28 Ağustos 2006
GEÇTİĞİMİZ Cuma Günü Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir teslim töreninde söylenenler sürpriz denebilecek kadar sert sözlerdi. Hem Genel Kurmay Başkanlığı’na atanan Orgeneral Yaşar Büyükanıt, hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nı devrettiği Orgeneral İlker Başbuğ, bir süredir askerin içine girdiği suskunluğu da, bu törende bozmuş oldular.
Töreni izlerken ertesi gün gazetelerin bu konuşmaları manşet yapacaklarını düşünüyor, bazı gazeteciler gibi ben de, hangi sözlerin öne çıkarılacağını tahmin etmeye çalışıyordum. Ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in tören sonrası, resepsiyonda verdiği "Lübnan’a asker gönderilmesine karşıyım" demeci, törendeki konuşmaların önüne geçti ve manşeti kaptı.
Bugün ise Genel Kurmay Başkanlığı devir teslim töreni yapılacak. Aynı çizgi bu törende de devam edecek mi, hangi mesajlar pekiştirilecek, göreceğiz.
Çarşamba akşamı ise, her zaman kritik konuşmalara sahne olmuş, manşetlere oturmuş, 30 Ağustos Zaferi için Orduevi’nde verilecek resepsiyon var.
Cuma günkü konuşmalar, bizce, askerin önümüzdeki dönem tavrının, tahmin ettiğimizden daha sert olacağını gösteriyor. Oturulan koltuklar, alınan sorumluluklar doğal olarak söylemi de değiştirir. Bu nedenle Genelkurmay Başkanlığı’na gelen Büyükanıt’ın eskisi kadar sert bir izlenim vereceğini tahmin etmiyoruz. Dolayısıyla 2 yıl sonra Genelkurmay Başkanlığı’na gelmesi beklenen yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ, daha önce Büyükanıt’ın takındığına yakın bir tutum alabilir. Biliyoruz ki TSK bir kurum ve ona göre davranılıyor.
Zaten Org. Başbuğ törende yaptığı konuşmada TSK’nın ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasıyla ilgili konularda görüş ve önerilerini, yasalar gereği ilgili mercilere aktaracaklarını ama gerektiği hallerde kamuoyuyla paylaşacaklarını açıkca söyledi.
Biz Org. Başbuğ’u diplomatlık yönü kuvvetli bir asker olarak biliyoruz. Yani aşırı sert bir tutum takınmasını beklemiyoruz ama görünen o ki; önümüzdeki dönemde bazı hassasiyetlere Org.Başbuğ sözcülük yapacak.
Başbuğ, aynı konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesine karşı çıkanların ve radikal değişiklik özleyenlerin en büyük engel olarak TSK’yı gördüklerini, bu nedenle TSK’nın siyasete müdahale ettiğini öne sürerek, bu kurumun ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete yapılan saldırılar karşısında kayıtsız ve etkisiz kalmasını sağlamaya çalıştıklarını vurguladı. Bu sözler de bizce ileride takınılacak tutumu göstermesi açısından ilginç sözlerdi.
SİYASETİ ISINDIRABİLİR
Genelkurmay Başkanlığı’na atanan Org. Yaşar Büyükanıt ve Başbuğ, aslında birbirini tamamlar, kararlaştırılan temaları pekiştirir sözler söylediler. Büyükanıt, askere yapılan çirkin saldırıların hesabının sorulacağını belirterek, demokrasinin olanakları ve çağdaş değerlerin "arkasına saklanarak", aslında laik rejim ve demokrasiyi hedef alanların farkında olunduğunu söyledi. Bu sözler de, ileride çok tartışılacak sözler arasına şimdiden girdi, bizce...
Özetle; önümüzdeki 6 yıl boyunca en üst kademede bulunacak iki komutan da, ileriye dönük olarak, özellikle PKK, irticai faaliyetler, askeri yıpratmaya dönük hareketlere sert bir biçimde karşılık vereceklerini, beklediğimizden daha açık bir biçimde söylediler.
Bu konuşmaları izlerken bir yandan ne kadar sert olduğunu tartmaya çalışıyor, ama bir yandan da söylem ve gerçekleşmelerinin ekonomiyi ve piyasaları ileride nasıl etkileyeceğini kestirmeye çalışıyorduk. Görünen o ki; önümüzdeki dönemde askerin tutumu yeni siyasi tartışmalar ve sonuçlar yaratabilir. Yani bu tutumun siyasi sonuçlar doğurması kaçınılmaz.
