin bağlı olduğu bakanlık, yani Hükümetin ta kendisidir...

Hükümetin artık kamu bankalarına ne yapacağına karar vermesi gerekiyor.

Herkes biliyor ki; bankacılık operasyonu sırasında eğer özel bankaların sermayeleri eksikse sermayedarlardan para konması istendi,. Eksiye düşenler fona alındı. Ama kamu bankalarına sermayeleri eksi olduğu için kağıt verildi. Görev zararı karşılığı olarak, gereğinden fazla verilen kağıtlar şimdi kamu bankaları yöneticilerinin en büyük kozu. Enflasyonla mücadeleymiş, tüketimin aşırı artmasıymış onları ilgilendirmiyor, Hazine kağıdıyla, yani halkın parasıyla sağladıkları bu ucuz kaynağı, şimdi tüketici kredilerine veriyorlar. Bırakın genel ekonomi politikalarına ters düşmeyi, özel sektör bankalarıyla kıyaslandığında da, tam anlamıyla bir haksız rekabet sözkonusu ve Hükümet buna göz yumuyor.

Hükümet, ‘biz kamu bankalarını büyüteceğiz, buradan tüketimi kamçılayacağız’ kararı da verebilir ama bunu açıkca kamuoyuna bildirmeli, herkes ona göre davranmalıdır.

Şimdi yabancı bankalar geliyor, yabancı bankaların payının 3-4 yıl içinde yüzde 30’lara kadar çıkacağı söyleniyor. 1980’lerdeki bilançolara bakıldığında, yabancı bankaların payı şu andaki paydan daha yüksekti ama gittiler... Niye gittiler biliyor musunuz; hem ekonomideki istikrarsızlık, hem de piyasa ekonomisine ters, haksız rekabet uygulamaları nedeniyle...

Şimdi Türkiye ekonomisinde sağlanan istikrar nedeniyle, ‘fiyatlar sonra artar’ diye, yabancı bankalar yeniden Türkiye’ye gelmeye başladı. Hükümet unutmamali; kamu bankaları dahil, haksız rekabet devam ederse, ilebelet de kalmazlar...

Unutulmasın; Türkiye’nin yüksek büyümeye, bunun için de yabancı sermayeye ihtiyacı var..
Yazının Devamını Oku

Dövizi ancak ‘takas kağıtları’ dengeleyecek

1 Nisan 2004
<B>DEVLET</B> Bakanı <B>Ali Babacan</B>, dün yaptığı bir konuşmada geçen yıl 5 milyar doların üzerinde kaynağı belirsiz döviz girişi olduğunu hatırlatıp, bu döviz girişinin devam edeceğini, <B>‘Türk insanında paranın ve kaynağın olduğunu’ </B>söylemiş. 5 milyar doların, ya tam kelime anlamıyla yastık altından ya da ‘İsviçre yastıkları’nın altından çıkarılıp getirildiği kesin. Ancak bu girişin geçen yılki düzeyinde devam edeceğini sanmıyorum.

Bence asıl döviz girişi yine ‘sıcak para’ ile olacak. Yabancı fonlar seçimin hemen ertesinde yeniden Ankara-İstanbul gezmeye başladılar. Kıbrıs’taki gelişmeleri, AB müzakere ihtimalini bazı yabancı fonlar hemen yatırım yapmaya da başladılar. H al a, döviz bozdurup hazine kağıdı almak, yabancılara cazip geliyor. Kıbrıs ve AB konusunda yabancıları umutlu gördük. Buna karşılık, ‘Önümüzdeki dönem sistemde çatışma yaşanıp yaşanmayacağını’ sorguluyorlar. Bu kapsamda, özel sektörün ve büyük sermayenin tavrının ne olacağını da merak ediyorlar.

Yastık altından girişin geçen yılki düzeyi bulmayacağı açık ama önümüzdeki aylarda döviz girişinin, sermaye hareketleri olarak süreceği anlaşılıyor. Kıbrıs’ta olumlu sonuç çıkarsa, bu girişler hızlanabilir. Referandumları bekleyenler olabilir ama yaygın kanı ‘Türk kesimindeki referandumda büyük ihtimalle evet çıkar ve bu, Türkiye’nin AB müzakere sürecini başlatmasına yeter’ şeklinde. Yerli yatırımcıların temkinli olmasına rağmen, yabancıların daha gözü kara olması ise bir başka çarpıcı nokta...

Yani; döviz arzındaki fazlalık devam edeceği için, döviz fiyatları düşük seyretmeye devam edeceğe benziyor. Piyasada, yıl sonunda dolar kurunun 1 milyon 300 bin lirada olacağını söyleyenler bile var. Kurun düşük düzeyi, enflasyonla mücadele açısından önemli katkı sağlayan bir unsur ama kurların bu düzeyi artık tehlike sinyalleri de vermeye başladı.

