Erdal Sağlam

Faiz indiriminin sayısı

1 Mayıs 2006
ÜÇ aylık aradan sonra başlayan Merkez Bankası faiz indirimlerinin devam edip etmeyeceği, çeyrek puanlık daha kaç indirim olabileceği, bu indirimlerin ne zaman yapılacağı, daha epeyce tartışılacağa benziyor. Cumartesi günkü faiz indirimini değerlendirdiğimiz yazımıza, yurt dışından, görüşlerine saygı duyduğumuz bir banka iktisatçısından gelen yorumla başlayalım. Dile getirilen görüşlere büyük ölçüde katıldığını kaydeden iktisatçı, "Geçen enflasyon raporuyla son enflasyon raporu arasında ciddi bir farklılık yok" diyerek, bunu "ciddi bir sorun" olarak nitelendiriyor.

3 ay önce faiz indirimlerinin durdurulması kararı ile enflasyon raporunun tümüyle tutarlı olduğunun altını çizen iktisatçı, "Şimdi faiz indirim kararının gelmesi enflasyon raporu ile tam bir tutarlılık arz etmiyor" diyor. Orta vadeli enflasyon tahminlerinde ciddi bir farklılaşma bulunmadığını, aynı sapma riskinin geçerli olduğunu kaydeden iktisatçı, şu yorumu yapıyor: "Tabi 2007 görünümü biraz daha olumlu ve tabi faizlerin indirilmemesi durumunda hedefin altında kalma riski ve büyüyen bir üretim açığı faiz indirimini teyid ediyor. Ama yine de zamanlama konusunda daha ihtiyatlı davranılabilir ya da son raporun tonu değiştirilebilirdi."

Bundan sonraki faiz indirimlerine ilişkin kendi tahminlerini aktaran aynı iktisatçı, Merkez Bankası’nın 12 aylık vadede riskleri net bir biçimde gördüğünü tahmin ettiğini, dolayısıyla yılın ikinci yarısında ve özellikle son çeyrekte faiz indiriminin zorlaşacağını belirtiyor. Bu nedenle Merkez Bankası’nın indirim kararı verirken front loaded indirme eğilimi içinde olabileceğini kaydeden iktisatçı, "Dış piyasalar da biraz toparlanıyor. Herhalde sonraki 1-2 toplantı ve yaz aylarında toplam 100 baz puanlık indirimi yapmış olurlar" diyor.

Daha sonrasında ise işin siyasi gelişmelere kalacağı tahmininde bulunan iktisatçı, "Bence Para Politikası Kurulu ( PPK) notları da buna işaret ediyor. 2-3 faiz indiriminin arka arkaya gelmesi muhtemel" yorumunu yapıyor.

Aynı iktisatçı, tahmin ettiği bu senaryoyu tehdit edecek en büyük riski ise "dünya petrol fiyatlarının sapıtması" olarak gösteriyor.

1-1,5 PUANLIK İNDİRİM TAHMİNİ

Piyasada, geçen hafta yapılan çeyrek puanlık indirimle birlikte bu yıl yapılacak toplam indirim oranının en az 1 puan, yani 100 baz puan olacağı konusunda bir görüş birliği saptıyoruz. Bazı piyasa uzmanları ve iktisatçılar, toplam 1 puanlık indirimin yeterli olacağını, daha fazlasının sıkıntı yaratabileceğini söylerken, bazıları ise indirim toplamının 1,5 puana varması gerektiği görüşünde. Yani piyasanın beklentisi 1-1,5 puanlık toplam indirim.

İndirimlerin çeyrek puanlık dilimlerle yavaş yavaş olacağı konusunda da bir görüş birliği var.

İndirimlerin ne zaman gerçekleşeceği konusunda ise tahminler farklı. Biraz önce görüşlerini aktardığımız iktisatçı, ilk yarıda peşpeşe 2-3 indirimin daha geleceğini tahmin ediyor. Buna karşılık daha önce görüşlerini verdiğimiz bir akademisyen iktisatçı ise "Bundan sonra ilk yarıda ancak bir tane daha çeyreklik indirim gelebilir. Hatta ilk yarıda bundan başka indirim yapılmaması lazım. İkinci yarının başından itibaren 2-3 indirim olabilir" yorumunu yapmıştı.

Bu iktisatçı, ilk yarıda 2’den fazla çeyreklik indirimin tehlikeli olabileceğini söylüyor.

Buna karşılık banka iktisatçılarının çoğu, indirimlerin önümüzdeki aylarda da devam edeceği bu yılki toplam indirimlerin 1,5 puana ulaşacağı görüşünde.

Merkez Bankası’nın enflasyon raporunda yeralan "Bugünkü bilgiler ışığında orta dönemde politika faizlerinin yükselme olasılığı, aşağı inme ya da sabit kalma olasılığına kıyasla daha düşüktür" cümlesi, bütün piyasa oyuncularının dikkatle okuduğu en kritik cümle.

