Erdal Sağlam

Enerjide 1 Temmuz’dan bu yana sorun değişmedi

11 Temmuz 2006
1 Temmuz’da yaşanan büyük karanlık nedeniyle enerjideki sıkıntılar gündeme gelmişti ama son günlerde tık yok. Peki, 1 Temmuz’dan buyana ne değişti ki, artık enerjideki sıkıntılar konuşulmuyor. Konuşuldu, çözüm yolları netleşti de, onun için mi artık konuşmuyoruz? Şu kadarını çok açık söyleyelim ki; 1 Temmuz’dan bu yana enerji sektöründe yaşanan sıkıntıların hiçbiri değişmedi. Eğer değişiklik varsa, durum daha da kötüleşti bile diyebiliriz.

Yaşanan sıkıntının kaynaklarından biri, gereken elektrik zamlarının yapılmaması, o nedenle de otoprodüktörlerin belli bir saatte, genel enerji kaynaklarını kullanmayı tercih etmesi idi. Burada bir değişiklik yok. Elektrik zammı yapılmadığı gibi, temmuzda yapılması gereken doğalgaz zammı da yapılmış değil. Bu zamların ister istemez daha yüklü oranlarda gelmesi kaçınılmaz ve bu yansıyınca, nihai elektrik fiyatları artırılmadığı için otoprodüktörlerin maliyeti ile satış fiyatı arasındaki fark, daha da büyüyecek.

Otoprodüktörlerin çıkış amacı, sadece kendi elektriğini üretmeleri idi. O zaman yeniden bu çerçeveye dönülmesi, yani otoprodüktörlerin dışarıya elektrik satmaması şartı getirilebilir. Peki bu yapıldı mı, hayır. Hükümet böyle bir çözüme cesaret edemiyor.

1 Temmuz’dan bu yana ne yapıldı derseniz, toplantılar yapıldı tabi ki. Öğrendiğimize göre, hafta sonu Enerji Bakanı yine Başbakanla bu konuda bir görüşme yaptı. Şu anda çözüm için tartışılan tek formül, doğalgazdaki ÖTV’nin üreticilere satışında kaldırılması konuşuluyor. 125 milyon YTL’lik bir vergi kaybı olacağı hesaplanıyor ve Enerji Bakanlığı’ndan, Maliye itirazı nedeniyle, "O zaman bu yükü tüketiciye yansıtalım, olsun bitsin" görüşleri yayılıyor.

Yani 125 trilyonluk vergi kaybını karşılamak için, sanayici ve hane halkı bu faturayı ödeyecek Yani elektrik zamlanacak. Bazı uzmanlar ise sadece hane halkına zam yapılsın diyormuş. O zaman da faturanın tümü tüketiciye çıkacak, sanayici kurtarılacak.

Peki ÖTV kaldırılırsa, doğalgaz kullanan yap-işlet-devret santralleri bu haktan yararlandırılacak mı, bu belli değil. Hükümet bu konuda da cesaret edip kalıcı bir çözüm bulamadı. Geçmişte bu santrallerin şaibesi için mangalda kül bırakmayan demeçler veren Bakan ve bürokratlar, yine geçmiştekinin aynısını yaptılar ve mevcut durumu sürdürmek için, ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Mecburen böyle davranmaya devam edip, yasa bile çıkarıyorlar. Bu yasa eğer Cumhurbaşkanı’ndan veto yerse, işler iyice karışacak.

PİYASA NEDEN LİBERALLEŞTİRİLMİYOR?

Bu arada başlaması gereken dağıtım özelleştirmesi, hala başlatılamadı. Bu arada kontrat devri için de onca söz söylendi ama harekete bir türlü geçilmiyor

Yani enerji piyasanın liberalizasyonu için yapılması gerekenler belli ama adımlar atılmıyor. Özel sektörün kısıntılardaki payı kasıtlı olarak abartılıp, yönetim beceriksizliği saklanmak isteniyor. Bu yolla, bizce yapılmak istenen başka bir şey de; kamuoyuna "bakın özelleşince böyle oluyor, o nedenle kamunun elinde kalsın" havası verilmeye çalışılıyor.

Peki Hükümet neden piyasanın liberalleşmesine direniyor, samimi davranamıyor?

Bu sorunun yanıtı bizce geçenlerde yapılan tartışmada kendini açığa verdi. Bildiğiniz gibi kesinti üzerine kızan Başbakan, yetkililerden bilgi alıp, özel sektör kurumlarına çattı. 13 ili etkileyen elektrik kesintisiyle ilgili bazı şeylerin bilinmediğini kaydeden Başbakan Erdoğan, "Halkın hizmetinde olan bu yatırımları aleyhte kullananlara acımasız davranırız" diye çıkıştı. Özel sektöre fırça atan Başbakan, sorunun arızadan değil organize bir girişimden kaynaklanmış olabileceği imasında bulundu.

Peki, daha önce "tesisleri kapatır, anahtarları Hükümete veririz" diye demeçler veren özel sektör üreticileri, bu fırçayı yiyince ne yaptı? Hiç... Hiçbirinin sesi çıkmıyor, çıkamıyor.

Peki bunun nedeni ne derseniz; çok açık.. Çünkü Hükümetin kararlarından etkilenecek başka iştigal konuları da var ve Hükümetle, Başbakanla çatışmaktan kaçınıyorlar, menfaatlerine ters.

