15 Mayıs 2006
SON günlerde piyasalarda yaşanan bozulmanın yumuşayıp yumuşamayacağını bu hafta içinde görmeye başlarız. Yerlilerin dediği gibi olay, Maliye’ye stopaj nedeniyle kızan ve "aba altından sopa göstermek isteyen" birkaç büyük yabancı aracı kurum ve bankadan kaynaklanıyorsa, bu hafta içinde hareketin geriye dönmesi beklenir. Yok, örneğin IMF’in gözden geçirmede sekter bir tavır takınması ve yüklü ek önlem istemesi gibi, bizim bilmediğimiz yabancıların bildiği olumsuzluklar sözkonusu ise, bu bozulma bir süre daha devam edebilir.
Şurası bir gerçek ki; sadece yabancılar stopaj işine kızdı diye, bu kadar hareket yaşanamaz. Yani en azından başka bozulmalar, zeminde çürüme var ki, yabancılar bu kadar rahat hareket ediyor, istediklerinde piyasayı istedikleri ölçüde bozabiliyorlar diye düşünmek lazım.
Zaten 4 aylık bütçe rakamlarına baktığınızda gelirlerde bir sıkıntı olmasa bile harcamalarda aşırı artışların olduğu açıkca ortaya çıkıyor. Zaten Maliye yetkilileri IMF gelmeden önce "harcamalar kısmında sıkıntı çıkabilir" diyerek, bu sıkıntıların ipuçlarını vermişlerdi.
Gerçekten de özellikle sağlık harcamaları alıp başını gitmiş durumda. İşin kötüsü bu artışa rağmen hala ilaç ithalinde sıkıntı var ve yakında bunun sosyal etkileri de gelmeye başlayacak.
Son dönemde piyasada yaşanan olumsuzlukları AKP’ye yakın basın sadece "Cumhurbaşkanının sosyal güvenlik yasasını veto etmesine" bağlamış durumda. Biz Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in aşırı bir yorumla, reformun temellerini oluşturan maddelerine karşı çıkmasına onay veriyor değiliz. Bizce piyasalarda düzelme için gereken hareketlerden biri de, bu hafta AKP’nin yasayı geri göndereceğini açıklaması olacak. Sezer’in vetosu elbette sıkıntı yaratır ama son hareketlerin tek nedeninin bu olmadığı açık. En azından "AKP Hükümet değil mi, aynen geri göndersin" diyebiliriz. Yani asıl sorumluluk Hükümete ait. Bu nedenle veto abartılmamalı.
Zaten piyasayı bozan sadece veto değil ki...Veto, piyasayı bozan 4-5 unsurdan sadece biri olabilir. AKP Hükümeti seçim ekonomisi uygulamasına erkenden başlamasaydı, AKP’liler rejime tehdit havası veren açıklama ve eylemlere girmeselerdi, AKP Hükümeti önüne gelene yeşil kart vermeyip, popülizm yapmasaydı, Maliye harcamalara sahip çıksaydı, veto bu kadar etki edebilir miydi? Stopaja kızan yabancılar bu kadar rahat at oynatabilirler miydi?
Kendimizi kandırmayalım; mali disiplin giderek bozulmaya başladı, buna önlem gerekiyor.
TMO’NUN ALDIĞI KREDİYMİŞ (!)
Hükümetin Kamu finansmanı ve borç yönetimi yasasında yapmaya çalıştığı değişiklikler de, disiplini bozma niyetini, bozulan rakamları saklama niyetini açıkca ortaya koyuyor. Yasa taslağında Hazine’nin de bundan ürktüğü ve başına iş gelmesin diye, proje ve kamu kuruluşlarına, aldığı dışborçlardan kullandıracağı krediler için yetkiyi Bakanlar Kurulu’na verdiği görülüyor. Bu, bürokrasinin de artık popülizmden korktuğunu açıkca ortaya koyuyor.
Önümüzdeki aylarda mali disiplin için sorun olacak alanların başında tarımsal destekleme alımları geliyor. Geçen yıl TMO’nun Hazine’den kullandığı krediye ek olarak Tarım Bakanı Mehdi Eker’in 1,5 katrilyon daha istediğini yazmıştık. Geçen gün TMO’nun yeni Genel Müdür Yardımcısı Şükrü Yıldız’dan bu yazımıza ilişkin açıklama aldık. Yıldız 2005 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında imzalanan 2 İkraz Anlaşması ile Hazine Müsteşarlığı’ndan 561,6 milyon Avro (928 milyon YTL) kaynak sağlandığını, bu kredilerin 7 yıl vadeli olup, anapara ödemesinin 2012 yılında yapılacağını söylüyor. Faiz ödemelerinin ise yüzde 4.,75 üzerinden her yılın Temmuz’da gerçekleştirileceğini kaydederek, bu borcun vadesinde ödenmemesi halinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanacağını hatırlatıyor. Bu arada Temmuz 2006 için ödenecek 23 milyon avroluk faizin kasalarında olduğunu kaydediyor. Şükrü Yıldız, bir adım öte geçip, bu borcun ödenmeyeceği, görev zararı yazılacağı hususlarında yaptığımız değerlendirmeye ise "gerçeği yansıtmamaktadır" diyor.
