Erdal Sağlam

Piyasa, döviz müdahalesini şart görüyor

26 Haziran 2006
PİYASALAR, faiz kararı ne olursa olsun, Merkez Bankası’nın dövize vakit geçirmeden, mutlaka müdahale etmesini istiyor ve çıkışın başka türlü durmayacağını düşünüyor. Bu yazı para Politikası Kurulu Toplantısı bitmeden önce hazırlandı. Ancak faiz kararı ne olursa olsun, faiz ne kadar artarsa artsın, döviz müdahalesi olmadan bu işin çözülmeyeceği konusunda, hemen hemen tüm piyasa oyuncuları hemfikir durumda.

Bankacılar Merkez Bankası’nın yeni yönetiminin yaptığı döviz müdahalelerinden rahatsız. Bir banka deaları, geçen Cuma günü kaç yıldır gördüğü en telaşlı müdahaleyi yaşadığını belirtirken., dealing room’larda Merkez Bankası’nın tavrı "titrek" olarak nitelendiriliyor.

Yabancıların normal döviz kotasyonu vermediğini kaydeden bir dealar, yabancıların Merkez Bankası müdahalesi gelene kadar beklediğini, Merkez’den döviz alıp daha sonra kuru yeniden yukarı çıkardığını söylüyor. Yabancıların Merkez Bankası’nın kararlı tutum takınmamasından yararlandığını ve kolay para kazandığını belirten aynı dealar, "yabancılar belli bir seviyenin üzerine çıkılmasına izin verilmeyeceğini görseler, spekülasyon vazgeçecekler" dedi.

Aynı konuda bilgi veren bir banka üst düzey yöneticisi ise, şu anda herkesin döviz almaya çalıştığını çünkü kurun sürekli yukarı çıktığını söyledi. Yetkili, Merkez Bankası’nın tavrı kararlı görülmediği için sürekli artacak eğiliminin oluştuğunun da altını çizdi.

Merkez Bankası’nın dövize kararlı müdahale edip, faturası ne olursa olsun, kaç milyar dolar satılırsa satılsın, belli bir seviyede ısrarlı olması halinde, bu eğilimin tersine döneceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bankacıların tümü birden "Merkez Bankası bu döviz rezervini boşa mı biriktirdi. Şimdi satmayacak ne zaman satacak?" diye soruyorlar.

İşte bu nedenle yüklü bir faiz artırımı daha bekleyen bankacıların hemen hepsi, aynı zamanda döviz müdahalesini şart görüyorlar.

Yerli bankaların dövize müdahale edilmesini istemelerinin nedeni ise kurlardan çok faiz oranlarıyla ilgili. Yani dövize müdahaleyi "faizlerin daha yukarı çıkmasına engel olsun" diye istiyorlar. Kur bahane asıl dertleri faiz oranları.

FAİZ ARTIŞI ÇÖZÜM DEĞİL SORUNU BÜYÜTEBİLİR

İşte 2001’den bugünü ayıran en önemli piyasa özelliği de bu. Bankalar, döviz riskleri olmadığı için kurları savunmuyor. Bir banka genel müdürüne "Neden kuru savunmadıklarını" sorduğumuzda verdiği yanıt; "Geçmişte açık pozisyonumuz vardı savunuyorduk. Niye şimdi kuru savunalım da arada kalalım, zarar yazalım" oldu.

Bankaların derdi faiz. Çünkü şu anda ellerindeki hazine bonosu ve devlet tahvillerinden epey zarar etmiş durumdalar ve sürekli zarar yazmaya devam ediyorlar.

İşte bu nedenle dövize müdahale edip belli bir seviyede durdurulmasını, yeniden TL’ye talep yaratılmasını istiyorlar. Yani belli bir kur istikrarı sağlandığında, yabancıların zaten yükselmiş faiz ve tahmin edilebilir kurla yeniden girişe başlayabileceği görüşündeler. Stopaj kararı nedeniyle bu kez yabancıların daha rahat gireceğini söyleyen bankacılar, dolayısıyla yeniden yabancı girişiyle faizlerin ineceğini, ellerindeki tahvil bonolardan daha fazla zarar etmekten de kurtulacaklarını düşünüyorlar.

Bizim asıl korkumuz ise faiz çok yukarı çıktığı takdirde, reel sektörün çok hızlı biçimde zarar görmeye başlayacağı noktasında. Bankaların konut kredileri ve tüketici kredilerinde fiks oranlara sahip olduklarını, yani artan maliyeti bu kredilere yansıtamayacağını biliyoruz. Geriye roll-over dönemi gelen özel sektöre açılmış krediler kalıyor. Yani orta ve küçük boy işletmeler bundan çok zarar görür. Bu arada zaten riskli olan işletmelere açılan krediler, faiz yukarı çekilmesini kaldıramayacakları için, bankalar tarafından geri çağrılabilir.

Kısacası; bankalar zorunlu olarak, artan maliyetlerini plasmanlarına yansıtmak, dolayısıyla reel sektörün kredilerine yüklenmek zorundalar. Yani faizi artırıp o seviyelerden bir süre geri dönülmemesi, gelip reel sektörü vurur. Bu nedenle faiz artışında dikkatli olmak gerekiyor.