Şimdi anladınız mı Hükümetin neden devleti küçültmek, enerji piyasasını liberalleştirmek, özelleştirmek istemediğini.. Fırçayı atıyorlar ses çıkmıyor, işlerini rahat rahat götürüyorlar..
Yazının Devamını Oku

Beklentiler aksini gösterse de piyasalar iyimser

10 Temmuz 2006
BEKLENTİ anketinden olumlu bir hava çıkmıyor, aksine, büyümenin daralması ve orta vadede enflasyonun yükselmesi bekleniyor ama piyasaların morali iyi sayılır. Bugün piyasaların olumlu açılması bekleniyor. Piyasalar, beklenti anketinde aksi çıksa da iyiyi satın almak için çok iştahlı gözüküyorlar. O nedenle bugünden itibaren kurlarda düşüş, faizlerde bir durgunluk ve borsada yeniden artış beklenebilir.

Faizlerde bir iniş beklenmiyor, çünkü enflasyon beklentisine de bağlı olarak orta vadede faizlerin bir miktar daha yukarı çıkabileceği beklentisi hakim.

Merkez Bankası’nın beklenti anketine göre; 2006 sonu için enflasyon beklentisi yüzde 10.17 olurken 2007 ortası için yaklaşık yüzde 8 rakamı tahmin ediliyor. Ortalama beklentiye göre önümüzdeki 3 ayda ise faizlerde çeyrek puanlık bir artış tahmin ediliyor.

Yaşanan dalgalanma sonucunda alınan önlemler nedeniyle, nihayet büyümede bir yavaşlama beklentisi oluşmaya başladı. Siyasiler hala yüzde 5’lik hedefin gerçekleşeceğini söylerken, beklenti anketinde daha önceki yüzde 4.5’luk büyüme tahmini yüzde 4.4’e indi. 2007 yılı büyüme tahmini de yüzde 4.6’dan yüzde 4.4’e düştü.

Temmuz ayı beklenti anketinin en çarpıcı sonuçlarından biri; enflasyonda özellikle orta vadeli beklentilerin yükselmeye devam etmesi oldu. Buna karşılık gelecek 1 yılda enflasyon beklentisi ve faizde yeniden düşüş trendi bekleniyor. Bu arada ekonomide yavaşlama beklentisinin belirginleşmesi de, beklenti anketinin bir başka çarpıcı sonucu.

Kurlardaki yükselme, ekonomik aktivitedeki düşme beklentisine karşın cari işlemler açığında iyimser de olunamıyor. Aksine cari işlemler açığı tahmini, küçük de olsa, artış göstererek 2006 yılı için 25 milyar 501 milyon dolara yükseldi.

Bütün bu göstergelere rağmen, aslında bu beklentiler piyasaların beklentisini yansıtmasına rağmen, piyasalar artık iyiyi satın almak istiyorlar. Bu nedenle kendilerinden çıkan bu tahminlerin aksine davranmaya da hazırlar. ABD’den gelen haberleri de olumlu yorumlama eğilimindeler. Bunun yanısıra, bizce stopaj kararının Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmemesi gibi, Kıbrıs haberlerini olduğundan daha iyi satın almak niyetinde gözüküyorlar.

İşe bu nedenle diyoruz ki; bugün piyasalar büyük ihtimalle iyi açılır ve bir süre daha, çok olumsuz bir haber gelmezse, olumlu trendi devam ettirmeye çalışırlar.

HERKESİN İŞİNE GELİYOR

AKP Hükümeti, bu dalgalanmaya yine şanslı bir konjonktürde yakalandı. Dünyadaki hareketin içeriye yansıması kötü yönetildi. Eğer piyasalar, pozisyonları nedeniyle, olumlu eğilimlerinde yakalanmasalardı, bu yönetim hatalarının faturası çok daha büyük olurdu.

İşte AKP Hükümeti bu nedenle şanslı sayılır. Hükümet bizce bu şansının sonradan farkına vardı ve "bize komplo düzenliyorlar" paranoyasından sıyrılıp piyasaları ve işdünyası yeniden dinleme eğilimine girdi. Ve gördüler ki; piyasalar kendi çıkarları doğrultusunda, dünyadaki hareketi, yönetimin tüm beceriksizliğine rağmen, mümkün olduğunca es geçme eğilimindeler.

Duyduğumuza göre Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, yurt içinde ve yurt dışından piyasa uzmanlarını çağırıp, özel görüşmeler yapmış, dışardaki havayı, içerde ne yapmak gerektiğini sormaya başlamış. "Piyasanın sopası" da bu işte, ne diyelim...

Bizce Cumhurbaşkanlığı seçimi için "başkası da olur" çıkışları, yurt dışındaki siyasi tedirginliğin iyice anlaşılmasından sonra yapıldı. Yine yurt dışındaki havayı dinleyerek,bu dalgalanmadan önce, bu tür kaygıları ısrarla dile getiriyorduk ama Hükümet ve bakanlar bu uyarılara "komplo teorileri" diye bakma eğiliminde oldular.

