Erdal Sağlam

Olumlu haber çok ama

10 Ağustos 2006
SON günlerde, hem yurt dışından hem içeriden, piyasaları coşturacak olumlu haberler geliyor. Bu olumlu haberlerin belki de en önemlisi, piyasaların uzun süredir "kıble"si haline gelen, FED’den geldi. Gerçi bir süredir ekonominin soğumaya başladığı verilerden belli oluyor, dolayısıyla bu haber bekleniyordu ve satın alınmıştı. Ama yine de olumlu haber niteliğini değiştirmedi. FED, iki yıl aradan sonra ilk defa, faiz artırımlarına ara verdi. Toplantı sonrası yapılan ilk açıklamada, konut piyasasındaki soğuma, faiz artırımlarının ve yüksek enerji fiyatlarının gecikmeli etkisinin büyümedeki yavaşlamayı yansıttığı dile getirildi. Enerji fiyatları, yüksek kaynak kullanımı ve diğer mal fiyatlarındaki yükseliş, çekirdek enflasyonu yükselten etkenler olarak sıralanırken, enflasyon beklentilerindeki iyileşmenin ve daha önce alınan para politikası önlemlerinin biriken etkisinin gelecek dönemde enflasyon baskısını azaltmasının beklendiği ifade edildi.

Bu habere ek olarak önceki gün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) toplam sanayi üretiminin haziran ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11.4 oranında arttığını ilan etti. Böylece piyasaların beklentisinin üzerinde bir rakam açıklanırken, piyasalarda, kurdaki dalgalanmaya rağmen üretimin olumsuz etkilenmediği yorumları yapıldı.

Olumlu haberlere Hazine Müsteşarlığı da katıldı. Nakit gerçekleşmelerine göre yılın ilk 7 ayında 27.8 milyar YTL tutarında faiz dışı fazla verildiği açıklandı. Bununla birlikte 7 aylık özelleştirme gelirinin 8.4 milyar YTL’ye ulaştığı belirlenirken, Hazine nakit dengesi 579 milyon YTL açık verdi.

Bu arada Suudi Arabistan Kralı’nın Türkiye ziyareti de "çok büyük tarihi bir ziyaret" olarak gazetelerde yer aldı. Bu ziyaretin sonucu ne olur bilinmez ama ne olursa olsun, Başbakan’ın mihmandarlığı ile körüklenen ziyarete, sanki hemen paraya tedavül edecekmiş izlenimi verildi.

Bununla birlikte Türkiye’de yatırım talepleri de var. En son Rus petrol devi Lukoil’in Zonguldak’ta rafineri kurma talebi geldi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) Başkanı Yusuf Günay, Lukoil’in başvurusuyla birlikte, son bir ayda rafineri kurmak üzere yapılan başvuruların yatırım tutarının 9 milyar dolara ulaştığını açıkladı.

Görüldüğü gibi bütün bu haberler, piyasaların hasret kaldığı, olumlu haberler. Bu fırsattan yararlanıp, abartılı olumlu hava pompalanıp, piyasaların yeniden coşması sağlanabilir.

TEMKİNLİ OLMA ZAMANI

Ancak bizce temkinli olma zamanı. Özellikle küçük yatırımcılar, olumlu haberlerin arkasına iyice bakıp, sonradan kendilerini göre büyük zararlara uğratacak kararlardan sakınmalılar.

Her şeyden önce FED’in faiz artırımına ara vermesi, artık artırım yapmayacağı anlamına gelmiyor. Yapılan açıklamada enflasyonist risklerin bazılarının devam ettiği, ileride alınacak ek önlemlerin boyutu ve zamanlaması konusunda, daha önce de açıklandığı gibi, ekonomik büyüme ve enflasyona ilişkin gelen veriler doğrultusunda hareket edileceği belirtildi.

Bırakın FED’in yeni artırımlara gitme ihtimalini, tek başına içerde yaşananlar bile temkinli olma gereğini ortaya koyuyor. Bir kere, artık dayatan elektrik zamlarının da etkisiyle, enflasyonun düşüş trendine girmesi, şimdi eskisinden daha zor görünüyor. Bu nedenle Merkez Bankası’nın faiz artırımlarına, bu ay dahil devam etmesi kaçınılmaz olabilir.

Bununla beraber Hükümetin birbiri ardına popülist kararlar almaya başladığına şahit oluyoruz. Seçim yaklaştıkça bu kararlar artacak ve yaratacağı sancılar büyüyecek. Fındığın destekleme kapsamına alınması, olumsuz etkileri büyük olacak bir karar. IMF’nin bu karara kesinlikle karşı çıkmasını beklemek gerekiyor. Bunun da dışında görev verilen Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO), 4 YTL’den fındığın yarısını alsa bile 1 katrilyon ek yük alacak. Bunu, tabi ki Hazine ödeyecek. Fındık fiyatının 4 YTL’nin çok üstüne çıkması için şimdiden kampanyaların düzenlediği de açık.