İşte bu nedenle diyoruz ki; faiz kararı istikrar için yeterli olamaz. Sorun çok daha büyük.
Yazının Devamını Oku

Merkez güçlü açıklamalar yapmalı

24 Haziran 2006
MERKEZ Bankası Para Politikası Kurulu, pazar günü ikinci olağanüstü toplantısını yapacağını açıkladı. Bu piyasalar için sürpriz bir karar oldu. Bizce beklendiği gibi, iki üç bankacı istedi diye, Merkez Bankası yeniden faiz artırımına giderse piyasaları yumuşatacağına, aksine iyice telaşlandırır. Yani yeni bir faiz artırımı kesinlikle piyasaların düzeltilmesi için çare olamaz. Aksine daha da zarar verebilir.

Buna rağmen kurulun olağanüstü toplantı yapmasını doğru buluyoruz. Bu toplantı açıklaması bir panik havasını körüklese bile, bu toplantıda alınacak güçlü kararlar ve yapılacak açıklamalar pazartesi günü piyasaların çok daha sakin açılmasını sağlayabilir.

Bizce şu anda yapılması gereken en önemli şey piyasalara güven vermektir.

Dün yapılan döviz müdahalesi piyasalar tarafından "ürkek, korkak" gibi kelimelerle tanımlandı. Bankacılar yabancıların bu ürkek tavrını gördükçe çok daha agresif olduklarını, daha hızlı çıktıklarını söylüyorlar.

O zaman yapılacak iş bellidir. Merkez Bankası daha önce de dediğimiz gibi; hangi risk karşısında ne yapacağını, enflasyonda bir sapma olduğu takdirde ne yapacağını açık açık, tüm detaylarıyla kamuoyuna açıklamalıdır.

Bu da yetmez artık aktif olarak hareket geçtiğini göstermelidir. Yani döviz satış ihalelerine başlayacaksa bunu kararlaştırıp, artık harekete geçmelidir. Aslında döviz ihalesi için kurulun toplanmasına da gerek yoktur ama...

Kısacası; Merkez Bankası bir güven atağına başlamalı. Dışarıdaki hareket ne olursa olsun. Hükümetin tavrı ne olursa olsun, piyasalar kaybettikleri Merkez Bankası güvenini yeniden sağlamak zorunda. Merkez, piyasalara ileriye dönük olarak yeniden banchmark olmalı, piyasalar Merkez’e güvenmelidir.

Piyasaların şu anda en büyük ihtiyaç duyduğu şey güvendir ve güveni vermek için hálá en uygun kurum Merkez Bankası’dır. Merkez’in artık "AKP hükümetinin itibarı"nı filan düşünme lüksü kalmamıştır. Merkez Bankası bağımsızlığını ispatlamalı, ne risk görüyorsa, ucu nereye gidiyorsa bakmadan, kararlı bir tutum takınmalıdır. Bunu yaparken hükümetin, bakanların destek mesajları vermemesi de bizce çok daha hayırlı olacaktır.

İSTİKRARSIZLIK HERKESİ YIPRATIYOR

Daha geçen hafta "ben piyasadakilere yapacağımı bilirim" diyen bakanlar, piyasanın bildiğini yerine getirmeye başladılar.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Devlet Bakanı Ali Babacan’ın stopajla ilgili basın toplantısını izleyen arkadaşlar, bakanların moralinin çok bozuk olduğunu, titrediklerini, toplantıya giren bürokratların ise çok daha kötü durumda olduklarını anlattılar.

Dün iki bakanın gazetelere yansıyan fotoğrafları bizce ruh hallerini zaten çok iyi yansıtıyordu.

Ekranlara, fotoğraflara yansımayan, arkadaşların aktardıkları izlenimler ise daha kötüydü.

Şimdi bir sürü insan, "ben demiştim" havasını atmaya çalıyor, bir kısmı ise bu havayı atmak için bahane kolluyor. Açıkça söyleyelim ki; uyarıları nedeniyle bu ruh haline girmeye hakkı olan kişilerden biri olarak kendimizi görsek de, böyle bir durumda değiliz.

Hükümet her şeyden önce şunu görmeli ki; gelinen aşama nedeniyle, yani kötüye gidişten birkaç spekülatör dışında sevinebilecek kimse olduğuna inanmıyoruz.

Çünkü bu işten, yani istikrarsızlıktan herkes kaybediyor, bu süreç herkesi yıpratıyor.

Bunu şunun için söylüyoruz ki; artık hükümet ve üyeleri, hatta bürokratları, "herkes bize düşman" paranoyasını bırakıp, herkesin bu işten zararlı çıkacağını yani kimsenin bilerek işi kötüleştirdiğini düşünmemelidir. Gerekirse, partizanlıkla atanan, deneyimsiz, krizi yönetmek yerine panik yaratan bakan ya da bürokratları da değiştirebilmelidir.

