8 Mart 2004
<B>MALİYE</B> yetkilileri, 7. gözden geçirmenin tamamlanması için gereken 7 katrilyonluk kaynak konusunda IMF ile anlaşmaya varıldığını, önümüzdeki hafta doğalgaz fiyatlarına yapılacak yüzde 4'lük ÖTV artışıyla birlikte, gerekli önlemlerin tamamlanmış olacağını söylediler. Maliye yetkilileri Aralık ayı bütçesindeki kötü performansa bakılarak 7 katrilyonluk ek önlem paketi istendiğini, aslında son iki aylık performansların bu kadar ek kaynağa ihtiyaç olmadığını gösterdiğini ama IMF heyetinin 7 katrilyonda ısrar ettiğini belirttiler. Bütçede yapılacak kesintinin yüzde 13'e çıkarılmasıyla, buradan kaynaklanacak tasarrufun 4 katrilyon lira olarak hesaplandığını kaydeden yetkililer,yanısıra 500 trilyonluk 'fonlardan bütçeye yapılacak transfer' olacağını, 2,5 katrilyonun da akaryakıt, sigara, içki, doğalgaz ÖTV artışlarından karşılanacağını ifade ettiler. Doğalgazdaki ÖTV'nin 4 puan artırılması ile 200 trilyon lira civarında ek kaynak planladığını belirten yetkililer, sigaradaki zammın planlandığı gibi yüzde 12 olmasının, toplam hasılat için önemli olduğunu söylediler. Sigara zammının yıl içine yayılması halinde planlanan hasılatın elde edilemeyeceğini hesaplayan Maliye'nin, önümüzdeki günlerde tekrar, sigara üreticilerine, yaptıkları yüzde 6'lık zammı 12'ye çekmeleri için baskı yapması bekleniyor.
'7. gözden geçirme artık bağlandı diyebiliriz' şeklinde konuşan Maliye yetkilileri, IMF'e sundukları tekstildeki KDV'nin 18'den 8'e düşürülmesi ve buradan sağlanacak tasarrufun ise ileride tartışılmaya devam edeceğini kaydettiler. IMF'in, Maliye'nin ilaçtaki KDV indiriminden geleceğini belirttiği 500 trilyonluk tasarrufun da bu ek tedbir paketine aldırmadığı anlaşılıyor. IMF'in tekstildeki indirim için de 'Kendi dengelerinize göre karar alın ama buraya konulmasın' dediğini öğrendik. Maliye yetkilileri, bu konuda çalışmaların devam edeceğini, bu indirimin teknik yönlerine daha detayıyla bakılacağını ama şu anda aciliyetin kalmadığını söylediler.
'Programın bağlanması çok önemli' diyen Maliye yetkilileri, bu nedenle bazı zamlar gerektiğini, bu zamların ileride rahat etmek için şart olduğunu kaydederek, sigara ve içkide dış fiyatların yüksek olduğunu, doğalgazda ise bir yıldır zam yapılmayıp indirim yapıldığını hatırlattılar. 'Yargı aşaması iyi yolda' dedikleri GSM'lerden yapılacak tahsilatın yatırımlara aktarılacağını kaydeden Maliye yetkilileri, geçen yıl yedek ödenekten aktarmalarla yatırım için belirlenen hedefin aşıldığını, bu yıl da 7.5 katrilyonluk hedefin rahatlıkla yakalanabileceğini söylediler.
Bu arada Maliye yetkilileri fiyatları arttıkça alkollü içki ve sigara kaçakçılığının arttığı fikrine katıldıklarını ancak bunun için sıkı takibin başlatılması gerektiğini belirterek, 'Asıl akaryakıt kaçakçığının önlenmesi için bazı önlemlerin alınması aciliyet kazandı.Bu kaçakçılık önlenirse hem içeride haksız rekabet önlenecek, hem de vergi gelirlerinde büyük artış sağlanacak. Mutlaka artık gümrüklerin bu tür kaçakçıların üzerine gitmesi gerek' diyorlar.
Yatırımcı Zirvesi için Kemal Derviş'ten sitem
EKONOMİ çevrelerinin gözü 15-16 Mart'ta İstanbul'da yapılacak 'Yatırımcı Zirvesi'ne çevrilmiş durumda. Bu toplantıya uluslararası dev şirketlerin en üst düzey yöneticilerinin yanısıra Dünya Bankası ve IMF Başkanlarının da katılması planlandı. Zirvenin iyi hazırlanamadığı tartışma konusu olurken, Devlet Bakanı Ali Babacan 'Yatırım Danışma Konseyi' adı verilen toplantının programı hakkında, bugün bir basın toplantısı düzenleyip, bu konudaki eleştirileri de yanıtlayacak
IMF Başkanı Horst Köhler, Almanya Cumhurbaşkanlığına aday olmak için istifa etmesi nedeniyle bu toplantıya katılmayacak Ekonomi yönetiminin Koehler yerine 1. Başkan Yardımcısı Anne Krueger'ın katılması için çağrıda bulunduğu öğrenilirken, Krueger'ın programını yeniden düzenleyebilmesi halinde bu toplantıya gelmesi bekleniyor. Zirvenin mimarının, koalisyon Hükümeti döneminde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı yapan, şu anda CHP Genel Başkan yardımcısı olan Kemal Derviş olduğunu herkes biliyor. Bu zirve iki kez ertelendi. Sonuçta Derviş'in programını uygulayıp başarı kazanan AKP Hükümeti dönemine denk geldi.
Kemal Derviş'in bu zirvenin 15-16 mart tarihinde yapılmasını, daha doğrusu yerel seçimler öncesinde yapılmasını doğru bulmadığını ve bu konuyu Dünya Bankası ve IMF yetkililerine de ilettiğini öğrendik. Derviş, AKP Hükümetinin bir seçim öncesi, dünyanın önemli ekonomik aktörlerinin İstanbul'da toplanmasını 'siyasi bir şov'a dönüştüreceğini belirterek, uluslar arası kuruluşlara bu şova alet olmamaları çağrısında bulundu ve 'Zirvenin seçim sonrasına alınması'nı istedi. Ancak Derviş'in bu talebi kabul görmedi ve Zirve 15-16 Mart'ta İstanbul'da yapılacak.
IMF ve Dünya Bankası yetkililerinin, 'Köhler ile Wolfenshon'un programlarının çok yoğun olduğunu, ikisinin birden ancak bu tarihte İstanbul'da olabileceklerini' gerekçe gösterdiklerini öğrendik. Yani bu Zirvenin mimarı, kişisel ilişkilerini kullanarak böyle bir zirveyi düzenleyen Derviş, seçim öncesine denk gelen bu zirve konusunda eski arkadaşlarına biraz kırgın...