Peki AKP gerçekleri tümüyle kavradı mı? "Bu dalgalanma devam edecek" söylemleri başlasa da, dünyadan kaynaklı bu hareketin ve içerden gelebilecek tehlikelerin boyutları bizce hala tam olarak kavranmadı. Açık söyleyelim; kavramış olsalardı bizce mümkün olduğunca erken seçime giderlerdi. Ama birilerinin gözünü Cumhurbaşkanlığı bürümüş vaziyette. Hem dünyadaki kargaşanın uzun sürecek olması, hem de bu hırs ileriye dönük umutları kırıyor.
Yazının Devamını Oku

Enerjide arz değil yönetim açığı var

6 Temmuz 2006
GEÇEN hafta yaşanan büyük karanlık nedeniyle, enerji politikalarındaki yanlışlık yeniden su yüzüne çıktı. Umarız bu kez sorun daha detaylı tartışılır ve rasyonel çözüm yolları gündeme gelir.  Ancak yine bu tartışmalardan da umudumuz olmadığını, bu tartışmaların sonunda bir şeyin değişmeyeceğini söylemeden edemeyeceğiz.

Bu tartışmalardan da köklü bir çözüm çıkmayacağı, bence, Enerji Bakanı Hilmi Güler’in "Elektriğe zam yok", Müsteşarın "zammı gazeteciler istiyor" sözleriyle, açığa vuruldu. Düşünebiliyor musunuz; bütün girdi fiyatları artarken üretilen elektriğin satış fiyatı 3 yıldır artırılmıyor. Bu normal mi, mantıklı mı?

Bütün bunlara da "tasarruf yapıp elektriğin maliyetini düşürdük" gibi gerekçeler gösteriyor. Peki yapılan somut bir verim artışı, örneğin kayıp kaçakların önlenmesi gibi önlemler var mı? Yok... O zaman nasıl maliyet düşüyor derseniz; kağıt üzerinde... Siz elektrik maliyetini paçal ediyorsunuz, bu hesabı yaparken de hidroelektrik santrallarında üretilen elektriğin maliyetini kağıt üzerinde düşürüp, 0.5 cent yazıyorsunuz, maliyet düşmüş oluyor. Çünkü devletin elinde.

Yani yapılan işin adı maliyet düşürme değil, kağıt üzerinde kalem kaydırmaca oyunu...

Peki ekonomik mantığı olmayan, sonunda maliyetinin kat be kat fazlasıyla çıkacağı bilinen, sonuçta da yine Hazine’ye, yani halka yük bindireceği açık olan bu yönteme neden başvuruluyor? Bizce çok açık; bunun adı oy kaygısı yani popülizm...

Dünyanın hiçbir yerinde vatandaşın yani evde kullanılan elektrik fiyatıyla sanayi elektriği fiyatı aynı tarifeye tabi olmaz. Bizde öyle ama... Bunun da amacı; yine oy kaygısı, "söz verdik elektriğe zam yapmayacağız" lafı...

O zaman "kim ne verirse 5 lira fazlasını veririm" sözüyle Başbakan niye dalga geçiyor ki?

Bunun bir sistemi yok mu, çağdaş ülkelerde elektrik maliyeti artarken zam yapılmamasına izin verilir mi, sanayi ve hane halkı elektriği aynı tarifeye nasıl tabi olur?

Bunun adı sistemsizlik ve yanlış devletçi anlayış, kafa yapısı, başka bir şey değil...

AB’nin zorlamasıyla bağımsız kurumlar oluşturulurken, enerji piyasası için de bir bağımsız kurul oluşturuldu. Yani oluşturulmaz zorunda kalındı. Çağdaş ülkelerde bu kurulun fiyatlar ve tarifeler üzerinde belirleyiciliği vardır ama bizde yok.

Bunun yerine bizde devlet kurumları doğalgazın, elekriğin fiyatını belirliyor, tarife belirleme yetkisini elden bırakmıyor, sonra da bu Kurul’a "hadi onayla" deniyor.

DEVLET NEDEN BIRAKMIYOR?

Halbuki artık bu teknik bir iş kabul edilmeli ve sistemin liberalizasyonu olacaksa, bütün bu belirleyiciliğin biran önce bağımsız kurula geçmesi gerek, mantıklı olan bu. Ama Enerji Bakanlığı ne yapıp ediyor Başbakan’ı da ikna ediyor, bütün yetki ve söz söyleme hakkı yine Bakanlıkta yani devlette kalıyor. O da istediği gibi oynuyor...

Sadece elektrik fiyatının belirlenmesi değil, özel santrallar da deniyor ama rasyonel bir sistem kurulamadığı için kimse santrale para yatırmıyor. Doğalgaz, petrol, elektrik piyasalarının özelleştirilip yetkilerin bağımsız kurula devri gerekiyor ama bu trend hep engelleniyor.

Dağıtım özelleştirilsin deniyor yine aynı hikaye, özelleştirme bir türlü başlatılmıyor.

Peki bu sadece Enerji Bakanlığı ya da devletçi bürokratlarının işi mi? Bizce değil. Bizce Bakan ve bürokratlar Başbakan’dan ayrı bir şey yapamaz, yapamıyor.

Peki zamlar için topu bağımsız kurula atmak Hükümetin, Bakanlığın işine gelmez mi? Akaryakıtta zamlar devletin kararından çıktı Hükümet rahatladı, bu görülemiyor mu?

Peki o zaman kim rant dağıtacak? "Arz eksikliği" diye diye yeni yatırımlar, devlete yani halka faturası çıkan pahalı doğalgaz santralleri, işletilmeyip parasını ödenen mobil santrallar yapılmadı mı? Bunları yapanlar Yüce Divan’a gitmediler mi?