Özetle; olumlu haberleri fazla abartmamak gerekiyor. Temkinli olunmazsa fatura büyük olur.
Yazının Devamını Oku

Gecikmenin maliyeti

8 Ağustos 2006
FARKINDA mısınız, Hükümet elektriğe zam yapacak ama bekledikçe bekliyor. Sanki "ülkeyi savaşa sokma" gibi dramatik bir karar alıyormuş gibi, kamuoyu yavaş yavaş bu zamma hazırlanmaya çalışılıyor. Yani, elektriğe zam yaptığı takdirde gelecek tepkilerden bile çok çekinen bir Enerji Bakanlığı ve hükümetle karşı karşıyayız.

İnsan bunu görünce, hükümetin önümüzdeki dönem siyasette, diplomaside ve ekonomide büyük, radikal kararlar almak zorunda kalması halinde ne yapacağını düşünüp, telaşlanıyor.

Enerji Bakanlığı bürokratları, yaklaşık 1 yıldır artan sübvansiyona rağmen bakana "zam artık lazım" demeye bile korktular. Sonunda bunu söylemek zorunda kaldılar, bu kez de Enerji Bakanı Hilmi Güler, Başbakan’a bunu nasıl anlatacağını bilemedi, bir süre de kendisi oyaladı. Daha sonra elektrik kesintileri filan derken, elektrik zammının acil olduğu iyice ortaya çıktı ama hálá zam yapılamıyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, daha geçen gün, bu konuda konuştu. Maliyetlerin artmasına rağmen elektriğe zam yapmamak konusunda gayret ettiklerini ve edeceklerini belirten Erdoğan, "Ama zam yapmamız gerektiği anda da, çünkü gelen sinyaller öyle, o zaman bunu milletle paylaşmak durumunda kalacağız" demiş.

Bu dönemde her şeye zam geldi, akaryakıt satış fiyatları, vergiler fahiş ölçüde artırılıp, dolar bazında tarihin en yüksek seviyesine ulaştı ama bir tek elektriğe zam gelmedi. Dışa bağımlı olduğumuz enerjide, dış fiyatlar her şeyden fazla arttı, ama bizde elektrik fiyatlarına, maliyet aynı kalmasına rağmen, kaç yıldır zam yapılmadı, bu normal mi?

Alınacak karar da belli; ya elektrik maliyeti üzerindeki yükleri indireceksiniz, ya da elektriğe zam yapacaksınız. Eğer işaleminin isteğini yerine getirmek istiyor onlardan korkuyorsanız, her çağdaş ülkede olduğu gibi bu yükleri kaldırıp, hane tüketimi ile sanayi tüketimi arasında fark yaratın, uygulayın. Yok, gelecek seçimden korkuyor, "TRT batar, bu kurumu seçimde kullanmamız gerekiyor" diyorsanız, o zaman hem hane halkına hem elektriğe yüksek zam yapmak zorundasınız. Artık sübvansiyonla bunu yürütemezsiniz. Zaten mızrak çuvala sığmamaya başladı, bize "saklıyorsunuz" dediğimizde kızan Maliye bile, geçen yılın bütçe ve KİT rakamlarını detayıyla açıklayıp, sakladıklarını açıklamak zorunda kaldı....

FINDIKTA DA FATURA BÜYÜDÜ

Birileri Başbakan’a "gecikmenin maliyeti"ni anlatmak zorunda.

Şimdi elektriğe zam yapmadınız, ağustos ayı da geçti, eylül ayına gelindi, mümkün olduğunca zam kararını ertelemiş oldunuz ama yapmanız gereken zam oranı daha da büyüdü. Üstüne üstlük geciktikçe karar almak daha da zorlaştı, farkında mısınız?

Ekonomide geciken her şeyin maliyetini, ilerde çok daha ağır ödemek zorunda kalırsınız.

Aslında bu hükümetin genel bir tavrı haline geldi. Hemen her şeyde karar almayı erteliyor ve sonuçta faturayı, hep birlikte, çok daha ağır ödemek zorunda kalıyoruz.

Bir düşünün, eğer IMF’ye söz verilen kararlar, yapısallar zamanında yerine getirilseydi, geçtiğimiz aylarda yaşadığımız dalgalanma bu kadar büyük olur muydu? Tamam, kurlar geri gelmeye başladı ama yıktığınız güven, beklentilerdeki kötüleşmeyi ne yapacaksınız?

Aynı şey fındıkta da geçerli. "Gereken önlemi, kalıcı düzenlemeleri geciktirelim, bu arada bizden olmayan Fiskobirlik yönetimi yıpransın" denildi, sonuçta önlem alma zorunluluğu dayattı. Şimdi, kimsenin şüphesi olmasın, bu işi düzelteceğim diye ödenecek maliyet, çok daha ağır olacak. Sonunda da bu ağırlaşan maliyeti halk olarak, hep birlikte ödeyeceğiz...

Devlet adamlığı denilen şey, önderlik gerektirir. Yani, ekonomide ya da siyasette, gecikme nedeniyle ağırlaşacak faturayı önceden görüp, halka faturasını büyütmemek için, zamanında, o dönemde yeterince anlaşılamasa bile, o kararları almak gerekir..

Kişisel hayattaki seçimlerin faturasını ödeyecekler bellidir ama ekonomide, toplumsal kararlarda "geciktirme"nin maliyeti çok daha ağırdır ve en kötüsü, herkes birlikte öder...
Yazının Devamını Oku

Destekleme alımı tehlikesi

7 Ağustos 2006
MERKEZ Bankası son raporlarında "gelirler politikası"na, gerçekleşebilecek sapmalara, öncekilere kıyasla daha fazla atıfta bulunmaya başladı. Demek ki bir bildiği varmış. Belki de Devlet Bakanı Ali Babacan, sürekli telefon temasında bulunduğu anlaşılan Merkez Bankası yönetimine önceden tüyo vermiştir, kimbilir?