Hazine'de dış borçlanma yapacak yönetici kalmadı
HAZİNE yaptığı tayinlerle bir yandan adamlarını atamak için genel müdürlükleri boşaltırken, bir yandan da 'partiye yakın, bazısı dil bilmeyen kişileri', yurt dışı tayinle ödüllendirdi.
Yapılan atamalar sonucu en fazla darbeyi dış borçlanmayı yapan, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlarla ilişkileri yöneten Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü yedi. Bütün Müsteşar yardımcılarıyla birlikte görevden alınan deneyimli Aydın Karaöz'den önce, Genel Müdür Ersen Ekren, yeni Hükümetin ilk günlerinde Karadeniz Yatırım Bankası'na gitmişti. Hazine'deki yeni yönetimle birlikte dış ekonomik ilişkilerde yük, genel müdürlüğe vekalet eden Genel Müdür Yardımcısı Melih Nemli ve diğer genel müdür yardımcısı Arif Erden'e kalmıştı. Geçtiğimiz hafta Melih Nemli'nin Washington Başmüşavirliği'ne, Arif Erden'in de Cenevre'ye tayinleri çıktı. Böylece dış ekonomik ilişkiler genel müdürlüğünde bırakın genel müdürlüğü, 3 genel müdür yardımcılığından üçü de şu anda boş bulunuyor. Yani Türkiye'nin dışborçlanmasını yönetecek., teknik hazırlığını yapacak yönetici, şu anda Hazine'de yok. Bu Genel Müdürlüğe Avrupa Fonu için dışarıdan getirilen deneyimsiz, genç bir kişinin adı geçiyor. IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerin bu kritik döneminde, Hazine için bu durum, büyük handikap oluşturuyor.
Geçtiğimiz hafta Hazine Müsteşarlığı'nda 14 kişinin tayini çıktı. KİT Genel Müdürü Mehmet Rastgelener Paris Başmüşavirliğine, Banka-Kambiyo Genel Müdürü Zafer Baltacıoğlu Roma Başmüşavirliğine gönderilirken, Aziz Doğan ve Mustafa Akmaz Londra'ya, Hayrettin Demircan ve Selamet Yazıcı OECD'ye, Mansur Küçük Aşkaaabat'a, Adil Erdoğan Frankfurt'a, Vildan Kocaman Lahey'e, Kenan Şahin Moskova'ya, Oğuz Canpolat Berlin'e, Nevzat Şahin Münih'e müşavir olarak atandılar.
Bunların yanısıra Kamu Finansmanı Genel Müdürü Tülay Şaylan ve Bakanın ilk yaptığı atama olan, müsteşar yardımcılığına vekalet eden, kontrolör Burhanettin Aktaş'ın Dünya Bankası (IBRD) ve Avrupa Kalkınma Yatırım bankası (EBRD) ye gönderilmeleri bekleniyor.
Şimdi Hazine'de boşalan ve boşalacak genel müdürlükler ile müsteşar yardımcılıklarına yapılacak atamalar merakla bekleniyor. Sayıştay'dan gelen ve Hazine çalışanlarına petroldeki kur farkı nedeniyle şahsi sorumluluk yükleyip mahkemelere çıkmalarına neden olan raporda ismi olan, bakanın danışmanı Şeref Efe'nin ya kamu finansmanı genel müdürü ya da müsteşar yardımcısı olması beklenirken, daha önce bu göreve getirilip, bu yönetime çok yardımcı olarak öne çıkan Personel Daire Başkanı Nevzat Bahran'ın yine müsteşar yardımcılığı için adı geçiyor.
Hazine'den sosyal güvenliğe transfer
BU arada Hazine Müsteşarlığı, sosyal güvenlikteki en iyi uzmanını da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na kaptırdı. KİT Daire başkanı Ahmet Tuncay Teksöz, bir süredir, yasası çıkıp bir türlü işletilemeyen Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'na vekaleten atandı. IMF ve Dünya Bankası'nın, devam etmesi gerekirken geriye götürülen sosyal güvenlik reformu konusunda önlem alınması için bastırması sonucu, Hükümet bu kurumu işletmeye karar vermiş gözüküyor. Sosyal güvenlik alanında Türkiye'nin en iyi uzmanlarından biri olan Tuncay Teksöz'ün bu göreve atanması, bundan sonra sosyal güvenlik reformu konusunda ciddi adımlar atılacağının bir işareti olarak görülebilir.
Yazının Devamını Oku 
6 Mart 2004
<B>AKP</B> iktidarı geldiğinde, piyasa ekonomisini nasıl işleteceği merak konusuydu. Özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan'ın işadamlarıyla yaptığı görüşmeler, verdiği mesajlar iş alemini, ‘‘piyasa ekonomisinin uygulanacağı’’ konusunda umutlandırdı. Hatta Başbakanı ve Maliye Bakanı Unakıtan'ı, bu tür söylemleri nedeniyle çok seven işadamları, ‘‘İşte piyasa ekonomisine inanmış yöneticiler yeniden geldi’’ dediler.
Bizce işalemini en fazla umutlandıran unsur da, ilk sıralardaki bocalamalardan sonra, AKP Hükümeti'nin Acil Eylem Planı'nı bir kenara bırakıp, IMF destekli ekonomik programa sarılması ve tek parti iktidarının gücünü kullanıp, programın gereklerini yerine getirmesiydi.
Bankacılar da, özellikle Maliye ile görüşmelerinden çok memnundular ve piyasa ekonomisi ve bankacığın fonksiyonunu kavramış bir bakandan duydukları memnuniyete dile getiriyorlardı. Ancak son dönemde yaşanan olaylar, işalemindeki ‘‘piyasa dostu hükümet’’ imajını zedeliyor.
Bankacılar, alınan her kararın, program gereği küçültülmesi hatta özelleştirilmesi gereken kamu bankalarının yeniden büyümesine dönük olduğunu gördükçe, zaten kamu ve özel banka arasında varolan ‘‘rekabet eşitsizliği’’nin giderek daha da arttığından şikayet etmeye başladılar. Hükümetin karşılığı olmadan verilmeyeceğini bile bile, yaptığı popülist harcamalara kaynak gerektiğinde gözünü hemen, zaten maliyeti yüksek mali kesime dikmesi, bankacıları huzursuz etmeye başladı.