Yıldız kimdir, bu Kuruma nerden gelmiştir bilmiyoruz ama "yeni" olduğu kesin. Geçen yıl bu kredi kullandırıldıktan sonra Kayseri’de başka gazetecilerin de önünde Devlet Bakanı Babacan, zaten "bunun sonunda görev zararı yazılacağını" söylemişti. Sayın Yıldız dönüp kurumunuzun geçmiş hesaplarına bakın da, "Şuna bir yazı yaz" diyenlere kanıp, bu tür şeylere imza atarken düşünün. Genel Müdürünüz dışarda kredi arıyor. Hep öyledir; krediye hazine garantisi istenir, vermezse krediyi alamazsınız, verirse Hazine zora girer. Kredi alamayınca gider Hazine’den borç alırsınız, sonuçta ödeyemezsiniz, görev zararı yazılır. Sizin, başka kurumların zararları birikir, sonuçta kriz çıkar... Yöneticiler yeni olsa da senaryolar eski. Bu da sonucu ağırlaştırır.
Yazının Devamını Oku 
13 Mayıs 2006
DÜN piyasalarda yaşananlar, bankacıların çoğu için sürpriz oldu ama öyle önemli bir telaş havası da görülmüyor. Bankacılar, tüm piyasalarda birden yaşanan sert hareketler için değişik yorumlarda bulunuyorlar. Herkesin kabul ettiği gerçek ise yabancı çıkışı nedeniyle bu sert hareketin yaşandığı ve bu hareketin Türkiye’ye özgü olduğu.
Bankacıların telaşlanmamalarının bir nedeni son sert hareketleri "yabancıların boy gösterisi" olarak görmeleri. Önümüzdeki haftadan itibaren özellikle kurumlar vergisi ödemeleri nedeniyle döviz bozdurulacağı için bu hareketin yumuyaşacağı yolundaki beklenti piyasaya hakim sayılabilir.
Başta yabancılar olmak üzere piyasalarda özellikle siyasi gelişmeler nedeniyle bir telaş, daha önce başlamıştı. Özellikle Avrupa’da AKP hükümetine dönük olarak erken seçim, seçim ekonomisi uygulaması ve "İslam devleti" kaygılarının başladığını, bir süredir Avrupalı yatırımcılardan bu tür sorular geldiğini biliyoruz.
Son olarak stopaj olayı piyasalarda bardağı taşıran damla olmuş gibi. Yerli bankalar birkaç yabancı fonun Türkiye’den çıktığını, bunu Türkiye’de büyük yatırımları olan bazı yabancı banka ve aracı kurumların tavsiye ettiğini söylediler.
Bu nedenle önemli bir döviz çıkışı olduğu ve bazı yerlilerin de buna katılmasıyla hareketin sertleştiğini kaydettiler. Bazı bankacılar, "Bazı büyük yabancılar hükümeti sıkıştırıp, stopaj olayında ayrıntılı inceleme yapılmayacak açıklaması yaptırmaya çalışıyorlar" dedi.
Bu yorum doğru olsa bile, son haftada piyasadan çıkan para, daha önce, örneğin geçen yıl çıkmış olsaydı bu kadar etki etmeyeceğini de herkes kabul ediyor. Yani yabancı parası giderek azalıyor ve piyasa bu nedenle sığlaşıyor. Dolayasıyla artık spekülatif davranışlar, sığlaştığı için piyasayı sert biçimde hareket ettirebiliyor.
Bankacıların bir bölümü, önümüzdeki hafta yapılacak kurumlar vergisi 1. taksit ödemeleri nedeniyle önemli miktarda döviz bozdurulacağını, dövizin mevcut seviyesinin bozdurma için cazibe oluşturduğunu kaydederek, önümüzdeki haftadan itibaren piyasalarda bir yumuşama bekliyorlar. Ancak eski seviyelere dönülmesi ise biraz zor görünüyor.
MERKEZ BANKASI AÇIKLAMASI
Piyasaların moralini bozan önemli unsurlardan biri nisan ayı enflasyon rakamının yüksek çıkması ve Merkez Bankası’nın son faiz indirimi oldu.
Dolayısıyla; enflasyon hedefinden taviz verilip verilmeyeceği tartışma konusu oldu. Bunun yanısıra bazı bankacılar "IMF’yle görüşmeler iyi gitmediği gibi bir bilgi yabancılar tarafından öğrenilmiş olabilir" dediler. IMF’nin yüklü miktarda gelir getirecek ek tedbir talep etmesi, kredi patlaması ve cari açık konusunda önlem istemiş olmasına muhtemel gözüyle bakılıyor. Ekonomi yönetiminin pazarlık marjı oluşturmak için önceden bu taleplere itiraz etme olasılığı da var.
Bizce IMF görüşmelerinde uzlaşma, öyle ya da böyle, sağlanacaktır. Ancak bir kredibilite sorunu olduğu da açık. Yani artık piyasalar ekonomi yönetimine, en güvendikleri Merkez Bankası yönetimine de eskisi kadar güvenemiyor. IMF heyetinin de eski güveni olmadığı görülüyor.
Geçen hafta eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Fatip Özatay, "Nisan enflasyonunun genel trendi değiştirmediği açıklanmalı, piyasalara mesaj verilerek bozulan beklentiler düzeltilmeli" demişti. Dün Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz açıklama yaparak, nisan enflasyonunun orta dönem beklentilerini etkilemediğini, döviz piyasalarının yakından takip edildiğini açıkladı.
Yılmaz, programdan sapma olmadığının da altını çizdi. Ancak bu açıklama piyasaları etkilemedi, yani Özatay’ın tahmini pek tutmadı.