Şimdi tarikatına, aidiyetine bakmadan işi kim biliyorsa ona danışmak, görüşünü almak zamanı. Bu anlayış eksikliğinin, gelinen noktadaki payı da göz ardı edilmemeli.
Yazının Devamını Oku

Yılmaz: Siyasi riskleri yok saymıyoruz

22 Haziran 2006
MERKEZ Bankası Para Politikası Kurulu "faizlerin değişmediğini" açıklarken, içi doldurulması gereken unsurlar vardı. İşte bu konuları Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’a sorduk. Yılmaz, açıklamanın çok dikkatli hazırlandığını belirterek, eksik veya fazla bir kısmı bulunmadığı görüşünde. "Piyasaların siyasi risk konusunda Merkez Bankası’nın tavrını görmek istediğini ama göremediğini" hatırlattığımızda ise Yılmaz, açıklamada yer almamasının siyasi riskleri yok saydıkları anlamına gelmediğini söyledi. Cumhurbaşkanlığı tartışmalarını, AB’yi, Kıbrıs’ı yakından izlediklerini belirten Yılmaz, "Bunlar hayatın, Türkiye’nin gerçekleri, bunları yok saymıyoruz. Ancak bizim para ve kur politikalarıyla bu sorunlara yapacağımız bir şey yok" dedi. Bu risklerin ekonomik göstergelere yansıması halinde bununla ilgili gerekli önlemleri de alacaklarını, açıklama da yapabileceklerini kaydeden Başkan Yılmaz, "Kimsenin endişesi olmaması lazım; Merkez Bankası gerek gördüğü takdirde her türlü gerekli açıklamayı da, müdahaleyi yapar. Siyasi risklerin ekonomik göstergelere yansıması halinde reaksiyon vermekten geri durmayız" dedi

Dün öğlen saatlerinde görüştüğümüz Durmuş Yılmaz’a doğal olarak, piyasadaki aşırı hareketleri ve müdahaleyi sorduk. Yılmaz, "Saniye saniye piyasayı izlediklerini" belirtirken, piyasaların dövize müdahale beklentisine ise, her zaman bu görüşün bulunabileceğini ama kendilerinin gerekli görürlerse müdahale edeceklerini söyledi.

Para Kurulu açıklamasında "Para politikasının kontrolü dışındaki unsurların enflasyona geçmişte yapmış olduğu olumsuz etkilerin önümüzdeki dönemde azalma olasılığının bulunması"ndan söz ediliyor. Bundan petrol fiyatlarının mı kastedildiğini sorduğumuzda Yılmaz, bütün dünyanın enflasyonla mücadele için başlayan hareketin büyümeyi durdurması, bunun da çok yüksek petrol ve diğer emtia fiyatlarını düşürmesini beklediğini hatırlattı.

Yılmaz, bütün dünyadaki bu ağırlıklı tahminin kendileri tarafından da paylaşıldığını ve bu nedenle hem talepte daralma beklediklerini, hem petrol ve diğer emtia fiyatlarının enflasyona katkısının eskisi gibi olmayacağını tahmin ettiklerini kaydetti.

AĞUSTOSTA DÜŞÜŞ BEKLENİYOR

Açıklamada yer alan "son dönemde döviz kurunda yaşanan hareketlerin etkisiyle enflasyonda gözlenen yükselişin Haziran ve Temmuz aylarında da devam edeceği" beklentisini sorduğumuzda, "Ağustos ayından itibaren enflasyon trendinde bir düşüş beklediklerini" kaydeden Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, buna karşılık zaten çok yakından verileri izlediklerini, gerekli gördükleri takdirde, yani enflasyonda bekledikleri hareketin olmaması halinde de yine gerekli tepkiyi vakit geçirmeden vereceklerini kaydetti.

Orta vadede hala enflasyon hedeflerinin gerçekleşeceğine inandıklarını belirtip, verilerin bunu gösterdiğinin altını çizen Durmuş Yılmaz, "Biz piyasa koşulları içinde yaptığımız faiz artırımının sonuçlarını görmek istiyoruz. Bizim beklentimiz yaptığımız hareketin sonuçlarının gerçekleşeceği yolunda" dedi. Anladığımız kadarıyla Merkez Bankası 1.75’lik faiz artırımının hem kurların istikrara kavuşmasına katkıda bulunmasını, hem de talebi frenlemesini bekliyor ve bu beklentilerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bir süre daha gözlemek istiyor.

Durmuş Yılmaz’a 3 Temmuz’da açıklanacak haziran ayı enflasyon rakamlarından sonra, belirli sapma aralığını geçtiği için Hükümete mektup yazmak zorunda kalabileceklerini, bunun için 3 Temmuz’dan sonra olağanüstü bir Kurul toplantısı yapılıp yapılmayacağını sorduk. Yılmaz, şimdilik bu konuda bir kararları bulunmadığını, çıkacak veriye ve yapacakları değerlendirmeye göre, olağanüstü toplantı yapabilecekleri gibi, olağan toplantıyı da bekleyebileceklerini söyledi. Yani kesin bir kararı henüz vermiş değiller.

Yılmaz, görüşmemizde, açıklamanın sonunda yer alan "enflasyon görünümüne ilişkin açıklanacak her türlü yeni veri ve haberin Kurul’un geleceğe yönelik duruşunu tekrar gözden geçirmesine neden olacağı, özenle vurgulanmalıdır" cümlesine özellikle dikkatimizi çekti.