Bankacılar döviz arzındaki fazlalığı yani kurlardaki düşüş seyri dengeleyecek tek önemli unsuru ‘takas kağıtları’ olarak görüyorlar. Haziranda vadesi dolacak olan dövize endeksli ve döviz bazındaki takas kağıtlarının ne kadarının yeniden dövize endeksli olacağı konusunda verilecek kararda, kurun bu düşük seviyesi önemli rol oynayacak. Hazine’nin tavrının önümüzdeki günlerde bir-kaç değişim ihalesi açıp, döviz kağıtlarının çoğunu TL ile değiştirme yönünde olacak. Değişim ihaleleri sonrası, haziranda yapılacak itfalar konusunda ise giderek daha fazla ‘döviz kağıtları yerine TL kağıdı çıkarılması’ görüşü ağırlık basıyor. Bu kağıtları itfaya tabi tutulunca bankacılık kesiminin açık pozisyonu doğacak ve bu açığın kapatılması için döviz talebi zorunlu olarak artacak. Piyasalar kendisini bu ihtimale göre hazırlamaya başladı, bile...

MERKEZ ATAMALARI

Yabancılar, bir yandan ekonomideki gidişatı olumlu bulurken, bir yandan ise Hükümetin yaptığı atamalar konusunda tedirginliklerini artık gizlemiyorlar. BDDK, TMSF gibi uzman kurumlara yapılan atamalarda bile siyasi davranılması, IMF ve Dünya Bankası gibi yabancı yatırımcıları da rahatsız etmeye başlamış gözüküyor. Yabancılar Merkez Bankası’nın bağımsızlığı üzerinde de önemle durup, enflasyonla mücadelede bu bağımsızlığın katkısını çok iyi görüyor.

Bugün toplanacak Merkez Bankası genel kurulu, bu nedenle çok önemli. Banka Meclisi’nden deneyimli iki kişinin süresi doluyor ve buraya iki yeni atama yapılacak. Atamayı yapacak olan ise Hazine’den sorumlu devlet bakanlığı. Umarız; Devlet Bakanı Ali Babacan bu kez partisine karşı daha basiretli davranır, alınan ve atananlara ‘vallahi benim haberim olmadı’ diye mazeret bulmayı içine sindiremez ve atamalara ağırlığını koyar. Çünkü kendisi de iyi biliyor ki; Merkez Bankası bağımsızlığı sonucu alınan ekonomik sonuçlar, onları seçimde zafere götürdü ve bağımsızlığa darbe vurulursa işler tersine dönebilir...

Atanacaklar konusunda, ‘Merkez Bankası düşmanı demeçler’ veren eski özel finanscı, ‘yedeğe alınmak istenen’ bazı yöneticilerin adı bile geçiyor. Umarız bu tür hatalar yapılmaz...
Yazının Devamını Oku

Piyasaların gözü Kıbrıs müzakerelerinde

30 Mart 2004
<B>SEÇİM</B> sonuçları piyasalar için sürpriz olmadı. Aslında piyasaların bir süredir, asıl baktığı yer Kıbrıs müzakereleri. Aslında Kıbrıs görüşmelerine de AB hedefi açısından bakıyor. Yani bu yıl sonunda tüm üyelik müzakerelerinin başlayıp başlamayacağı piyasaların asıl baktığı nokta.

Başbakan Tayyip Erdoğan da, seçim zaferinin tadını çıkaramadan, hemen dörtlü müzakerelerin yapılacağı İsviçre'ye uçtu. Başbakan da, şimdi gündemlerinin Kıbrıs olduğunu açıkca söyledi.

Peki Kıbrıs'ta ne olacak derseniz; öyle ya da böyle referanduma gidecek bir metnin ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Ancak bu metin Türk tarafınca kabul edilse bile, Rum tarafından kabul edilecek mi, edilmesi için ne tür bir yaptırım uygulanacak, Rum tarafı kabul etmezse ne olacak, bütün bunları görmek için Mayıs başını beklemek gerekecek.

Ancak, Kıbrıs Rum tarafınca kabul edilmese bile, Kıbrıs konusunda bir anlaşma metninin ortaya çıkması, Türkiye'nin AB üyeliği açısından çok olumlu bir rol oynayacak.

Hükümet bu konuda ne yapacak derseniz, bence Başbakan ve ekibi İsviçre'de mümkün olduğunca uyumlu ve iyiniyet bir tavır içinde olacak ve buradan anlaşma çıkmasına çalışacak. Şurası açık ki; AKP Hükümetinin en büyük destekçisi ABD ve tam üyelik müzakerelerine başlama talebimiz olan AB de, bunu istiyor. İçlerine sindirmeseler de, sonradan gelecek bazı eleştirileri şimdiden görseler de, AKP hükümetinin Kıbrıs konusunda mümkün olduğunca anlaşmadan yana tavır koyacağını şimdiden söyleyebilirim.