Çünkü; ekonomi yönetimine olan güven az. Mevcut ekonomi yönetimi başarıyı, kendilerinden önce yapılan programın değil de kendilerinin zannetti, havaya girdi. Hep diyorduk ya; zor zamanda marifetleri belli olacak diye. İşte bundan sonra göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 
11 Mayıs 2006
DEVLET Bakanı Ali Babacan’ın IMF’yle ilişkiler konusunda yaptığı açıklamaları şifreli görüp, bu şifreleri çözmeye çalışmıştık. Babacan’ın bir seçim öncesi Başbakan Tayyip Erdoğan’dan talimat gelir endişesiyle "Erken ödeme konuşulmuyor ama olabilir" gibi sözler ettiğini düşünüyoruz. Ayrıca "erken ödeme ile IMF anlaşmasının süresinden önce sona ermeyeceğini" belirtmesi de "niyet okuyucusu" olursak bizce Başbakan’a verilen "yapmayın" mesajıydı.
Önceki gün Referans Gazetesi’nde yayımlanan söyleşi için Genel Yayın Müdürü Eyüp Can ile birlikte Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Başkanı Abdullah Gül ile konuşurken, hükümet içinde IMF konusunda farklı görüşlerin olduğu, iyice ortaya çıktı. Abdullah Gül, AB ile müzakere sürecine IMF ve Dünya Bankası’nın önemli katkılar yaptığını belirtiyor ve "Daha meyvelerini toplarken neden IMF’yle ilişkileri bitirelim ki" diyor.
Abdullah Gül, olaya makro açıdan bakıp, elde edilen kazanımların popülizm uğruna heba edilmemesini istiyor. Umarız IMF’yle ilişkilerde bu tür bir rasyonel yaklaşım geçerli olur. Ali Babacan’ın da benzer görüşlere sahip olduğunu düşünüyoruz. Ama Gül ile Babacan’ın farkı de işte burada ortaya çıkıyor. Halbuki hem ekonomiden sorumlu hem de Başmüzakereci olan bir Bakan, daha cesaretli olup gerçekleri açık söylese iyi olur, ama...
IMF’yle ilişkilere, aslında kabine içindeki daha genel görüş ayrılıkları ile birlikte bakmak gerekiyor. Kabine içinde Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen bakanların hem tarımsal destekleme alımları hem de diğer popülist ve kararlar için giderek dozu artırdıklarını, açıkça görüyoruz.
Bu bakanlardan yansıyan bilgiler, Başbakan’a seçim yaklaşırken iyice popülizm dozunu artırmasının telkin edildiğini gösteriyor. Son ihale yasası değişikliğinde de görüldüğü gibi, bazı bakanlar istedikleri gibi, istedikleri kişilere iş vermek, seçim öncesi özellikle oy kaybettiklerini düşündükleri tarım kesimine dönük harcamaları artırmak istiyorlar.
Hatta Merkez Bankası için "artık yönetimi bize yakın bir kişi" diyerek, enflasyonla mücadele hedefini gevşetip piyasaları rahatlatması gerektiğini düşünen bakanların sayısı her geçen gün artıyor. İşte bu aşamada IMF’yle ilişkilerin sürdürüp sürdürülmeyeceği tartışması çıkıyor.
Bazı bakanlar IMF’ye erken ödeme yapıp, anlaşmanın da sona erdirilmesini ve popülizmin seçime kadar son gaz devam etmesini istiyorlar. Yani IMF’yle ilişkilerin sürdürülmesi hakkında çıkan görüş ayrılığı, aynı zamanda seçim ekonomisi tartışması ile paralel yürüyor.
IMF ÖZEL SEKTÖRLE KONUŞMALI
Kabinedeki IMF karşıtı havanın seçim yaklaştıkça büyümesi, bürokratları da etkiliyor. Zaten IMF’ye bir devlet adamı kimliğiyle değil de "hamasi ve duygusal" bakan bürokratları, bağımsız kurum yöneticileri olduğunu biliyoruz. Bu nedenle IMF’yle iletişim konusunda bu hükümetin kuruluşundan buyana bir sorun var. Ancak son dönemde bu iletişimin daha da bozulduğu gözleniyor. IMF uzmanlarının özellikle bürokratlardan bilgi almakta zorlandığını, şeffaflık konusunda ciddi kaygılar belirdiğini söylememiz gerekiyor.
Ekonomi yönetiminde "biz yapıyoruz, başarılıyız" havası ortalığı sarmış durumda. Babacan’ın da ekonomik sorunlarla ilgili sorulara bile "takılmayın bunlara" gibi yanıtlar vermesi, bir "fazla güven"in geçerli olduğunu ortaya koyuyor. Tabii bu hava bürokrasiye dalga dalga yansıyor ve bazen IMF uzmanlarına yanıt verme gereği bile duymuyorlar.
İşte mevcut bürokrasinin yapısını ve "devlet adamlığı vasfı"nın derecesini çok iyi gösteren bir ilişki biçimi uygulamada. IMF’nin "tekstil indirimi" gibi sorularına yanıt bile vermeyen Maliye yetkilileri, şimdi ne olduğunu herhalde söyleyecekler. Ya da 10 kere "stopajda tehlike geliyor" diye uyarmamıza rağmen, dün çıkan krize de, herhalde bir bahane bulacaklardır.