Bizce ekonomi yönetiminin bundan sonra atacağı adımlarda bu riski gözönüne alması gerekiyor. Yani ekonominin zarara uğraması istenmiyorsa, hem IMF çapası, hem de AB çapası çok kuvvetli tutulmak zorunda. Sonradan "bunu bilemezdik" deme lüksleri yok...
Piyasaların da bizce, önümüzdeki dönemde, dış piyasadaki gelişmeler kadar içerdeki siyasi gelişmeleri de yakından izlemeleri gerekecek. Siyaseten gerilecek bir ortamda yapılacak iki büyük seçim , önümüzdeki 1 yılın ekonomi açısından hiç de kolay geçmeyeceğinin kanıtı.
Yazının Devamını Oku 
26 Ağustos 2006
MERKEZ Bankası Para Politikası Kurulu’nun önceki gün, piyasadaki genel beklentilerin aksine, faizleri sabit bırakma kararı alması, bir çok yönden tartışılıyor. Bankacılar teknik yönden değerlendirme yapıyor ve banka iktisatçılarının çoğu, Merkez’in hata yaptığını, iyileşme başladığı yolundaki gözleminin fazla iyimser olduğunu söylüyorlar.
Yani teknik açıdan eleştirmeye çalışıyorlar ama bazı şeyleri yine de açıkca söyleyemiyorlar. Açık açık tartışamadıkları unsur şu: Merkez Bankası Hükümetin dediği gibi mi karar alıyor?
Henüz faiz kararı açıklanmadan önce, ne olabileceğini tartıştığımız bir bankacı arkadaşım, şöyle bir yorumda bulundu: "Bence faizleri artıracaklar çünkü Hükümet gizli gizli faizin artışını destekliyor. Seçime gidileceği için faizlerin yukarda kalmasını, sıcak para girişinin hızlanmasını, dolayısıyla piyasaların rahat edeceği bir ortamda seçime girmek istiyor. O nedenle Hükümetin kararına uyup Merkez Bankası bugün faiz artırır."
Kendisine de söylediğim gibi; böyle ince düşünceler oluşturacak, tezgahlar planlayacak bir yönetimden kesinlikle söz edemeyiz. Hükümet, bırakın faizleri artırmayı, kendisine gelen şikayetlerin çoğunluğu nedeniyle faizlerin artık durmasını hatta yakında indirime başlanmasını istiyor. Bu nedenle Merkez Bankası’nın Hükümetin de isteği doğrultusunda faizleri sabit bırakmasının çok büyük ihtimal olduğunu söylemiştim.
Sonuçta Merkez Bankası Para Politikası Kurulu faizleri artırmama kararı aldı.
Ancak bu karar, ne bankacı arkadaşımın ne de benim yorumlarımın, tek başına doğru ya da doğru olmadığını göstermiyor, elbette.
Ancak piyasalarda bu karar siyasi olarak da değerlendiriliyor ve giderek daha yoğun biçimde "Merkez Bankası’nın aldığı kararlar, artık hükümetin kararları" yargısı güçleniyor.
Peki böyle bir etki var mı, ya da eskiye kıyasla Hükümetin etkisi Merkez Bankası kararlarında artık daha mı fazla ağırlık taşıyor? Bu soruya gönül rahatlığı ile evet yanıtını verebiliriz.
Her şeyden önce Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması konusunda Başkan Durmuş Yılmaz’ın gösterdiği ikircikli tutum, bu konudaki şüpheleri çok büyük ölçüde artırdı. Tam "Merkez Bankası hala bağımsız" denmeye başlanırken, Yılmaz’ın Bakan Ali Babacan’ın uyarısı üzerine "Evet böyle bir şey olabilir, hükümetin kararı" demesi, Merkez Bankası bağımsızlığı açısından gösterilen bütün çabaların, çabalarımızın heba olmasına neden oldu.
TEMKİNLİ TUTUM BU MU?
Peki son kararda Bakan Babacan’ın etkisi var mı? Somut olarak bir şey bildiğimizi iddia edemeyiz ama tahminimize göre; Başkan Durmuş Yılmaz olmasa bile yardımcıları ve bazı Kurul üyeleri tarafından Babacan’ın görüşü soruldu ve Bakanın görüşü de bu yöndeydi.
Geçen ayki açıklama, yeni bir faiz artırımı sinyali verse de, beklenti anketindeki küçük iyileşmenin faizleri sabit tutmak için bahane yapılacağını tahmin etmiştik.