Seçim sonuçlarını sağlıklı değerlendirdiği takdirde, AKP Hükümetinin bu konularda cesur davranmaya devam edeceğini tahmin ediyorum. Dün bir yorumcunun dediği gibi; AKP, eğer Kıbrıs ve AB propagandaları nedeniyle oylarını yükselttikleri açık olan DYP ve MHP'nin önünü kesme telaşına girer, statükocu bir tavır içine girerse, bence bu kendisi için intihar olur. AKP'nin beklenen kadar oy almasa da, bu seçimden zaferle çıkan parti olduğu açıktır ve bence statükonun kırılmasına dönük verdiği imaj bu zaferde etkili olmuştur. Daha doğrusu Türkiye insanı, ekonomik refah ve özgürlüklerinin artmasını istiyor ve bunun aracı olarak AB'ye tam üyeliği görüyor. Bu yolda çaba gösterene de destek veriyor.

AB ÇABASI YETMİYOR

Piyasalar da aynı biçimde, 'AKP'nin seçimden zaferle çıkması, Kıbrıs ve AB yolunda yapmak istediklerine güç katacaktır' gözüyle bakacaktır. Bu sonuçlar hatta fazlası zaten piyasalar tarafından satın alınmıştı ama bu seçim sonuçları piyasalardaki iyimserliği daha da artıracaktır.

Şahsen, hala, piyasalardaki mevcut iyimserliğin, abartılı olduğunu, risklerin bilerek gözden uzak tutulmaya çalışıldığını düşünüyorum. Kıbrıs ve AB gibi temel konularda AKP'nin tavrının onay gördüğü açıktır ama ekonomide yapılan ve yapılması planlanan hatalar, 'merkez parti oluyor' denilen bir iktidar partisinin yaptığı siyasi, hatta dini eğilimi yansıtan atamalar, önümüzdeki dönem ekonomisinin yönetilmesi açısından büyük riskler oluşturuyor.

AKP'nin bundan sonra siyasette takınacağı tutum da elbette çok önemli olacak. Seçim gecesi Başbakanın yaptığı açıklamalar, bundan sonra gerginlikten kaçınacaklarını gösteriyordu ama seçim propagandalarında özellikle imam-hatiplere ve YÖK'e karşı yaptığı açıklamalar, AB hedefine kitlenmiş gözüken bir partiye kesinlikle uymuyor. Bu nedenle, 'önümüzdeki günlerde siyasi çatışmalara ilişkin tehlike yoktur' denilememektedir.

Siyasi çatışma tehlikesinin yanısıra 'tahkim' gibi, 'teşviklerin genişletilmesi' gibi, önümüzdeki dönem ekonomik gidişatını tehlikeye sokabilecek planlar olduğu unutulmamalı.

Bunun da ötesinde IMF'le ilişkiler, yapısal tedbirlerle ilgili önlemlerin aciliyeti, yaza yaza usandığımız ama bir türlü 'Artık buralarda tehlike yok, Hükümet gerekeni yapacak' noktasına gelemediğimiz tehlikeler. Yani ekonomi hala bıçak sırtında, bir süre daha bu böyle devam edecek ve AKP Hükümetinin seçim zaferine rağmen, bu gerçeği hiç unutmaması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

TOBB Başkanı'ndan uyarı: Rahatlama lüksümüz yok

29 Mart 2004
<B>TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklığlu </B>ile önceki gün henüz seçim yapılmadan konuştuk. Piyasada seçimlerden zaferle çıkması beklenen AKP hükümetinin ekonomik programı aksatmasından, gerekli tedbirlerde gevşeme tehlikesinden korkulduğunu hatırlattık.Hisarcıklıoğlu, seçim sonuçları ne olursa olsun ‘Rahatlama lüksü’ bulunmadığını, 2004 yılının ‘Mazeret değil icraat yılı’ olması gerektiğini söyledi.

‘Dün bir kavşak noktasındaydık’ nitelemesinde bulunan Hisarcıklıoğlu, devamlı kriz yaratan iktisadi bir yapının, popülist ve müsrif kamu yönetimi anlayışının değişmesi yönünde ciddi yapısal reformlar yapıldığını, böylece ‘krizler yaratan yolsuzluklarla mağrul bir yapı’nın değiştirilmesine başlandığnı kaydetti ve ‘Aslında bir zihniyet devrimini gerçekleştirdik demek daha doğru olacak, çünkü ahpap çavuş kapitalizmi yerine nihayet ekonominin gereklerini hatırladık. Bu tercihimizin olumlu sonuçlarını da son iki yılda gördük’ dedi.