Özetle; Merkez Bankası çok yakından izlemede ama yeni bir hareket için acele etmiyor.
Yazının Devamını Oku

Yabancılar yine nabız yoklamaya başladı

20 Haziran 2006
GEÇEN hafta görüştüğüm bazı bankacılar ve aracı kurum yetkilileri, yabancıların ziyaretlerinin yine sıklaşmaya başladığını söylediler. Bazı bankacılar bu ziyaretleri olumlu algılayıp, yakında kısa vadeli sermayenin yeniden yatırıma gelmelerini bekliyorlar. Buna karşılık yaşananlardan sonra daha temkinli olanların sayısı daha fazla. Yabancılarla geçen hafta görüşen bir bankacı, "nabız yokluyorlar ama tekrar gelme kararı almaları için henüz çok erken" yorumunu yaptı.

Tekrar gelmeleri için, hem Türkiye’ye ilişkin risklerin daha da büyümeyip azalması, hem de fiyatların daha uygun hale gelmesi gerekiyor.

Bir bankacı, büyük bir yabancı fon yöneticisiyle yaptığı görüşmede, "Yeniden hazine kağıdı almaları için gereken faiz oranını yüzde 21 olarak belirttiğini" söyledi. Yabancıların da yerli bankalar gibi çeşitli hesaplar yaptıklarını ve yüzde 21’lik faiz oranının da bazı risk hesaplarına dayandırdıklarını kaydeden aynı bankacı, "Bu oran da küresel likiditedeki mevcut durumun korunması ve Türkiye’ye ilişkin risklerin sabit kalması halinde geçerli" dedi.

Aslında Türkiye’ye yeniden yabancı sermaye akımının başlamasında temel etken yine yurt dışındaki küresel akımların seyri olacak. Bazı yabancı yorumcular, gelişmiş ülke faiz oranlarının yaz aylarında biraz daha istikrar kazanmasını bekliyor, dolayısıyla yeniden bir büyüme eğiliminin başlayabileceği yorumunu yapıyorlar.

Buna karşılık, son birkaç aydaki gelişmelerin süreceğini tahmin eden, hatta uzun bir gerileme sürecine girildiğini, küresel olarak belirgin bir yavaşlama yaşanacağı yorumunda bulunan büyük banka temsilcileri ve iktisatçılarının sayısı da bir hayli fazla.

Özet olarak; Türkiye’ye yeniden yabancı sermaye akımı olması için önce küresel likiditede uygun bir ortamın yeniden oluşması gerekiyor. Belki diğer gelişmekte olan ülkelere yeniden fon akışının başlaması için bu yetebilir ama Türkiye için durum hálá farklı.

Söylemek istediğimiz o ki; küresel likiditedeki durum iyileşse bile, Türkiye hálá diğer gelişmekte olan ülkelerden farklı görülüyor ve bu nedenle Türkiye’ye diğer ülkelerle birlikte bir fon girişi, şimdilik zor görünüyor.

SİYASİ RİSKTEN SÖZ EDECEK Mİ

Yabancı sermaye girmediği takdirde, mevcut fiyatların aşağı gelmesi ise pek mümkün görülmüyor. Bankacılar içinde yüzde 19’u aşan faiz oranlarının bir süre daha böyle gideceğini tahmin edenlerin sayısı fazla. Hatta daha yukarı çıkacağını bekleyenler de var.

Yani bankacılar artık iki ay önceki faiz ve kur seviyelerine geri dönülmesini hemen hemen imkansız görürken, bu günkü seviyelerden daha aşağıda bir denge kurulmasını bekleyenlerin sayısı da, giderek azalıyor.

Bankacılar, yabancı bankaların raporlarında ilk sırayı "siyasi risk"in almaya başladığını, AKP ile devletin diğer kurumları arasındaki çatışmanın artıp, Cumhurbaşkanlığı seçimi için kavga çıkmasının beklendiğini, bu konuların raporlarda açıkça yer aldığını söylüyorlar.

Buna karşılık Merkez Bankası raporlarında "siyasi risk"e hiç yer verilmemesi ise, önemli bir güvensizlik kaynağı oluyor. Merkez Bankası’nın, hükümetle ters düşmemek adına böyle bir ibareye yer vermediğini düşünen bankacılar, bağımsızlık tartışmalarını bitirmiş değiller.

Dolayısıyla, risklerin iyi yönetilmesi konusunda bozulan güven kazanılmış değil.

Bir bankacı, faizlerin yüzde 21’e gelmesi halinde bile yabancı sermayenin yeniden girişinin zor olduğunu, ancak çok risk seven fonların, sadece faize bakarak girebileceğini söylüyor. Kısa vadeli yabancı sermayenin yeniden gelmesi için algıladıkları risk seviyesi kadar faiz artışının yanısıra, kurlarda da istikrar beklendiğini kaydeden bir bankacı, "Yani yabancı hangi kurdan girip hangi kurdan geri dönebileceğini aşağı yukarı bilmek istiyor. Sadece faiz artışı da yeniden giriş için artık yetmiyor" dedi.

Özetle; yabancı fon yöneticileri tekrar nabız yoklamaya geliyorlar ama gördükleri riskler hálá çok yüksek. Bu nedenle, güvenin yeniden oluşmasını sağlayacak önlemler gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Anketlere göre ülkeyi yönetmek

19 Haziran 2006
AKP Hükümetinin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, anketlere çok önem verdiğini biliyoruz. Bazıları parti tarafından bilinen ama bazıları çok dar bir grupta değerlendirilen kimbilir kaç tane anket yaptırıyorlar? Rivayet muhtelif ama kaç tane anket var tam olarak bilinmiyor. Bu anketler, halkın nabzını, eğilimlerini yoklamak, AKP’nin kuruluş aşamasında ve seçim sürecinde çok işe yaradı, bu açıkca belli oluyor.