Bu arada BDDK'nın bağımsızlığına Hükümetin bakışı, Adalet Bakanlığı'nın hazırladığı, son anda biraz değişse de, bankacıların direk hedef alındığı yasa, bankacıları rahatsız eden unsurlar oldu. Bu eleştirilerini çok açıkca dile getirmediler ama el altından anlattılar.
Gerçi; BDDK'nın bağımsızlığı ve TMSF konusunda IMF'nin, bankacılardan daha duyarlı olduğunu söyleyebiliriz. IMF sadece Başkan değil, ardından alt kadronun da tümüyle değiştirilmesine ‘‘BDDK bağımsızlığına vurulmuş çok büyük bir darbe’’ olarak bakıyor ve bunu yetkililere iletiyor. Yine TMSF yönetimi ile yaptığı görüşmeden sonra IMF heyetinin, ‘‘işi bilen uzman kurul’’ konusunda, çok büyük hayal kırıklığı yaşadığını da biliyoruz.
Şimdi bankacılar yeni hazırlanan yasayı, kamu bankaları için ne yapılacağını, bankacılıktaki rehabilitasyon sürecinin nasıl gelişeceğini, BDDK ve TMSF'nin tutumlarının ne olacağını, 5 Temmuz mevduat güvencesi geçişinin nasıl sağlanacağını, bu açıdan da yakından izliyorlar.
SİGARA ZAMMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Vahap Munyar, dün özel sektör sigara üreticileri ile Maliye arasında yaşanan vergi çatışmasını, çok iyi özetledi. Bu olay bence, Hükümetin piyasa ekonomisine nasıl baktığı konusunda önemli ipuçları verdi. ‘‘Salma’’ yöntemini uygulamaya koyan Maliye'nin, sigara üreticileriyle girdiği diyalog, bizce bütün yabancı yatırımcılar tarafından da ibretle izleniyor.
Maliyecilere, ‘‘daha fazla vergi ve zam kaçağı iyice artırır, istediğiniz vergiyi alamazsınız’’ denmesine rağmen, en kolay gelir yolu olarak yine sigara ve içki bulundu. Bu artışı yaparken de yine kolay yolu seçip, vergi sisteminin yaz-boz tahtasına dönmesine razı olup, oransal vergiden maktu vergiye döndüler. Bütün hesapları buna göre yapıp, özel sektöre ‘‘şu kadar zam yapın’’ talimatı tutmayınca, ortalık karıştı. Bir yandan ‘‘Biz ÖTV artışı yaptık, zam özel sektörün işi’’ deyip, hemen ardından ‘‘Bütün sigaracılar birden zam yapmalı’’ denildi. Halbuki biliyoruz ki Rekabet Kurulu daha önce, bütün üreticiler birden zam yaptığı için haklarında ‘‘uyumlu eylem’’ davası açmıştı. Bütün bunlar Maliye'ye söylendi ama dinletilemedi.
Özetle, piyasa ekonomisi bir kültür işi. İşinize gelince, ‘‘Piyasa kurulları işlesin’’, işinize gelmeyince ‘‘İhtiyacım var, bırak piyasayı şimdi’’ derseniz, piyasa kültürünüz olmadığını, ileride bu ‘‘oportünizmin’’ tehlikeli sonuçlara varabileceğini, tüm dünyaya ilan etmiş olursunuz.
Belki daha önemlisi, bu tavra özel sektörün ses çıkarmamasıdır. İster istemez akla, ‘‘Acaba özel sektörün bir bölümü de, rekabetin olacağı piyasa ekonomisini istemiyor mu?’’ sorusu gelir.
Yazının Devamını Oku 
4 Mart 2004
<B>CITIGROUP</B>'tan <B>Ann Wymann</B> tarafından yapılmış bir anketin sonucu, geçen hafta sonunda ilgili çevrelerde, internet ortamında dolaşmaya başladı. Bize de ulaşan ‘‘Türkiye'nin AB'ye katılım beklentisi anketi’’ sonuçlarını çarpıcı bulduğum için sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu anketin önemi, finans piyasasında yeralan, çoğu Türkiye'de yatırım yapacaklara akıl veren, fon yönlendirici, dealar ve iktisatçılarla yapılan bir anket olması. Türkiye, ABD ve Avrupa' dan 189 kişi ile görüşülmüş. Bunların çoğu Türkiye ile iş yapan kişiler. Ankete katılan 189 kişinim 127 si Türkiye'den, 35'i Avrupa'dan (genellikle Londra'dan) ve 27 tanesi ABD (çoğu New York) den. Ankette yeralan bazı soru ve yanıtları şöyle:
SORU Türkiye AB müzakere süreci büyük ihtimalle ne zaman başlayacak?
a) Bu yıl % 29
b) Gelecek yıl % 25
c) 3 yıl içinde % 36
Bu sorunun yanıtları incelendiğinde Türkiye'den yanıtlayanların yüzde 23'ü bu yıl, yüzde 28'i gelecek yıl olarak belirtiyor. Avrupadakilerin yüzde 37'si bu yıl, yüzde 20'si gelecek yıl içinde başlayacağını belirtiyor, ABD'den yanıtlayanların yüzde 22'si gelecek yıl, yüzde 30'u ise 3 yıl içinde yanıtını veriyor. Anket sonucu çoğunluğun müzakere sürecinin başlamasının gecikmesini beklediğini ortaya koyuyor. Fark büyük değil ama böyle bir gecikme beklentisi de ortada.
SORU Kıbrıs’ta anlaşma ne zaman sağlanır?
a) Mayıs 2004
ayından önce % 38
b) Aralık 2004
ayından önce % 47
c) Gelecek birkaç
yılda % 13
d) Hiç bir zaman % 2
Bu yanıtların dağılımına bakıldığında ise; Türkiye'den yanıtlayanların yüzde 38'inin Mayıs 2004'den önce yanıtı verdiği, Avrupadan yanıtlayanların yüzde 40'ının Aralık 2004'den önce dediği, ABD'den yanıtlayanların yüzde 26'sının Mayıs 2004'den önce yanıtı verdiği görülüyor. Yani Türkiye ve ABD'deki piyasa oyuncularının çoğu Mayıs'a kadar bu işin çözüleceğini, Avrupadakiler ise anlaşmanın bu yıl sonuna kalacağı görüşünde.
SORU :Türkiye'nin AB umudunun önündeki en büyük engel nedir?
a) Kıbrıs sorununun
çözülmemesi % 5
b) Türkiyedeki reform
sürecinin yavaşlığı % 15
c) Avrupa desteğinin
eksikliği % 61
d) Diğer % 19
Türkiye'den bu soruyu yanıtlayanların yüzde 19'u reform sürecinin yavaşlığını, yüzde 27'si diğer sebepleri göstermiş. Avrupa ve ABD'den yanıtlayanlar ise Avrupa desteğinin azlığını gösteriyor.