Şimdi yine aynı oyun sahnede. "Yönetim açığı" yerine yine arz açığı denip, pahalı elektrik satan özel sektöre ses çıkarılmıyor, nükleer başta olmak üzere yeni santrallar tezgahlanıyor. Şimdi anladınız mı; neden sistem liberalleşmiyor? Devlette olması kime yarıyor, sizce?
Yazının Devamını Oku

Düşük enflasyona rağmen faiz yükselebilir

4 Temmuz 2006
BANKACILIK kesiminde reel faizlerin biraz daha yükseleceği beklentisi var. Bu haftaki Hazine ihalelerinde bu yönde, yani bir-kaç puanlık bir faiz artışı bekleniyor. Enflasyon ve önümüzdeki dönem muhtemel trendi hakkında görüştüğümüz bazı banka iktisatçıları, şu anda reel faizlerin düşük olduğu görüşünü savundular. Nisan 2008 kağıtlarında faiz oranının yüzde 20.5 olduğunu kaydeden iktisatçılar, dün enflasyon rakamlarının beklenenden çok daha iyi gelmesine rağmen, faizlerin artabileceğini söylediler.

Reel faiz hesapları değişik yapılabiliyor. Merkez Bankası’nın beklenti anketine göre reel faiz hesabı yapan bir iktisatçı, şu anda enflasyon beklentisinin bir yıl sonrası için yüzde 7.5 olduğunu, buna karşılık faizlerin 20-20.5 olduğunu hatırlatarak, "Aslında bu beklentinin önümüzdeki birkaç ay sürekli artması bekleniyor. Piyasa olarak yüzde 7.5 değil bir yıl sonraki enflasyonu yüzde 9 alma eğilimindeyiz" dedi.

Dolayısıyla şu an hesaplanan reel faizlerin düşeceğini kaydeden aynı iktisatçı, "işlerin çok iyi gittiği Nisan 2005’de bile reel faizlerin yüzde 10’un üzerinde olduğunu" hatırlattı.

Şu anda risklerin çok daha fazla ve enflasyonun artış eğiliminde olduğunu kaydeden aynı iktisatçı, bu nedenle reel faizlerin yüzde 12-13 olmasının doğal sayılacağını kaydetti.

Aslında bankacılık kesiminin hemen hemen tümünde faizlerde bir miktar daha yükselme beklentisi bulunuyor. Bankacılar çok net bir rakam vermekten kaçınıyorlar ama yaygın kanı önümüzdeki ihalelerde faizlerin biraz yükseleceği doğrultusunda.

Kurlarda ise artık "çok daha aşağı inmez" beklentisi kemikleşmeye başladı. Aşağı iniş için 1.50 YTL’nin kemikleşmiş bir sınır olduğu söyleniyor. Bir bankacı, kurlarla ilgili olarak "1.50 ile 1.55 YTL arasında yeniden alıma geçmek için bekleyen geniş bir kesim var" yorumunda bulundu. Dolayısıyla bu seviyelere indiğinde yeniden alım için hareket başlaması bekleniyor.

Bankacılara "peki yüzde 12.5 reel faiz, 1.50-1.55 arasında bir faiz, yabancıların yeniden gelişi için yeterli seviyeler mi?" diye sorduğumuzda, pek olumlu yanıtlar alamıyoruz.

Bir bankacı, ağustos ayı ortalarına kadar kur ve faizde bu seviyeler bulunsa bile, kapsamlı bir yabancı sermaye girişi olmayacağını söyledi. Bu arada giriş-çıkış yapanlar olabileceğini kaydeden aynı bankacı, "Ancak hadi Türkiye’ye gelelim diye yeni bir furyanın başlaması için, yatırımcılar FED kararları ve bu arada iki enflasyon rakamını mutlaka görmek isteyeceklerdir" yorumunu yaptı.

GÜVEN VE BEKLENTİ YÖNETİMİ

Şu anda gelinen aşamanın oluşturulan risklerin bir bedeli olduğunu hatırlatan aynı bankacı, kaybedilen güvenin kazanılması için epeyce çaba sarfedilmesi gerekeceğini söyledi. Aynı bankacı, "Bu reel faizler ve bu kur seviyeleri ile aslında yabancı sermaye gelmez değil, daha aşağıda oluşacak bir dengede bile yabancı sermaye gelir ama şu anda Türkiye’ye gelmez" dedi. Yani; yabancı sermayenin yeniden girişi için, reel faiz ve kurların hangi seviyede oluşacağından çok, "Türkiye’nin uluslar arası piyasalara yeniden güven vermesi" çok daha fazla önem taşıyor.

Bizce başta Ali Babacan olmak üzere tüm hükümetin, bu gerçeği kavraması gerekiyor. Babacan, bu süre içerisinde kendi kredibilitesinde de erozyon olduğunun farkında. "Artık iki önemli görevi birden yürütmesi çok zor" tepkileri gelmeye başladı. Babacan, piyasalara yeniden güven verebilmek için, bir süredir mesafeli durmayı seçtiği medya ile yeniden ilişki kurma çabasına girdi. Her tarafta "kazanımların farkında olduklarını ve ne ekonomik, ne de siyasi olarak bu kazanımları kaybettirecek adımları atmayacaklarını" söylüyor.