Ama devlet adamlığı, iktidar olmak bizce farklı bir iş. Yani sık sık yapılan anketlere, ne kadar sağlıklı olduğu bilinemeyen günlük nabız tutmalara göre ülke yönetmeye kalkışmak, bizce o ülkenin geleceğine aynı zamanda çok büyük zararlar verebilir.

AKP Hükümetinin, özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinin sık sık değişebildiğini, uygun bir dille de olsa, çok sık çark ettiğini gözlüyoruz. AKP’den gelen bilgilere göre, bu değişiklikler, işte bu sık sık yapılan anketlerin sonuçlarına dayanıyor.

Başbakan ve AKP’nin kurmayları, son sıralarda farkındaysanız, türban konusunu, laiklik tartışmalarını hiç gündeme getirmez oldular. Çünkü bu kavramlarla öyle oynadılar ki; hem devletin diğer organlarıyla bu yolla çatışma alanlarını derinleştirdiler, hem de kendine dindar diyen kesimlerde bile tepki çekecek kadar büyük korku yarattılar.

Peki bu türban ve laiklik tartışmalarını bilerek tırmandıran AKP bu sonucu göremedi mi, niye böylesine derin bir çatışma alanı yarattı?

Bizce işte bu hataya günlük anketlerin sonuçlarına bakarak, onlara uyarak gelindi.

Anketlere göre ülke yönetmeye kalkışmak, bizce tam anlamıyla bir popülizmdir. Popülizm sadece seçim harcamaları yapmakla, çiftçiye memura ek zamlar vermekle olmaz. Aynı zamanda halkın gerici yönlerini, tabularını, ilkel tepkilerini kullanmak da, yani kitle kuyrukçuluğu yapmak da popülizmin ta kendisidir.

Popülizm günlük oy kaygılarıyla, geleceği tehlikeye atmak pahasına günü kurtarmak için başvurulan ucuz bir yoldur. Popülizmde ülkenin geleceğini düşünmek, çocuklarımızın nasıl bir ülkede yaşaması gerektiğini gözönüne almak yoktur.
AB’YE TAVIR

İşte son günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AB konusundaki tavrını, kafa tutuşlarını da yine anket sonuçlarına bağlıyoruz. Aynen türban gibi AB’ye kafa tutuş da bizce halkın gerici yönlerinin, ilkel milliyetçi eğilimlerinin istismar edilmesidir.

AB’ye girmeye aday bir ülke, böyle bir tavırla diplomasi yapamaz. Teslimiyetçi olmamak, kahvehane diliyle konuşup, halka "helal olsun" dedirtecek bir üslubu benimsemek değildir. Siz güçlü bir ülkeyseniz, çok daha ince diploması ile ülke çıkarlarınızı korumak zorundasınız. AB üyesi ülkelerde zaten varolan tepkileri iyice artıracak, "Bunlar bizim içimize yakışmıyor" savını güçlendirecek bir üslupla haklarınızı korumaya çalışırsanız, belki içerde üç-beş oy fazla alır, halkın gerici duygularını okşar ama ülkenin çıkarlarını tehlikeye atarsınız.

Zaten bu ülkenin batı hedefini törpüleyip, yüzünü Doğu’ya çevirdiği izlenimi veren, Hamas’ı bile çağırıp bütün bölge politikasını tehlikeye atar bir tavır takınmışsınız, bir de AB’ye karşı bu yanlış üslupla müzakere etmeye kalkışırsanız, iyice yalnız kalırsınız.

Aslında AKP, AB’ye karşı böylesine sekter bir tavır alarak, kendi çıkarlarını da zedeliyor. AB hedefi nedeniyle kendini legalleştirmeye çalışan bir iktidar partisi olmaktan uzaklaştığının acaba farkında mı? Aydın kesimlerdeki desteğini, daha önceki "hayat tarzlarını tehdit eden" tutumu nedeniyle zaten azalttığını, AB’ye bu üslupla karşı koyarak, desteği tümüyle kaybedeceğini göremiyor mu? Acaba bu tavır nedeniyle DYP ve MHP’ye kayan milliyetçi oyları mı geri almaya çalışıyor? "Aslı varken taklidine kimsenin itibar etmeyeceğini" acaba görmüyor mu? Çark edip, "Dik duruyoruz, dikleşmiyoruz" demek, bizce işi kurtarmıyor.

Günlük anketlere göre ülke yönetmeye kalkışmak, sağ ya da sol, gericiliktir. Lider olmak, halkın gerici, ilkel tutumlarına rağmen onları yönetip, ülkenin makro çıkarlarını kollamaktır.