Bu arada Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin büyük ihtimalle ne zaman gerçekleşeceği de sorulmuş. Türkiye'dekilerin yüzde 29 ile çoğunluğu 2014-2016 arasını, Avrupadan yanıt verenlerin yüzde 23 ile çoğunluğu 2012-2014 aralığını, ABD'den yanıtlayanların yüzde 26 ile çoğunluğu ise 2014-2016 aralığını işaretlemiş.
Bu yanıtlardan yola çıkarak birkaç şey söylemek mümkün. Herşeyden önce dikkatimizi çeken unsurlardan biri Türkiye'deki bakış açısıyla ABD'deki bakış açılarının birbirlerine yakınlığı.
Anketten çıkardığım en önemli sonuç ise; sanıldığı gibi Kıbrıs sorununun Mayıs'a kadar çözülmesi konusunda piyasada sanılan çoğunlukta bir mutabakatın olmayışı. Diğer soruların yanıtlarından da Kıbrıs ve AB konusunda piyasaların iyimserlik ama biraz temkinli bir iyimserlik içinde oldukları gözleniyor. Yani Kıbrıs konusu Mayıs'a kadar çözülür, yıl sonunda müzakereye başlama kararı çıkarsa Türkiye'ye daha çok fon gelir. Tersi ise gelenlerin gitmesine yolaçar...
Yazının Devamını Oku 
2 Mart 2004
TÜKETİCİ kredilerindeki büyük artış, bankacılar dahil herkesi korkutmaya başladı. IMF'in de İstanbul'daki temaslarında bu konunun üzerinde önemle durduğu öğrenildi.Daha önce mevzuattaki boşluktan faydalanarak, bankaların, maliyet artışlarını kullandırdıkları tüketici kredilerinin faizlerine yansıtabildiklerini hatırlatan yetkililer, Tüketici Yasasında yapılan son değişiklikten sonra bu imkanın tamamen bittiğine dikkat çekiyorlar. Bu nedenle son dönemde artan sabit faizli uzun vadeli krediler, ileriye dönük olarak herkesi korkutmaya başladı.Otomobil ithalatındaki patlamaya dikkat çeken yetkililer, bankaların aynı vadede kaynağı bulmadan, 2-3 yıl vadeli tüketici kredisi kullandırdığına dikkat çekerken, 'En ufak maliyet artışı bile bu krediler yoluyla bankalarda büyük zararlara yol açabilir' yorumunda bulundular.Bu yıl faizlerdeki düşüş trendinin geçen yıla kıyasla çok daha az olacağını, Hazine kağıtlarına yapılan plasmanların da ister istemez azalacağına dikkat çeken yetkililer, bu nedenle bankaların kredi kullandırma yarışına girdiklerine dikkat çekiyorlar. 2003'te yüksek kárlar edildiğini, bu kárların bir bölümünün sermayelere eklendiğini ancak bankacılık sisteminin hala likit olduğunu kaydeden yetkililer, buna sıcak para girişi ve açık pozisyonların da eklendiğini belirtiyorlar. Önümüzdeki dönemde maliyetlerde bir artış olduğu takdirde, örneğin toplanan mevduatların faizlerinin bir-kaç puan artması halinde, kullandırılan tüketici kredilerinden zarar yazılmaya başlanacağını kaydeden bir bankacı, 'Buradan zarar edildikçe bankaların açık pozisyon açıp bu zararı oradan karşılama eğilimi artacaktır,. Bunun örneklerini daha önce gördük. Açık pozisyonun bizi getireceği nokta ise belli' yorumunu yaptı.IMF'in bu hafta içinde Ankara'da, özellikle Merkez Bankası ve BDDK ile yapacağı görüşmelerde konuyu gündeme getirmesi kaçınılmaz. IMF'in 2000 yılındaki benzer hareketi unutmadığını kaydeden yetkililer, bu riskin tartışılması gerektiğini söylüyorlar. Büyük işletme kredi talebinin olmayışı da bankaların tüketici kredilerine daha fazla ağırlık vermesine yolaçıyor.Bu arada IMF'in, İstanbul'da, 1 Temmuz'da kalkacak mevduat garantisinin yaratacağı sıkıntılar üzerinde çok durduğu, Ankara'daki temaslara da bu kaygının yansıyacağı belirtiliyor. Tüketici kredilerinde dikkat çeken en önemli unsurlardan biri, bu yarışın öncülüğünü kamu bankalarının yapması. Özellikle Ziraat Bankası'nın 2 katrilyonluk bir likidite üzerinde oturduğu ve bu nedenle aylık yüzde 2'nin altında, 2-3 yıllık tüketici kredileri kullandırdığı, özel bankaların da rekabet için faiz düşürdüğü dikkat çekiyor.IMF ve Dünya Bankası, Vakıfbank dahil, kamu bankalarının rehabilitasyonu ve özelleştirilmesi için yapılan planın çok aksadığı görüşünde. Heyetin Ankara temaslarında bu konunun üzerinde durulması bekleniyor. Özellikle Ziraat Bankası'nın elindeki likidite fazlasının tüketici kredilerine yönlendirmesinin bütün sektör için risk oluşturduğu düşünülürken, buna çare olarak 'Ziraat Bankası'nın karının Hazine'ye ödenmesi' üzerinde durulması gerekiyor. Bu karın Hazine'nin verdiği kağıtlarla geri ödenmesi değil, nakit olarak ödenmesi ise büyük önem taşıyor. Bu yolla hem Hazine önümüzdeki dönemde ödemeleri için nakit kaynak yaratabilir, hem de Ziraat Bankası'nın likidite fazlasını aşırı biçimde tüketici kredilerine aktarmasının önüne geçilebilir.Bu arada özelleştirmeden sağlanacak gelirin önce Özelleştirme İdaresi'nin borçlarının geri ödenmesinde kullanılması, Tüpraş satışından gelecek parayla ilk aşamada İdare'nin Halk Bankası'na borcunun ödenmesi gerekecek. Bu ödeme ile Halk Bankası'nın likidite durumuna bakılıp, Ziraat'teki yöntem Halk Bankası için de kullanılabilir.IMF'in Ankara'daki temaslarında bütün bu yöntemlerin masaya yatırılmasını bekliyorum.Kamu bankalarının özelleştirilmesi, Vakıfbank için bulunacak formül de, ekonomik programın önemli ayakları. Bu bankaların, mutlaka ekonomik program çerçevesine sokulması gerekiyor.
button
Yazının Devamını Oku 
1 Mart 2004
<B>HÜKÜMETİN</B> aksi yöndeki tavrına rağmen, Türkiye'nin, 2004 yılından sonra da yeni bir stand-by anlaşması yapması yönündeki talepler artıyor.Koç Holding CEO'su Bülend Özaydınlı'nın açıkca bu talebi dile getirmesinin ardından, TÜSİAD da IMF Heyetiyle görüşmede aynı talebi iletti.
