29 Mayıs 2006
IMF, küresel likiditeki son hareketlerden. Türkiye’nin diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha fazla etkilenmesinin nedenini, Türkiye’deki yüksek cari açık rakamlarına ve beklenenin üzerinde çıkan Nisan ayı enflasyon rakamlarına bağlıyor. Ancak buna rağmen IMF; piyasaların kontrol edilebileceği görüşünde. Kontrol etmek için ise Hükümetin uygulanan ekonomik politikalara sadık kalmasının yeterli olacağını söylüyor. 3. ve 4. gözden geçirme çalışmaları sonrası, geçen hafta yazılı sorularımızı yanıtlayan IMF Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp, Hükümeti, politikalara bağlı kalmak konusunda istekli gördüklerini söyledi. Bredekamp’a, piyasa gelişmelerinin mevcut programı sabote edecek noktalara ulaşıp ulaşmayacağını, gerekli kararların alınacağına güvenip güvenmediklerini sorduk. "Politikalar piyasalar için ana çıpadır" diyen Brenkamp, şu yanıtı verdi:
"Ben, politika disiplini ve inanırlığı muhafaza edildiği sürece piyasa hareketlerinin yönetilebilir kalacağını beklerim. Bu açıdan , Türkiye iyi bir durumda. Hükümetin yeni taslak niyet mektubunda ortaya koyduğu taahhütler sadece orijinal programda oluşturulan güçlü politika çerçevesini bir kez daha teyid etmekle kalmıyor, aynı zamanda Hükümetin bu çerçeveye bağlı kalmak için zor kararları (mevcut durumda, harcama kısıtlaması ile ilgili kararlar) almaya istekli olduğunu da gösteriyor"
Küresel likiditedeki yeni eğilimin, Türkiye’yi diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha fazla etkilemesinin sebeplerini sorduğumuzda ise Bredenkamp, "Ben, Türk parasında ve varlıklarında görülen düşüşlerin diğer ülkelerdekilerden daha fazla olmasının iki ana nedeninin, Türkiye’nin yüksek cari işlem açığı ve yüksek çıkan Nisan TUFE rakamının sonrasındaki enflasyon endişeleri olduğuna inanıyorum" yanıtını veriyor. .
IMF’in son ziyaretinde bizce, IMF’in ekonomi yönetiminden aldığı en büyük ödün, bütçe harcamalarına kısıt konmasıydı. Yani hükümet, gelirler beklenenin üzerine çıksa bile bunların harcamaya dönüşmesini engellemeyi kabul etti. Bu bizce IMF’in olası bir seçim ekonomisi uygulamasını önlemek için istediği bir önlemdi. IMF’in, Hükümetin bu tedbiri kabul etmesinden etkilendiği ve bunu bir kararlılık göstergesi olarak kabul ettiği görülüyor.
BAĞIMSIZLIK İÇİN HÜKÜMETTEN TEMİNAT ALDIK
Bredenkamp’a, faiz dışı fazla hesabına ek olarak ayrıca harcamalara kısıt konmasının amacını sorduk. Bredenkamp buradaki amacın "iç talep baskısını biraz olsun azaltmak için otomatik mali stabilizörlerin çalışmasına imkan sağlamak" olarak özetledi. Bredenkamp, "eğer hükümet, Parlamento tarafından onaylanan toplam harcama düzeyine sadık kalır ise" şartını ileri sürerek, gelirlerde programlananın üzerindeki herhangi bir artışın, otomatik olarak tasarruf edileceğini, dolayısıyla GSMH’nın yüzde 6.5’inden daha yüksek bir faiz dışı fazlaya katkıda bulunacağını söyledi. Bredenkamp, "Biz inanıyoruz ki, iç talebin güçlü olduğu mevcut durumda doğru olan mali duruş budur, ve hükümet de aynı fikirde" dedi.
Faizler konusunda "neden daha temkinli bir tutum istediklerini" sorduğumuzda ise Bredenkamp, önce sorumuzu düzelterek, "Bizim kullandığımız kelime "temkin" idi, "daha fazla temkin" değildi" dedi. Bu düzeltmeyi yanlış yorumlamak istemiyoruz ama herhalde Bredenkamp, "temkinli bir tutum yoktu ki daha temkinli bir tutum" isteyelim" demek istiyor.
Bredenkamp, bu düzeltmeden sonra "Biz, sürpriz Nisan rakamıÑki bu rakam altta yatan trendler konusunda bizlere herhangi bir şey ifade edebilir veya etmeyebilirÑ, ve döviz kurunda artan oynaklık ışığında enflasyon görünümüyle ilgili artan belirsizlikleri kastediyorduk. Belirsizlik arttığında, temkinli olmak doğal bir şeydir" yanıtını verdi. Bredenkamp bunla bağlantılı Merkez Bankası bağımsızlığı konusundaki sorumuza da "Biz hükümetten, Merkez Bankası bağımsızlığına bağlı kalacaklarına dair defalarca güçlü teminatlar aldık, ve bizler inanıyoruz ki Merkez Bankası bu bağımsızlığı, orta vadeli enflasyon hedeflerine ulaşmak için, her ne tür kararların gerekli olduğunu düşünüyor ise o kararları alarak kullanacaktır" dedi.