Bunun Merkez’in faiz indirimlerine devam etmesi konusunda elinin çok rahat olmadığını düşündürdüğü belirtilen Fortisbank Raporunda "Yine de, indirimlere başlayan Merkez ’in sonraki birkaç toplantıda indirim kararı vermesi beklenebilir. Önümüzdeki 2-3 ay indirimlerin devam etmesini, 2006 toplam indiriminin 150 baz puana ulaşmasını bekliyoruz" deniyor. Kısacası; piyasalar da yeni Başkan Durmuş Yılmaz gibi "ihtiyatlı iyimser"lik içindeler.
Yazının Devamını Oku

Çeyreklik indirim daha önce belirlenmişti

29 Nisan 2006
MERKEZ Bankası’nın çeyrek puanlık indirimi ve ardından Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Durmuş Yılmaz’ın açıkladığı yeni enflasyon raporunu bir süre tartışacağız herhalde. Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; bankaların çeyrek puanlık indirimi beklentisi vardı ama aklı başında iktisatçılar bu konuda biraz tedirgindiler.

Aslında geçtiğimiz ay yayınlanan raporda düşme ihtimalinin yüksek olduğu belirtiliyordu. Yani indirim yapılmamıştı ama retorik olumlu düzenlenmişti. Şimdi ya yine indirim yapmayıp retoriği olumlu kılacaklardı ya da indirim yapıp retoriği karamsarlaştıracaklardı.

Peki, Merkez Bankası açıklamasında indirime karşılık retorik olumsuz kılındı mı?

Buna yanıt veren iktisatçılar, indirime karşılık retoriğin biraz daha karamsar kılınabileceğini, son açıklamada bunun biraz yapıldığını söylediler. Yani yeni açıklamadan edindiğimiz izlenim o ki; gelecek ay mevcut faiz oranını koruma oranı daha yüksek bir ihtimal.

Anladığımız kadarıyla açık enflasyon hedeflemesi ile birlikte Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu’nun daha önce yaptığı tartışmalarda, bu ay çok büyük bir değişiklik olmadığı takdirde, faiz oranlarında çeyrek puanlık bir indirim önceden belirlenmişti. Yani Durmuş Yılmaz Başkanlığında yapılan ve normalden daha uzun süren son toplantıda, daha önce mutabık kalınan indirim kararının hayata geçirildiğini söyleyebiliyoruz.

Bu indirimi savunan iktisatçılar, önceki gün ABD Merkez Bankası FED’den gelen "faiz artışlarına ara verileceği" mesajının, indirim kararını kuvvetlendirdiğini söylediler.

Buna karşılık gerek FED’in tavrına, gerekse de faiz indirimine ilişkin değişik görüşler bulunuyor. Para politikası konusunda uzman bir akademisyenle konuştuğumuzda FED’in mesajının o kadar olumlu karşılanmaması gerektiğini söyledi. FED’de kafa karışıklığının devam ettiğini, FED içinde tartışmalar yaşandığını kaydeden aynı iktisatçı, ABD’deki faiz oranlarının, bu açıklamaya bakılarak durduğunu söylemek için, henüz çok erken olduğunu söyledi. Bu nedenle Merkez Bankası’nın faiz kararının bundan çok fazla etkilenmemesi gerektiğini kaydeden aynı iktisatçı, "Zaten Merkez Bankası faiz oranlarıyla piyasa faiz oranları arasında doğrudan bir ilişkinin oluşamadığını" söyledi. Bu nedenle reel faizlerin düşürülmesi için Merkez Bankası’nın faiz indirmesinin yeterli olmayacağını kaydeden aynı iktisatçı, Türkiye’de reel faizlerin yüksek olduğu görüşüne katılmadığını, son üç ayda tüketici kredilerinde kaydedilen yüzde 20’lik artışın da bunun kanıtlarından biri olduğunu söyledi.

Aynı iktisatçı, "Merkez Bankası yarım puan indirse piyasa faiz oranları çıkabilirdi" dedi.

DURMUŞ YILMAZ’IN DURUŞU

Faiz indiriminin, siyasi tavırların, "menfaat odaklı" tartışmaların dışında, "saygın iktisatçılar" tarafından tartışılması bizce yararlı olacak. Çünkü bu konuda belli ki bizi zor günler bekliyor.

Olaya Yeni Başkan Durmuş Yılmaz’ın performansı açısından bakacak olursak; genelde olumlu bulduğumuzu söylemeliyiz. Ancak "kur rejimi", "kur politikası" ayrımı gibi bazı terminolojik desteklere ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Yani Araştırma Bölümü ile biraz daha sıkı çalışmasının, bilimsel terminoloji üzerinde durmasının yararlı olacağını sanıyoruz.

Buna karşılık "YTL’den Y’nin atılması" konusunda, gazetecilerin "Başbakan 9 ayda atılacağını söylemişti" hatırlatmasına rağmen, henüz böyle bir karar almadıklarını, bunun için erken olduğunu, benimseme sürecinin devam ettiğini söylemesi, bizce çok olumlu bir tavırdı.

Yine kurumsal bağımsızlık adına, atanacak başkan yardımcılıkları konusunda, "Ben üzerinde çalışıyorum en kısa sürede önereceğim" demesi de, olumlu bir mesaj oldu.