Anketlere göre ülke yönetmek ekonomide iyileşmenin anahtarı olan çapaları da kaybettirir.
Yazının Devamını Oku

Haziran bütçesi de güzel çıkacak

17 Haziran 2006
MAYIS ayı bütçesini güzelleştirmek için elinden gelen her türlü oyuna giren, bu arada çıkacak kurumlar vergisi indirim yasasını bile geciktirmekten kaçınmayan Maliye Bakanlığı, şimdiden haziran ayı bütçesini güzelleştirmeyi de kesinleştirdi. Uzan Grubu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)’na başvurarak, uzlaşma protokolü yapılmasını istedi ama ön koşul olarak Telsim’in satışından elde edilen gelirin Fon’a olan borcundan düşülmesini, Maliye’ye vergi borcu olarak ödenmemesini istedi.

TMSF yönetimi, sulh protokolü imzalamak için bu öneriyi dikkatle inceleme kararı almışken, Maliye Bakanlığı Uzan Grubu’nun bu önerisinin kesin olarak kabul edilemeyeceğini söyledi. Çünkü Maliye Bakanlığı, haziran ayı bütçesini de tutturmak, hatta planlanandan daha iyi göstermek istiyor ve bu nedenle TMSF’den gelecek bu paraya ihtiyacı var.

Uzan Grubu, çıkarılan yasaya rağmen, Telsim’in satışından elde edilen gelirin vergi borcunda kullanılamayacağını, Maliye’nin diğer alacaklılar gibi tasfiye masasında sıraya girmek zorunda olduğunu belirtmişti. Aslında normal olarak bakıldığında, Uzan Grubu’nun talebinin hukuki olarak o kadar abartılı bir talep olmadığı görülüyor.

Uzan Grubu ayrıca vergi borcu için yapılan hesaba da itiraz ediyor. Yani Maliye’nin Uzan Grubu’nun vergi borcu olarak çıkardığı rakamın abartılı olduğunu belirtip, bu rakamın düşürülmesi gerektiğini belirtiyordu.

Dolayısıyla TMSF yönetimi, Maliye Bakanlığı’nın itirazı nedeniyle, Telsim’in Vodafone’a satışından elde edilen geliri, grubun vergi borcu için ödemek zorunda kalacak.

TMSF’nin Maliye’ye ödeyeceği rakamın yaklaşık 5 katrilyon lira civarında olacağı tahmin ediliyor. Yani; Maliye Bakanlığı haziran ayı bütçe rakamını de bu hukuken tartışmalı hale gelebilecek gelir kalemiyle tutturmuş olacak. TMSF de davalarla uğraşacak...

Bunun da ötesinde belki Uzan Grubu "vergi borcumu yanlış hesapladılar" deyip hukuki başvuru yapacak ve ileride abartılı bir rakam çıktığı kararı verilirse, Maliye aldığı bu rakamın bir kısmını geri ödemek zorunda kalacak.

Aslında mayıs ayı bütçesinin güzelleştirilmesi için kullanılan gelir kaleminin bir kısmı da sonradan bu ay rakamlarından geri çıkacak. Çünkü Maliye yasayı geciktirdi o nedenle kurumlar vergisi indirimi geç gerçekleştirildi. Yani yüzde 30 üzerinden geçici kurumlar vergisi tahsil edildi. Daha sonra bu vergi yüzde 20’ye indirildiği için, ileriki aylarda bu fazla ödenen geçici vergiler mahsup edilecek, yani daha sonra tahsilat azalacak.

TMSF’DEN DÖVİZ SATIŞINA DEVAM

Ekonomi yönetimi bu tür küçük oyunlarla hem bütçeyi güzel gösteriyor, hem de piyasalardaki kargaşanın düzeltilmesi için, suni de olsa, olumlu hava pompalamaya çalışıyor.

Maliye’nin Uzan Grubu’nun talebini kabul etmemesi, hem bütçeyi güzelleştirecek hem de piyasalara daha fazla döviz satışını beraberinde getirecek.

Gelirin YTL olarak bütçeye alınması nedeniyle, son dönemde aşırı artan döviz fiyatlarının, önümüzdeki günlerde biraz daha düşürülmesi de sağlanabilecek.

Çünkü TMSF Maliye’ye yaptığı ödemeleri YTL cinsinden yapmak zorunda. Dolayısıyla şimdiye kadar yaklaşık 2 milyar dolarlık Telsim gelirini piyasada döviz satarak YTL’ye çeviren TMSF, önümüzdeki haftadan itibaren yaklaşık 2 milyar doları daha piyasada satacak.

Maliye Bakanlığı bu parayı haziran ayı bütçesinde kullanmak, bu sayede FDF gibi IMF hedeflerini tutturmak istediği için, TMSF’nin de döviz satışını hızlandırması bekleniyor.

Yani daha önce TMSF, satışları zaman içine yayıp, uygun fiyatlarla döviz satıyordu ama artık zamanı daralıyor.

Şimdiye kadar sattığı 2 milyar dolara ek olarak, önümüzdeki 10-15 gün içinde 2 milyar dolar daha satmış olması gerekiyor ki; YTL’ye çevirerek vergi parasını denkleştirsin.