Bütün bunları düşünmemize, gazetelerde küçük küçük yer alan iki haber yol açtı.

Bu haberlerin ilki, Maliye kökenli eski bir bürokrat olan, buna karşılık sürekli mali disiplinden yakınıp, harcamaları artırma talepleriyle bildiğimiz AKP Giresun milletvekili Nurettin Canikli’nin bir demecine dayanıyor. Canikli, bölge milletvekili olarak Fiskobirlik’i eleştirmelerine rağmen, 6 Ocak’ta yapılan Olağan Genel Kurula kadar birliği ve yönetimini desteklediklerini söylemiş.

Fiskobirlik’i görmemezlikten gelmediklerini, bankaların birliğe kredi sağlamaya sıcak bakmadığını kaydeden Canikli, Ordu’daki olaylı fındık mitinginin üreticilerle hükümeti karşı karşıya getirmek amacıyla düzenlendiğini öne sürüp, "Ölçülü ve dengeli davranılmış olsa bu sorun daha önce rahatlıkla çözülebilirdi" demiş.

Canikli ölçülü ve dengeli davranmayan tarafı, herhalde hükümet değil, miting yapan karşı taraf olarak kastetmiştir. Buradan yola çıkarak Canikli’nin "Başbakan’ı kızdırdınız bakın böyle oldu" demeye çalıştığını tahmin ediyoruz.

Canikli’nin demecindeki asıl tehlikeli noktaya ise şimdi geliyoruz. AKP milletvekili, "Hükümetin 2006 yılı ürünü fındığı doğrudan destekleme kararı aldığını" kaydetmiş ve ayrıntıların önümüzdeki günlerde açıklanacağını söylemiş.

Yani felaket göstere göstere geliyorum diyor...

Bilindiği gibi ekonomik programla birlikte destekleme alım kapsamı daraltılmış, fındıkta sübvansiyona son verilmiş, Fiskobirlik düzenleyici role çekilmiş, alım sahalarının daraltılması öngörülmüş, mümkün olduğunca piyasa oluşumuna imkan verilmişti. Birkaç yıl gayet iyi işleyen sistem, hem hükümet hem de Fiskobirlik’in hatalarıyla dinamitlendi. Şimdi hükümet, kalıcı ve düzenleyici bir sisteme geçmek yerine, eski ucuz ve popülist yönteme geri dönerse vay halimize. Canikli’nin dediği gibi fındıkta destekleme yeniden başlarsa bu sübvansiyonun yeniden başlaması demek. Bir de Fiskobirlik’e kızıldı diye TMO gibi kurumlarla alım yapılırsa, hem bu kurumun borçları öylece kalmış hem de sübvansiyon kat be kat artmış olacak. TMO’nun durumu zaten belli, Hazine’den aldığı kredi orada duruyor.

İŞÇİ VE MEMUR ZAMLARI GELİYOR

TMO özel bankalardan finansmanda zorlanırken bir de fındık parası eklenir, diğer ürünler de sıraya girerse, ne olacak. Yani kamu dengesi açısından büyük bir tehlike kapımızda.

Dikkatimizi çeken ikinci haber ise memur maaş zamlarına ilişkin.

KESK Başkanı İsmail Hakkı Tombul, bu sene toplu görüşme değil, toplu sözleşme ve grev haklarını kullanacaklarını söylemiş. Tombul, enflasyonun yükselmesi sebebiyle oluşan reel kayıpların telafisi için yüzde 10 artış; 2007 için ise en düşük memur maaşının yoksulluk sınırı olan 1050 YTL’ye çekilmesini istemiş. Geçmiş senelerde hükümetin masaya hazırlıksız oturduğunu ve memurları son görüşmeye kadar oyaladığını belirten KESK Başkanı, "İşte taleplerimizi açıklıyoruz. Hükümet hazırlığını yapsın ve masaya somut önerilerle gelsin" diyerek, bu yılki görüşmelerin zorlu geçeceğine de dikkat çekmiş.

Sözleşme öncesi demeçler hep sert olur ama masaya oturulup biraz ilerlenince işler biraz daha dengeye girer, ama.. Kısacası; bu yıl işçi ve memur zamlarının sorun olacağı anlaşılıyor.

Çünkü enflasyon yeniden başını yukarı çevirdi ve işler tersine dönmeye başladı. Tabii buna kurlardaki artış trendini de eklemek lazım. Dışardaki enerji ve savaş gelişmeleri de cabası.

Kısacası; seçim yaklaşırken, popülizm, gelirler politikasında sapma, enflasyon üzeri zam ve destekleme alım kapsamının genişletilmesi gibi tehlikeler de mevcutlara ekleniyor.