Bizce Durmuş Yılmaz’ın performansını göstermesi açısından, alınan son faiz kararı, her ne kadar tartışmalı da olsa, olumsuz bir puan olmadı. Gazetecilerin açıkca soramadıkları, asıl soru olan "Hükümetin isteği doğrultusunda mı faiz indirdiniz?" sorusunun yanıtı bizce olumsuz, yani evet değil. Ama bağımsız karar alındığını söylemek için de henüz erken. Kısacası; çeyrek puanlık indirim piyasalara mesaj açısından çok önemli değildi. Başkan, piyasalara asıl mesajı ise atayacağı Başkan Yardımcılarının nitelikleri ile vermiş olacak.
Yazının Devamını Oku

9. Kalkınma Planı hedefleri belli oldu

27 Nisan 2006
ESKİDEN 5 yıllık kalkınma planları vardı, artık 7 yıllık planlar yapılıyor. 1980’den önce çok daha belirleyici olan bu planların 9’uncusu, geçtiğimiz pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na sunuldu. Öğrendiğimiz kadarıyla cari açıkla ilgili biraz tartışma olmuş ama genelde mutabakat sağlanmış, önümüzdeki pazartesi günkü toplantıda metne son şekli verilecekmiş.

Yakında son şekli verilecek olan 9. 7 Yıllık Kalkınma Planı Stratejisi Taslağı’nda yine yuvarlak, iddialı hedefler yer alıyor. Bir anlamda ekonomide girilen yolun devamı niteliğinde hedeflere yer verilmiş ve bu planın uygulaması 2007-2013 yıllarını kapsıyor.

Strateji taslağında vizyon "İstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye" olarak özetleniyor. Bu vizyonu gerçekleştirmek için ise "Rekabet gücünün artırılması", "İstihdamın artırılması", "Beşeri gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi" ve "Kamu hizmetlerinde kalite ve etkinliğin artırılması" başlıkları altında önümüzdeki 7 yılda yapılacaklar sıralanıyor.

Önümüzdeki 7 yıllık dönemde istihdam üzerindeki yüklerin kademeli olarak indirilmesi, girdi maliyetlerinin düşürülmesi ve yeni bir unsur olarak bölgesel asgari ücret olarak bilinen "farklılaştırılmış asgari ücret" uygulamasına olanak sağlanacağı yazıyor.

Stratejide sanayide ciddi bir dönüşüm olduğuna dikkat çekiliyor ve geliştirilecek bazı sektörler sıralanıyor ama somut, araştırılmış hedeflere yer verilmediği de dikkat çekiliyor. Tekstil, hazır giyim, deri gibi emek yoğun geleneksel sektörlerde katma değeri yüksek ürün ve faaliyetlere ağırlık verilerek uluslararası rekabete uyum sağlayacak yapının destekleneceği belirtilirken, "Türkiye’nin orta ve ileri teknoloji seviyesindeki otomotiv, beyaz eşya, makine ve elektronik sektörlerinde önemli üretim merkezlerinden biri olması ve dünyadaki ağırlığını artırması amaçlanmaktadır" deniyor. Ancak, ne ileride dünyada etkin olacak sektörlerin ne de Türkiye’nin iddialı olabileceği yeni sektörlerin planda yer almaması, bizce büyük eksiklik.

BÖLGESEL KALKINMAYA AĞIRLIK

"İstanbul’un uluslararası finans merkezi olması"
gibi artık klişe haline gelmiş hedeflerin de yer aldığı strateji belgesinde, cari açığın devamının bir veri olarak kabul edildiği görülüyor.

Dalgalı kurun ve açık enflasyon hedeflemesinin önümüzdeki 7 yılda da devam edeceği belirtilen stratejide "sürdürülebilir ve sağlam kaynaklarla finanse edilen cari açık" için yapısal reformların sürdürüleceği, ihracat içinde katma değeri yüksek ürünlerin payının artırılacağı ve ihracat artışının sürekli kılınmasının sağlanacağı belirtiliyor.

Kayıtdışı ile "topyekûn mücadele" için ciddi önlemlerin alınacağı ifade edilen, siyasi iradenin bu yönde oluşturulacağı belirtilen strateji belgesinde; 2007-2013 yılları arasında borç stokunun milli gelire oranını düşürme sürecini devam ettirecek şekilde mali disipline uyulacağı, bu amaçla vergi tabanının genişletilip, kayıtdışı ekonomiyle mücadele edilerek vergi gelirlerinin artırılacağı ve kamu harcamalarında etkinlik sağlanacağı kaydediliyor.

İşletmelerin kazanç ve işlemleriyle, istihdam üzerindeki vergi ve yüklerin rekabet gücünü olumsuz etkilemeyen bir yapıya kavuşturulacağı belirtilen stratejide, KOBİ’lere de özel önem verilmiş. KOBİ’lerin uygun koşullarla çeşitlendirilmiş finansman imkanlarına erişiminin kolaylaştırılacağı, girdi maliyetlerinin düşürülmesine önem verileceği ifade ediliyor.

Tarımda ölçek ekonomisine geçileceği belirtilen belgede, " Örgütlü ve rekabet gücü yüksek bir tarımsal yapı oluşturulacağı" belirtiliyor ama nasıl yapılacağı çok fazla yer almıyor.

Stratejide dikkat çeken bir başka unsur ise bölgesel kalkınmaya verilen ağırlık. Bölgesel gelişmenin sağlanması amacı doğrultusunda bölgesel gelişme politikasının merkezi düzeyde etkinleştirilmesi, yerel dinamiklere ve içsel potansiyele dayalı gelişmenin sağlanması ve yerel düzeyde kapasitenin artırılması, kırsal kesimde kalkınmanın sağlanması hedefleniyor.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar Rice ziyaretinden olumlu etkilenir

25 Nisan 2006
SİLAHLI Kuvvetler’in uzun süreceği anlaşılan kapsamlı bir PKK operasyonu başlatması, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün "Gerekirse sınır ötesine de geçileceğini" açıklaması ve ardından ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Ankara ziyareti, piyasada da gözlerin, tümüyle olmasa da, içeriye çevrilmesine neden oluyor. Rice’ın ziyareti ve zamanlaması bu nedenle yakından izlenecek. Bugün Ankara’da olacak Rice’ın 24 saatten az sürecek ziyaretinde, bizce şu anda çok güncel olmayacak ama ileriye dönük olarak önemli sonuçlar doğuracak görüşmelerin zemini hazırlanmaya çalışılıyor.