Bizce Babacan, şimdiye kadar hep sözünü ettiği ve yanlış uyguladığını söyleyegeldiğimiz "beklenti yönetimi"ni nasıl yapacağı konusunda bir kez daha düşünmeli. Herşeyden önce de beklenti yönetiminin "gerçekleri saklayarak ya da azımsayarak değil, gerçeklerin farkında olunduğunu ve ona göre önlem alındığını göstererek" yapılacağını, umarız artık anlamıştır.
Yazının Devamını Oku

Piyasa enflasyon rakamını olumlu görmeye çalışacak

3 Temmuz 2006
BUGÜN açıklanacak olan haziran ayı enflasyon rakamları, birçok açıdan önem kazandı. Bununla birlikte, tabi temmuz ayı enflasyon rakamları da... Her şeyden önce 2006’nın ilk çeyreğinde beklenenin üzerinde gerçekleşen büyümeye bakıldığında, çok canlı talep gözüküyordu. Yani belki de daha önce inilen faiz düzeyleri de biraz aşağıda kalmıştı. Şimdi alınan tedbirlerle talebin kısılması bekleniyor. Daha doğrusu ilk çeyrekte iç talep canlı, dış talepte sıkıntı varken, bundan sonra tersi bir trendin yaşanması bekleniyor.

İşte haziran ayı enflasyon verileri, iç talepte ne kadarlık bir fren etkisi yaratıldığını ortaya çıkaracak. Bir tek haziran ayı rakamlarından, bu trend kendini tümüyle belli etmez ama, haziran ayı enflasyonu bu konuda önemli bir işaret vermiş olacak.

Haziran ayı enflasyon rakamlarının bize göstereceği bir başka unsur da, kurların enflasyona ne kadar katkı yaptığı olacak. Şimdiye kadar geçirgenliğin azaldığı söyleniyordu ama haziran ayı rakamı bu geçirgenliğin ne kadar olduğu konusunda yeni, ciddi bir gösterge olacak. Bu konuda tabii ki, istikrarlı dönemdeki kur geçirgenliği ile dalgalı dönemde geçirgenliğin aynı olmayacağını da hesaba katmak gerekecek.

Enflasyon rakamlarından önce açıklanan, dolayısıyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir başka veri de dış ticaret rakamları oldu. Gerçi Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verileri ile İstatistik Kurumu (TÜİK) rakamları arasında artık ciddi farklar görüyoruz ama açıklanan ilk veriler, "ihracatta büyük artış" diye lanse edildi. Yani ihracatçılar, "Biz demiştik; bakın kurlar arttı ihracat da arttı" demeye getirdiler. Ama herkes biliyor ki; ihracatla birlikte ithalatta da patlama var. Yani, Türkiye’nin ihracat yapısı kurla düzelmez. Daha açığı; yaşadığımız yüksek dalgalanmada çok önemli payı olan, kırılganlık kaynağı yüksek cari açık, kurların artmasıyla düzelmez. Aksine kurlar arttıkça belki ihracatın arttığı görürüz ama aynı zamanda, belki de daha fazla, dış ticaret açığının ve cari açığın da arttığını görürüz. Bizce önümüzdeki dönem böyle bir trend sürpriz olmamalı.

IMF’NİN TAVRI NETLEŞİR

Peki, bugün açıklanacak rakam piyasalar tarafından nasıl karşılanır?

Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; piyasa bu dalgalı dönemden bunalmış durumda. Cuma günü FED’in de açıklamasıyla piyasalar rahatladı ve tüm aktörlere bir rehavet çöktü. Dolayısıyla yine "mümkün olduğunca iyi haberi satın alma" yoluna gidecekler. Biz, aylık yüzde 1.5 hatta 2’lik bir rakamın piyasada fazla bir panik yaratmayacağını düşünüyoruz. 2’nin üzerine çıktığı takdirde, biraz telaş olabilir. O da daha çok, dış kaynaklı yeni bir fon çıkışı gerçekleşirse yaşanır. Yoksa piyasalar, artık fazla gerilmek istemedikleri için, aslında bu rakamın kötü olmadığı, faiz artırımı gerekmediği konusunda çeşitli bahaneler bulacaklardır.

Piyasa enflasyonla birlikte, bu hafta yapılacak Hazine ihaleleriyle de yakından ilgili. Hazine, bankaların dediğini yaptı ve onların istediği kağıtları çıkardı. Şimdi bir de faizleri yüksek tutarsa, piyasalar "yeniden kar ediyoruz" diye, daha da moral bulacaklardır.

Bizce bu hafta artık, 3. ve 4. gözden geçirmeler için IMF’nin de tavrı netleşmeye başlar. IMF ile yeniden denge oluşturabilecek rakamların, buna göre artı bir revizyona gerek duyulup duyulmayacağının artık belirginleşmesi gerekiyor. Aksi takdirde, IMF İcra Direktörleri Kurulu yaz tatiline çıkmadan önce bu gözden geçirmelerin tamamlanması mümkün olamayacak.

Bu ayın ortasına kadar 3. ve 4. gözden geçirmeler tamamlanamazsa, işte o zaman özellikle dış piyasa kaynaklı, yeni hareketler görülmeye başlayabilir.

Bu haftanın, bu ayın ve ağustos ayının piyasalar açısından rahat geçmesi, bütün bir yıl bu olumlu seyrin devam edeceği anlamına gelmiyor, tabii ki... Hükümet korktuğu için, şimdi siyasi havayı da yumuşatmaya çalışıyor ama Türkiye’nin diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla artı riskleri olduğu gerçeği, maalesef değişmiş değil.