Merkez Bankası, bu tehlikeler gerçek olunca, bakanlarına da sorup, bakalım ne yapacak?
Yazının Devamını Oku

Bu tavırla Merkez Bankası bağımsız kalamaz

5 Ağustos 2006
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, sürekli olarak iniş-çıkışlar gösteren, kararsız bir trend izliyor. Yani kendine henüz bir yön bulamamış izlenimi veriyor. Bir bakıyorsunuz, "Tam bir Merkez Bankacı" gibi davranıyor. Yani para politikalarının yürütülmesi, istikrar ve enflasyonla mücadele açısından umutlanıyorsunuz. Diyorsunuz ki; "Helal olsun adama, kendini bu göreve getirenlerin fikirleriyle uyuşmasa bile, doğru bildiğini okuyor ve tavırlı davranıyor"...

Ama ardından öyle bir şey yapıyor ki; bütün umutlarınız yitip gidiyor. Hatta "bu iş olmayacak herhalde" diye umutsuzluğa kapılıyorsunuz. Diyorsunuz ki; "Yanılmışım, meğerse cemaate aidiyeti ağır basıyor, gerekli olanı yapmak yerine, kendisini bu göreve getirenlerin istediklerini yapmayı tercih ediyormuş"...

Bu ikircikli tutumu aslında göreve geldiğinden bu yana, zaman zaman izliyoruz. Daha doğrusu yapılan hatalara rağmen hálá gönlünüzden Merkez Bankası yönetimine, başına kim gelirse gelsin inanmak, güvenmek geçiyor... Onun için mümkün olduğunca olanları olumlu yorumlamaya, "bir bildiği vardır" demeye çalışıyorsunuz.

Onun da ötesinde Durmuş Yılmaz’ı, çok yakın olmasa da, yıllardır tanıdığımız, iyi bir teknisyen ve iyi bir insan olarak bildiğimiz için, Merkez’in başına gelebilecek herhangi bir kişiye kıyasla, çok daha olumlu bakmak eğilimindeyiz.

Ancak ne kadar toz kondurmamaya çalışsak da, yaşananlar hiç hoş değil.

Daha önceki gün Merkez Bankası’na ilişkin yaşananlar, ne kadar olumlu bakmaya çalışırsanız çalışın, olumlu bakmanıza engel oluyor.

Devlet Bakanı Ali Babacan, durup dururken "Karar aldık Merkez Bankası’nın merkezini İstanbul’a taşıyacağız" diyor.

Ardından Merkez Bankası bu demece karşı sert bir tavır takınıp, "Bizim yasamızda merkez Ankara’dır yazıyor, bizim İstanbul’a taşınma gibi kararımız yok" diyor.

Bu demeci görünce, daha önce de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı hatalara karşı takındığı tutum gibi, yeni Merkez Bankası yönetiminin kararlı bir tutum gösterdiğini, bağımsızlık adına bu tavrın çok umut verdiğini düşünüyorsunuz.

Hatta içinizden "Acaba Babacan kötü adam olmayı göze alıp, Merkez Bankası’nın ihtiyacı olan bağımsızlığı sağlamak için danışıklı dövüş mü yapıyor" gibi cince fikirler bile geçiyor.

TL’NİN İTİBARI BÖYLE SAĞLANMAZ

Sonra bir bakıyorsunuz, işler tümüyle ters dönmüş... Ne planı, ne bağımsızlığı... Bunun adı kelimenin tam anlamıyla aidiyet ve boyun eğme....

Yılmaz, bu yazılı açıklamadan birkaç saat sonra çıkıyor, "Hükümetin böyle bir kararı olabilir" diye çark ediyor. Ardından bu teknoloji çağında İstanbul’un finans merkezi olması için ille de Merkez Bankası’nın merkezinin İstanbul’a gitmesi gerekmediğini söylüyor. Onun ardından da yine "Merkez’in İstanbul’a taşınması iyi olabilir" gibi bir söz söylüyor.

Şimdi bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...

Birkaç saat önce yazılı açıklamayı yapan sanki aynı Merkez Bankası yönetimi değil. Başkana sorulmadan böyle bir yazılı açıklama yapılmayacağına göre, Durmuş Yılmaz nasıl oluyor da birkaç saat içinde bu kadar keskin bir karar değişikliğine gidebiliyor.

O zaman insanın aklına "Acaba o birkaç saat içinde neler oldu?" sorusu geçiyor.

Büyük ihtimalle olan belli: Babacan, Merkez Bankası’na sorma gereği bile duymadan, birkaç bankacıyla konuşup arada Başbakan’a çıtlatıp, çıkıp "Merkez Bankası’nın merkezini İstanbul’a taşıyoruz. İstanbul’u finans merkezi yapacağız" diye açıklama yapıyor.

Merkez Bankası yönetimi bunun üzerine efelik yapıp, "Bizim böyle kararımız yok" diye rest çekiyor. Ama ardından Babacan telefon açıp "Ne yapıyorsun, bize karşı mı çıkıyorsun, bu hükümetin kararı" diyor. Bunun üzerine Durmuş Yılmaz çıkıp "Hükümet böyle istemiş, iyi olur" diyor. Bu tavırla Merkez Bankası bağımsızlığı da olmaz, TL’nin itibarı da...
Yazının Devamını Oku

Niyet Mektubu gecikmelerle dolu

1 Ağustos 2006
KÜRESEL ekonomik dalgalanmada, Türkiye’nin nasıl olup da diğer gelişmekte olan ülkelerden çok daha fazla, olumsuz etkilendiğini düşünüp duruyoruz ya, işte size bir neden daha: Geçen hafta sonunda yayımlanan Niyet Mektubu’nda, IMF’ye söz verilip de zamanında yapılmamış birçok düzenlemenin varlığı açıkça ortaya çıktı. Yani, verilen sözler yerine getirilmediği için, gözden geçirmeler bu nedenle zamanında tamamlanamayıp, aksadığı için Türkiye’ye karşı artı bir güvensizlik söz konusu oldu.