Para Politikası Kurulu açıklamasında orta vadeli enflasyon görünümünde bir önceki aya kıyasla görülen iyileşmeye dikkat çekilerek, alınan tedbirlerin sonuç vermeye başladığı kaydedildi. Buna karşılık bazı banka iktisatçıları bu gözleme karşı çıkarak beklentilerdeki iyileşmenin çok sınırlı olduğunu söylediler ve bazı yorumcular tersine, önümüzdeki yılın yüzde 4’lük enflasyon hedefiyle uyumlu senaryo çizildiğinde, önceki aya göre kötüleşmeden bile söz edilebileceğine dikkat çektiler
Peki, Merkez Bankası’nın faizi değiştirmeyip, "Ama temkinli tutumuz devam edecek, gerekirse mali sıkılaştırma yaparız" demesi piyasalarda nasıl algılandı?
Bizce "temkinliyiz" demekle temkinli olunmuyor, bunu davranışlarla göstermek gerekiyor. Örneğin dünkü Fortisbank değerlendirmesinde, "Açıklamadaki ifadeler açıklanacak veriler ve global gelişmelerin sonraki faiz kararlarında etkili olacağının ancak belirgin bir bozulma olmadığı durumda da yeniden faiz artırımı beklenmemesi gerektiğinin sinyalini veriyor" deniyordu.
Merkez Bankası, doğru ya da yanlış, bu kararla kendini büyük bir riske soktu.
Yazının Devamını Oku 
24 Ağustos 2006
TÜRKİYE Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) yönetimi önceki gün Başbakan’la bir araya gelerek, ekonomideki gidişat ve TOBB’un gözlem ve önerilerini tartıştı. Toplantı tartışmadan çok Başbakan’ın TOBB yönetimini dinlemesi biçiminde geçmiş.
Bu toplantıda zorunlu istihdam, enerji ve sanayi politikaları gibi önemli konuların gündeme geldiğini biliyoruz ancak bizce en çarpıcı hususlardan birini Başbakan’a da sunulan, TOBB’un düzenli olarak yaptığı, beklentileri ölçmeye çalışan barometre anketinin sonuçları oluşturuyor.
Anket sonuçlarına göre TOBB tabanını oluşturan, yani çoğunluğunu küçük ve orta ölçekli işletmelerin oluşturduğu işaleminin beklentileri oldukça bozulmuş durumda. Oysa, geçen yıl işler bir ara sarpa sarıyor gibi gözüktüğünde bile anket sonuçları oldukça olumlu çıkmıştı. Hatta herkesi şaşırtan sonuçlar çıktığı için, sonuçların tekrar tekrar gözden geçirildiğini de biliyorum.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Başbakan’a da sunduğu anket sonuçlarının gösterdiği en önemli sonucun "beklentilerdeki istikrarsızlık" olduğuna dikkat çekmiş.
Bu yıl ocak ayında işletmelerin yüzde 40.5’i, cirolarının bir önceki yıla kıyasla arttığını belirtirken, temmuzda bu oran yüzde 31’e düşmüş. Yılın ikinci 6 ayına ilişkin beklentileri sorulduğunda ise işletmelerin ancak 44.6’sı cirolarının artacağını söylemiş, yüzde 34.2’si "aynı kalır", yüzde 21.1’i de "azalmasını bekliyoruz" demiş. Geçen ocak ayında aynı soruya "artacak" yanıtı verenlerin oranı yüzde 62.7, "değişmeyecek" diyenlerin oranı yüzde 25.6, "azalacak" diyenlerin oranı ise yüzde 11.7 imiş.
Sadece cirolar değil, kárlarda da, işçi sayısında da aynı beklentiler söz konusu. Yani işletmeler 6 ay önceye kıyasla da, geçen yıla oranla da, bir hayli karamsarlaşmış durumda.
Halbuki, son bir kaç yıldır bu beklentiler sürekli olarak olumlu bir gidişat izlemişti. Yani beklentilerdeki olumluluk bir istikrar kazanmıştı, hem bireyler hem de işletmeler önlerini görebiliyor, yatırım ya da istihdam kararlarını, bu beklentilere göre oluşturuyorlardı.
MERKEZ BANKASI KARARI
Buna karşılık Merkez Bankası’nın ağustos ayının ikinci dönemine ilişkin beklenti anketi sonuçları ise, yıl sonu TÜFE beklentisinin ayın ilk anketine göre yüzde 0.13 oranında azaldığını ortaya koydu.
Buradan yola çıkarak, "Temmuz ayında bozuk olan beklentiler, bu ayın ikinci yarısından itibaren yeniden düzelmeye başladı" denilebilir.