Yazının Devamını Oku 
27 Mayıs 2006
BUGÜN Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) Genel Kurulu yapılacak. Bu kez seçimli bir genel kurul olmadığı için fazla heyecanlı geçecek gibi gözükmese de, görüştüğümüz Oda başkanlarını, Genel Kurul öncesi yine de canlı gördük.
Mevcut TOBB yönetiminin performansını, genel olarak olumlu buluyoruz. Olumlu bulmamızın asıl sebebi de, eski TOBB yönetimlerine kıyasla, daha çağdaş, olaya daha makro yaklaşan ve bilimselliğe ağırlık veren bir yönetim anlayışına sahip olması.
Açıkca söylemek gerekir ki; eğer TOBB yönetimi bu çağdaş kafaya sahip olmasaydı, yani daha önceki yönetimlerin çoğundaki gibi, popülizm yönü ağır bassaydı, uygulanan ekonomik program bu kadar uzun süre uygulanamaz, dolayısıyla başarısı bu kadar olamazdı.
Önceki gün TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ile ortak basın toplantısı yapan eski Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, bundan sonra TOBB ETÜ Üniversitesinde ders verip, TOBB’un katkılarıyla kurulan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) bünyesinde kurulan "İstikrar Enstitüsü"nü yönetecek. Bu toplantıdan sonra sohbet olanağı bulduğumuz Serdengeçti, TOBB’u seçmesinin en büyük nedeninin "İstikrar çabası için TOBB ’un şimdiye kadar gösterdiği performans" olduğunu söyledi. Merkez Bankası Başkanı iken, TOBB yönetimiyle yakın ilişkide olduklarını, özellikle enflasyonla mücadele ve istikrarın Anadolu’da anlatılması konusunda TOBB’un çok büyük katkılar yaptığını kaydetti. Dolayısıyla sağlanan istikrarda TOBB’un katkısının büyük olduğunu, istikrarın korunması için de yeni dönemde birlikte çalışılabilecek, etkin olunabilecek Kurum olduğunu söyledi.
Bizce uygulamanın içindeki Serdengeçti’nin TOBB’u seçmesi için gösterdiği bu gerekçe, aynı zamanda TOBB’un mevcut yönetiminin çağdaş anlayışını da açıkca ortaya koyuyor.
Gerçekten de TOBB tabanı, çok farklı siyasi görüşler ve menfaatlere sahip kişilerden, irili ufaklı çok sayıda işadamından oluşuyor. Bu kişiler popülizme yatkın kişiler ve bu eğilime rağmen oturup da onlara "Enflasyonla mücadele önce bizim lehimize" diye anlatmak, hiç de kolay değil. Şimdiye kadar ürettiğine, sattığına en az enflasyon kadar zammı koyup çalışmaya alışmış kişilere, "yeni dünyanın koşullarını" benimsetmek, kolayca göze alınamayacak bir iş.
TOBB’UN İTİBARI ÖNEMLİ
Bizce zaten TOBB yönetiminin başarısı da zor olanı seçip, popülizm yapmak yerine, çağın koşullarını mümkün olduğunca çıplak biçimiyle anlatmasından geçiyor. Hisarcıklıoğlu’nun özel toplantılarda oda yöneticilerine ve işadamlarına "devletten bir şey istemeyin artık, devlet bize bir verirse bilin ki iki geri alır" mesajını vermesi, "Sizler yörenizdeki kanaat önderlerisiniz, gelip herkes size soruyor, artık popülizmi bırakın, bilimsel gerçekleri anlatın bunun için de sürekli çalışıp öğrenin" diyebilmesi de, bu nedenle büyük önem taşıyor.
TOBB’un son 4 yılda sağladığı gelişmeyi, ekonomide çağdaş değerlerin yerleştirilmesi açısından, dolayısıyla da ülkeye sağladığı yarar açısından, olumlu buluyoruz.
Ancak TOBB yönetiminin daha yapması gereken çok şey olduğunu söylemeden de geçemeyeceğiz. Özellikle kurumsal bir yapı oluşturmak açısından katedeceği epey yol var.
TOBB’un, büyük ölçüde kamu bağlantısı nedeniyle, hükümet ile ilişkileri ise sürekli tartışma konusu olmuştur. Mevcut yönetim daha önce bu konuda daha hassas bir denge tutturmuşken, son dönemde "Hükümete daha yakın" bir imaj vermesinin, TOBB’u izleyenler ve son 4 yıldaki gelişmesini olumlu karşılayan kişiler tarafından eleştirildiğini biliyoruz.
Bizce gelinen aşamada Hükümetle olan ilişkiler konusunda söylenmesi gereken şu ki; artık hükümete eleştiriye tahammüllü olması öğretilmeli. Hükümetin "kamuoyu önünde beni eleştirmeyin" telkini, bu kadar ciddiye alınmamalı. Tamam, hala özel kesimin hepsi, TOBB’u, TÜSİAD’ı hükümetle ters düşmemek için özel çaba gösteriyor. Ancak doğruları söyleyerek TOBB’un şimdiye kadar sağladığı itibarın, hükümetin itibarından daha az önemli olmadığını, ekonomik programda sağlanan başarıyla, çok açık yaşadık. Bu itibar ülke için yarar getirdi.
Bu nedenle, genel kurulda hükümete verilecek siyasi mesajlar da büyük önem taşıyor.