IMF Türkiye Masası Şefi Moghadam, Türkiye temsilcisi Odd Per Brekk ile birlikte İstanbul'da çeşitli kesimlerle temaslarda bulunurken, Heyette yeralan uzmanlar da, başta akademisyen ve bankacı iktisatçılar olmak üzere, çeşitli özel görüşmeler yaptılar. IMF Heyetinin yaptığı her görüşmede '2004 sonrasında ne yapılacağı'nın gündeme geldiği öğrenilirken, görüşmelere katılan hemen herkesin IMF Heyetine, '2004 yılı sonrası için, 3 yıllık yeni bir stand-by anlaşması yapma gereği'nden sözettiğini öğrendik. Kimisi bu yeni bağlayıcı anlaşma gereğini '2005 ve 2006'de yoğunlaşan dış borç geri ödemelerinin daha sonraki yıllara uzatılması' gereğine bağlarken, kimisi de 'Bu Hükümetin kendi başına bırakıldığı takdirde ekonomideki istikrarı bozacak kararlara, rahatlıkla imza atacağı' görüşünü dile getirdiği görülüyor.
Gerek Moghadam, gerekse de uzmanlarla görüşenler, 'IMF'in de 2004 sonrasında yeni anlaşma gereğini gördüğünü' söylüyorlar. Başbakan Erdoğan'ın tek karar alıcı olması, heran programa aykırı kararlara imza atılması tehlikesi, bundan sonrası için IMF Heyetini de korkutuyor.
IMF'le temasta bulunan özel sektör temsilcileri, 7. gözden geçirme için bugün Ankara'da olacak Heyetin bu konuyu gündeme getirmesini ancak kararın daha sonra alınacağı tahmininde bulunuyorlar. Bazı yetkililerin yıl sonu beklenmeden bu kararın açıklanması, piyasaların önünü görmesi gerektiği görüşlerini Moghadam ve Heyetteki uzmanlara ilettiklerini biliyoruz.
IMF'le görüşen bazı iktisatçıların ise istikrarın devamı ve kalıcı olabilmesi için 'AB çıpasının yetmeyeceğini' çünkü AB'nin detaya inemeyeceğini belirterek, IMF'den mutlaka yeni, stand-by anlaşması yapılması isteklerini ilettiklerini öğrendik. Yetkililer hem uzmanların hem Moghadam'ın bu ihtiyacı gördüğünü ama şimdiden kesin bir şey söyleyemediğini kaydettiler.
Yıl ortalarında özel sektör ve AB başta olmak üzere, bu taleplerin artması bekleniyor.
IMF'le temasta bulunan iktisatçılar, Moghadam ve Heyet üyelerinin Türkiye'deki gerçekleri, Hükümetin tutumunu artık daha gerçekci görmeye başladıklarını söylüyorlar. Örneğin mali disiplin için gereken yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla için IMF'in daha önce, 'ne yapılırsa yapılsın bu oran tutturulsun' görüşünde olduğunu ancak bu disiplinin kalitesinin çok önemli olduğunu IMF uzmanlarının şimdi daha iyi gördüklerini söylüyorlar. Bu nedenle de artık harcamalardan yapılacak kısıntıda sona gelindiğini gördüklerini, sıkışınca yapılan zamların yerine yapısal tedbirlerin artık hayata geçirilmesi gerektiğinin, şimdi daha çok üzerinde durduklarını kaydettiler.
Bu arada IMF'cilerin odaklandıkları konular arasına 'reel sektörün durumu'nun da girdiği görüldü. IMF uzmanlarının iktisatçılara reel kesimin önümüzdeki yıllarda büyüme potansiyeli, yabancı yatırımın gelme olasılığı, reel kesimin mevcut durumu ve mali kesimden nasıl etkileneceğini sordukları, türk uzmanlardan görüş aldıklarını öğrendik.
Bu vergiyle kaçağın artacağı Maliye'ye söylendi
MALİYE Bakanlığı'nın yeni gelir arayışı çerçevesinde, yaklaşık 10 gün önce sigara üreticileri ile görüştüğü öğrenilirken, üreticilerin vergi arttıkça kaçak oranının artacağını, bu nedenle sigaraya yapılan vergi zammı kadar tahsilatın artmayacağını, bunun uygulamalarla görüldüğünü, Maliye yetkililerine ilettikleri öğrenildi. Maliye'nin buna rağmen ek gelir deyince aklına yine sigaranın geldiğini belirten yetkililer, sigara kaçakçılığının artmasının kaçınılmaz olacağını söylediler.
Free-shop'lardan yapılan sigara satışlarının daha önceki zamlardan sonra arttığı, büyük şehirlerde kaçak sigara tezgahlarının bariz biçimde çoğaldığını hatırlatan yetkililer, yüksek vergi nedeniyle birçok önlemin alındığını ancak buna rağmen yüksek vergi nedeniyle kaçakçılık rant'ının artmasıyla bu yola daha yoğun başvurulduğunu, bazı çok satılan sigaralarda 'kaçakcılığın iyice abartılıp kaçak sigara fabrikaları bile kurulduğunu' kaydediyorlar.
Bu arada yapılan son zamla birlikte Türkiye sigara vergilendirmesinde Avrupa şampiyonluğuna doğru hızla ilerliyor. Bu zamdan önce sigarada uygulanan perakende satış fiyatındaki vergi oranı yüzde 74.6 oranındayken, zamdan sonra bu oranın yaklaşık yüzde 77 olacağı öğrenildi. AB üyesi ülkelere bakıldığında ise, en yüksek oran yüzde 78.7 ile İngiltere'de. İngiltere'yi yüzde 77.7 ile Portekiz, yüzde 77.4 ile Danimarka izliyor. Türkiye yeni vergi oranıyla Danimarka'nın arkasına yerleşirken, bu oranlar Belçika'da 73.5, Avusturya'da 74.6, Finlandıya'da 75.6, Almanya'da 74.9, İspanya'da 71.8. AB'ye aday ülkelere bakıldığında ise en yüksek oran yüzde 74.5 ile Polonya'da. Diğer aday ülkelerde yüzde 57.2, 58,60 gibi oranlar görülüyor.