Aldığımız bilgilere göre Rice’ın resmi ajandasında İran konusunda Ankara’ya "cesaret vermeyin" türünden mesajlar verilmesi, Irak’ta yeni kurulan Hükümete destek isteği, Kıbrıs’ta yeni çözüm arayışlarına verilen destek gibi konular var.

Ankara’nın ise PKK konusunu gündeme getirip ABD’den daha aktif olmasını isteyeceği, Rice’ın da buna karşılık "zaten destek verilmeye çalışıldığını ancak Irak’ta her yerde birden savaşılamayacağını" söyleyeceği şimdiden belli. Bir de, Rice’ın konuyu açmayacağı ama "Bakın siz bizi bu konuda yanlış anladınız" diyerek Ankara’nın konuyu açıp, "Aslında Hamas’la görüşerek onlara cesaret vermedik, sizin de görüşünüz doğrultusunda, barış için çaba göstermelerini telkin ettik" demesi bekleniyor.

Özetle; Rice’ın Ankara ziyaretinden çıkacak sonuç, "ABD’nin Türkiye ile ilişkilere önem verdiği" olacak. Yani bir süredir gündemde olan "ABD yönetiminin AKP Hükümetiyle artık köprüleri attığı" havası silinmeye çalışılacak. Daha doğrusu, Rice’ın verdiği izlenimden, mesajlar bu yönde çok açık ve net olmasa da, kamuoyuna yansıyan bu olacak.

AKP de doğal olarak Rice’ın verdiği bu havayı, "Bakın birileri bizi yıpratmak için yalan söylüyor bizim ABD ile aramız aslında çok iyi" biçiminde kullanacak.

Peki ABD’nin niyeti ne? Daha iki hafta önce AKP Hükümetine aba altından sopa gösteren, ilişkilerin kopma noktasına geldiğini söyleyen ABD yönetimine yakın kişiler değil miydi?

Bizce Rice ziyareti nedeniyle verilecek olumlu hava, ABD yönetiminin AKP Hükümetine bakışında bir değişiklik olduğunu göstermeyecek. Bizce ABD yönetiminin İran konusunda Türkiye’ye çok fazla ihtiyacı var ve bu ziyaret ve verilecek havanın nedeni, bu ihtiyaç.

DANIŞTAY’IN TÜPRAŞ KARARI

Time dergisinde yeralan bir haberde, ABD yönetiminin BM’den İran’a ambargo kararı çıkartmak istediği ama çıkaramayacağını anlayınca özel bir ticari ambargo uygulaması için planlar yapmaya başladığı belirtiliyor.

Bu senaryo uygulanacak olsa bile, Rice’ın bizden gelip de "sınırları kapayın, ticareti kesin" biçiminde bir istekte bulunacağını sanmıyoruz. Bu tür bir ambargo için bizden, ancak silahla, nükleerle ilişkili taleplerde bulunabilirler. Bizce ABD bu ziyaretle asıl olarak, çok uzak olmayan bir geleceğe dönük, İran’la ilişkili işbirliği ve yardımı hedeflemiş durumda.

Yani ne kadar olumlu hava çıksa da, bundan "ABD yönetiminin AKP Hükümeti ile anlayış farklılığını giderdiği ve uzun soluklu bir işbirliği istediği" sonucu kesinlikle çıkarılamaz.

Ancak verilecek hava, piyasalara olumlu yansıyabilir.

Ancak piyasaların önümüzdeki günlerde bakacağı gelişmeler; sadece Rice ziyareti ve verilecek mesajlarla sınırlı değil. Piyasalar örneğin bugün Danıştay’ın Tüpraş için vereceği karara daha fazla bakıyor. Daha doğrusu Tüpraş verilmiş gibi satın alındı, şimdi Danıştay’dan olumsuz bir karar çıkması halinde, Hükümetin, daha doğrusu Özelleştirme Yüksek Kurulu’nın inisiyatif kullanıp, bu satışı onaylayıp onaylamayacağına bakılacak. Hükümet Danıştay’ın kararına bakıp satıştan vazgeçerse, işte o zaman piyasalara olumsuz etki yapar.

Bunun dışında, elbette gözler büyük ölçüde hala dışarıda. ABD, Avrupa, hatta Japonya ve Çin’deki gelişmeler yakından izlenmeye devam ediyor. IMF’in gelişi, TSK’nın hareketinin boyutları da elbette piyasaların üzerinde önemli durduğu gelişmeler olacak.