Yani Türkiye’den kısa vadeli fon çıkışının diğer ülkelere kıyasla daha fazla olmasının bir nedeni de ekonomi yönetiminin, hükümetin sözlerini zamanında yerine getirememesi.

Söz verilen birçok düzenleme, gecikmeyle yerine getirilirken, daha önceki niyet mektuplarında yazılı olup da yapılamayan, bir çok unsur için yine ek süreler istendi.

Daha önceki niyet mektuplarında hiç bu kadar tutturulamayan performans kriteri bir arada bulunmamıştı. Bizce, bu durum IMF’nin toleransının hálá devam ettiğini de gösteriyor.

Son niyet mektubunda, söz verilen ve yerine getirilmeyen performans kriterleri arasında konsolide kamu sektörü faiz dışı fazlası, KİT’ler hariç konsolide kamu sektörü faiz dışı fazlası, sosyal güvenlik kuruluşları dengesi gibi kamu dengesini etkileyen kriterler var. Yanısıra, Haziran sonunda dış bandın üzerine çıkan enflasyon, 2006 Ocak sonu veya Şubat ayı ortasında onaylanması gereken Sosyal Güvenlik İdari Reform Kanunu ve Sosyal Güvenlik Reform Kanunu da "Tutturamadık, özür dileriz" denen, düzenlemeler arasında.

Yine, SSK ve Bağ-Kur prim affı nedeniyle, yerine getirilmeyen performans kriterleri arasında, sürekli olan "aflara ilişkin" kriter de bulunuyor.

Vergide ise durum daha da karışık. Bir çok vergi düzenlemesi konusunda "kusurumuza bakmayın bunları zamanında yerine getiremedik" deniyor ve yeni yeni tarihler veriliyor.

Örneğin geçtiğimiz mayıs ayı sonunda Meclise’e sunacağız diye söz verilen gelir vergisi reformunun ikinci aşaması, henüz hazırlanabilmiş bile değil.

Temmuz ayında tamamlanması gereken kriterlerden biri olan kamu bankalarının özelleştirilmesine ilişkin ayrıntılı takvim ve yöntemin de henüz açıklanmadığını biliyoruz ve bu durum niyet mektubunda özel bir yer tutuyor.

GÜVENSİZLİK EK ÖNLEM GETİRİYOR

Niyet mektubunda bu kadar çok özür maddesi olunca, bunun sonucunda, ek sıkılaştırmalar da doğal olarak aynı mektupta sıkça yeralıyor.

Bu ek önlemler bizce güvensizlik göstergesi. Ek önlemlerin en büyüğü ise, faiz dışı harcamalara sınır konması. Bu nedenle gelirde artış oysa dahi harcanmayacağı için, faiz dışı fazlanın da programlanan rakamın üzerine çıkması doğal sayılacak.

Niyet mektubunda enflasyonun orta vadeli hedefle uyumlu patikasına geri dönmesini sağlamak üzere gerektiğinde para politikasının daha da sıkılaştırılacağı belirtiliyor.

Ek olarak bütçe ödeneklerinden TMO’ya gidecek 1.3 milyar YTL’nin bloke edildiği, sağlık harcamalarında 2.1 milyar YTL tasarrufa gidileceği de, daha önceden ortaya çıkmıştı. Niyet mektubunda yine bu amaca dönük olarak merkezi yönetim harcamalarına (sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler hariç ancak sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan harcamalar dahil) bir üst sınır getirilmesiyle birlikte güçlendirilirken, kurumlar vergisi tahsilatının beklenen düzeyin altında gerçekleşmesi durumunda Ağustos sonuna kadar uygulamaya konmak üzere telafi edici tedbirler belirlendi.

Yine güvensizliğin bir sonucu olarak niyet mektubuna , bir defaya mahsus teşvikler ve sektörel bazda vergi indirimi uygulamalarından kaçınılacağı, KDV iadesi alan firmalara yönelik vergi denetimlerinin artırılacağı ve mevcut KDV iadesi sisteminin uygunluğunun gözden geçirileceği maddeleri de eklenmiş durumda.

Görüldüğü gibi, zamanında yerine getirmediğiniz, söz verip de tutmadığınız tedbirleri daha sonra fazlasıyla almak zorundasınız. Yani ek sıkılaştırma faturası yönetime ait...
Yazının Devamını Oku

Faizler banka beklentilerinin üzerine çıkacak

31 Temmuz 2006
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, enflasyon raporunu açıklarken, Para politikasının Haziran sonundaki duruşunun değişmediği varsayımına dayanan tahminlerin, "2007 yıl sonu hedefine ulaşılabilmesi için 2006 yılının kalanında ölçülü bir parasal sıkılaştırma gerekebileceğine" işaret ettiğini söyledi. Yani Başkan, mevcut şartlar sürdüğü takdirde çeyreklik artırımların devam edeceğini söylemeye çalışıyor.