Bu durum belki piyasaların da işine geliyor ama Maliye Bakanlığı’nın piyasayı tehdit ederek, bu tür makyajlarla işi idare etmeye kalkışması, bizce daha çok korkulacak bir eğilim...
Yazının Devamını Oku

Dünya Kupası’nda piyasayı izlemek

15 Haziran 2006
<b>BERLİN</b><br>PİYASALARDAKİ kargaşayı izlemekten kurtulup Berlin’e bir davet üzerine Dünya Kupası maçı izlemeye gelen, kargaşanın daha uzun süre süreceğini görüp nefes almak için ara veren ekonomi gazetecisinin başına ne iş gelir? Piyasa yeniden zıplar ve Berlin’den bile otel odasına kapanıp, piyasada olup biteni izlemeye çalışır. Berlin’de çok güzel bir hava var. Buraya her gelen Türkün dediği gibi; insan Türkiye’nin bu kupaya katılamamasına çok içerliyor. Brezilya-Hırvatistan maçını staddan izleyen, diğerlerini televizyondan takip etmeye çalışan sıradan bir seyirci olarak, oynanan oyunlara bakıp, Milli Takım’ın burada iş yapabileceğini hissediyorsunuz. Ancak bizce en önemli kayıp, buradaki renk ve kültür cümbüşünü yaşamaktan, hoşgörü ortamını solumaktan alıkonulmak.

Gerçi Berlin’deki Fenerium mağazasından formaları kapıp, stadda, sokaklarda hangi maç olursa olsun Fenerbahçe formalarıyla gezen, birbirleriyle karşılaşınca tezahüratlar yapan Türk seyircilerini görmeniz mümkün ama...

Hırvat seyircilerin mesafenin yakın olması nedeniyle beklediğimizden çok daha fazla olduğunu söylemeliyiz. Bu maç fırsatıyla Avrupalıların Brezilya sevgisine bir kez daha tanık olduk. Başka maçlar için Berlin’e gelen Avrupalılar genellikle Brezilya formalarıyla dolaşıyorlardı ve doğal olarak Hırvatlar’dan sayıca daha fazlaydılar.

Buradaki en çarpıcı gözlemimiz Türkiye’deki maçların aksine, milli maç olmasına rağmen çok büyük bir dostluk ve hoşgörü havasının esmesiydi. Stad girişinde biri Hırvat diğeri Brezilya formalı, el ele tutuşmuş sevgilileri bile görmek mümkündü.

Dolayısıyla fanatiklik potansiyeli yüksek, ateşli seyircilerin bile çevreden etkilenip, tahrik olabilecek hareketlerden kaçındığını, ötekilere mümkün olduğunca saygılı davranmaya çalıştığını, hem de bunu biraları içtikten sonra bile becerebildiğini açıkca gözlüyorsunuz.

Bu arada Alman kültürünün disiplin ve koordinasyon yeteneği, trafiğin akışından, yasaklara kadar bir kez daha kanıtlandı. Örneğin maça gelecek olanların binecekleri otobüslerin, hangi kapıdan girip hangi otoparkta bekleyeceğinin 6 ay öncesinden programlandığını ve bunun değiştirilemediğini öğrendiğinizde artık şaşırmıyorsunuz.

Bu arada Almanlar’ın kapitalizm adına kendilerini aştıklarına, Dünya Kupası’nı metalaştırma adına oldukça yaratıcı yöntemlere başvurduklarını, biraz da şaşırarak şahit olduk.

PİYASALARDAKİ KARGAŞA

Kısacası; Ankara’nın giderek pusu artan havasından sıyrılıp, renkli bir dünyanın içinde dolaşmak ve rahatlamak için Berlin’de her şey mevcuttu. Ancak doğal olarak önceki gün piyasalarda yaşanan panik burada da bizi etkiledi.

Otele kapanıp, telefonlarla ne olduğunu anlamaya çalışmak, işin püf noktasını kavramaya çalışmak, diğer günlerden ayıran özellikleri bulabilmek için çalıştık...

Bütün bunlardan sonra maça gidip rahatladığımızı, her ne kadar Brezilya’nın kendi sıkmadan oynamasına seyirci olarak kızsak da o cümbüşü yaşamanın, tarihi Berlin Stadyumu’nda olmanın verdiği keyifle güzel bir gece geçirdiğimizi söyleyebiliriz.

Ancak bu bir gün içinde yaşanan çelişkili duygulardan sonra kendi başınıza kaldığınızda, "ekonomik ve siyasi kargaşanın daha ne kadar bu ülkenin kaderi olmaya devam edeceğini" düşünmekten, biraz karamsarlığa kapılmaktan kendinizi alamıyorsunuz.

Halbuki bu kez oluyor gibiydi. Sıcak para girişinin bu kadar yoğun sürmeyeceği, bir noktada kesileceği belliydi ve o zaman gelene kadar her şeyi düzeltip, sıcak paradan mümkün olduğunca az etkilenmenin yolları belliydi. Ama Hükümet, sıcak para etkisiyle rehavete girdi, bu giriş her zaman sürecekmiş gibi, tüm uyarılara rağmen aşırı büyüme havasından kurtulamadı. Şimdi artık palyatif tedbirlerin yetmeyeceği döneme hızla yaklaştığımızı hissediyoruz. Halbuki bu ülkenin yeni bir krize kesinlikle tahammülü yok. Bizlerin krizleri düşünmeden, "yaşadığı eğlenceden tedirgin olmayacağı" dönem gelmeli artık...
Yazının Devamını Oku

Bankaların son gelişmelere bakışı

13 Haziran 2006
GEÇTİĞİMİZ hafta Merkez Bankası’nın faiz artırım kararı bütün boyutlarıyla tartışıldı. Genel olarak hemen herkes, Merkez Bankası’nın sürpriz bir faiz artırım kararı vermesinden memnundu. Bankacılar kararın alınacağı Para Politikası Kurulu toplantısı öncesi, daha küçük bir artırım beklediklerini söylemişlerdi ama karar açıklandıktan sonra da kararın ne kadar isabetli olduğunu söylemeye başladılar.