Yani sadece gelişmiş ülke faiz kararları değil, iç dinamikler de hálá yeni dalgalanmalara gebe.
Yazının Devamını Oku

FED kararı bilanço dönemine hızır gibi yetişti

1 Temmuz 2006
FED’den önceki gece gelen olumlu haber, piyasalara ilaç gibi geldi. Çünkü dün 30 Haziran’dı yani ikinci çeyrek bilançolarını kapatma dönemiydi. İşte bu nedenle, bilanço dönemine de denk geldiği için, bizce piyasalar FED kararını olduğundan çok daha olumlu algılamak istediler ve rakamların düzeltilmesi için dışardan gelen bu haberi fırsat olarak kullandılar.

Bu arada, bankacılara "Neden Hazine kağıtlarındaki faizler fazla aşağı gelmedi?" diye sorduğumuzda, bir bankacıdan aldığımız samimi yanıt, "Haftaya Hazine ihalesi var o nedenle fazla düşmesi bankaların işine gelmez" oldu.

Yani, kuru aşağı çeken piyasa, önümüzdeki hafta beklenen yüksek faizden yararlanmak için, Hazine kağıtlarının ikinci el piyasadaki faiz oranlarının fazla inmesini istemedi.

Peki, Hazine önümüzdeki hafta piyasaların istediği kağıtları çıkaracak mı? Sanki, tam olmasa bile piyasaların ihtiyaçlarına uygun bir kağıt ihracı gelecekmiş gibi haberler geliyor ama belli de olmaz. Zaten doğru olan da Hazine’nin piyasanın istediği kağıdı değil, hem kendi çıkarına uyacak hem de piyasa ihtiyacına cevap verebilecek orta yolu bulmasıdır...

Dün bu yazı yazılırken Hazine’nin borçlanma programı açıklaması gelmemişti. Ancak nabız yokladığı "TL ödenip, döviz itfası olacak bir Hazine kağıdı"nın piyasalar tarafından kabul görmediğini biliyoruz. Yani bu tür bir kağıdı çıkaracağını sanmıyoruz. Hazine’nin açık pozisyon sıkıntısı çekilen dönemlerde ortaya atılacak bu enstrüman için neden nabız yokladığını, zaten baştan beri anlamamıştık.

Hazine’nin işi de bundan sonra zorlaşıyor. Çünkü bir yandan bozulan dengelerin yaratacağı tahribatı artırmamak zorundalar, bir yandan da piyasalarda oluşan zararın bir bölümünü karşılayabilecek bir borçlanma programına ihtiyaçları olacak.

Merkez Bankası geçtiğimiz hafta iyi bir sınav verdi, sıra Hazine’ye geldi. Merkez’in çektiği paraların bir bölümünü, geri dönüş zamanlarında Hazine’nin geri çekmesi bir zorunluluk. Yani Hazine’nin Merkez’e destek vermesi gerekecek.

Bu nedenle Hazine ihtiyacından fazlasını borçlanmak zorunda kalabilir. Bu durumu gören bankaların da, hazine kağıtlarından uğradıkları zararın bir bölümünü çıkarmak için, yüksek faizli yeni kağıtlara yüklenmeleri kaçınılmaz olacak. Yani Hazine’nin iyi bir denge tutturması gerekiyor ve işi bundan sonra çok daha hassas yönetmek zorunda.

BANKACILAR TATİL YAPACAK MI

Kısacası; bankacılar FED kararıyla ihtiyaç duydukları soluklanmayı dün biraz olsun yaşayabildiler. Böyle bir soluklanmaya ihtiyaçları vardı, çünkü bundan sonrasının çok zor olacağını görüyorlar. Yani kuvvet toplamaları gerekiyor.

Bankacılara "tatil yapabileceğinizi zannediyor musunuz?" diye sorduğumuzda, "Belki bir, en çok iki hafta" yanıtını alıyoruz. Tatil zamanlaması için şimdiki tahminleri "Temmuz sonu, Ağustos başı gibi" oluyor.

Çünkü FED kararı olumlu ama Ağustos ayında verilerin yeniden değerlendirileceği söyleniyor. Sadece FED olsa da iyi, çünkü içeride piyasaların dalgalanmasına neden olacak o kadar çok unsur var ki, bizim bankacıları ABD’li meslektaşlarından ayıran da zaten bu...

Hükümetin piyasadaki gelişmeleri, alınan önlemlerin doğuracağı sonuçları hala tam olarak algılamadığından şüpheleniyorduk. Tahminimiz doğrulanıyor. Başbakan yüzde 6.3’luk ilk büyüme rakamına bakıp, "Yıl sonu büyüme hedeflerine ulaşacağımız görülüyor" demiş. Alınan önlemlerin bu haliyle bile daha fazla yavaşlama sonucu doğuracağı, artı olarak bundan sonra yeni tedbirlerin de gelebileceğini, ya görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar.

Aynı Hükümet, AB ile ilişkilerde yaşanan sıkıntı şu anda piyasalara fazla etki etmediği için bundan sonra da etmeyeceğini, sonbahardan itibaren siyasi gerilimin çok daha fazla artacağını ve bütün bunların piyasaya yeni dalgalar olarak yansıyacağını da görmüyor herhalde.