Yazının Devamını Oku 
25 Mayıs 2006
DALGALI kur rejimine ateş püsküren ihracatçı sözcüleri dün televizyonlara çıktıklarında dalgalı kurun en ateşli savunucusu gibi konuştular. Hepsi, bir ağızdan "Merkez Bankası’nın kurlara kesinlikle müdahale etmemesi gerektiğini" söylediler. Merkez Bankası müdahale etmese de kurlar yeniden düşüp, eski seviyelerine inse, aynı kişiler, yine dalgalı kur düşmanı olurlar, hiç şüpheniz olmasın. Yani ekonomi bu söylemlere göre idare edilseydi, inanın, tam anlamıyla bir kaos olur, bırakın ihracatı, ekonomi üretim bile yapamaz hale gelirdi.
Son günlerde piyasaların en önemli konusu "Kurlara Merkez Bankası müdahalesi gelmeli mi, gelmemeli mi?" tartışması. Kura müdahale istemeyen ciddi iktisatçılar da var ve konuya ihracatçılar gibi dar menfaatleri açısından değil de, makro ekonomik gelişmeler ve ekonominin gidişatı açısından yaklaşıp, ciddi argümanlar da ortaya koyuyorlar.
Ancak piyasalardaki baskın görüş; Merkez Bankası’nın kurlara müdahale etmesi yönünde. Bu arada bankacıların asıl derdinin döviz kurları değil, faiz oranları olduğunu söylemeliyiz. Bankacılar kura müdahaleyi de faizlerdeki artışın durması, yönünü yeniden geri çevirmesi için istiyorlar. Çünkü bankaların üstlendiği şu andaki en önemli risk; faiz riski. Hesaplar kaba olarak yüzde 16’lık faizin aşılmaması üzerine yapılmış durumda. Yani bankacılık sektörü kamu kağıtlarının faizleri yüzde 16’yı aştığı takdirde zarar etmeye başlıyorlar.
"Bankacılık çok kár etti, biraz da zarar etsin" gibi dar bir yaklaşımla olaya bakanlar olduğunu biliyoruz. Halbuki bankaların kárlarının bizce artması, istikrar kazanması gerekiyor. Çünkü artık bankacılık özkaynak güçlü olunduğu takdirde yapılabilecek bir iş. Son dönemde bankacılık risklere karşı daha dayanıklı hale geldiyse, dolayısıyla ekonomi daha az kırılgan olduysa, bu yüzden. Bu sürecin devam etmesi bizce şart. O nedenle de "bankaların zarar etmesi önemli değil" diye olaya yaklaşılamaz.
Bu noktada Ankara’daki havayı vermeye çalışalım. Politikacılar olur olmaz konuşuyorlar ama Merkez Bankası’ndaki, yani para politikasını yürüten kurumdan aldığımız izlenim o ki; "dövize müdahale edilebilir ama bunun zamanı vardır".
Biz Merkez Bankası’nın "bankaların bankası" fonksiyonunun bilincinde olduğunu görüyoruz. Bu ne demek? Bu, likiditeyi sağlamak, sektörü rahatlatmak ve bankacılık sektörünün kárını düşünmek, aynı zamanda Merkez Bankası’nın da işi demek. Bu nedenle gerektiği zamanda Merkez Bankası’nın piyasaya girip müdahale edeceğini tahmin ediyoruz.
MERKEZ BANKASI’NA KARIŞMAYIN ARTIK
Merkez Bankası gerekli müdahaleyi yapacaktır. Ama dediğimiz gibi; zamanı gelince..
Etkili ve güçlü bir müdahale için zamanlamanın çok önemli olduğunu unutmayalım.
Son günlerde politikacıların yaptıkları açıklamalar, piyasalar tarafından sürekli olumsuz algılanıyor. Çünkü daha önce de dediğimiz gibi; Bakan Babacan’ın, Başbakan Erdoğan’ın sık sık para politikası ve kurlarla ilgili demeç vermesi, Merkez Bankası bağımsızlığını zedeliyor ve piyasa bundan tedirgin oluyor. Piyasa Merkez’e güvenini sürdürmek istiyor
Dün Merkez Bankası’ndan tek cümlelik bir açıklama geldi. Açıklama aynen şöyleydi:
"Bilindiği gibi kur rejimi hükümet ile birlikte belirlenmekte, ancak bu rejim altında kur politikasının uygulanması doğrudan bankamız yetki ve sorumluluğu altında bulunmaktadır."
Bu ne demek derseniz; her şeyden önce çok sert bir açıklama olduğunu söylemeliyiz. Bu açıklama ile hükümete "Artık işimize karışmayın, konuşmayın" mesajı veriliyor.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın, son olarak Başbakan’ın dün AKP Grup Toplantısında "dövize müdahale için aceleci olmayız" açıklamasından çok rahatsız olduğunu biliyoruz. Yılmaz artık dayanamadı ve piyasaya "paranın patronu biziz" mesajı veriyor.
Bizce Yılmaz’ın açıklaması yerinde bir açıklama oldu.
Merkez Bankası bugün, "faizleri yarım puan artırmak" gibi radikal ama güven verecek bir karar alabilir mi bilmiyoruz ama artık masaya yumruk vurma ve bunu gösterme zamanı geldi.
Bu ve benzer adımlarla artık "enflasyon hedefinde revizyon" tartışmaları da sona erdirilmeli.