Bu arada, sanki bu kararlarla bütün iş halledilmiş, bozulan işler yeniden rayına girmiş gibi bir hava verilmeye çalışıldığı da gözlendi. Sürpriz kararın etkisiyle bu abartılı yorumlar yapılırken, daha sonraki günlerde ayakların biraz suya ermeye başladığını gözlüyoruz.

Daha önce de değindiğimiz gibi; bu gidişle şok faiz olarak adlandırılan faiz artırımının da yetersiz kalacağını düşünüyoruz. Umarız işler iyi gider, faizi artırmadan istikrar kazanılır.

Bankaların da artık eskiden olduğu gibi tabloya pembe gözlüklerle bakmadıkları ortada. Daha önce hiç kötü haber istemeyen piyasalar, artık her şeye şüpheyle bakar, her taşın altına bakar oldular. Artık banka iktisatçıları ve dealar’lar "Nasıl olsa bir şey olur, işler düzelir" havasında değiller. Şimdi kamunun rakamlarını, aldığı kararları daha detaylarıyla inceliyorlar.

Bankaların bakışını gösteren en önemli unsurlardan biri, düzenli olarak hazırladıkları yorum bültenleridir. Banka yönetimleri bu bültenleri, yorumları, değerlendirmeleri çok iyi izleyip kararlarını alırken onlara dayanırlar. Bankalar aynı bültenleri iyi müşterilerine de gönderirler ve müşterilerine yatırım kararı tavsiyesinde bulunurken, bu bültenleri kullanırlar.

Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; bültenlerin dili bile son iki haftada değişmiş durumda.

Şimdi size, başlarında bulunanları tanıdığım ve iyi iktisatçı olduklarına güvendiğim, iki ayrı bankanın araştırma birimlerinin geçen hafta sonunda çıkan bültenlerinden bazı bölümleri aktaracağım. Bir bankanın Makro Yorum raporu "Keşke Kredibilite bir adımla kazanılabilseydi" başlığını taşıyor. Para Politikası Kurulu’nun faiz kararının değerlendirildiği raporda, bu kararı "Enflasyon sorununun tek vuruşla halledilmesi ve Merkez Bankası bağımsızlığının kanıtı" gibi görmenin "Fazla iyimserlik" olacağı söyleniyor. Faizlerin 1.75 puan birden artırılmasının doğru yolda atılmış bir adım olarak değerlendirildiği raporda, faiz artışının yeterli ya da yetersiz olduğunun ise tartışmaya açık bir konu olduğu söyleniyor. Bu tartışmalara yer verilirken, bir bakış açısıyla, yapılan artırımın piyasadaki fiili gerçekleşmenin yarısı olarak görülebileceğine de işaret ediliyor. Yani Merkez Bankası’nın yaptığı açıklamada yer verilen "bundan sonra yönün aşağı olacağı" ibaresine katılınmıyor.

MERKEZ BANKASI ATAMALARI

Aynı raporda Merkez Bankası’nın kredibilitesi ve bağımsızlığı konusunda erken hükümlere katılmanın zor olduğu kaydedilerek, bu kararın hükümete rağmen alındığı izlenimi olmadığı, bakanların ve hükümete yakın gazetelerin bu kararı övmüş olmasının bağımsızlık adına manidar olduğu kaydediliyor. Başkan yardımcılığına ve Para Kurulu’na yapılan son atamalar için ise "bağımsız bir kurul oluştuğu izlenimi vermekten uzak" olduğu ve bu durumun ileriye dönük endişeleri artırdığının altı çiziliyor.

Bir başka bankanın bu haftaya bakışını yansıtan raporunda da, son dönemde operasyonel riskin artması üzerinde durulurken, "Daha zorlu risklerini büyük ölçüde kontrol altına alan bir ekonominin operasyonel taraftan darbe yemesi son derece düşündürücü ve üzücüdür. Ancak esas korkutucu olan Hükümetin ekonominin karşı karşıya olduğu bi işlevsel riskin tam olarak farkında olmayabileceği ihtimalidir" deniyor.

Aynı raporda işlevsel riskin realize olmasının bir örneği ise; olumlu bulunan başkan yardımcıları atamalarıyla tam da başkana kendi ekibini oluşturma imkanı sağlandı denildiği anda Para Politikası Kurulundaki Banka Meclisi temsilcisinin en tartışmalı ve aykırı üye olarak belirlenmesi olarak belirtiliyor.

Kısacası; hükümetin dediği gibi son hareketler tümüyle dış kaynaklı değil, beceriksizlik ve kötü yönetim de söz konusu. Bu anlayışın değişeceğine ilişkin bir umut da pek görünmüyor.
Yazının Devamını Oku