Kısacası; IMF’yle ilişkilerde kopukluk var ve bu ülkeye, ekonomiye zarar verecek boyutlara ulaşıyor. IMF’nin bundan sonra, belki de özel sektörle, piyasanın gerçek profesyonelleri ve "Her hükümetin yalakası" olmayan akademisyenlerle daha fazla ilişki kurup, gerçekleri daha iyi kavramaları gerekecek. Aksi takdirde IMF’nin sağlıklı karar vermesi de giderek zorlaşıyor.
Danıştay’ın yeni başkanının "kadrolaşma" uyarısının, ekonomideki sonuçları bunlar...
Yazının Devamını Oku 
9 Mayıs 2006
AKP Hükümetinden bir süredir IMF’le ilişkiler konusunda çelişkili açıklamalar geliyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, gerekirse IMF borçlarının iki taksitte geri ödeneceğini söyleyerek, sanki, " bu işler kendi aralarında konuşulmuş ve yapılacak seçim öncesinde bu tür bir radikal harekete girişilmesine karar verilmiş" izlenimi verdi.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Devlet Bakanı Ali Babacan daha önce "Böyle bir şey olmadığını" söylerken, Erdoğan’ın açıklamasından sonra ağız değiştirdiler. Aynı şekilde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener de "döviz rezervlerimiz IMF’e borcu geri ödemek için yeterli" diye yuvarlak sözler etmeye başladı.
Yani AKP’nin kafası IMF’le ilişkiler konusunda epeyce karışık gözüküyor.
Dün Devlet Bakanı Ali Babacan’ın yaptığı açıklamalar da, bizce bu kafa karışıklığını ortaya çıkardı. Daha doğrusu Babacan’ın ilişkiler konusunda söylediklerinden bizim çıkardığımız o ki; Babacan her an Başbakandan "hadi geri öde temizle" talimatı gelmesinden tedirgin. Bu nedenle bir yandan "henüz karar verilmedi" derken öte yandan da "Borç alacak ilişkisi ayrı, anlaşma ayrı. Erken ödeme olsa da anlaşma Mayıs 2008’e kadar sürer" diyerek, hem piyasalara "korkmayın, ödesek de anlaşma bitmez" mesajı vermeye çalışıyor, hem de Başbakana "geri ödesek de anlaşma bitmez" mesajı vermeye çalışıyor, bizce...
Babacan Türkiye’nin IMF’e borcunu geçtiğimiz Cuma akşamı itibariyle 11.8 milyar dolara indirdiklerini söylemiş. Babacan herhalde gözden geçirmelerin 5 ay uzadığını, zamanında yapılsa idi, bu borcun en azından 2 milyar dolar daha fazla olacağını, yani işler zamanında yürümediği için borcun bu kadarda kaldığını söylemeyi unutmuş...
"Borç kalemini kapatmanın" kendi tercihlerinde olduğunu kaydeden Babacan, erken ödeme konusunun siyasi değil ekonomik temellere ve gerekçelere göre alınacak bir karar olduğunun altını çizmiş. "Biz IMF ve Dünya Bankası ile programımızın ekonomik kredibilitesini artırmak için çalışıyoruz " diyen Babacan, ardından da, "Faizleri 3-4 puan aşağı indirebilecek isek, bu kuruluşlarla çalışırız.Kompleksli olmadık, olmayacağız da..." şeklinde konuşmuş.
Yani, seçimden önce IMF’e borcumuzu ödeme kararı verip, bunun da ötesinde "anlaşmayı da artık kestik" açıklaması yapılırsa, kompleksli olunduğunu düşünmemiz mi gerekecek.
Bir de Başbakan bu açıklamayı Babacan’a yaptırırsa ne olacak?
IMF’NİN YUMUŞAKLIĞI
DEVAM EDER
Kısacası; AKP’nin kafasının karışık olması nedeniyle, IMF’le ilişkilerin belirsizlik içinde yüzeceği bir döneme giriyoruz. Yani, Hükümetten daha çok çelişkili açıklamalar duyarız.
Peki, Türkiye’de gözden geçirme için bulunan IMF Türkiye Masası Şefi Lorenzo Giorgianni ile bu konular konuşulur mu, niyetlerden söz edilir mi derseniz, böyle bir şey olacağını sanmıyoruz. Bu iş daha sonra ve Washington ile konuşulur.
IMF’in temasları sırasında bir sorun çıkacağını da zannetmiyoruz. Sosyal Güvenlik Reformu gibi ön şartların yerine getirildiğini düşünürsek, bu gözden geçirme için fazla bir sıkıntı gözükmüyor. Buna karşılık IMF’in de rahatsız olduğu, mali disiplinden vazgeçiliyor izlenimi veren uygulamalar var ama IMF’in bu konularda da problem çıkaracağını sanmıyoruz.
Mevcut gidişata bir bakalım: Belediye borçlarına her gün yeni bir kolaylık getirilmesi, 144 yıla kadar varan taksitlendirmenin aslında tahkim olduğu ortada. Bakanlar oturup, "istihdam üzerindeki vergi yükünü nasıl indiririz" tartışması yaparken, bu gelir kaybının ne yapılacağını kimse düşünmüyor. IMF zoruyla vergi istisnaları kaldırılan serbest bölgelerde geri adım hazırlığı yapılıyor. TMO’nun Hazine’den kullandığı 900 trilyonluk kredinin geri ödenmeyeceği, bunun bir zaman "görev zararı" yazılacağı ortada. Bunun da ötesinde destekleme alımlarında eskiye dönülüyor, Tarım Bakanı 1.5 katrilyon daha kredi istiyor. Bütçeden kaçırılan kalemler, gösterilmeyen harcamalar her geçen gün artmaya devam ediyor.