Ancak bu doğru bir gözlem olsa da, eksik kalır. Çünkü herkes biliyor ki, son 3-4 aydır sürekli hale gelen bir beklenti kötüleşmesi yaşanıyor. İki anket, hem içerik hem de periyodik olarak farklı olsa da; bu yılın başında ocak ayında iki ankette de beklentiler düzeliyordu, geçtiğimiz temmuz ayında ise her iki ankette de beklentiler kötüye gidişi gösteriyordu.
Önemli olan beklentilerin yeniden istikrar kazanması. Bu son beklenti anketi sonuçlarına göre olumlu ya da olumsuz trendin kalıcı olduğunu henüz söyleyemiyoruz. Özetle; geçen yıllarda sürekli olumluya giden beklenti anketleri, şimdi kendine yeni bir yön arıyor.
Şimdi yapılması gereken; beklentileri, özellikle de olumlu yönü gösteren beklentileri yeniden kalıcı kılmak, istikrarlı hale getirmek. Bunun için yapılacak şey belli; politikalarda istikrar.
Elbette ABD başta olmak üzere dışarıdaki ekonomik gidişat, bizim için de belirleyici olacak ama genel dünya trendine kıyasla daha olumlu bir seyir izlememiz de mümkün. Bunun için yapılacaklar da, hep yazıldı çizildi; gerekli olan yapısal reformlar, seçime rağmen popülizme kayılmaması, mali disiplinin bozulmaması, iç siyasi istikrar...
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu da böylesine, beklentilerin henüz istikrar kazanmadığı bir ortamda karar almak zorunda. Umarız, beklentilere istikrar kazandıracak bir karar olur. Merkez Bankası’nın son anket sonuçları iyi çıktı diye "erken iyimserliğe" kapılma lüksü yok. Ankete bakıp "faiz artırmama" kararı alsa bile, Para Politikası Kurulu’nun bu kez söylemi epeyce sertleştirmesi gerekecek.
Yazının Devamını Oku 
22 Ağustos 2006
BÜTÇE verileri, bu konudaki uzman kişi ve kuruluşların değerlendirmeleri, olumlu seyreden genel bütçe dengelerine karşın, bazı kalemlerdeki tehlikeli seyre giderek daha fazla dikkat çekmeye başladı. Sosyal güvenlik harcamaları ve tarımsal destekleme alımlarındaki tehlikeli gidişattan aslında bir süredir söz ediliyor. Bunlardan sosyal güvenlikle ilgili, bu yıl olumlu bir seyir izleniyor. Ancak bu olumlu seyir, tümüyle yapılan sosyal güvenlik affından kaynaklanıyor.
Yani SSK ve Bağ-Kur prim affı nedeniyle, önemli ölçüde tahsilat artışı gerçekleşti. Dolayısıyla, sosyal güvenlik bu yılki bütçede dengeleri bozan değil aksine dengeleri iyileştiren bir rol aldı. Örneğin sürekli bütçeden transfer alan Bağ-Kur, prim affı tahsilatları nedeniyle, son 3 aydır bütçeden transfer yapma gereği duymadı.
Ancak herkes biliyor ki; bu durum sürdürülebilir bir durum değil. Hatta bizim kanaatimize göre; beklenenden çok daha çabuk geri dönüş başlayabilir. Yani prim affından yararlananlar, birkaç ödemeden sonra bu ödemeleri, "nasıl olsa yeni af çıkar" diye, düzenli yapmaktan her an vazgeçebilirler.
Geçmiş dönemden bildiğimiz bir şey var ki; aflar yeni af beklentileri doğurur. Bunun da ötesinde sosyal güvenlik primleri konusundaki deneyim, özel sektörün sıkıştığı zaman ilk aksattığı ödemelerden birinin sosyal güvenlik primleri olduğunu bize gösteriyor.
Aslında gelen mailler ve telefonlardan da görüyoruz ki; daha şimdiden sıkıntı başladı. Bazı işverenler "Nasıl olsa affa girdik, onun ödemelerini yapıyoruz" diye, cari yani normal zamanı gelen sosyal güvenlik prim ödemelerini yapmıyorlar. Bu nedenle yeniden Çalışma Bakanlığı’na başvurular olduğunu biliyoruz. Bakalım Bakanlık ne yapacak?
Yani sosyal güvenlikteki bu yılki olumlu gidişat sürdürülebilir bir durum değil. Önemli olan artık af olmayacağının çok iyi anlatılması ve özellikle kayıtdışının önlenmesi ile sistemin sağlıklı ve şeffaf bir finansman yapısına kavuşturulması.
Sosyal güvenlik reformu, zorla da olsa, yapıldı ama mühim olan uygulama. Hükümetin bu konuda ne kadar ısrarlı olacağını göreceğiz. Seçim dönemine girilmiş olması ise tehlike...