‘‘Bugünde önemli bir kavşak noktasındayız’’ diyen Hisarcıklıoğlu sağlanan bu olumlu ortamı sürdürülebilir kılmamız gerektiğinin altını çizdi. ‘‘Bu açıdan son 10 yılın en büyük fırsatına sahibiz. Tek parti iktidarının getirdiği siyasi istikrar ve süratlı karar alma avantajını, yapısal reformları hızla tamamlayarak kalıcı başarılara çevirebiliriz’’ diyen TOBB Başkanı, ‘‘Ekonomideki son 2 yıldra görülen düzelmeye bakılarak rahatlama lüksümüz yok. 10 yıllık sorumsuzluğumuzun, devlet hep (bana) versin anlaşıyının faturası o kadar büyük ki, ne yazık ki bunu 2 yılda ödememiz mümkün değil’’ dedi.

‘‘Daha yolun başındayız’’ diyen Hisarcıklıoğlu şunları söyledi:

‘‘Bizi ölüm döşeğine sokan hastalığı teşhis ettik, tedaviye başladık. Komadan çıktık ama hala kendi ayaklarımız üzerinde doğrulamadık. Daha uzun bir süre tedaviyi devam ettirmeye mecburuz, çünkü bünyemiz hala zayıf.

Rakamlardaki iyileşmenin büyüsüne kapılırsak son 2 yılda başardıklarımızıda tehlikeye atarız. Evet, ekonomi lokomotifini yeniden rayına oturtuk ve harekete geçirdik. Ama bu lokomotif yakıtsız gitmez. Yapısal reformlar bu lokomotifin yakıtı olacaktır.’’
Hisarcıklıoğlu özellikle sosyal güvenlikte, vergi idaresi ve vergi sisteminde, enerji, telekom ve bankacılık sektöründe, hukuk ve yargı sisteminde, kamu yönetim ve yerel yönetimlerde yapısal reformları tamamlamaya mecbur olduğumuzu söyledi.

‘‘Hükümetimizin önünde büyük bir fırsat ve büyük bir sorumluluk bulunmaktadır’’ şeklinde konuşan Hisarcıklıoğlu, hükümetin sahip olduğu güçlü meclis çoğunluğu ile yapısal reformları tamamlayabileceğini ve Türkiye'yi kuralların ve kurumların hakim olduğu, eşit şartlarda rekabete dayalı, normal bir Avrupa ülkesi haline getirebiliceğini söyledi.

‘‘Yapısal reformlar kısa vadede tepki toplasada, bunların sonucunda ekonomide sağlanacak iyileşme, yine bu hükümet dönemi içinde olacaktır’’ diyerek hükümetin siyasi olarak da bunları gerçekleştirmede yararı bulunduğunun altını çizen TOBB Başkanı, hükümetin ekonomik konularda iş dünyası ile devamlı iştişare içinde olmasının da, katılımcı demokrasinin ülkemize yerleşme açısından çok olumlu bir gelişme olduğunu kaydetti. Hisarcıklıoğlu, ‘‘Özetle 2004 yılı, ekonominin bünyesini güçlendirmek açısından belirleyici adımların atılması gereken bır yıl, yani kısacası mazeret değil icraat yılı olmalıdır’’ dedi.

Pamukbank Genel Kurulu yarın

BİLGİ veren yetkililer, IMF ile konuşulan ve seçim sonrasında hükümetin yerine getirmesi gereken bazı konular olduğunu, bu nedenle önümüzdeki hafta vakit geçirilmeden bu konulara girilmesi, icraatların başlaması gerektiğini belirtiyorlar. IMF ile üzerinde anlaşılan, seçim sonrası yerine getirilecek tedbirlerin, alınacak kararların tam olarak neler olduğu bilinmiyor. Ancak Pamukbank sorunun çözümünün bu şartlardan biri olduğu tahmin ediliyor. Daha önceki gözden geçirme şartlarından da olan Pamukbank sorununu çözümü için yarın (salı günü) yapılacak toplantı büyük önem taşıyor. Tasarruf Mevduatı Sigoırta Fonu'nun (TMSF) Pamukbank'ın Halkbankası ile birleştirilme kararını geçen hafta aldığını hatırlatan yetkililer, birleşmede hangi varlıkların ve yükümlülüklerin Halk Bankası'na devredileceği, hangi yükümlüklerin fonda kalacağının belli olduğunu söylediler. Yarın yapılacak Pamukbank genel kurulunda TMSF'nin aldığı karar doğrultusunda birleşme kararının alınması ve böylece yasal prosüdürün tamamlanması gerekiyor.