AKP öncesi IMF olsa, şimdiye bu konuların her biri için ayrı problem çıkmıştı. Ancak İran gibi siyasi olaylar varken, IMF’in yumuşak tavrını sürdürmesi, bizce kaçınılmaz görülüyor.
Yazının Devamını Oku 
8 Mayıs 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın dediğine göre seçimler normal zamanında yapılacak, yani 1,5 yıl daha var. Buna karşılık seçim uygulamaları başladı ve daha önce de dediğimiz gibi; mevcut ekonominin 1,5 yıl boyunca bir seçim ekonomisi kaldıracak gücü, asla yok. Hafta sonunda öğrendiğimiz bir haber var ki; seçim ekonomisine geçildiğinin çok önemli bir kanıtı. Onun da ötesinde, kriz öncesi döneme geri dönüşün de büyük bir ispatı.
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, destekleme alımında harcamak üzere 1,5 katrilyon lira daha istiyormuş. Bunu duyunca hem Devlet Bakanı Ali Babacan, hem de Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ciddi biçimde karşı çıkmışlar ama Eker’in ısrarı devam ediyormuş.
Eker’in talebi ekonomi bürokrasisine de yansımış durumda. Bürokratlar kesinlikle istemiyor. Ancak bu harcamanın istememelerine rağmen yapılacağı konusunda da ciddi endişeliler.
Çünkü Bakan Eker, herkesin önünde önemli bir uyarıda bulunup, "Bu parayı hemen almam, köylüye dağıtmam lazım. Aksi takdirde çok geç kalacağız, seçimi kazanamayız" demiş.
Eker’in bunu parti organlarında da dile getirdiği, Başbakan Erdoğan’a da anlattığı söyleniyor. Yani yakında Başbakan Erdoğan ilgili bakan ve bürokratlara "ne yapın edin bu parayı bulun" derse, olacaklar belli.. Eskiden olsa bürokrasi ne yapar eder bunu engellemeye çalışır büyük ihtimalle başarırdı. Ancak mevcutların, ne kadar kızsalar da "AKP bürokrasisi" olduğu ortada. Daha önceki sicilleri de ortada olduğu için, bizce ne yapıp eder, bu emri yerine getirirler.
Bu kadarla da bitmiyor. Mehdi Eker, geçen yıl Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO)nun alımlar için Hazine’den kullandığı 900 trilyonluk krediyi geri ödemenin imkansız olduğunu söylemiş. Yani yaklaşık 1 katrilyonu unutacak olan Hazine, üstüne 1,5 katrilyonluk daha kredi verecek.
Hazine’den verilen kredinin aslında harcama olduğunu, bütçeye girmesi gerektiğini, sonunda eskiden olduğu gibi görev zararı döneminin başlamış olacağını söylemiştik. Buna ekonomi yönetiminden itirazlar gelmişti. Şimdi 2,5 katrilyon demek, milli gelirin neredeyse yüzde yarımı kadar bir harcama ve bu harcama miktarının bütçe dışına çıkarılması demek.
Biz şeffaflık dedikçe ayağa kalkan Hazine ve Maliye yönetimi, bu mu şeffaflığınız...
ERTÜRK’TEN AKÇAKOCA’YA DESTEK
Geçtiğimiz hafta eski BDDK başkanı Engin Akçakoca’nın Yönetim Kurulu Başkanlığına geçtiği Martı Otel İşletmeleri’nin, zamanında İstanbul Yaklaşımından yararlandırdığı haberleri çıktı. Haberin çıktığı gün TMSF Başkanı Ahmet Ertürk ile başka bir konuyu konuşurken, Ertürk Akçakoca aleyhine çıkan haberden büyük üzüntü duyduğunu kaydetti.
Kurumda da haberin üzüntü yarattığını kaydeden Ertürk, kendilerinden önce TMSF ile BDDK nın birlikte olduğunu hatırlatarak, "o dönem kurumun yaptığı hizmet, gerçekten övgüye değer. O zor ve karışık dönemde birçok olumlu ve yerinde kararın altına cesaretle imza atılmış ve biz şimdi baktığımızda yapılan işlerin çoğunu başarılı görüyoruz. Bu hizmeti yapanların övüleceği yere bu şekilde bir harekete maruz kalması, çok üzücü" dedi.
Akçakoca’nın TMSF Başkanlığını da yaptığı dönemde Fon yönetimi 365’den fazla oturum yapmış, 1700’den fazla karar almış. Bu sürede 7 banka TMSF’ye devredilmiş, alacakları tahsil etmek için 2700 adet borçluyla geri ödeme anlaşması yapılmış. Protokollerin finansal değeri 4.4 milyar dolar ve 466 adet protokol hakim ortaklar ve bireysel borçlular dışında kalan kurumsal borçlulardan oluşuyor.
Yani AKP Hükümeti kendi adamını atayacağı için ayrılmasını istedi diye, her yönden kendini kanıtlamış bir uzman, zaten bu nedenle herkes çekimser davranırken, hiçbir yerde çalışmasın mı, hayatını kazanmasın mı? Bu insanın yaptığı BDDK Başkanlığı nedeniyle çektiği onca sıkıntı hala bitmemişken, devlete hizmet etti diye, normalde özel sektörde kalsa yaşayacağı hayatın çok altında bir standarta mahkum olduğu görülmüyor mu?