Vergi sistemi yaz boz tahtasına döndü
MALİYE Bakanlığı'nın her kaynak ihtiyacı belirdiğinde içki ve sigaraya yönelmesi, bunu yaparken de daha önce kurulan sistemleri kolaylıkla değiştirmesi, IMF'cileri de rahatsız ediyor. Gelirler Genel Müdürlüğünün yeniden yapılandırılması, kayıt dışı ile mücadele konularında bir türlü istenen yolun alınamaması da, üzerinde durulan konular arasında.
Gerçekten de, Maliye Bakanlığı kurulan sistemleri günlük ihtiyaçlar için bozmaktan çekinmiyor. Daha önce ek vergilerde olduğu gibi, tepki çeken motorlu taşıt vergi sistemindeki değişiklik, Maliye Bakanının akaryakıtta otomatik fiyatlandırmayı uygulamadıklarını rahatlıkla çıkıp söylemesi, sessizce yapılan köklü değişiklikler oldu. Son olarak sigara vergisinde oransal vergiden maktu vergiye dönülmesi de, sistemin, günlük ihtiyaçları karşılamak için sürekli değiştirilip 'yaz-boz tahtası'na dönüştürüldüğünün bir başka kanıtı oldu.
IMF heyetinin Ankara temaslarında bu konuların gündeme gelmesi, yapılan değişikliklerin, sağlanacak gelirin yanısıra vergi sisteminin bütünün de ele alınması bekleniyor. IMF ve Dünya Bankası'nın geçen yıl belirli bir vergi sistemi için harekete geçtiği ama özellikle 'milli geliri düşük illere vergi ve SSK istisnası' ile bu sistemin bozulmasından rahatsız olduğu biliniyor.
ÖTV'den 2 katrilyon gelir için zamların devamı gerek
MALİYE Bakanlığı, akaryakıtta ve sigarada yaptığı son ÖTV artırımları ile 2 katrilyon lire ek gelir sağlayacağını söylüyor. Halbuki iktisatçılar bunun o kadar kolay olmadığını, 2 katrilyonluk ek gelir için, yıl içerisinde daha yapılması gereken yeni zamlar olacağını kaydediyorlar.
Dünya petrol fiyatlarının bundan sonra artmayıp düşmesi, kurların yükselmemesi halinde ve tüketimin beklenenin üzerinde artması halinde, 2 katrilyonluk ek gelirin mümkün olabileceğini kaydeden bir iktisatçı, 'Bu faktörler aynı kaldığı takdirde akaryakıt fiyatlarının deflatör oranında yani yüzde 11.9 oranında artması lazım ki, bu ek ÖTV artışı 2 katrilyon ek gelir sağlasın' dedi.
Aynı iktisatçı ek gelir konusunda 2 katrilyonun iyimser bir tahmin olduğunu, dünya petrol fiyatlarında artış beklendiğini, kurların bu seviyenin altına inemeyeceğini ve geçen yıl büyüme oranında akaryakıt tüketiminin artmadığını hatırlatarak, 'Yani bu ek gelir için, bu yıl yeni akaryakıt zamlarının gündeme gelmesi lazım. Ki; yılın iki ayının bittiğini de unutmayalım' dedi.
Yazının Devamını Oku 
28 Şubat 2004
<B>IMF</B> Türkiye Masası Şefi <B>Rıza Moghadam</B>, dün TÜSİAD yönetimine Hükümetin ÖTV artırımına ek yeni gelir artırıcı önlemlere gitmesi gerektiğini söyledi. Harcamalardan yapılan tasarrufların sınıra geldiğini belirten Moghadam'ın, ‘‘Hükümet gelir artırıcı birşeyler yaptı ama yeterli değil. Piyasalara güven de vermek açısından yeni gelirlere ihtiyaç var’’ demiş.
Moghadam'ın, sosyal harcamadan, eğitimden tasarruf isteyemeyeceklerini, bu nedenle ek gelire ihtiyacı olduğunu belirtirken, bankacılık reformu ve sosyal güvenlik reformu üzerinde de durduğunu öğrendik. Moghadam'ın, BDDK'nın bağımsızlığı konusunda ciddi endişeleri olduğu, bu kurumun bağımsızlığının güçlendirilmesi için ek önlemler alınması gerektiği düşüncesinde olduğu görüldü. Moghadam, geçen sefer olduğu gibi yine 1 Temmuz'daki mevduat garantisi uygulamasının bir sıkıntı yaratıp yaratmayacağını da sormuş, ‘‘Birileri speküle etmediği takdirde sıkıntı olmayacağı, verilen tarihin artık değişmemesi gerektiği’’ yanıtı almış.
Moghadam'ın yorumdan çok soru yönelttiği, ayrıca ihracat performansı, dış denge konularında TÜSİAD üyelerinin görüşlerini aldığı belirtildi.
Moghadam, Perşembe akşamı İstanbul'da özel sohbetlerde de bulundu.
İstanbul'daki temaslarından çıkan ortak sonuç ise IMF'nin Ankara'daki temaslarında bütçe performansı üzerinde önemle duracağı ama bir seçim öncesi sıkıntı çıkarmayacağı yolunda. Görüşenler, ‘‘IMF ziyaretlerinin seçim sonrası sıkıntılı geçebileceği’’ görüşünü belirtiyorlar.
Bu arada ‘‘stand-by anlaşmasının bittiği 2004 yılından sonra ne olacağı’’ sorusunun IMF'yi oldukça meşgul ettiği görülüyor. Özel sohbetlerinde, IMF'nin bu kadar borç verdiği bir ülkede disiplinin kaybolmasına izin vermeyeceğini kaydeden Moghadam'ın, 2004'ten sonra da bağlayıcı bir anlaşmadan yana olduğu izlenimi verdiği söyleniyor. Ancak Moghadam'ın özel sohbetlerinde ‘‘Biz staff olarak yeni bir anlaşma isteriz ama üye ülkelerin kararı bağlayıcı olur’’ demesi, kafaları karıştırmış durumda. Moghadam'ın ilk kez bu tarz konuştuğunu belirten bir işadamı, bunun daha çok ‘‘belirleyici olan ABD ve onlar ne derse 2004 sonrasında o olur’’ demek istediği görüşünde. Moghadam'ın bu sözleri AB'nin yeni bir bağlayıcı anlaşma yönündeki tavrını içeriyor olabilir.