Pamukbank dışında IMF'nin mutlaka yapılmasını istediği gözden geçirmenin icra kurulunda görüşülmesi için ön şart olan unsurlarda önümüzdeki günlerde açığa çıkacak. Yetkililer bu hafta sonuna doğru icra kurulu tarihinin belli olması gerektiğini söylüyorlar.

TOBB'a göre 2004'te tamamlanması gereken yapısal reformlar

Ekonomik büyüme için gerekli reformlar

Enerji piyasasının serbestleştirilmesi

Bankacılık reformu ve kamu bankaları için yol haritasının belirlenmesi

Yatırım ortamının iyileştirilmesi, koordinasyon kurulu kararlarının hayata geçirilmesi

Özelleştirme

Hukuk ve mevzuattan arındırma reformu

KİT reformu

Vergi reformu

Kamu maliyesi açısından önem taşıyan reformlar

Sosyal Güvenlik Reformu

Vergi İdaresi Reformu

Kamu Maliye Yönetim Reformu

Kamunun işleyişi açısından önemli reformlar

Kamu yönetimi reformu

Yerel yönetimler reformu

Yargı sistemi ve idari usul kanunun reformu

7'nci gözden geçirme ne zaman tamamlanacak

PİYASALARDA bugün seçim sonuçlarının konuşulduğu bir gün olacak. Bu sonuçlarla birlikte birçok senaryonun gündeme gelmesi beklenirken, politikacıların verecekleri demeçler, bundan sonra yapılacaklarla ilgili özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın söylecekleri merakla bekleniyor. Başbakanın, sonuç ne olursa olsun bir çatışma yaratılmasından kaçınacaklarını, ekonomik reformların devam edeceğini söylemesi, seçimden güçlenerek çıkması beklenen AKP iktidarının bundan sonrasına dönük taahütleri olarak yorumlanacak.

Bunun dışında özellikle Kıbrıs konusunu piyasaların odaklandığı bir başka konu olacak. Toplantıların yapıldığı İsviçre'den gelecek haberler konuyla ilgili TV ve gazetelerde yer alacak demeçler, piyasaların gidişatını da etkileyecek. Ancak seçim sonuçlarının sıcaklığının geçmesinin hemen ardından, önümüzdeki hafta piyasalarda gözlerin ‘‘IMF İcra Kurulu'nun 7'inci Gözden Geçirme için ne zaman toplanacağı’’na dönmesi bekleniyor
Yazının Devamını Oku

Seçim sonrası ekonomi politikaları

27 Mart 2004
<B>PAZAR</B> günü yapılacak seçimlerden, iktidar partisi AKP'nin oylarını artırarak çıkacağı neredeyse kesinleşti. Yüzde 50'yi geçer mi, geçerse kaç puan geçer, bilmek mümkün değil, ama kesin olan AKP'nin oylarının artacağı.

Seçim sonrasında AKP'nin bunu bir zafer olarak ilan edeceği de açık... Haklıdırlar da... Ancak AKP'nin seçim sonrasında, kazanacağı bu zaferi nasıl yorumlayacağı, siyasette ve ekonomide uyguladığı politikalarda bir değişiklik olup olmayacağı, merakla bekleniyor.

Yaygın kanı; AKP'nin seçim zaferi kazansa bile genel ekonomik politikalarda bir değişiklik yapmayacağı, ekonomik programa devam edileceği, 2004 sonrası için de bir şekilde IMF ve Dünya Bankası'yla ilişkilerin devam edeceği yani yapısallar konusunda gerekli adımların atılacağı yönünde. Bunun dayanağı ise ‘‘AKP'nin başka şansı olmadığı, AB ve ABD'nin bu yönde yoğun telkinde bulunacağı’’, olarak özetlenebilir.

Ancak AKP iktidarının, genelde fazla değişiklik yapmasa bile, şimdiden ipuçlarını verdiği ‘‘ekonomik hatalar’’ yapma riski yüksek. Bunlar öyle hatalar ki, şimdi pek önemli değilmiş, genel trendi değiştirmez gibi gözükür ama önümüzdeki dönemin ekonomik gidişatına şimdiden yerleştirilmiş birer bomba niteliği kazanabilir.