Zamanında kendisini "şirketleri yüzdürmek için çok çaba harcıyor" diye eleştirmiştik, gelinen noktada Akçakoca haklı çıktı."Ulusal değer" dediği şirketler o çaba nedeniyle yüzüp,bugünkü değerlerine ulaştılar. Akçakoca’nın ülkeye yaptığı hizmetin ödülü de bu oldu. Yazık...
Yazının Devamını Oku 
6 Mayıs 2006
NİSAN ayı enflasyon rakamları hem ekonomi yönetimi hem de piyasalar için sürpriz oldu. Bu rakamlar yeterince kafa karıştırdı. Eğer mayıs sonunda "enflasyonun düşmeye başladığı" görülmez, yani yine beklenenin üzerinde bir rakam çıkarsa, işte o zaman işler daha da karışır. Önümüzdeki günlerde "enflasyonda bir katılık oluştu mu?" ve buna bağlı olarak "Enflasyonu aşağı itmek için yeni şok tedbirlerin gerekip gerekmediği"ni konuşacağız.
Aslında bu dönemde enflasyon tartışmasının başlaması garip kaçmamalı. Çünkü hükümet, seçim yaklaştıkça, bir yandan ekonomik programı korur gözüküp, öte yandan da muslukların açılması ve seçim ekonomisi uygulaması için zemin hazırlamaya başladı. Bunun da ötesinde seçim yaklaştıkça siyasi zikzaklar çizip, tabanını koruma çabası ortaya çıktı. Bu çabalar gerilime neden olurken, ekonomiye olumsuz etkisi de kaçınılmaz görülüyor. Dolayısıyla artmaya başlayan hatalar, piyasaları da eskisinden çok daha fazla rahatsız etmeye başladı.
Şu anda hálá hükümetin çok büyük şansı olan uluslararası likiditenin seyrinde sert bir dönüş beklenmiyor ama bu konudaki tedirginlikler de ortada. Yani burada da sert bir hareket başlarsa, piyasalardaki kötüye gidişin sertleşeceğini de söylememiz gerekiyor.
Aslında sadece AKP Hükümeti değil, hangi hükümet olsa böylesine zor bir dönemece gelecekti. Hangi Hükümet olsa "siyasi ve ekonomik istikrarı koruma ile her iki alanda da popülizm yapma ikilemi arasında" kalacaktı.
Kaçınılmaz bir süreci yaşıyoruz. Eğer koalisyonu oluşturan üç partinin uyguladığı ekonomik politika nedeniyle TBMM dışında kaldığı gerçeğini unutmazsak, şimdi yaşananları da doğal karşılayabiliriz. Yani hem istikrar tedbiri uygulayacaksınız, hem de bunun hiçbir siyasi faturası olmayacak, böyle bir şey yok.
Şu anda dönüşüm süreci devam ediyor ve hálá yapılması gereken çok şey var. Şimdi enflasyon başta olmak üzere, birçok alanda yeniden radikal tedbirler uygulama gerekliliği ortaya çıkacak. Bu gerekliliği ülke adına yerine getirenler oy kaybetti, şimdi sıra AKP’de.
Herhalde AKP Hükümeti de bu dönüşüm programını uygulayıp, hiç oy kaybetmeyeceğini zannetmiyordu. Başbakan "kazan-kazan"ın sadece romantik bir söylem olduğunu, herhalde biliyordur. Kısacası AKP Hükümeti de, "İstikrar için yani ülke için gerekenlerle, oy için gerekenler" arasında bir tercih yapma noktasına geldi. Oy için bir şeyler yapma adına yola çıkıldığında bunun bedelinin enflasyon olacağı da unutulmamalı.
İŞADAMLARININ FRANSA ÇABASI
Bu süreçte AB’den gelen haberler de giderek kötüleşiyor. Yani AB çapasında da artık tehlike sinyalleri alınmaya başladı. AB’de Türkiye’ye karşı ülkelerin başında gözüken Fransa’dan bu arada bir de Ermeni Yasası tehdidi geldi. Bu yasanın çıkması halinde işlerin daha da karışacağı, iki ülke ilişkileri ve AB ile ilişkilerin zarar göreceği açık.
İşte bu aşamada TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Ermeni girişimini engellemek için Paris’e gitti. Hisarcıklıoğlu dün Fransa Odalar Federasyonu Başkanı Jean-François Berdardin ve Paris Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı ve Eurochambers Başkanı Pier Simon ile görüştü.
Dün aynı zamanda TOBB, TÜSİAD, TİSK, TÜRKONFED, TESK, Türk-İş, Hak-İş, İKV ve TESEV ortak imzalarıyla Fransa’nın önde gelen 3 gazetesinde tam sayfa ilan çıktı ve Ermeni tasarının kabulü halinde iki ülke arasındaki ilişkilerin zedeleneceği hatırlatıldı.
Hisarcıklıoğlu, 10 Mayıs’ta komisyonda kabul edildiği takdirde 15 Mayıs’ta parlamentoya gelecek olan tasarıyı komisyonda engellemek gerektiğini söyledi. Görüştüğü özel sektör temsilcilerinin kendilerine girişimleri için hak verdiğini ve Fransız işadamlarının da bu tasarıyı istemediğini kaydeden Hisarcıklıoğlu, ancak seçim dönemi nedeniyle tasarıyı engellemenin zorlaştığının kendilerine söylendiğini ifade etti. Hisarcıklıoğlu, "Bunun uzun soluklu bir iş olduğu, sadece kriz dönemlerinde değil sürekli çaba gösterilip, kamuoyu çalışması yapılması gerektiği yine ortaya çıktı" diye konuştu.