Yazının Devamını Oku 
23 Mayıs 2006
BANKALARIN hükümete ve ekonomi yönetimine karşı güveni giderek kayboluyor. Dün IMF heyetiyle birlikte yapılan toplantının gelişmeleri yönetmek, yeniden umut vermek için önemli bir fırsat olduğunu kaydeden bankacılar, bu fırsatın kullanılamadığını, aksine toplantı sonucunda piyasanın havasının daha da bozulduğunu söylediler. IMF heyetinin olumlu mesaj vermek için çaba gösterdiği ancak Devlet Bakanı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın tavırlarının güven vermediği belirtildi. Her şeyden önce politikacıların, başta da Babacan’ın, Merkez Bankası politikaları konusunda artık konuşmaması gerektiğini kaydeden bankacılar, Durmuş Yılmaz’ın da işi geçiştirmeden, kendi açısından detaylı açıklamalar yapmasına ihtiyaç duyduklarını kaydettiler.
Dün piyasaların Babacan’ın enflasyon hedefinin değişeceği yolunda Brüksel’de verdiği mesajla zaten bozuk açıldığını kaydeden bir bankacı, toplantıdan sonra morallerin iyice bozulduğunu, bu zor dönemin iyi yönetileceği konusunda şüphelerin arttığını söyledi.
Merkez Bankası Başkanı Yılmaz’ın enflasyon hedefinin nasıl değiştirileceğini açıklamaktan öte, "enflasyon hedefini tutturacağız, gerekirse faizleri artıracağız" mesajı vermesi gerektiğini kaydeden bankacılar, bunun yerine işin geçiştirilmesinin ve Babacan’ın Yılmaz’a yöneltilen sorulara bile yanıt vermeye kalkışmasının, hiç de olumlu bir tablo olmadığını kaydettiler.
IMF’in faiz dışı harcamalara da sınır getirmesinin piyasalar tarafından olumlu karşılanması gerektiğini, bunun seçim ekonomisinin önüne geçilmesi anlamına geldiğini kaydeden başka bir bankacı, 3. ve 4. gözden geçirmelerin birleştirilmesinin de aslında olumlu olduğunu ama tavırlarıyla ekonomi yönetiminin bu olumlu demeçleri olumsuza çevirdiğini söyledi.
Piyasaların kötü olduğunu, fiyatların çok yükseldiğini ve işlem olmadığını kaydeden bir bankacı ise durumu şöyle özetledi:
"Ekonomi yönetimi süreci iyi yönetmesi gerekirken aksine kafa karıştırıyor. Bu kafa karışıklığı belirsizliğe yol açıyor. Bu da risk priminin artması anlamına geliyor"
Özellikle faizlerin yükselmesinin bankacılardaki telaşı artırdığını gözledik. Bundan iki hafta önce bir banka genel müdürüyle gidişatı konuşurken, "Ben faizler 16’ye doğru giderse telaşlanırım, yoksa kurlarla telaşlanmamıza gerek yok" demişti. Şimdi faizler 16’ye gidiyor, bankaların yurtdışındaki bağlantılarında kur ve faizlerde limitler var ve artık bunlar zorlanmaya başlıyor. Yani alarm sınırı geliyor...
İŞ ALEMİ KÖTÜYÜ KONUŞMAK İSTEMİYOR
Pazar günü Marmaris’teydik. Tekstil İşverenleri Sendikası’nın artık geleneksel hale gelen toplantı dizisinde, büyük tekstilcilerin sektördeki krizi konuştuğu oturumu yönettik. Hem toplantıdan hem yaptığımız sohbetlerden aldığımız izlenim şu ki; siyasi gidişat konusunda işalemi epeyce tedirgin ama bu telaşını yansıtmak istemiyor. Toplantıda Umut Arık’ın siyasi gidişat konusunda iş aleminin artık tepki vermesi gerektiğini, ülkenin kötüye gittiğini, işlerin de gideceğini söylemesi epey alkış aldı. Ancak bu toplantıda siyasetin konuşulmaması gerektiği konusunda sanki gizli bir mutabakat vardı ve tartışmalar boyutlanmadan durdu.
Son birkaç gündür konuştuğumuz bakanlarda da aynı tedirginliği görüyoruz. Dışarıya karşı panik havası vermemeye özen gösteriyorlar ama tavırlarıyla dalgın olduklarını, kafalarının çok daha başka yerlerde olduğu açıkça anlaşılıyor. Özel sohbetlerde "işin bu kadar gerilmemesi gerektiğini" ve kendi sorumluluklarını da açıkça itiraf ediyorlar. Ama hemen hepsi Başbakan’ın sadece Abdullah Gül’e danışıp kimseyi dinlemediğini söylüyorlar.
İş alemi temkinli, kötü bir şey olmasını hiç istemiyor ama siyasilerde aynı sorumluluğu gördüğümüzü söylememiz mümkün değil.
Bankacılar piyasadaki kötüleşmede henüz siyasi gerginliğin bulunmadığını, bu gerginliğin artıp, piyasalar yansıması halinde durumun çok daha kötü olabileceğini söylüyorlar.
Ekonomi yönetimi ise tümüyle telaş içinde. Bu telaş piyasaya da artık yansıyor.
Kısacası; yol ayrımındayız. Bütün kazanımların kaybedilmesi tehlikesi var.