Bundan sonra işimiz zaten zor, Hükümet bu tavrıyla işimizi daha da zorlaştıracak gibi...
Yazının Devamını Oku

Hükümet ’gevşet’ diyebilir Merkez direnmeli

29 Haziran 2006
HÜKÜMET yakında "parayı biraz gevşetelim" derse, kimse için sürpriz olmamalı. Çünkü henüz ayrımında değiller ama, alınan bu son tedbirler ekonomiyi oldukça yavaşlatacak. Dolayısıyla, Başbakanın isteği üzerine yaz aylarında kendi yörelerini dolaşacak, halkın arasına girecek milletvekillerinin, çok yoğun şikayetlerle karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz.

Piyasadaki para öyle bir sıkıldı ki, bizce protestolu senetler de artacak, tahsilatlar da aksamaya başlayacak, içtalep de keskin biçimde gerilemek zorunda kalacak.

Bütün bunların sonucunda da yeni işten çıkarmaların, bazı içtalebe bağlı çalışan işletmelerin kepenk kapatması da kaçınılmaz olacak.

Bütün bunlar da kuşkunuz olmasın ki; en büyük darbeyi küçük ve orta boy sanayi ve hizmet, işletmelerine vuracak, yine en fazla bu ölçekteki işletmeler etkilenecek

AKP’nin tabanının çoğunluğunun bu ölçekten hayatını kazananlar olduğunu hatırlarsak, AKP’ye gelecek şikayetlerin boyutunu da şimdiden, üç aşağı beş yukarı kestirebiliriz.

İşte bu nedenle diyoruz ki; çok yakında, alınan tedbirlerin sonuçları görülmeye başladığında AKP ’den kaynaklanan şikayetler artacak ve Hükümetin "Biraz gevşetin" talepleri daha yaz ayları bitmeden kendini gösterecektir.

Şimdiden böyle bir kestirimde bulunmak falcılık olmayacak. Bu sonucun ortaya çıkacağını biliyoruz ama Merkez Bankası’nın bu tür taleplere karşı ne yapacağını henüz bilmiyoruz.

Bizce Merkez Bankası şimdiden, ileride gelecek bu siyasi talepleri de gözönüne alarak, yaşananları çok açık biçimde değerlendirmeli, bu değerlendirmelerini açık açık kamuoyu ile paylaşmalıdır. Bununla birlikte neden bu önlemlerin alındığını, amacın ne olduğunu, bu önlemler alınmasaydı nereye gittiğimizi de anlatmalı.

İşte bunları açıkladığında Merkez Bankası neden bu tedbirleri aldığını kamuoyuna daha iyi benimsetebilecek, dolayısıyla ilerde gelebilecek siyasi talepleri de şimdiden yumuşatma imkanına kavuşacaktır. Dış etkenlerin daha uzun süre olumsuz etki yapacağını da belirtmeli.

Aksi takdirde yani iki-üç ay sonra piyasaları yeniden gevşetme yönündeki talepleri kabul ederse, Merkez Bankası çok iyi biliyor ki; yeniden çok daha ağır darbeler yiyebiliriz. Bu nedenle Merkez Bankası’nın çok sıkı durması gerekecek. Gelecek talepleri şimdiden görüp, önlemini şimdiden almak zorunda ki; o zaman geldiğinde çok daha sağlam durabilsin.

3 PARTİYİ GÖMEN PROGRAM DEVAM EDİYOR

Eğer Merkez Bankası da sağlam durmazsa, kimsenin şüphesi olmasın ki, o "artık dönülmez" dediğimiz eski karanlık günlere yeniden dönebiliriz. Bunun provasını yaşadık...

Merkez Bankası bu hafta başından beri giriştiği operasyonlarla, bize, ileriye dönük olarak güven vermeye başladı. Ama unutulmasın ki; güven çabuk oluşmuyor bu kararlılığın, gerekirse Hükümete rağmen, devam etmesi şart.

Merkez Bankası artık başarılı ama tüm işin Merkez Bankası’nda bitmediğini görmemiz de gerek. Merkez Bankası bizce Hükümete de, yapılan ekonomik ve siyasi yanlışlar nedeniyle bu aşamaya gelindiğini, bu nedenle alınan tedbirlerin sert olduğunu da açıkca anlatmalı.

Yani fatura Merkez Bankası’na çıktı, Merkez’in işi düzeltmesi gerekti ama işi bu hale getiren, şimdi sütre gerisine çekilip sanki işin içinde yokmuş havası vermeye çalışan Hükümet üyeleri, yani bakanlar yani Hükümet ve "AKP bürokratları"olduğu da unutulmamalı.

"Merkez’i bana bırakın çok iyi olur" diyen Bakanlar, şimdi neredeler?

Stopaj kararını, onlarca "yapmayın" uyarımıza rağmen yapan Maliye bürokratları, bakanı şimdi işin içinden sıyrılıp, topu Merkez’e atmaya çalışıyorlar ya.. Buna ancak "Pes" denir. Unutulmaması gereken temel bir unsur da şu ki; Türkiye’nin 2000 yılında uygulamaya koyduğu yapısal dönüşüm programı, istikrar programı devam ediyor. Bu programın 3 partiyi sandığa gömdüğünü hatırlayın... Yapılacak iş belli ve Hükümet kimse, bu hiç de hoş olmayan tedbirleri, O Hükümet alacak. Eğer AKP Hükümetinin yaptığı gibi, hata yapan olursa ödeyeceği fatura da büyür. AKP de bu işin içinden artık sıyrılamaz, belki doğalı da budur..
Yazının Devamını Oku

Piyasanın içinden acil bir Başkan Yardımcısı lazım

27 Haziran 2006
SAYIN Başbakan medyadan ekonomik kargaşa için eleştiri ve öneri istedi ya... İşte naçizane, küçük bir öneri. Ama bu öneri yerine getirilirse inanın, etkisi büyük olabilir.