Özel kesimin çabası alkışlanmalı ama uzun soluklu çabayı göstermeyen hükümete ne demeli?
Yazının Devamını Oku 
4 Mayıs 2006
AKP’lilerin demeçleriyle ortalıkta olup bitenleri birleştirdiğimizde "bir seçim ekonomisinin gelmekte olduğunu" artık rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Tam başlığını atıp yazıya başladığımız sırada Londra’dan gelen bir telefon, başlığımızı teyit etti. Arayan bankacı, aynen şu soruyu yöneltti: "Burada ve diğer başkentlerde, Türkiye için, çok fazla seçim ve islam tehlikesi konuşulmaya başladı, ne diyorsunuz? Bu tür işaretler var mı?"
Önceki gün belediyenin Hazine’ye olan borçlarının 144 yıl gibi uzun vadelere yayılmasının yanısıra, Hazine’ye olan borçları nedeniyle yapılan kesintilerin de yarı yarıya indirildiğini, hatta önümüzdeki 2-3 ay için hiç kesinti yapılmamasının karara bağlandığını yazmıştık.
Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hafta sonunda bir konuşmasında kullandığı "IMF’ye olan borçlarımızı ödeyebiliriz" sözlerinin yankıları gelmeye başlamıştı.
Dün de son Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan İhale Yasası’ndaki değişikliklere ilişkin tasarı elimize geçti. Baktığımızda iyice kanaat getirdik ki; AKP hükümeti seçim ekonomisi uygulamasının altyapısını oluşturuyor.
Başbakan Erdoğan sık sık "seçimlerin zamanında yapılacağını" tekrarlayıp duruyor. Buradan yola çıkarak diyoruz ki; yaz aylarında başlayacak seçim ekonomisi, 2007 ilkbaharında Cumhurbaşkanlığını atlatıp, bir de 2007 sonbaharında yapılacak genel seçimlere kadar sürerse, bu ekonomi bu kadar yükü kaldıramaz.
Önümüzdeki iki ay içinde, yani haziran sonuna kadar bir erken genel seçim kararı çıkarsa çıkar, yoksa seçimler zamanında yapılacak demektir ve bu kadar uzun süre devam edecek seçim havası ve yatırımları, ekonomi açısından bir felaket anlamına gelir.
Biz Erdoğan’ın, AKP’den gelecek tepkilere "O zaman işimiz daha kolay olacak. Parti daha da güçlenecek" gerekçesi gösterip, partilileri ikna ederek, cumhurbaşkanlığına aday olacağını tahmin ediyoruz. Bundan önceki eline fırsat geçmiş Başbakanların "davayı ya da partilerini değil kendilerini düşünerek" Çankaya Köşkü’ne çıktıklarını unutmayalım...
HEM AB, HEM IMF KALMAZ
1 yılı aşkın devam edecek bir seçim ekonomisi şimdiye kadar tutunduğumuz AB çapasının da, IMF çapasının da yok olması anlamına gelecektir. Seçime doğru "IMF’i de kovduk" diye ortaya çıkabileceklerinin işaretlerini almaya başladık. Unutulmamalıdır ki, bizim IMF’den aldığımız para önemli değil, kazandığımız prestij önemlidir. Bu prestij birden kaybolur.
İhale yasasına baktığımızda ise seçim ekonomisi ve yatırımlarının altyapısını oluşturmanın yanısıra, "AB’ye bir rest çekildiği" de ortaya çıkıyor. Sanki daha geçen hafta "mevzuatta liberalizasyonla, limitlerle ilgili düzeltmeler yapılmazsa görüşmeler askıya alınır" diyen AB komisyonu değilmiş gibi, tasarıda bu konuda bir unsur yeralmıyor. Aksine KİT’ler kapsam dışına çıkarılıyor, ihale prosedürü, itiraz süreleri kısaltılıyor, yani istediğine istediği gibi ihale vermesi için iktidara zemin hazırlanıyor. Böyle bir tasarının görüşmeleri askıya alacağı kesin.
Özetle; AKP Hükümeti, tam aksini söyleye söyleye, AB ve IMF hedeflerinden uzaklaşıyor. Bu iki çapanın olmaması demek, ekonominin dayanaksız kalması anlamına gelir.
İşte bu nedenle Türkiye’ye kaynak aktaran gelişmiş piyasalarda Türkiye için seçim ekonomisi ve islam korkusu konuşulmaya başladı. Çünkü yaklaşın seçim sadece ekonomisini değil, radikal söylemleri de beraberinde getirecek. Yeni bir seçime girilmeden, özellikle türban konusunun kaşınacağı kesin. "Türbandan oy kazanma" ya da "türban oylarını kaybetmeme" telaşının şimdiden başladığı görülüyor. Kimsenin şüphesi olmasın ki; bu söylemin dozu da seçim ekonomisiyle birlikte artacak, bu da ekonomideki tedirginliği daha da artıracaktır.
Merkez Bankası yeni Başkanı Durmuş Yılmaz, geçen gün Bakanlar Kurulu’na verdiği brifingde enflasyona ilişkin risk unsurlarını sayarken "IMF ve AB ilişkileri; iki önemli çapa" demiş. Bu durumda enflasyon hedefinin korunacağına ihtimal veriyor musunuz?