20 Temmuz Kurul kararının, yani piyasa beklentilerinin aksine yapılan 0.25’lik faiz artırım kararının, bu yönde bir adım olarak değerlendirilmesini isteyen Yılmaz, "Ayrıca faiz oranlarının yanısıra enflasyonu etkileyen unsurlara ilişkin her türlü yeni verinin bu değerlendirmeleri değiştirebileceği bir kez daha vurgulanmalıdır" şeklinde konuştu.

Yani, durum daha da kötüleşirse "ölçülü" artırımların da kalmayabileceğini söylüyor.

Özetle piyasa oyuncularının, bankaların pek hoşuna gitmeyecek ama, Başkan Durmuş Yılmaz Merkez Bankası’nın bundan sonra da çeyreklik artırımlara devam edeceğini söylüyor. Şahsen, Ağustos ayında çeyreklik artırıma ara verilebileceğini düşünüyorduk ama bu açıklamadan sonra Ağustos’ta da artırımın devam edeceğini düşünmeye başladık.

Bankacılar olaya yine fazla olumlu bakıyorlar ve bu açıklamadan sonra "yıl sonuna kadar toplam faiz artırımının 0.50 puanla sınırlı kalacağını" söylemeye başladılar. Bizce son Merkez Bankası söylemine göre en az 0.75-1 puanlık artırım gerekebilir. İç ve dış, siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak daha fazlasının gelmesi ise kimse için sürpriz olmasın...

Yılmaz, sonuç olarak para politikasının temkinli duruşu altında, orta vadeli hedeflerin erişilebilir olduğunu düşündüklerini kaydederek, "Burada belirtilmesi gereken son nokta, bu tahminlerin mali disiplinden taviz verilmediği, gelirler politikasının enflasyon hedefiyle uyumlu biçimde uygulandığı ve beklentilerin iyi yönetildiği bir çerçevede oluşturulduğudur" dedi. Bu açıklamadan da görüldüğü gibi; Merkez Bankası işçi ve memurlara yapılacak aşırı zamlardan giderek daha fazla korkmaya başladı. Yılmaz’ın bu sözleri, bizce, olabilecek bir sapma halinde sıkılaştırmanın dozunun artacağını da açıkca ortaya koyuyor.

Hafta sonunda açıklanan niyet mektubuna baktığımızda da, küresel likidite hareketinin geçici olmadığının kabul edilmesi başta olmak üzere, yeni faiz artırımlarının sinyali görülüyor.

BEKLENTİLER VE BAĞIMSIZLIK

Defalarca yazdık, yazarken ve yazdıktan sonra "Acaba haksızlık mı ediyoruz?" diye kendimizi çok sorguladık ama her geçen gün bu kanımız güçleniyor: Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, bağımsızlık ve itibar için mutlaka Hükümete dönük, gerekirse siyasi uyarılarda bulunmak, gerekirse Hükümetle ters düşmekten kaçınmamak durumunda.

Başkan Yılmaz, risk algılamalarında ve bekleyişlerde bozulmaya yol açacak her türlü uygulamadan kaçınılmasının, gerek fiyat istikrarı gerekse makroekonomik istikrar açısından büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Yılmaz, ardından "Risk algılamasını sınırlandırmak yönünde atılacak her adım istikrarı sağlamanın ve sürdürmenin maliyetini azaltacaktır. Enflasyonist olmayan büyümenin sürdürülebilirliği bakımından belirleyici olan ana unsurun makroekonomik istikrarın kalıcılığına ilişkin güven olduğu unutulmamalıdır" dedi..

Şimdi bu sözler, sizce kime?Hükümetin neredeyse "eleştiri bile yapmayın piyasa bozuluyor" diye çıkıştığı medyaya mı? Yoksa, beklentileri asıl değiştiren, siyasi ve ekonomik hataları yapan Hükümete mi? Yılmaz, ancak sıkıştırılınca cumhurbaşkanlığı seçiminin, erken seçimin, AB ile sürecin risk olduğunu söyledi ama açıklanan metinde bu ibareler yine yoktu. Yılmaz, "Niye bu konularda Hükümeti uyarmıyorsunuz" sorusuna ise "Biz taraf değiliz" yanıtı verdi.

Bizce siyasi riskler enflasyon için tehdit ve Merkez Bankası’nın taraf olması gereken bir iş. Unutmayalım; bağımsızlığı pekiştirmek risk algılamasını da düşürür, faiz artırım gereğini de...

ÖZÜR: Geçtiğimiz Cumartesi günü (29 Temmuz) bu köşede, büyük bir yanlışlıkla, 29 Nisan 2006 tarihli "Çeyreklik indirim daha önce belirlenmişti" başlıklı yazımız tekrar yayımlanmıştır. Bu "çetin dalgınlık" ve hatamızdan ötürü özür dileriz.
Yazının Devamını Oku

Çeyreklik indirim daha önce belirlenmişti

29 Temmuz 2006
MERKEZ Bankası’nın çeyrek puanlık indirimi ve ardından Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Durmuş Yılmaz’ın açıkladığı yeni enflasyon raporunu bir süre tartışacağız herhalde. Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; bankaların çeyrek puanlık indirimi beklentisi vardı ama aklı başında iktisatçılar bu konuda biraz tedirgindiler. Aslında geçtiğimiz ay yayınlanan raporda düşme ihtimalinin yüksek olduğu belirtiliyordu. Yani indirim yapılmamıştı ama retorik olumlu düzenlenmişti. Şimdi ya yine indirim yapmayıp retoriği olumlu kılacaklardı ya da indirim yapıp retoriği karamsarlaştıracaklardı.