Bir süredir belediye borçlarının da temizlenmesine dönük ‘‘tahkim’’den sözediyor, bunun ne kadar vahim bir hata olacağını anlatmaya çalışıyoruz. Geçen hafta 20 katrilyon lira civarında bir tahkimden bunun büyük bölümünün de terkininden sözetmiştik. Önceki gün Devlet Bakanı Ali Babacan İzmir'de verdiği bir demeçle, ‘‘eski tahkimler gibi olmayacak’’ demiş ama böyle bir çalışma yapıldığını teyit etmiş. Yöntemi ne olursa olsun, bunun adı tahkimdir ve 1994 krizinin oluşumunda yapılan tahkimin etkisini kimsenin gözden ırak tutmamaması gerek. Yani adına tahkim denmese de, kamu kuruluşlarının birbirlerine olan borçlarının temizlenmesi, özellikle beleriyelerin ödenmemiş borçlarının temizlenmesi ve bunu tümüyle Hazine'nin üstlenecek olması, AKP iktidarının ne kadar vahim bir hatanın eşiğinde olduğunu gösterir. Bu asgari ücrete emekli maaşlarına yapılan zamla ilgili ‘‘vergi ve zam artışı yok’’ deyip, iki gün sonra dönüp mecburen vergi ve zamlara başvurulmasına da benzemez. Bunun sonucu çok daha ağır olabilir.

Yine Hükümetin, özellikle de Başbakan'ın ısrarıyla, yaptığı bir hata 11 ile ayrıcalıklı teşviklerin verilmesi oldu. Şimdi izliyoruz; haklı olarak diğer iller buna karşı çıkıyor ve kapsamın genişletilmesini, aksi takdirde haksız rekabet olacağını söylüyorlar. ‘‘Bu iş bir başladı mı gerisinin geleceğini’’ yazmıştık ama yine dinletememiştik. Şimdi yapılan bu hatanın devamı geleceğe benziyor. 1994 krizinden sonra alınan önlemlerin, henüz tam iyileşme sağlanmadan geri alınması, herkesin taleplerinin karşılanmaya başlamasını hatırlıyorum da, yine benzer ‘‘hatalar zinciri’’nin eşiğinde olduğumuzdan korkuyorum.

FİŞ ALIN ÇAĞRISI

Maliye Bakanı ve Başbakan meydanlara çıkıp vatandaşlara ‘‘fiş alın’’ diye çağrılar yapıyor. Maliyeciler ve Başbakanlar yıllardır bu çağrıları yapar. Ancak son 4-5 yıllık dönemde perakende satışlardan KDV tahsilatının büyük ölçüde arttığını herkes unutuyor. KDV tahsilatı hiper ve süpermarketlerin artmasıyla, bunların işlem hacimlerinin genişlemesiyle arttı. Çünkü bir kısmı yabancı ortaklı bu marketler, hem alımlarında hem satışlarında tümüyle kayıt içinde hareket ediyor, bilançolarını düzgün tutuyor ve buna göre vergi ödüyor. Maliyeciler bu büyük marketlerin vergiye katkısını çok iyi bilir. ‘‘Fiş alın’’ diye çağrılar yapan Hükümet, kalkmış bu hiper ve süpermarketlerin etkinliğini azaltmaya dönük, popülizm adına, küçük esnafa şirin görüneceğiz diye, yasa çıkarmaya hazırlanıyor. Rekabetin olduğu yerde tüketicinin ve Maliye'nin kazandığını unutuyorlar.

Bunlar yapılacak hatalardan sadece bir-kaç örnek. Bunun örneklerin ötesinde siyasetin gerilmesi tehlikesi de var. Umarız AKP iktidarı kazanacağı seçim zaferini hazmetmeyi bilir...
Yazının Devamını Oku

ABD Elçiliği ekonomik reformlar için devrede

25 Mart 2004
<B>AKP</B> Hükümeti'nin yerel seçimlerde yüksek oy aldıktan sonra, ekonomide nasıl bir tavır takınacağı merakla bekleniyor. İmam hatip liseleri için Başbakan Tayyip Erdoğan'ın seçim öncesi verdiği sert demeçler, ileride siyasi ortamı gerebileceği için tedirginlik yaratırken, ekonomide ise IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerin sekteye uğrayacağından da korkuluyor.

Hükümetin şimdiye kadar aksattığı yapısal reformlara devam edip etmeyeceği merak ediliyor, IMF'yle 2004 sonunda bitecek stand-by ilişkisinin devamına karar verilmesi halinde piyasaların rahatlayacağı görülüyor. Ekonomide sağlanan olumlu gelişmelerin devam ettirilip, kalıcı hale getirilmesi için yapısal reformların devam ettirilmesinin şart olduğunu herkes kabul ediyor ama Hükümetin bu konudaki tavrının ne olacağı şimdilik bilinmiyor.

Bürokratlar ve piyasa uzmanları, ‘‘Hükümetin yapısal tedbirlere devam etmesinin kaçınılmaz olduğu’’ konusunda hemfikir. Ne yapılacağını sorduğumuz Hükümete yakın bir kaynak, yapısal reformların artık sadece IMF ve Dünya Bankası tarafından takip edilmediğini kaydederek, ‘‘Son dönemde ABD Büyükelçiliği de yapısal reformları yakın izlemeye aldı’’ dedi.