Kısacası; piyasaların rehavete girmeye alıştığı yaz ayları, biraz sıcak geçecek.
Yazının Devamını Oku

Yeni Başkan’ın ilk kararları

24 Nisan 2006
BU hafta, Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Durmuş Yılmaz’ın, icraatları konusunda görüş oluşturmaya başlayacağımız, ilk kararlarını vermeye başladığı hafta olacak. Bu kararların en önemlilerinden biri, Perşembe günü toplanacak olan Para Politikası Kurulu’nda (PPK) alınacak karar olacak. PPK kararları sadece Yılmaz’ın görüşlerine göre ortaya çıkmıyor ama Başkanın büyük bir ağırlığı olduğu kesin.

Peki, Durmuş Yılmaz bu toplantıda, karar alınmasını belirleyecek olan entelektüel önderliği yapabilecek mi? Yoksa bu önderliği Ali Babacan’ın yakın arkadaşı, Başkan Yardımcısı mı üstlenecek?. Eğer o üstlenirse Durmuş Yılmaz’ın Banka’daki karizması ne olacak?

Bu soruların yanıtlarını henüz bilmiyoruz, bu zaman içinde ortaya çıkacak bir yanıt olacak. Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, her zaman olduğu gibi, yine faiz kararının alınacağı asıl toplantıya hazırlık niteliğinde bir toplantı yapıldı. Aslında adı "Resmi olmayan Para Politikası Kurulu Toplantısı" ama bütün kurul üyeleri oradaydı.

Şu kadarını söyleyelim; bizi, ekonomiyi zor günler bekliyor, emin olabilirsiniz...

ÜYE SEÇİMİ

Şimdi Yılmaz’ın etki edeceği kararlardan biri de PPK’ya Banka Meclisi’ni temsilen katılacak üyenin saptanması olacak. Eğer Banka Meclisi içinden, olaya ideolojik baktıkları ispatlanan, her şeyi bilirmiş havalarında dolaşan üyelerden biri seçilirse, o zaman Durmuş Yılmaz’ın Kurul içindeki işi daha da zorlaşacak. Nereden, kimin Kurula girmesi için ne baskı gelecek bilmiyoruz ama Yılmaz’ın bu baskılar karşısında ne yapacağı, bizi daha çok ilgilendiriyor.

Durmuş Yılmaz’ın yönetim anlayışını görmemiz açısından en büyük test kararı ise Başkan Yardımcılıkları atamasında görülecek.

Yılmaz son anda Washington listesine dahil edildi. Washington’da IMF’e, Erdem Başçı’nın bir sunumu olduğunu biliyoruz ama bu Yılmaz’ın gitmeyeceği varsayımıyla hazırlanmış bir plandı. Şimdi Washington’da Yılmaz sunum yapacak mı, yoksa sadece tanışmalarda bulunulup, Banka adına sunumu yine Başçı mı yapacak, göreceğiz.

Washington ziyaretinde Devlet Bakanı Ali Babacan ile Başkan Yardımcılığı meselesinin gündeme geldiğini tahmin ediyoruz. Umarız yeni Başkan, Bakana, "Daha önce gönderdiğiniz iki başkan yardımcısını tekrar gönderirseniz, benim tüm karizmam gider, bırakın ben seçip size önereyim. Örneğin Banka içinden en az bir başkan yardımcısı atayalım" filan demiştir.

Aksi takdirde, yani daha önce Cumhurbaşkanlığı’na çıkan iki isim, Yardımcılık için tekrar gönderilirse, Merkez Bankası’nı Durmuş Yılmaz’ın değil de, bakan ve bankadaki adamlarının yönettiği sonucu ortaya çıkacaktır.

Bu da Yılmaz’ın da tekrarladığı "Merkez Bankası bağımsızlığı"nın içini boşaltacaktır.

FAİZ KARARI

Peki, Para Politikası Kurulu’nun yeni yapısını, oluşan kurulun yeni entelektüel birikimini bir kenara bırakacak olursak, mevcut şartlar neyi gerektiriyor?

Açıklanan beklenti anketleri faiz ve enflasyon beklentilerinin yükseldiğini gösteriyor. Bunun dışında petrol fiyatları çok yükseldi, hala da yükselme beklentisi devam ediyor.

Kısa vadeli sermayenin hareketine bakacak olursak; bu kez petrol fiyatlarındaki yükselme nedeniyle, bir de ABD benzin stoklarının düşük açıklanmasıyla, risk iştahında sınırlı da olsa azalma yaşanıyor. Risk iştahındaki düşüş sınırlı ama geçen hafta görülen, Türkiye’ye girişin diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha da azalmasıydı.

Buna karşılık Sosyal Güvenlik Reformu TBMM’den çıktı, bu nedenle önümüzdeki günlerde 3. gözden geçirme için IMF Heyetinin geliş tarihinin artık belli olması bekleniyor.

Bu arada önemli bir gelişme de ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Türkiye ziyareti olacak. Rice’ın basına yansıdığı gibi, "Sadece Türkiye’nin PKK konusundaki yakınmalarını dinlemek için geldiğini" zannetmiyoruz. Basına yansımayan bir ajandanın olduğu, ABD ile Türkiye ilişkilerinin iyice gerildiği bu noktada ziyaretin kritik olacağını tahmin ediyoruz.

Bakalım PPK neyi tartışıp ne karar verecek? Ah, bir de Kurul zabıtları basına açıklansa...
Yazının Devamını Oku

Hükümetin İhale Kurumu’na bakışı

22 Nisan 2006
KAMU İhale Kurumu (KİK) 4. kuruluş yıldönümünü 2. Uluslararası Kamu Alımları Sempozyumu ile kutladı. Önceki gün İstanbul’da başlayan Sempozyum dün sona erdi. OECD ile ortak düzenlenen toplantılara, belki de çok teknik bir konu olması nedeniyle, basının pek ilgisi yoktu ama ilgili kurum ve kişiler toplantıdaydı.