Yazının Devamını Oku 
22 Mayıs 2006
KORKTUĞUMUZ oldu ve ekonomi yerine, yine siyasetin konuşulduğu döneme girdik. Hem de ne konuşulduğu... Geçen hafta, istikrara tehdit açısından kabus gibi bir haftaydı. Bundan sonra da siyaset tartışmalarının devam edeceği, belki daha da kızışacağı anlaşılıyor. Geçen hafta öyle bir vurdu ki; herhalde ilk kez piyasalar, bir Para Politikası Kurulu toplantısından faiz indirimi konusunda bu kadar umutsuzlar. 25 Mayıs’ta yapılacak Para Politikası Kurulu zaten Nisan ayı enflasyon verileri nedeniyle "Bir önceki ay niye indirim yapıldı?" tartışmalarının gölgesinde toplanacak. Bunun da ötesinde hem iç hem dış koşullar çalkantının duracağı konusunda hiçbir umut vermiyor.
Bu nedenle faiz indiriminden hiç umut yok. Faiz artırımı konusunda bir karar için ise "henüz erken" yorumu yapılıyor. Bunun da ötesinde, eğer 3 Haziran’da açıklanacak enflasyon verisi, Nisan’da beklenen "trenddeki geri dönüş"e işaret etmezse, işte o zaman kötü. Artık piyasalar faiz artırımı bile beklemeye başlarlar.
Kurların hareketine bakıldığında, Mayıs ayı enflasyonun da umut vermediği de ortada.
Geçtiğimiz ay, geleceğe dönük enflasyon beklentileri bozulmaya başladı. Kurlardaki artışın enflasyona etkisine bakacak olursak; YTL’nin yüzde 10’luk bir değer kaybının yıl sonu enflasyonuna katkısının yüzde 2,5-3 arasında olacağı hesaplanıyor. Bu hesaplar değer kaybının takvimine göre değişiyor. Sonuç olarak enflasyon hedefi ciddi tehdit altında.
Geçen hafta sonunda YTL’nin değer kaybının yüzde 10’ları epey aştığı ortada. Bu hareketin
devam edip etmeyeceği de bilinmiyor. Cuma günü bizde piyasalar tatildi ama dışarıda çalıştı.
Bu nedenle bugün piyasalar önce yurtdışındaki hareketlere göre yön bulmaya çalışacak.
Farkında mısınız, şimdiye kadar olan hareketlerde, ekonominin yerine geçmeye aday olan
siyasetin etkisini hiç konuşmadık. Çünkü inanıyoruz ki; geçen hafta sonuna kadar görülen harekette, iç siyasette ortaya çıkan kavga havasının etkisi yoktu. Varsa da çok azdı...
Yani siyasetin gerilen ipleri içerdeki hareketleri, yurt dışı piyasaların yanısıra, belki de ondan
daha fazla etkilemeye, bundan sonra başlayacak. Daha analistler yeni yeni raporlarına içerde
yaşananları, çatışma havasını yansıtmaya başlayacaklar.
Başbakan ve Bakanlar sık sık "Aman Hükümete karşı söz söylemeyin, piyasalar karışır"
korkutmasında bulunuyorlar. Yani onlar da piyasaların etkileneceğini biliyorlar.
DALGALI KURLA DALGA GEÇEN KİM?
Korkuyorlar ama "Niye, peki o zaman ipleri giderek germeye çalışıyorsun" diye de sormak lazım. Şimdiye kadar sermaye çıkışı oldu ama Türkiye’den çıkışın diğer gelişmekte olan piyasalara kıyasla neredeyse iki katına ulaştığını da gördüler. Bu çıkışın arkasında son haftaki iç siyaset tartışması da hiç yoktu. Yani Hükümet AB ve IMF çapasını gevşettiği için, populist ve erkenden seçim ekonomisi uygulamaya başladığı için, dışarıda güvensizlik oluştu ve bu nedenle Türkiye’den daha fazla çıkış yaptılar. Elbette bu çıkışta geçen aydan beri sorulmaya başlanan "AKP islami devlet mi kurmaya çalışıyor?" sorularının etkisi çoktu. Bunu defalarca yazdık ve bakanlarla görüşmelerimizde kendilerine bu kaygılarımızı da ilettik.
Ancak sanki bütün bunlar yokmuş gibi, Başbakan ve çevresi, özellikle Silahlı Kuvvetlerle ilişkisini sanki kasten germeye çalışıyor havası veriyor. Hem de, şimdiye kadar tabanından ve bazı halk kesimlerinden, hiçbir Genelkurmay Başkanının almadığı kadar, "fazla ılımlı ve sessiz " eleştirileri alan, tam bir demokrat kişilik sergileyen Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile bilerek çatışmaya giriliyor, ağır sözler ediyorlar. Özkök bunu haketmiyor.
O zaman "piyasalar etkileniyor" diye Hükümetin hiç kimseyi uyarma hakkı bulunmuyor. Çünkü siyasetin gerilmesinde asıl sorumlu bizce Hükümet. Muhalefette sekter tutum olur da iktidarda sekter olunursa ülkeye, halka, çocuklarımıza zarar verilir. Uzlaşmayı iktidar yapar.
Maliye Bakanı Unakıtan Marmaris’te işadamlarına "dalgalı kurla dalga geçmeyin, iyi hesap yapın" demiş. Bizde diyoruz ki; sayın Bakan, dalgalı kurla dalga geçmeyin, iyi hesap yapın. Çünkü kötü hesaptan sadece siz değil, ülke, demokrasi zarar görür. Bunu artık görün.