ABD'nin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye'ye önemli roller biçtiğini hatırlatan aynı yetkili, ekonomideki gidişatın da bu nedenle şimdi çok daha yakından takip edildiğini söyledi.

Büyükelçiliğin eskiden olmadığı kadar yoğun biçimde, yapısal tedbirler için nelerin eksik olduğunu, nelerin yapılması gerektiğini sorguladığını belirten yetkili, büyükelçiliğin ekonomi yönetimiyle de daha sıkı temaslar kurduğunu, Hükümet üyeleriyle yaptıkları temaslarda da sadece siyasi konuları değil artık ekonomik konuları da gündeme getirdiklerini kaydetti.

Büyükelçiliğin Irak'taki Türk yatırımlarının geliştirilmesi için de özel çaba sarfettiğini kaydeden aynı yetkili, ‘‘Kısacası ABD'nin çıkarları, Türkiye'nin hem siyasi, hem ekonomik olarak istikrar kazanmasından geçiyor. Bölgeye dönük planları da bunu gerektiriyor’’ yorumunu yaptı.

AKP Hükümeti'nin yerel seçimlerden çok yüksek oy alarak çıkması halinde bile, IMF ve Dünya Bankası ile ilişkileri devam ettirmesi ve eksik kalan yapısal tedbirlerin önümüzdeki dönemde devam edeceği beklentisi yükseliyor.

Bu arada bağımsız kurumlardaki Hükümetin tavrı eleştiri konusu olmaya devam ediyor. IMF'nin yeni TMSF yönetiminin yetkinliğinden ve BDDK'da bağımsızlığın giderek geriye gitmesinden endişe duyduğu ve bu durumu son Ankara ziyaretlerinde de dile getirdikleri biliniyor.

BDDK'da giderek ‘‘Danışman Yönetimi’’nin ağırlık kazandığı ve danışmanların hazırladıkları kararların Başkan tarafından Kurul üyelerine imzalatılması yoluna gidildiği görülüyor. Bunun bir uzantısı olarak da BDDK'da ‘‘dışarıdan atamalar’’ da giderek hız kazanıyor. Geçen hafta BDDK'da 7-8 kişinin daha dışarıdan atandığı belirtiliyor.

Bu atamalardan sadece birinin daire başkanı gibi yönetici bir kadro olduğu, diğerlerinin sekreter, güvenlik elemanı, mütercim gibi kadrolara yapıldığı söyleniyor. BDDK'da, sanki içeride destek elemanı yokmuş gibi dışarıdan bu kadrolara atama yapılması büyük tepki çekiyor.

Şimdiye kadar ‘‘torpilli eleman olmaz’’ ilkesi uygulanırken, dışarıdan yapılan atamalar BDDK'da ‘‘torpil’’ olarak görülüyor. Kurumun ‘‘siyasiler ve danışmaların kadrolaşma yeri’’ haline getirildiği iddia ediliyor.

Bu arada TMSF'de de atamalar devam ediyor. Bayındırbank Genel Müdürlüğüne Al-Baraka kökenli Salim Alkan getirilirken, bankanın tüm yönetim kurulu geçen hafta değiştirildi.

TMSF'nin elinde bulunan diğer banka olan Pamukbank'da da, benzer operasyon bekleniyor. Kamu bankalarındaki Family Finans ağırlığından sonra TMSF'de de giderek Al-Baraka ağırlığı hissediliyor.

Bankacılık sisteminin denetim ve gözetimini yapan kurumlar ile büyük kamu bankalarında 'özel finans kurum kökenli'' kişilerin yoğunluk kazanması, gerçekten uzmanlık gerektiren sektörü ve bu kurumlarla iş yapmak zorunda bulunan bankacıları rahatsız ediyor.
Yazının Devamını Oku

Tahkim geliyor belediye borçları siliniyor

23 Mart 2004
<B>MALİYE</B> Bakanı Kemal Unakıtan'ın bürokratlarına,<B> 'kamu kurumlarının birbirlerine olan borçlarının temizlenmesi'</B> anlamına gelen <B>'tahkim'</B> için hazırlık talimatı verdiğini öğrendik. AKP hükümeti bu hafta sonunda yapılacak seçimlerde beklediği zaferin ardından, yapacağı tahkim ile belediyelerin mevcut borçlarını temizleyip, yeni yönetimlerin önünü açmaya çalışacak gibi gözüküyor. Başbakan Erdoğan'ın parti toplantılarında bazı sözler verdiğini duymuştuk ama Maliye Bakanı'nın 'hazırlık yapın' talimatı ile birlikte işin ciddiyet kazandığı görülüyor.