Peki, Merkez Bankası açıklamasında indirime karşılık retorik olumsuz kılındı mı?

Buna yanıt veren iktisatçılar, indirime karşılık retoriğin biraz daha karamsar kılınabileceğini, son açıklamada bunun biraz yapıldığını söylediler. Yani yeni açıklamadan edindiğimiz izlenim o ki; gelecek ay mevcut faiz oranının koruması daha yüksek bir ihtimal.

Anladığımız kadarıyla açık enflasyon hedeflemesi ile birlikte Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu’nun daha önce yaptığı tartışmalarda, bu ay çok büyük bir değişiklik olmadığı takdirde, faiz oranlarında çeyrek puanlık bir indirim önceden belirlenmişti. Yani Durmuş Yılmaz başkanlığında yapılan ve normalden daha uzun süren son toplantıda, daha önce mutabık kalınan indirim kararının hayata geçirildiğini söyleyebiliyoruz.

Bu indirimi savunan iktisatçılar, önceki gün ABD Merkez Bankası’ndan (FED) gelen "faiz artışlarına ara verileceği" mesajının, indirim kararını kuvvetlendirdiğini söylediler.

Buna karşılık gerek FED’in tavrına, gerekse de faiz indirimine ilişkin değişik görüşler bulunuyor. Para politikası konusunda uzman bir akademisyenle konuştuğumuzda FED’in mesajının o kadar olumlu karşılanmaması gerektiğini söyledi. FED’de kafa karışıklığının devam ettiğini, FED içinde tartışmalar yaşandığını kaydeden aynı iktisatçı, ABD’deki faiz oranlarının, bu açıklamaya bakılarak durduğunu söylemek için, henüz çok erken olduğunu söyledi. Bu nedenle Merkez Bankası’nın faiz kararının bundan çok fazla etkilenmemesi gerektiğini kaydeden aynı iktisatçı, "Zaten Merkez Bankası faiz oranlarıyla, piyasa faiz oranları arasında doğrudan bir ilişkinin oluşamadığını" söyledi. Bu nedenle reel faizlerin düşürülmesi için Merkez Bankası’nın faiz indirmesinin yeterli olmayacağını kaydeden aynı iktisatçı, Türkiye’de reel faizlerin yüksek olduğu görüşüne katılmadığını, son üç ayda tüketici kredilerinde kaydedilen yüzde 20’lik artışın da bunun kanıtlarından biri olduğunu söyledi.

Aynı iktisatçı, "Merkez Bankası yarım puan indirse piyasa faiz oranları çıkabilirdi" dedi.

DURMUŞ YILMAZ’IN DURUŞU

Faiz indiriminin, siyasi tavırların, "menfaat odaklı" tartışmaların dışında, "saygın iktisatçılar" tarafından tartışılması bizce yararlı olacak. Çünkü bu konuda belli ki bizi zor günler bekliyor.

Olaya yeni Başkan Durmuş Yılmaz’ın performansı açısından bakacak olursak; genelde olumlu bulduğumuzu söylemeliyiz. Ancak "kur rejimi", "kur politikası" ayrımı gibi bazı terminolojik desteklere ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Yani Araştırma Bölümü ile biraz daha sıkı çalışmasının, bilimsel terminoloji üzerinde durmasının yararlı olacağını sanıyoruz.

Buna karşılık "YTL’den Y’nin atılması" konusunda, gazetecilerin "Başbakan 9 ayda atılacağını söylemişti" hatırlatmasına rağmen, henüz böyle bir karar almadıklarını, bunun için erken olduğunu, benimseme sürecinin devam ettiğini söylemesi, bizce çok olumlu bir tavırdı.

Yine kurumsal bağımsızlık adına, atanacak başkan yardımcılıkları konusunda, "Ben üzerinde çalışıyorum en kısa sürede önereceğim" demesi de, olumlu bir mesaj oldu.

Bizce Durmuş Yılmaz’ın performansını göstermesi açısından, alınan son faiz kararı, her ne kadar tartışmalı da olsa, olumsuz bir puan olmadı. Gazetecilerin açıkça soramadıkları, asıl soru olan "Hükümetin isteği doğrultusunda mı faiz indirdiniz?" sorusunun yanıtı bizce olumsuz, yani evet değil. Ama bağımsız karar alındığını söylemek için de henüz erken.