Yazının Devamını Oku 
20 Mayıs 2006
PERŞEMBE akşamı görüştüğüm, daha çok yabancılarla iş yapan bir bankacı, iç ve dış piyasalardaki durumun hiç de iç açıcı olmadığını söyledi. Perşembe günü dolarda meydana gelen artışta, borsadaki düşüşte etkili olan unsurları ise ABD’deki enflasyon verileri ve Maliye Bakanlığı’nın stopaj ile ilgili açıklaması olarak belirtti.
Aynı bankacı bu fiyatların içinde Danıştay’a yapılan silahlı saldırı ve arkasından yaşanan siyasi gerilimin bulunmadığını kaydederken, "daha bunlar piyasaya yansımadı" dedi. Bu görüşmenin ardından, perşembe günkü cenaze töreni ve burada hükümete karşı gösterilen halk öfkesi tüm televizyon kanallarına ve dün de gazetelere yansıdı. Bizce 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle dün piyasaların kapalı olması büyük şanstı. Çünkü bu görüntülerin ardından dün piyasalar açık olsaydı, epeyce sert hareketler görebilirdik.
Ancak hafta sonunda tüm piyasa analizcileri, bu görüntülerin de etkisiyle raporlarını yazmış olacaklar ve pazartesi günü piyasalar böylesine bir ortamda açılacak.
Şahsen bankacıların, özellikle de piyasacıların, pazartesi günü işe yine çok erkenden gitmek zorunda kalacaklarını düşünüyoruz. Dış piyasaların seyrini gözden geçirip, gazete ve TV yorumlarını da göz önüne alıp, piyasada önümüzdeki hafta izleyecekleri stratejiyi oluşturmaya çalışacaklar. Stratejilerini oluştururken sadece, cumartesi-pazar da dahil, geçen hafta yaşanan siyasi gelişmeleri değil, önümüzdeki döneme ilişkin tahminlerini de stratejilerine katmaları gerekecek ki, işte en büyük zorluk burada olacak.
Piyasa hakkında bilgi veren aynı bankacı, bazı yabancı bankaların stopajla ilgili durumu bile bile bu işlemlere girdiklerini çünkü pozisyonları gereği yüksek bono-tahvil portföylerini devam ettirmek zorunda hissettiklerini söyledi. Bankacı, "Yani bu bankalar ve aracı kurumlar yaptıkları işlemlerin oluşturmasına rağmen, bu verginin üzerine gidilmeyeceğini sanıyor, piyasanın bu durumunda Maliye’nin geri adım atacağını düşünüyorlardı. Düşündükleri olmayınca, cuma günü bu aracı kurum ve bankaların etkisiyle faizler yeniden yükseldi" dedi.
Bizce Maliye Bakanlığı fırsatçılara taviz vermeyerek iyi etti. Çünkü stopaj uygulamasına karşı çıkmamıza rağmen, konulan kuralların uygulanması gerektiğini düşünüyoruz.
HÜKÜMET ORTAMI YUMUŞATMALI
Özetle; piyasaların önümüzdeki dönemde, özellikle iç siyasi gerilim nedeniyle büyük sıkıntılar yaşama tehlikesi bulunuyor. Eğer AKP Hükümeti siyasi ortamı yumuşatma yoluna gitmezse, belki bir-kaç hafta durulur ama genellikle inişli çıkışlı, yani istikrarsız bir piyasaya şahit olmamız kaçınılmaz.
Cenaze törenindeki kontrolsüz öfke, bütün siyasetçilere tepki gösterilmesi, bizi korkuttu. Bunun ardından Başbakan’ın hálá ortalığı gerecek açıklamalar yapması, karşılıklı iplerin gerilmeye devam etmesi, bizce bu cenazedeki öfke ortamından yeterince ders alınmadığını gösteriyor.
Siyasetteki bu gerilimin mutlaka yumuşatılması gerekiyor ve burada en büyük görev AKP Hükümeti’ne düşüyor. Başbakan’ın bizce liderliğini göstermesi, ortalığı yumuşatması ve uzlaşma tavrı göstermesi gerekiyor. Ve göstermesi gereken uzlaşma örneklerinin öyle küçük örnekler olması da artık yetmeyecek. Mutlaka siyasi ortamı yumuşatacak, devletin diğer organlarının neredeyse tümüyle doğmuş çatışma ortamını yumuşatacak önemli siyasi adımlar atması, gerekirse şimdiye kadar sorun kaynağı olan kişi ve atamaları da tasfiye etmesi gerekebilir. Geçen gün Ertuğrul Özkök’ün dediği gibi Türkiye’de şimdiye kadar kimse dindarlığı, türbanı yüzünden öldürülmedi, aksi görüşte olanlar ise öldürülmeye devam ediyor. Çevremizdeki, "Demokratikleşme çabası" nedeniyle AKP’ye destek vermiş aydınlar bile, artık "AKP’nin yaşam tarzlarını değiştireceği" yönünde tehdit görmeye başladılar. Bu tabloyu Başbakan’ın ve AKP kurmaylarının artık doğru okuması gerekiyor. Demokrasi ve istikrardan kopuş, bizce ülke için büyük felakettir ve bu kabusun yaşanmaması için en önemli sorumluluk hükümettedir. Maalesef, yine siyasetin ekonomiyi etkilediği bir döneme giriyoruz.