İhale Kurumu’nun kuruluşu da sıkıntılıydı, sıkıntıları hala da devam ediyor.

Sıkıntının büyük ölçüde siyasi iktidarlardan kaynaklandığı da kesin. Çünkü Hükümetler, ihalelerde inisiyatiflerinin azalmasını içlerine sindiremiyorlar. İstedikleri zamanda, istedikleri işi, istedikleri kişiye, hatta istedikleri fiyattan verme konusunda hala ısrarlılar.

Bu nedenle de İhale Kurumunu pek sevmiyorlar, daha doğrusu işlerine karışan "siyasi rant hortumunu kesen bir kurum" olarak görüyorlar.

Sempozyumunun açılışını yapan Kurum Başkan Vekili Adnan Zengin’in, kurumun 4 yıllık tarihini anlattıktan sonra konuşmasının sonunda "Sayın Bayındırlık ve İskan bakanımızın toplantıya katılacağını duyduğumda, konuyu burada hazırlık yapan arkadaşlara ilettim ve çalışanlarımızın motivasyonları çok arttı" demesi, çok ilginçti.

Yani baştan beri sempozyum için davetler yapılmasına rağmen bakanların katılımı sağlanamamıştı. Bir gün kala toplantıya katılacağını bildiren tek bakan olan Bayındırlık ve İskan bakanı Faruk Özak’ın gelmesi bile, Kurum çalışanlarının motivasyonları için yetmişti. Düşünün bir kez; demek ki bakanlardan, Hükümetten hiçbir olumlu işaret alamıyorlar...

Aslında bırakın destek olmayı, köstek bile oldukları ortada. Bu arada ilgili bakan olmasına rağmen toplantıya katılmayan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, danışmanını bu Kuruma Başkan atamayı düşündüğünü, atama cumhurbaşkanlığından dönünce bu kez bir başka yakını Genel Müdürü atamak için kararname hazırladığını biliyoruz. Kararname Cumhurbaşkanı’nda.

Demek istediğimiz şu ki; Maliye Bakanı Unakıtan, herhalde henüz kendisine yakın bir kişi başında olmadığı için, kendisiyle ilgili kurumun toplantısına gelmedi...

İşte İhale Kurumu’na mevcut siyasi otoritenin nasıl baktığının çarpıcı bir örneği...

ÖZEL SEKTÖR İSTİYORHÜKÜMET DİRENİYOR

Hükümet bu anlayış nedeniyle, ilgili işlerde İhale Kurumunun görüşünü almıyor, yetkilerini mümkün olduğunca budamaya çalışıyor. Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren de aynı şeyden şikayetçi, gecikmeli olarak yeni ihale yasası için Hükümetin hazırladığı değişiklik taslağını alabilmişler, görüş hazırlamışlar. Ancak ilgili Kurum olan İhale Kurumu’na hala değişiklik taslağı gönderilmedi, görüşü de alınmadı. Yani itirazlarından korkuluyor.

Ortadaki tablo şu ki; Hükümet kamu ihalelerini kendisi yapmak için değişikliğe hazırlanırken hemen hemen tek direnç AB’den geliyor. Çünkü bu yasa ve kurum AB isteğiyle kuruldu. Dolayısıyla, maalesef, ihale yasasının delinmemesi, ihalelerin yine siyasi otoritenin güdümünü girmemesi için en büyük görev de AB’ye düşüyor. Çünkü Hükümet başka birini dinlemiyor. Hele hele "Ali Dibo" ihalelerinin hemen her ilde uygulandığının ortaya çıkması, ihale yasasının değişmemesi, daha doğrusu ihalelerde Hükümetin ve partilerin etkisinin artırılmaması, hatta aksine yetkinin daha da azaltılmasını gerektirdiği ortada.

Aslında özel sektör de ihale yasası ve ihale kurumunun güçlendirilmesinden, bağımsızlığının artırılmasından yana. Çünkü siyasi otoritenin güdümünde yapılan ihalelerin; partizanlık., verimsizlik, adam kayırma, yolsuzluk anlamına geldiğini herkes görüyor...

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, açık açık "Denetleyici ve düzenleyici kurumların katılımcı demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi için şart" olduğunu kaydederek, Kurumun hem mali disiplinin devamı, hem de rekabet ortamının sağlıklı ve düzgün işlemesi için önemine dikkat çekti. Hisarcıklıoğlu, "Kamu ihale sistemi ve Kurum, yolsuzluk doğuran israfçı bir kamu yönetimi anlayışını değiştirmek için elimize geçmiş büyük bir şanstır" derken, TÜSİAD ve Müteahhitler Birliği de Kuruma, bağımsızlığa desteklerini belirtti.