Kısacası; çeyrek puanlık indirim piyasalara mesaj açısından çok önemli değildi. Başkan, piyasalara asıl mesajı ise atayacağı başkan yardımcılarının nitelikleri ile vermiş olacak.
Yazının Devamını Oku

Elektrik zammında bakanın tavrı

27 Temmuz 2006
KİT zamları oldum olası büyük tartışmalara, hatta kavgalara neden olmuştur. Uygulanan ekonomik programla birlikte bu tartışma artık bitti derken, AKP Hükümeti döneminde, elektrik ve doğalgaz zamları maalesef hálá sorun oluyor. Enerji Bakanı Hilmi Güler’in, özellikle elektrik zammını, "şahsi meselesi" gibi algıladığını görüyoruz. Bilindiği gibi; 1 Temmuz’da büyük karanlık çökünce enerjideki sorunlar tek tek ortaya çıkmaya başladı. Pek sonuç alınmış değil ama hiç olmazsa, biraz tartışılıyor. Artık herkes gerekli elektrik zamları yapılmadığı için sistemin aksadığının, sorunların büyüdüğünün farkında ama hala harekete de geçilmedi. Bugün Enerji Bakanlığı özel sektörle masaya oturuyor ve bu toplantının sonucunda bazı tedbirlerin açıklanması bekleniyor.

Bakan Güler’in hálá gerekli zamlar konusunda endişeli olduğunu duyuyoruz. Güler, kendisine başvuran artık zammın yapılması gerektiğini belirten özel sektör üreticilerine, "TOBB en pahalı elektrik bizde diyor, zammı istemiyor çok tepki var" diye yanıt veriyormuş. Özel sektör üreticileri de doğal olarak TOBB’a başvurup, Bakanın şikayetini iletiyorlarmış.

Tabii ki TOBB elektriğin pahalı olduğunu söyleyecek. Hem haksız da değil. Çünkü gerçekten sanayinin kullandığı en pahalı elektrik Türkiye’de. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde hanelerin kullandığı elektrik ile sanayinin kullandığı elektrik aynı fiyata satılmıyor.

Yani Enerji Bakanlığı önce kararını verip, bu dengeyi yeniden kurmalı.Onu da bırakın, TOBB itiraz etti diye gerekli olduğu halde elektrik zammı yapılmayacak mı? Bu çok büyük bir hata..

Unutmayın ki; gerekli olduğu halde yapılmayan elektrik zammı, daha sonra mutlaka, bu sefer misliyle yapılmak zorunda kalınır. Gerçek fiyatlarla üretim yapılmıyorsa zaten onun bir anlamı yoktur ve mutlaka ileride acısı çıkar. Yani gerekli zammın yapılmasıyla doğacak zarar, gerekli olduğu halde yapılmayan zamların yaratacağı katlamalı zararın çok altındadır. Bunun örnekleri yaşadık; Türkiye biriktirdiği bu yükler nedeniyle daha önce kamu borç krizlerine girdi, enflasyonu devasa boyutlara ulaştı, yani halkın cebinden bu nedenle para çalındı.

Enerji Müsteşarı geçen gün gazetelere "zammı siz istiyorsunuz" demiş. Gerekli ise zammın yapılmasını ama aynı zamanda daha iyi yönetimle maliyetlerin azaltılmasını, kayıp kaçakların önlenmesini, daha iyi planlama yapılmasını şahsen ben istiyorum. İyi yönetmeyip, devletçiliğe devam edip, zamları da biriktiriyorsanız, bunun adı yönetim denemez ki...

BABACAN HATA KABUL ETMİYOR

Devlet Bakanı Ali Babacan, dün Ankara’da bir grup gazeteciyle basın toplantısı yaptı. Yaklaşık iki hafta önce İstanbul’da yaptığı toplantıda olduğu gibi, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, Mayıs ayından itibaren yaşananları, siyasi nedenlere girmeden, analiz etti. Gelinen noktayı anlatarak, özetle eskiye göre ekonominin çok daha dayanıklı olduğunu belirtti. Babacan sık sık araya girip, ne kadar iyi bir durumda olduğumuzu pekiştiren sözler etti.

Babacan’ın "hiç sorun yokmuş" havasına devam ettiği, yapılan bariz hataları bile hata olarak görmeme eğiliminin devam ettiğini gözlüyoruz. Baştan beri beklenti yönetimi konusunda yanlış yöntem benimsediğini, halbuki "beklentilerin gerçekle yönetileceğini" düşünüyoruz.

Örneğin Babacan hálá Merkez Bankası Başkanlık sürecini kötü yönettiklerini kabul etmiyor. Neredeyse "aynı günleri bir daha yaşasak, aynı şekilde davranırız" demeye getiriyor. Hiçbir şekilde kendi hataları olmadığını söyleyip, Cumhurbaşkanı’na çok sayıda isim götürdüklerini ifade ediyor ve hálá yaşanan süreçte kendi hataları olmadığını düşünüyor.

Stopaj konusundaki tavrı da benzer. "O zaman doğru olan oydu, onu yaptık şimdi değiştirdik ne olacak" tavrı içinde. Hatta sorumuz üzerine, ileride yerliye uygulanan yüzde 10’luk stopajı kaldırdıkları takdirde bunun da "U dönüşü" olarak sayılmaması gerektiğini söylüyor. Burada tek ilkenin verginin geriye yürütülmemesi olduğunu, vergide sık sık da olsa değişiklik yapmanın bir sorun olmadığını düşünüyor.

Babacan, hem AB hem ekonomi yönetiminin birarada yürümeyeceği eleştirilerine, bu konuda gelen yoğun sorulara ise "Kafanızı takmayın, işler iyi yürüyor" yanıtını vermeyi tercih ediyor.
Yazının Devamını Oku