IMF'nin Ankara'da ‘‘yumuşak’’ tavrını sürdüreceği tahmin edilirken, IMF ve Dünya Bankası'nın asıl uyarılarının 14-15 Mart'ta İstanbulda yapılacak ‘‘Yatırımcılar Zirvesi’’nde gelmesi bekleniyor. Toplantıya IMF Başkanı Köhler ve Dünya Bankası Başkanı Wolfenshon' un da katılacağı ve Başbakan Erdoğan'la üçlü toplantı yapacakları belirtiliyor. Asıl uyarıların burada gözlerden ırak yapılacağı tahmini, Moghadam'la görüşenlerin tahmini...
Erdoğan'ın Washington'daki temaslarında, sıkça şikayet konusu olan ‘‘yapısal tedbirlerdeki gecikme’’ de dahil, görüştüğü Dünya Bankası ve IMF başkanlarına ‘‘duymak istedikleri herşeyi söylediğini’’, bunların zabıtlara geçtiğini kaydeden bir yetkili, ‘‘Herhalde bu üçlü zirvede, kararlılığın seçim sonrasında da devamı test edilip, uyarı yapılacak’’ yorumunu yaptı.
Ayrıca Moghadam'ın ‘‘Erdoğan'ın tek karar alıcı olması’’ndan rahatsızlık duyduğunu da öğrendik. Herşeyden önce, Başbakanın yoğun trafiği nedeniyle acil karar alınması gereken konularda gecikmelerden yakınan, ekonomi yönetiminde insiyatif eksikliğinin işleri zorlaştırdığı görüşünü belirten Moghadam'ın, Başbakanın popülist eğilimlerini de ima ettiği ifade ediliyor.
Bu arada Erdoğan'ın perşembe günü bir TV programında 7 katrilyonluk bir açık olduğu ve bu açığı kapatmak için bütçeden yüzde 13 oranında kesinti yapılacağını söylemesi gözlerden kaçtı. Yüzde 10'luk kesintinin, gerekli kaynak bulunamadığı için 12'e çıkarılmasının düşünüldüğünü biliyorduk ama Başbakan'ın bunu 13'e çıkarması ilgilileri şaşırttı.
Moghadam'ın ‘‘harcama kısıntılarında sınıra gelindi, yeni ek gelir lazım’’ görüşünü belirtmesi, kesintinin büyümesine IMF'nin karşı çıkabileceği tahminlerine de yol açıyor.
Yazının Devamını Oku 
26 Şubat 2004
<B>IMF</B>'yle zorlu müzakere süreci yeniden başlıyor. Bugün İstanbul'a gelecek olan Heyet, Pazartesi günü Ankara'da resmi temaslara başlayacak. Müzakerelerin büyük bölümünün, yeni kaynak ihtiyacı nedeniyle, Maliye Bakanlığı ağırlıklı olması bekleniyor. Maliye'nin ocak ayı bütçesini hálá açıklamamış olması, sıkıntının da basit bir göstergesi.
Ekonomi yönetiminin, ‘‘2004 sonunda bitecek stand-by anlaşmasından sonra ne yapılacağı’’ konusuna girmek istemediği, IMF Heyeti'nin de bu konuda, bu kez fazla ısrarcı olmayacağını öğrendik. Bu görüşmelerde 2004, 2005 ve 2006 yılları projeksiyonları elbette gündeme gelecek ama finansman ayağının, 2004 sonrası ilişkisi netleşmediği için kabaca ele alınacağı tahmin ediliyor. Yetkililer, IMF'nin de, bu üç yılın finansman ayağının biraz geçiştirilerek tablolaştırılmasına fazla ses çıkarmayacağını söylüyorlar.
IMF'nin, geçen yıldan beri isteyip ekonomi yönetiminin reddettiği, ‘‘2004 sonrası’’nın rafa kaldırılmasını bu kez kabul etme eğilimi, ‘‘herkesin program yorgunu olması’’na bağlanıyor. IMF'nin bürokratik bir kurum olarak ‘‘başarıyla bitmiş bir program’’ görmeyi tercih edeceği, ayrıca önerdiği bir çok şey yapılmadığı için, Hükümet'le ilişkilerin artık IMF'yi de yıprattığını belirten bazı yetkililer, ‘‘IMF de mecbur kalmadığı sürece, Türkiye ile rutin izlemelerin dışında örneğin yeni bir stand-by anlaşması yapmaya, şimdilik yanaşmayacaktır’’ diyorlar.
Ancak yıl sonuna doğru durumun değişebileceği, gelişmekte olan piyasalarda, ABD seçimlerine bağlı olarak hareketlenmeler olabileceğini de hatırlatan aynı yetkililer, ‘‘Şimdilik işin geçiştirilmesi iki tarafın da işine geliyor ama yıl sonu yaklaştıkça, o dönem yaşanacak gelişmeler yeni anlaşmayı gündeme getirebilecek boyuta ulaşabilir’’ yorumunu yapıyorlar.
O takdirde, ABD'nin de Türkiye'nin yeniden zor duruma girmemesi için devreye girebileceğini kaydeden bazı uzmanlar ise, AB'nin de aynı şekilde IMF'nin devrede olmasını istediğini hatırlatıyor. Bu tedirginliğin nedenini, ‘‘Hükümetin mevcut iyileşmeyi yapısal tedbirlerle destekleme eğilimi olmaması’’na bağlayan uzmanlar, herkesin yapısallar üzerinde durmaya başladığını, IMF'nin de bunlara ağırlık vereceğini kaydediyor.
AB'nin şu anda Türkiye'ye yaptırımı bulunmadığını hatırlatan yetkililer, yaptırımın ancak ‘‘ortaklık müzakerelerinin başlaması’’yla mümkün olabileceği görüşünde. Bütün bu faktörler ‘‘IMF'yle 2005 başında nasıl bir ilişki’’ye geçileceği kararının yılın sonlarına kalacağını gösteriyor.
POST PROGRAMME MONETARING
Türkiye 2004 sonrası için hiçbir anlaşma istemese bile, IMF'nin mevzuatına göre, Kurumun üç ayda bir Türkiye'ye gelip ‘‘program sonrası izleme’’ anlamına gelen ‘‘Post programme monetaring’’i uygulamaya koyması gerekecek. IMF mevzuatına göre, kuruluştaki kotasının yüzde 100'ünden fazla kaynak kullanan ülkelere, borcu kotasının yüzde 100'üne düşene kadar, bu prosedür uygulanıyor. Hiçbir şey olmasa da, IMF Türkiye Masası üç ayda bir Türkiye'ye gelip inceleme yapacak ve raporunu dünya kamuoyuna açıklayacak.