Bu kafayla çağdaş bir ekonomik sistemin kurulamayacağı ise açıkca ortada...
Yazının Devamını Oku

Bakanlar Merkez Bankası’ndan elini çekmeli

20 Nisan 2006
DURMUŞ Yılmaz’ın Merkez Bankası Başkanlığı’na atanmasının mevcut seçenekler içinde en iyi tercihlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Tanıyan çoğu insan gibi biz de, kendisini çok iyi bir insan, çok iyi bir teknisyen olarak biliyoruz. Durmuş Yılmaz’a kötülük etmeyelim. Kendisi de neyi, niçin, hangi dozda eleştirdiğimizi iyi bildiği için söylüyoruz ki; şu anda kendisine sadece methiyeler düzüp, önündeki tehlikelere işaret etmeyenler, asıl olarak Durmuş Yılmaz’a iyilik yapmıyorlar.

Aslında sadece Durmuş Yılmaz’a da değil, Merkez Bankası’na da, ülke ekonomisine de, ülkeye de iyilik yapmanın yolu muhtemel tehlikelere şimdiden dikkat çekmekten geçiyor. Şimdiden bu tehlikelere işaret etmek gerekiyor ki; hatayı mümkün olduğunca azaltabilelim.

Bizce bu konuda en büyük görev de siyasilere, Hükümete düşüyor.

Açık söylüyoruz; Bakanlar, Merkez Bankası’ndan kesinlikle ellerini çekmeliler.

Özellikle Süreyya Serdengeçti’nin ardından oluşan 35 günlük boşlukta ve yapılan tartışmalar sırasında bazı bakanları, Merkez Bankası’nın işlerine karışmak adına çok ihtiraslı gördük. "Merkez Bankası bağımsızdır" deyip, gerek içerdeki adamları kanalıyla, gerek eleştiren özel sektör kuruluşlarına fırça atmaya kalkışarak, aslında Kurumu kendi istekleri doğrultusunda yönetmek istediklerini, dolayısıyla bağımsızlığa özen göstermediklerini, ortaya koydular.

Bu nedenle söylüyoruz; kesinlikle ellerini Merkez Bankası’ndan çekmeliler.

Banka Meclisi’nde siyasilerin atadığı kişiler vardır, bu nedenle siyasiler ile Banka Meclisi arasında bir diyalog vardır ama bu ilişkinin makul ölçülerin dışına çıkmaması gerekir. Hükümet Özal dönemini örnek alıp, artık Banka Meclisi’ne atanacak kişiler konusunda banka yönetiminin görüşüne çok önem vermeli, sadece siyasi atamalar yapmaktan kaçınmalıdır. Şimdiye kadar bu örnek davranışı göstermediğini, atadığı Banka Meclisi’nin tanımadığı halde istenen siyasi atamaları yapmakta direttiğini biliyoruz. Şimdi AKP Hükümeti’nin kendi atadığı bir kişi Merkez Bankası’nın başında olduğuna göre, artık O’na güvenmeli ve işlerine karışmamalı. Durmuş Yılmaz’ın bağımsızlığı savunan bir ekolden geldiğini biliyoruz ama siyasi müdahaleler konusunda çok hassas, çok dikkat edilecek bir dönem yaratıldı. Başkan da, Hükümet de bu dönem özelliklerine göre hareket etmeliler.

ŞIK OLMAYAN İLK HAREKETLER

Önceki gün Durmuş Yılmaz, Başkan olarak basının önüne ilk çıkışında, bizce genel olarak olumlu bir hava verdi. Ama açıkca söyleyelim ki; Başkan Yardımcısı Erdem Başçı’nın Yılmaz’ı, yine Başkanlık merdiveninde, basına lanse etmesi hoş bir davranış değildi.

Durmuş Yılmaz artık Başkan. Yani Başkan Yardımcısı değil, Bakan takdim etmeliydi. Eğer bu hareket ile, "Perde arkasında Erdem Başçı’nın hakimiyetinin süreceği" mesajı verilmek isteniyorsa, bu Yılmaz’a da, Banka’ya da hakaret anlamına gelir. İşte bu nedenle diyoruz ki; bakanlar, adamları kanalıyla Merkez Bankası’nda etkin oldukları görüntüsü de vermemeli.

İlk günden takıldığımız bir başka nokta ise Durmuş Yılmaz’ın o güzel konuşmasına yakışmayan, "Enflasyon hedefimizle çelişmemek kaydıyla" ibaresi taşısa da, "Hükümetimizin büyüme ve istihdam politikalarına da desteklemeye devam edeceğiz" cümlesiydi.

Bizce bu kadar güzel, bağımsızlığa, kurumsallaşmaya dikkat çeken konuşma içinde bu cümleler yer almasa çok daha iyi olurdu. Belki daha sonra, örneğin 6 ay sonra, Durmuş Yılmaz kendini ispatlamış olarak yapacağı bir konuşmada bu cümleleri kullansa, bize o kadar aykırı gelmezdi. Ancak Yılmaz, gözlerin siyasi müdahale açısından kendi üzerinde olduğunu unutmamalı, bu konuda çok dikkatli olmalı. "Merkez Bankası’nın Hükümete istihdam için yardım etmek" gibi bir görevi olmadığını, her iyi merkez bankacı gibi Durmuş Yılmaz da çok iyi bilir. Elbette Hükümetle uyum içinde çalışmak önemli ve olumlu ama "Dik duruş" ve "Bağımsız Merkez Bankacılığı"na vurgu yaparak, işini daha iyi yapacağı da ortada.