Yazının Devamını Oku 
2 Mayıs 2006
AKP Hükümeti, belediyelere seçim kıyağı çekmeye başladı. Borçlu belediyelerin hak ettikleri ödenekten Hazine’nin borçlarına mahsuben yaptığı kesintilerin oranı düşürüldü. Yani borç takan belediyeler bundan sonra daha fazla gelire sahip olabilecekler. Belediyelere yapılan kıyak, aslında Hazine’nin, kıyak yapılan miktar kadar gelir kaybına uğraması anlamına geliyor.
Bu da "mali disiplinin süreceği" yolunda nutuklar atan bakanların, politikacıların aslında el altından popülizme başlayıp, program öncesi döneme geri dönme özlemlerini ortaya koyuyor.
28 Nisan 2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir Bakanlar Kurulu kararı ile belediye borçlarının tahsiline ilişkin, daha önce çıkarılan kararnamede değişiklik yapıldı. Daha önce borçlu belediyelerin vergi gelirlerinden hak ettikleri paylar ödenmeden önce, Hazine’ye olan borçlarına karşılık, hak ettikleri paranın yüzde 40’ı ödenmeden kesiliyordu.
Yapılan değişiklikle yüzde 40’lık bu kesinti oranı yüzde 20’ye indirildi. Yani Hazine, bol keseden harcayıp sonra borcunu ödemeyen belediyeler için, kendisi ödemek zorunda kaldığı borçları, belediyelerden çok daha uzun bir zamanda tahsil etmiş olacak.
Dolayısıyla borçlu belediyeler büyük ölçüde rahatlayacaklar. Şimdi çok daha fazla yatırım yapma imkanına kavuşacak, genel seçim dönemine hazırlanmaya başlayacaklar.
28 Nisan tarihli kararname ile belediyelere çekilen kıyak, bu kadarla da sınırlı değil. Kararnamenin başka bir maddesiyle de, borçları için Hazine ile uzlaşmaya varmış, dolayısıyla borçlarının bir bölümü silinip, geri kalan borçları uzun vadeye yayılmış olan belediyelere bir kolaylık daha getirildi. Hazine ile borçları konusunda uzlaşmaya varmış belediyelerden, Temmuz ayına kadar hiç kesinti yapılmayacak. Yani uzlaşmaya varmış belediyeler, önümüzdeki 3 ay boyunca Hazine’den paralarını hiç kesinti olmaksızın tahsil edecekler.
Görüldüğü gibi belediyelere hükümet tarafından çok önemli bir kıyak dizisi yapılmış durumda. Hükümet bunu niye yapıyor derseniz; açık. Bu yıl olmasa bile 2007’de erken genel seçim, ondan öncesinde de Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Belediyelerin büyük çoğunluğu AKP’nin elinde. Seçimlere hazırlanmak için belediyelerin imkanlarını genişletmek, daha fazla yatırım yapmaları, hizmet vermeleri gerekiyor ki; AKP’ye seçimlerde çok daha fazla oy çıksın. "Ali Dibo" yöntemiyle partili işadamlarını da düşünmek lazım, tabi.
Belediyeler başka partilerde olsa AKP Hükümeti bu kıyakları çeker miydi?
TAHKİM DEĞİL 144 YIL VADE
Kısacası, hangi parti iktidarda olursa olsun, politikacının tavrı değişmiyor, ülkenin uzun vadeli geleceği, mali disiplin gibi temel zorunluluklar değil, oy kaygısı ağır basıyor. AKP Hükümetinin bu konudaki bir özelliği ise tersini söyleyerek aynı şeyi yapması. Yani Başbakan da, Maliye Bakanı da, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı da her fırsatta, "mali disiplinden taviz yok" diyorlar ama disiplini delmek için her türlü yönteme de başvuruyorlar.
Örneğin bu kararlarla Hazine’nin bu yılki gelir kaybının en azından 200-300 milyon YTL olacağı tahmin ediliyor. Bu nereden kapanacak derseniz, açık; borçlanma ile...
Yani hem faizler insin diyeceksiniz, hem mali disiplini bozup, yani açığı büyütüp daha fazla borçlanmak zorunda bırakacaksınız. Açık artınca Hazine’nin faizleri nasıl düşecek peki?
Rahat rahat faiz düşüren Merkez Bankası acaba bu ve benzeri kararları biliyor muydu?
Bu arada dünkü gazetelerde yer alan yine belediye borçlarına ilişkin bir haber, AKP Hükümetinin bu konularda nasıl "takiyye" yaptığını, IMF’yi nasıl kandırdığını ortaya koydu.
Devlet Bakanı Ali Babacan, biz belediye borçlarının silinmesine karşı çıkıp, bunun tahkim anlamına geldiğini söyleyince "bu tahkim değil" diye epeyce karşı çıktı. Gaziantep Belediyesi’nin 714 milyon YTL’lik gecikme zammı ve faiz borunun 382 milyon YTL’si silinmiş, toplam borcu 1.7 milyar YTL’ye inmişti. Şimdi bu borcun geri ödemesinin 144 yıla yayıldığını öğreniyoruz. Yanlış okumadınız 144 yıl.. Daha iyi anlayacakları dille "ahiret vade" yani...
Adama, "Mertce tahkim yaptık deseniz olmuyor mu, 144 yıl vade ne demek" demezler mi?
Yazının Devamını Oku 