Yapılacak tahkim ile sadece belediyelerin borçları değil, diğer kamu kuruluşlarının, KİT'lerin borçlarının da temizlenmesi gerekecek. Tahkim ile kamu kurumlarının birbirlerine olan borçları tabloya konup, alacak-verecek temizleniyor, geriye kalan kısım ise terkin, yani affediliyor.

Henüz hazırlık aşamasında olduğu için kesin bir rakam ortaya çıkmış değil ama tahkim boyutunun yaklaşık 20 katrilyon lira civarında olması bekleniyor. Tahkim içinde temizlenmesi gereken miktar, yani terkin miktarının ise bunun çok büyük bir bölümünü oluşturması, 15 katrilyonun üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Bunun için de yasa çıkarılması gerekiyor.

Terkin edilen kamu borçları eğer Maliye'ye ya da Hazine'ye olan borçlar değilse, yani bir kamu kuruluşunun diğer bir kamu kuruluşuna olan borcu ise, bunun karşılığında Hazine'nin devlet tahvili çıkarıp alacaklı kuruluşa vermesi gerekiyor. Yani tahkim sonucunda zaten yüksek olan içborç stokunun önemli miktarda artması kaçınılmaz olacak. Borcu Hazine üstlenmiş olacak.

Örneğin bir belediyenin Maliye'ye vergi borcu, Botaş'a gaz borcu, SSK'ya prim borcu, elektrik kurumuna borcu, Hazine'ye, dışborcunu ödettiği için borcu bulunuyor. Bu belediyenin aynı zamanda bazı bakanlıklardan su, gaz alacağı, hastanelerden belediye hizmeti için alacağı da olabiliyor. Bu belediyenin alacak ve borçları masaya yatırılıyor ve örneğin Botaş'a olan borcu için Hazine'nin tahvil çıkarıp Botaş'a vermesi, SSK'ya borcu için yine kağıt çıkarıp SSK'ya vermesi gerekiyor. Maliye'ye ve Hazine'ye olan borcu silinebiliyor ama normal koşullarda, bu borcun da muhasebeleştirilmesi, yani bütçeye gelir ve gider yazılması gerekiyor. Bunun için de, eğer bu yıl içinde tahkim operasyonu yapılırsa ek bütçe çıkarılması kaçınılmaz olacak..

1994 KRİZİNİN NEDENLERİNDEN BİRİYDİ

Bundan önce 2 kez büyük tahkim operasyonu yapıldı ve bu tahkimler daha sonra ekonominin girdiği darboğazlarda önemli rol oynadılar. 1984 yılında yapılan birinci büyük tahkimin ardından 1992 yıl sonu itibariyle birikmiş borçlar için yapılan tahkimin neticesinde, 1993 yıl ortasında Hazine bazı kurumlara kağıt vermek zorunda kaldı. Hazine'nin geçen yıl çıkarmaya başladığı 'İçborç Raporu'nun ilkinde, tahkim için özel bir bölüm yeralıyordu. Ve bu tahkim neticesinde 1993 ortasında verilen kağıtların 1994 yılında çıkan krizde en önemli rolü oynadığı belirtiliyordu.

AKP hükümetinin yapılacak hazırlıklardan sonra, adına belki de 'yeniden yapılandırma' deyip, mahalli idareler reformunu bahane ederek bu tahkimi çıkarabileceği tahmin ediliyor.

Tahkim yapılmasına ilgili bütün kamu kuruluşlarının başta da Hazine'nin karşı çıktığı biliniyor ama Maliye Bakanlığı'nda da bir yandan bu çalışmalar sürdürülüyor. Yapılacak bu tahkimin öncekilerden farkı da olacak. Örneğin 1992 yılsonu borçları itibariyle yapılan tahkim 92 trilyon liraydı ve bu yükün bir bölümü Hazine, bir bölümü Merkez Bankası tarafından üstlenilmişti. Yani Merkez Bankası'na yapılan tahkimin bir bölümü üstlendirilip, çok uzun vadeli düşük faizli kağıt verilmiş, dolayısıyla bu yükün bir kısmı Merkez Bankası'nın para basmasıyla karşılanmıştı.

MERKEZ İZİN VERMİYOR

Şimdi ise yeni Merkez Bankası Kanunu böyle bir operasyona katılmasına kesinlikle izin vermiyor. Dolayısıyla tahkimin bütün yükü Hazine'ye binecek ve alacaklı kamu kuruluşlarına verilecek devlet tahvilleri ve bonolar nedeniyle, içborç stoku önemli ölçüde artacak.

İşte bütün bu nedenlerle IMF ve Dünya Bankası'nın da böyle bir 'borç silme operasyonu'na kesinlikle karşı çıkması bekleniyor. Bu operasyon bankacılık kesimini de rahatsız edecektir.
Yazının Devamını Oku