Yazının Devamını Oku 
18 Mayıs 2006
AKP Hükümeti yine ekonomide gerekli önlemleri almakta gecikti, piyasalar karışınca da, daha önce alması gereken tedbirleri hızlandırıp almaya çalışıyor. Çünkü artık herkes biliyor ki; bütün gelişmekte olan piyasalardan bir çıkış var ama büyüyen riskler nedeniyle Türkiye’den çıkış daha hızlı ve yoğun oluyor. Türkiye’de büyüyen riskler, 10 gün önceki dolar-faiz dengesini karşılayamaz hale geldi. Kısacası; siyasi ve ekonomik riskler, ülkeyi yönetenlerin tavırları nedeniyle bu kadar büyümeseydi, kısa vadeli sermaye çıkışı ve dolayısıyla da panik bu kadar büyük olmayacaktı.
IMF Heyeti’yle yapılan görüşmelerde ek tedbirlere gerek duyulacağını tahmin ediyorduk. Ancak yine de ortalık sakin gitseydi, ekonomi yönetimi bu tedbirleri almak için ayak sürüyebilirdi. Piyasaların karışmasıyla, ekonomi yönetiminin direnci kırıldı. Harcamaların arttığı belliydi ama bürokratlar, "IMF’yi daha sonra bu harcamayı dengeleriz, artan gelirler karşılar diye belki ikna ederiz" diyorlardı. Piyasalardaki karışıklık bu savunmayı geçersiz hale getirdi. Tedbirleri kaçınılmaz kıldı.
Daha önce harcamalardaki artışı karşılamak için, 500 milyon YTL civarında tedbir gerektiği söylenirken, görüşmeler ilerledikçe rakamın 1 katrilyona ulaştığı söylenmeye başladı.
Yani Maliye Bakanlığı memur maaş artışları, sağlık giderlerindeki artışlar gibi program dışı artışları karşılamak için, yedek ödenek dışında 970 milyon YTL’lik daha kaynak yaratmak zorunda kalacak. Bu kaynağın yeni vergilerle değil, harcamalarda kısıntıyla karşılanması öngörülüyor.
Tam da bunlar tartışılırken dün Danıştay’a silahlı saldırı gerçekleşti...
Biliyoruz ki, kısa vadeli sermaye çıkışının bu kadar hızlı olmasının altında Türkiye’ye ilişkin risklerin artması yatıyor. Risklerin artmasının nedenlerinden biri de içerde siyasi havanın gerginleşmesi ve Batı ülkelerinde, yani sermayenin geldiği ülkelerde seçim ekonomisi ve islam devleti konusunda beliren şüpheler. Piyasalarda, dışarıyla iş yapan hemen herkes, son 1-2 aydır sürekli bu konulardaki sorulara muhatap oluyor.
İşte Danıştay’a yapılan silahlı saldırı ve bunun getireceği sonuçlar, Türkiye’de artan siyasi riskleri daha da büyütecek gibi gözüküyor.
Bu nedenle alınacak önlemlerin şimdi daha da hızlandırılması gerekiyor. Yani artan siyasi riskleri biraz olsun dengelemek için ekonomik riskleri biran önce azaltmak gerekecek.
MALİYE’DEN GECİKEN TEBLİĞ
Maliye Bakanlığı bir yandan daha önce savsaklama eğilimine girdiği tedbir paketi üzerinde çalışırken, öte yandan da yine geciktiği stopaj tebliğini dün yayımladı.
Yabancıların aldıkları hazine kağıtlarında stopaj uygulamasının sorun olduğunu zaten biliyorduk. Aylardır bu sorunun giderilmesi, uygulamaya açıklık kazandırılması gerektiğini söyleyip durduk. Ancak Maliye Bakanlığı hem kendi arasında teknik düzeyde anlaşamadığı için, hem de "sorun çıkarsa bir şey yaparız, yoksa bulduğumuzu alırız" mantığı içerisinde, stopaj düzenlemesini sürekli geciktirmeyi tercih etti.
Şimdi aynı mantık kurumlar vergisinde geçerli. Kurumlar vergisinin yüzde 30’dan 20’ye ineceği açıklandı ama hálá yasa çıkmadı. Peşin vergi yüzde 30 üzerinden yatırıldı. Çünkü Maliye, bu vergiyi toplayıp rakamlarını büyütecek. IMF’ye "Bak biz çok vergi topluyoruz" diyecek, 3. gözden geçirmeyi atlatmaya çalışacak. Daha sonra da mahsup yapmak zorunda kalacağı için, aynı verginin geliri azalmaya başlayacak.
Yani günü kurtarma, göz boyama ile işe devam etme yönteminden hala vazgeçilmiş değil.
Sonuçta ne oluyor? Sonuçta küçük hesapların faturası büyüyerek önümüze çıkıyor. Gerekli önlemleri almakta geciktiğiniz için riskiniz büyüyor, riskiniz büyüyünce size karşı güven azalıyor, bunun faturasını da fiyatlarla yani faiz ve kur artışıyla ödüyorsunuz.
Kısacası; ekonomi yönetimi işlerin iyi gitmesinde sıcak para ve IMF’in yol gösterici rolünü inkar edip, "kendi becerileriyle iş düzeliyor" zannetti. Ama faturaları işte böyle büyüttü.