Önerim basit: Çok acil olarak piyasanın içinden, piyasaların güvendiği bir uzman, Merkez Bankası’nda boş bulunan Başkan Yardımcılığı görevine getirilsin. Bu kişi asıl olarak piyasalardan, yani Para Piyasaları ve Fon Yönetimi Genel Müdürlüğü’nden sorumlu olsun.

Bu kişiyi belirlerken eğer kıstasınız yine, "alnı secdeye değmiş, değmemiş" ya da "dini mensubiyeti hangi gruba ait" olursa, bu önerimizi unutun gitsin.

Kıstas sadece, piyasaları iyi bilen, deneyimli, piyasalara güven verebilecek, piyasalara ilişkin yaptıkları konusunda kimsenin şüphe duymayacağı bir uzman olmalı.

Bu arada AKP Hükümeti Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e teşekkür de etmeli. Eğer kamuoyunun faize ve piyasa ekonomisine aykırı görüşleriyle tanıdığı İbrahim Turhan’ın Başkan Yardımcılığına atanmasını onaylasaydı, bu fırsat ellerinde kalmamış olacaktı.

Şimdi Sezer’e teşekkür edip, AKP Hükümetinin bir an önce piyasalara güven verebilecek bir kişiyi Başkan Yardımcısı yapıp, hemen görevine başlatması gerekiyor.

Sezer’in gerekli kıstaslara göre seçilecek bir kişiyi çabukça onaylayacağını sanıyoruz.

Çünkü sorun güven sorunu. Başkan Durmuş Yılmaz piyasalardan gelen bir kişi, yani piyasaları bilmesi lazım ama 2001 krizinde de piyasalarda olmadığı, piyasalara ilişkin bilgi ve deneyimi eski kalmış olabileceği yönünde görüşler belirtiliyor.

Peki başka kimse yok mu derseniz, şu anda piyasadan anlayan üst düzey yöneticinin olmadığını kesin olarak söylemeliyiz. Genel Müdür ve Yardımcıları düzeyinde para piyasalarındaki kişiler, Serdengeçti dönemiyle aynı yani işten çok iyi anlıyorlar. Kafamızı kurcalayan en önemli sorulardan biri da zaten bu. Aynı kişiler operasyonu yapıyorsa niye yapılan hareketler eskisi kadar yapılan etkili olamıyor?

Rivayet o ki; düne kadar iş teknisyenlere bırakılmadı, işe başkaları karıştı. Söylentiye göre Başkan Yardımcısı Erdem Başçı düne kadar operasyonları yönetiyormuş ve yönetirken de arkadaşı olan Bakanı sık sık arıyormuş...

SPEKÜLASYON VE YANLIŞ ATAMALAR

Bu söylentinin doğru olduğunu sanmıyorum. Zaten bu söylenti doğruysa, başarısızlık için başka bir unsur aramaya gerek yok. Başçı’nın, piyasaların işleyişini, dinamiklerini bırakın oradaki uzmanları, bir akademisyenden daha çok bildiğini sanmıyorum. Eğer Başçı bu kadar aktif devrede ise arkadaşı da devrede demektir ki, o zaman daha da kötü...

Özetle mevcut Başkan Yardımcıları arasında piyasadan anlayan kişi yok, bu nedenle de acil olarak bu konudan anlayan bir başkan yardımcısının atanması gerek.

Anlamadığımız bir başka şey de Durmuş Yılmaz’ın neden bu ortamda Avrupa’da, ABD’de dolaştığı. Böyle kritik dönemlerde Süreyya Serdengeçti oturur, yardımcısı Devlet Bakanı Ali Babacan ile dolaşırdı. Son günlerde bakıyoruz, Babacan hiç gözükmüyor. Acaba "günah keçisi" olmamak için mi, yani politika gereği mi sütre gerisine çekildi diye düşünüyor insan..

Piyasalarda Başkan Yılmaz’a, düne kadarki müdahalelerin titrekliği nedeniyle bir güven oluşamadı. Bu titreklik söylentideki gibi hükümet kaynaklıysa, Yılmaz’a yazık ediliyor. Piyasa diliyle akademik dil çok ayrı, onun için piyasaların dilinden anlayacak, risk alabilecek, söylediği dinlenecek bir Başkan Yardımcısı lazım. Tabii, yetki de verilmesi gerek.

AKP’ye yakın gazetelere bakıyorum, yaşanan kargaşayı hükümetten uzak tutmak için sürekli işin "spekülasyon" yönüne vurgu yapıyorlar. Elbette olaylar spekülasyondan kaynaklanıyor ama spekülasyon zaten piyasanın ayrılmaz bir parçasıdır. Önemli olan bu spekülasyonun yeşereceği ortamı sağlamamaktır. Bunun için de önce güven sağlamak lazım. Yani doğru adamı atar,gerekirse dünkü gibi yüklü müdahaleler yapıp, kararlı olup, piyasaları, dövizi, faizi istikrar kavuşturursunuz, o zaman da spekülasyon için uygun zemini temizlersiniz.

Spekülasyon ortamını hazırlarken yanlış atama yapan hükümet, bakalım bu kez ne yapacak?
Yazının Devamını Oku