Hükümet ve özellikle bazı bakanlar Merkez Bankası’na müdahale etmezlerse, "taş üstüne çok taş" koyacak olan Yılmaz da, ülke de kazançlı çıkar.
Yazının Devamını Oku

Nükleerle ilgili strateji belgesi

18 Nisan 2006
NÜKLEER enerji santrali yapabilmek için belirli bir prosedür içinde gidilmesi gerektiği ortada. Bir nükleer santral yapabilmek için bırakın içerdeki koşulları, her şeyden önce uluslar arası belirlenmiş kurumlarla ilişkiye girilip, çok detaylı koşullara uyumun sağlanması ve bunların teyit edilmesi gerekiyor. İşte Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de bu nedenle nükleer enerji işinin içinde bulunuyorlar. Öğrendiğimiz kadarıyla daha önceki nükleer enerji santrali girişimleri sırasında da bu konuda epey görüşmeler hatta tek tek, şirketlerin ait olduğu ülkelerle bile müzakereler yapılmış. O dönem yapılan anlaşmalar bugün geçerli mi, onu da bilmiyoruz.

Bildiğimiz kadarıyla onca açıklama yapılıyor ama Dışişleri’nin de bu konuda pek haberi yok.

Enerji Bakanlığı uzmanlarının da bu işin belli bir plan, belirlenecek kapsamlı bir strateji çerçevesinde gitmesi gerektiğinin bilincinde oldukları söyleniyor. İşte bu anlayışla, meğerse Bakanlık yetkilileri bir "nükleer enerji strateji belgesi" üzerinde çalışmışlar. Aldığımız bilgilere göre, böyle bir çalışma yapılmış, hatta 2005 yılında bu strateji belgesinin Bakanlar Kurulu’na sunulup, daha sonra kamuoyuna açıklanması da konuşulmuş.

Şimdi konuştuğumuz bazı Enerji Bakanlığı yetkilileri, "Kamuoyuna açıklanmayan bir strateji belgesi"nin varlığından söz ediyorlar. Bu kaynaklara göre strateji belgesi Başbakanlıkta imiş ama bu belge Bakanlar Kurulu’na sunulmamış.

Bazı yetkililer ise böyle bir hazırlık yapıldığını ama strateji belgesinin henüz hazırlanmadığını, ortada sadece taslaklar bulunduğu söylüyorlar.

Nükleer enerji ile bir strateji belgesinin bulunduğunu ama kamuoyuna açıklanmadığını kaydeden yetkililerin bazıları ise, "Başbakanın Sinop’ta nükleer enerji santralı yapılacak açıklamasının da, izlenen yolun da bu strateji belgesine aykırı" olduğunu söylüyorlar.

Gördüğünüz gibi tam bir "karakucak gidiş"ten söz ediyoruz. Strateji belgesi var mı yok mu belli değil, eğer varsa neden kamuoyuna açıklanmıyor, gerçekten, izlenen yol varolduğu söylenen strateji belgesine aykırı mı, değil mi bütün bunlar yanıtını bilmediğimiz sorular.

Aslında nükleer enerji santralı işine, sadece elektrik üretimi açısından bakılmaması gerekiyor. Bakanlık yetkilileri, santral kurma girişimine "nükleer enerji teknolojisine sahip olma" açısından bakılması gerektiğini söylüyorlar. Yetkililer, yapılacak nükleer enerji santrallerinden üretilecek elektriğin toplam elektrik tüketiminin ancak yüzde 5’ini karşılayabileceğini, dolayısıyla arz sorununa çözüm olmayacağının altını çiziyorlar.

MOBİL SANTRALLAR BİLE DÜŞÜNÜLÜYOR

Halbuki politikacılar bu santralların yapımını kamuoyuna "elektrik arz açığımız var, mutlaka bu santralları yapıp, arz çeşitlemesine gitmek zorundayız" diye lanse ediyorlar.

Halbuki Enerji Bakanlığı, gerçekten arz açığı olacaksa, biran önce bu açığın sağlıklı yollarla kapatılması için harekete geçmek zorunda. Bunun için de, samimi davranıp, verdiği lisansların gereği özel sektörün üretim yatırımlarının önünü açmalı, sistemin kurulmasında büyük pay sahibi olacak dağıtım özelleştirmesini biran önce hayata geçirmeli.

Samimi olması gerektiğini söylüyoruz, çünkü strateji belgeleri hazırlandı, özelleştirme için takvimler verildi ama bunların hiçbirine uyulmuyor. Siyasi olarak nükleer enerji gibi şovlarla işi götürüp, özelleştirme yaptırmayacaklarsa, açıkca söylemeliler. Ayrıca daha önce yapıldığı gibi "korkutmak için" arz açığını ileri sürüp başka planlar mı yapıyorlar, onu da bilmiyoruz

Referans Gazetesi’nden Begüm Gürsoy, geçen haftaki haberinde Enerji Bakanlığı’nın 2010 yılında baş göstereceğini söylediği elektrik sıkıntısı öngörüsünü öne çektiğini, bu yıldan itibaren sıkıntı beklemeye başladıklarını ve üretim planlarının gecikmesi nedeniyle Bakanlığın yeniden "mobil santral" işini devreye sokmayı bile düşündüğünü yazdı...

Hani şu sadece adı mobil kalan, devletin alım garantisi vererek kendine yakın özel sektör firmalarına kurdurttuğu, sonradan çoğu durdurulmak zorunda kalan, bazılarında devletin elektrik almadan parasını ödediği" kaymak iş"den söz ediyoruz. Gidişi görüyor musunuz?
Yazının Devamını Oku