Ancak ekonomi yetkilileri, Hükümet'in mevcut eğilimini de gözönüne alarak, böyle bir prosedürün istikrarın devamı için yetmeyeceği görüşünde. Uzmanlar, Türkiye'nin yeni ve 3 yıllık yeni bir stand-by anlaşması önermesi halinde, IMF'den taze kaynak almasa bile, yeni kaynak almış gibi anlaşma sağlayıp alacağı parayla vadesi gelen borçlarını ödeyebileceğini, böylece vadesi gelen yüklü IMF borçlarının geri ödemesinin çok daha uzun vadeye yayılabileceği düşüncesindeler. Şu anda Arjantin'in bunu uyguladığını hatırlatan yetkililer, Hükümet'in böyle bir yola girmesi halinde, piyasalarda çok olumlu hava doğacağını ve mali disiplinin kaybolmayacağı imajının yerleşeceğini kaydederek, ‘‘Ama Hükümet bu havada değil’’ diyor.
Bence; ekonomide istikrarın sürmesi için program sonrası izleme veya ‘‘yakın izleme anlaşması’’ türü esnek bir uygulamaya yetmez. Umarız Hükümet, ‘‘IMF kompleksi’’ni atıp, bu gerçeği görür.
Yazının Devamını Oku 
24 Şubat 2004
<B>HAZİRANDA</B> vadesi gelen takas kağıtlarının değişimi için Hazine'nin yeni ihale açıp açmayacağı merakla bekleniyor. Hazine, takas kağıtlarının değişimi için, bundan sonra da ihalelere devam edecek. Ancak öğrendiğimiz kadarıyla bu ihaleler için saptadığı asıl dönem mart-nisan-mayıs ayları. Yani önümüzdeki aydan başlayarak değişim ihaleleri hızlanacak.
Hazine şimdiye kadar değişim için bir ihale açtı ve küçük miktarda kalınca durdu. Bu, takas kağıtlarının büyük bölümünün bankaların yatırım portföyleri içerisinde yeralmasından kaynaklandı. Bankalar vadesine 3 aydan uzun süre kalan kağıtları yatırım portföyünde tutabiliyor ve bu nedenle de, kárlı gördüğü takas kağıtlarının çoğunu bu porföyde tutmayı tercih ediyor.
Mart ayından itibaren bankalar bu kağıtları yatırım portföylerinden çıkarmaya başlayacaklar. İşte ilk değişim ihalesinde satışın düşük olmasının nedeninin bu olduğunu bankalar Hazine'ye de anlattılar ve Mart ayından sonra değişim ihalelerine talebin daha fazla olacağını söylediler.
Bu arada bir mevzuat değişikliği yapılıp, daha önce bu kağıtların yatırım porföylerinden çıkarılması sağlanabilir miydi, bu tartışılır. Ancak, Hazine bu yolu tercih etmedi ve değişim ihaleleri için marttan sonraki ihalelerin yeterli olacağına karar verdi.
Döviz ve dövize endeksli olan bu takas kağıtlarının vadesi Haziran'da doluyor. İhalelerin en önemli özelliği ise bu döviz veya dövize endeksli kağıtların TL bazında kağıtlarla değiştirilmesi.
Yani, Hazine hem Haziran'daki yüklü geri ödemeyi hafifletiyor hem de döviz kağıtlarını TL ile değiştirmiş oluyor. Yani takas kağıtlarının değişimi için yeniden döviz kağıdı çıkılmıyor.
Bu süreç vade bitimine kadar, yani hazirana kadar sürecek. Bu tarih geldiğinde, değişim miktarlarına bakılacak, o zaman belki de döviz ya da dövize endeksli kağıtların itfa tarihine yeni döviz ya dövize endeksli kağıt satışı konulup, takasın bir bölümü yine döviz bazında olacak.
Hazine yönetimi mart, nisan, mayıs aylarında değişim ihalelerine devam edip, ne kadarlık kağıdın değiştirildiğini görecek.
Bankacılık kesiminin ihtiyacına göre, takas kağıtlarının vadesi geldiğinde ise Merkez Bankası ile de oturulup konuşulacak ve ne kadarlık döviz veya dövize endeksli kağıt, ne kadarlık TL kağıt ile bu itfanın karşılanacağına karar verilecek. O zaman geldiğinde itfanın hangi miktara düştüğü de, değişim sonucu ortaya çıkmış olacak.
Şurasını söylemek gerekir ki; Hazine dövize endeksli kağıdı pek sevmiyor ve ihtiyaca göre o dönemde çıkılacak TL yanındaki kağıdın, ‘‘döviz kağıdı’’ olma ihtimali çok yüksek.
Bankalardan gelen talebe göre takas kağıtlarının değişim ihalelerinde Hazine, normal iskontolu kağıt ihraç edebildiği gibi, FRN yani değişken faizli kağıt ile değişim de yapabilir.
Bankalardan son dönemde FRN kağıtlarına daha fazla talep geldiği bir gerçek. Bu nedenle Mart ayından sonra hızlanacak değişim ihalelerinde FRN kağıtlarıyla değişim daha önce çıkabilir. Bankaların FRN kağıtlarına olan ilgisinin artmasının 'ileriye dönük risk algılamalarının bir sonucu' olduğunu da, bir yerlere şimdiden not etmek gerek...
İÇBORCU YÖNETECEK KADRO
Yani içborç açısından kritik dönem devam ediyor. Şimdiye kadar geçmişten kalan Kamu finansmanı ekibi, bu işi direk Müsteşar Çanakçı'ya bağlı olarak yürüttü. Ancak Hazine'de kadrolaşmanın ikinci ayağı başlıyor.
Daha da kötüsü tayine gidecek Kamu Finansmanı, KİT, Yabancı Sermaye, Sigorta, Banka Kambiyo genel müdürlüklerine ismi geçen kişiler ya çok alt kademelerden gelecek kişiler ya da şimdiye kadar Hazine düşmanlığı ile bilinen bazı Sayıştaycı kişiler.
Hepsinin ortak noktasının ise eşlerinin başlarının kapalı, hatta çarşaflı olduğu söyleniyor.
Yani çağdaş Hazine ve içborç yönetimi, bundan sonra bu kişilerle yapılacak. Hele ki, kendi kurumuyla soruşturma sorunları olduğu için Hazine'de danışmanlık yapan ‘‘Daha önce kur farkı kararı nedeniyle kasıtlı olarak Hazineci düşmanlığı’’ yapan bir Sayıştaycının Müsteşar Yardımcılığı ya da Kamu Finansmanı Genel Müdürü olması, teknik olarak ‘‘intihar’’ sayılabilir.
Yazının Devamını Oku 