Yazının Devamını Oku 
16 Mayıs 2006
BAŞBAKAN Yardımcısı Abdüllatif Şener, dün IMF heyetiyle görüştükten sonra Sosyal Güvenlik Reformu’nun TBMM’de aynen kabul edilip, Cumhurbaşkanlığı’na yeniden gönderileceğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Sezer ikinci kez aynen gelen yasayı onaylamak zorunda kalacak. Sonra Anayasa Mahkemesi’ne gider mi, giderse ne olur, belli olmaz. Piyasalarda yaşanan son gelişmeler hükümeti harekete zorladı. Bozulmanın en az 4-5 tane olan nedenlerinden biri olan Sosyal Güvenlik Reformu aynen giderse, sıkıntının ancak bir kısmı giderilmiş olur. Zaten bu açıklamanın ardından piyasanın tavrı da bu gerçeği gösterdi.
Hükümetin yapması gereken başka şeyler de var. Örneğin cari açıkla ilgili önlemler, bozulmaya başlayan mali disiplini yeniden kurabilmek için ek tedbirler gündeme gelebilir. Herkes biliyor ki; özellikle harcama kısmında disiplin şaşmış durumda. Demek istiyoruz ki; önümüzdeki günlerde hükümet, yeni ek önlemler açıklarsa, kimse için sürpriz olmasın.
Bunun da ötesinde önümüzdeki günlerde "Biz IMF’yle ilişkiyi keseriz" türü demeçler ortadan kalkar ve aksine "IMF’yle yola devam, erken ödeme filan da yok" türü açıklamalar gelebilir.
IMF’ye karşı bir tavır vardı ya, hani ekonomik bürokratları "bilgi vermeye gerek yok, biz işimizi biliyoruz, yapıyoruz işte" havasına girmişlerdi ya, işte bu hava da bıçak gibi kesilir.
Bürokrasinin telaşının ilk belirtilerini geçtiğimiz cuma zaten yaşamaya başladık. Yani Hükümet ve ekonomi bürokrasisi "IMF’ye selam" çakıp dediklerini yaparsa, olaylar sakinleşir, işler rayına girmeye başlar, piyasanın ateşi düşer. Bu takdirde yola devam edilir
Farkında mısınız, bir AKP klasiği yaşıyoruz....
Yine IMF’yi savsakladılar, gözden geçirme 5 ay gecikmeyle başladı, tribünlere dönük "IMF umurumuzda değil, gerekirse göndeririz" tavrını abarttılar, bu arada ihtiyaçları kalmadığını sanıp harcamaları artırmaya, mali disiplini gevşetmeye başladılar. Sonuçta da yine gevşeyen IMF çapasına sıkı sarılıp, bağlılık gösterip, yola devam etme yolunu seçecekler.
Daha önce bu kadar gevşek davranmasalar, bu kadar havaya girmeseler, sıcak para ilelebet bol bol gelecek, faiz-kur dengesi gözetmeden nasıl olsa işler yürüyor, keyfimize bakalım demeseler, gerekli önlemleri daha önce alsalar, bütün bu çalkantı yaşanmazdı. Daha doğrusu ancak diğer gelişmekte olan ülkeler kadar yaşanır, bu kadar sert hareket ve panik oluşmazdı.
YENİ DENGE İYİ YÖNETİLMELİ
Piyasadaki hareket artık Maliye’ye stopaj nedeniyle kızan bir-kaç yabancı bankanın hareketi olmaktan çıktı. Çünkü onlar başlattı ama şimdi adı geçen bankalar da zarar görüyor.
Belli ki; mevcut faiz ve kur dengesi, Türkiye’nin sahip olduğu riski artık karşılamıyor. Yani yeni bir dengenin kurulması, varlık değerlerinin biraz rötuşlanması gerekecek. Kısacası; bu hareketin sonunda yeni bir faiz ve kur dengesinin oluşması kaçınılmaz görülüyor.
İşte dengeler yeniden kurulduğu zaman, yeniden yabancı girişi olabilir.
Bu arada, Merkez Bankası’nın döviz satarak müdahale etmesi için bankaların nabız yokladığı görülüyor. Ancak çekiş hacmi azalıp spekülatif hareketlere geçilmeden Merkez’in müdahale etmesi, bizce çok yanlış olur. Piyasa da dolarda 1.50 YTL aşılmadan müdahale beklemiyor.
Faize gelince; bankacılar, burada fazla hareket olmadığını ancak yüzde 15 kırılıp yüzde 16’ya doğru bir harekete girişilirse, panik ortamının doğacağını söylüyorlar. Merkez Bankası’nın faiz indirimi artık suya düştü, önümüzdeki 2-3 ay da faiz artırımı pek yapamaz görülüyor.
Kısacası; ekonomi yönetiminin oluşacak dengeleri çok iyi yönetmesi gerekecek. "Seçim öncesi olmaz" deyip gerekli tedbirleri almazlarsa, harcamaları kısıp talebi dengeleme yoluna gitmezlerse bu hareket durmaz, başımıza daha büyük sorunlar çıkabilir.
Ancak gerekli önlemler alınır, seçime rağmen mali disiplin yoluna yeniden girilirse, işte o zaman yeni bir dengede istikrar sağlanabilir. Bu takdirde, sonbaharda gelmesi beklenen büyük hareketin bir kısmını emmesi nedeniyle, bu çalkantı yarar bile getirmiş sayılabilir.
Burada en büyük zorluk enflasyon hedefiyle ilgili beklentileri yönetmekte görülür.
Sıcak para azalıyor, şimdi ekonomi yönetiminin becerisini göreceğiz...
Yazının Devamını Oku 