YAPILAMAYAN ZAMLARIN ETKİSİ
Seçim döneminin gelmesi, zaten sorun olmaya başlayan tarımsal destekleme alım ve finansmanının önümüzdeki dönem daha fazla sorun olacağını gösteriyor. Maliye ne kadar saklamaya çalışsa da, geçen yıl TMO’nun yüklü alımları sorun olmuş, Hazine’den görev zararı yazılacağı bilinerek, kredi verilmişti. Şimdi TMO fındık alım görevini de üzerine aldı. Fındığı yeni ürünlerin izlemesi bekleniyor ve dolayısıyla tarımsal destekleme bütçe için, bütçe içinde gösterilmediği takdirde de, kamu ve borç dengesi için çok büyük sorun olabilir.
Sağlıkla ilgili olarak ise çok detaya girmeye gerek yok, durum ortada. Sağlıkta, ilaç harcamalarında son birkaç yıldır, belki onlarca defa değişiklik yapıldı ama bir türlü dikiş tutmadı. Aksine sağlık harcamaları giderek büyümeye devam ediyor.
İşin kötüsü sağlık hizmetlerinden memnuniyetsizlik de her geçen gün artıyor. Dolayısıyla seçim yaklaştığında, yapılmaya çalışılan tasarruflardan da vazgeçilebilir. Bir talimatla her şey eski haline dönebilir ama fatura bu kez çok daha büyük olur. Yeşil kart harcamaları devasa biçimde büyüyor. Taşrada konuştuğumuz banka şubelerinin yöneticileri, her türlü hilenin yapıldığını ve varlıklı kişilerin bile, partiyle, belediyelerle ilişkileri nedeniyle çok rahatlıkla yeşil kart alabildiğini, açıkça söylüyorlar.
Türkiye Ekonomik Araştırmalar Vakfı (TEPAV) dün yayımladığı haziran sonu bütçe değerlendirmesinde sağlık harcamaları ve tarımdaki tehlikelere dikkat çekmiş. Bizce sosyal güvenlik de önümüzdeki dönem yeniden sorun olacak. Buna ek olarak elektrik zamlarında görülen aksama, bütçe ve KİT dengesi üzerinde giderek daha fazla tehlike yaratacak.
Görüldüğü gibi bütçe rakamları olumlu ama içine girdiğiniz zaman, popülist kaygıların etkilerini de görüyorsunuz. Popülizmin dozu önümüzdeki dönemde belirleyici olacak.
Yazının Devamını Oku 
21 Ağustos 2006
ÖNÜMÜZDEKİ hafta toplanacak olan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun da etkisiyle, bu hafta faizin çok yoğun biçimde tartışılmasını bekliyoruz. Bununla birlikte, yeniden sıcak para girişi nedeniyle, eski seviyelerine doğru gerilemeye başlayan kurlar da, aynı paralelde yoğun tartışma konusu olacak. Ünlü uluslar arası yatırımcı Mark Mobius, son yaşanan dalgalanmadan sonra ucuzlayan Türkiye’deki hisse senetlerine yeniden yatırım yapmaya başladıklarını söylemiş ve bu hisselerin çok cazip olduğunu ifade etmiş.
Gerçi Mobius aynı haberlere göre yatırımcının bu ülkelerde kısa vadeli al-sat’lardan çekinmesi gerektiğini söylemiş ama hepimiz biliyoruz ki; Mobius’unki de dahil, gelen kısa vadeli sermaye, bu dönemde eskisine kıyasla çok daha kısa vadeli geliyor. Fonlar, yıl sonunda paçal edecekleri yatırım karlarını, birkaç aylığına Türkiye’de etmeyi planladıkları karlarla artırmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla bu haber de son dönemde Türkiye’ye gelmeye başlayan sıcak paranın neden geldiğini gösteren örnek bir haber.
Sıcak para gelişinin arttığını gösteren haberlerle birlikte ihracatçıların "yakınma"larının arttığını da hep gördük, yaşadık. İşte dünkü haberlerden biri de dış ticaretten, daha doğrusu ihracattan sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’e aitti. Tüzmen, ihracat için kurun 1.5 YTL’nin altında olmaması gerektiğini söylemiş Tüzmen ihracatın dolar kuru 1.5 YTL’nin üzerine çıktığında önemli bir ivme kazandığını söyleyip, 1.4 YTL’ye gerilemeye başladığında ise ihracatta bir azalma, ithalatta ise yeniden artış başladığını kaydetmiş.
Bu kadar kısa sürede böyle somut bir kanıya nasıl varıldı bilmiyoruz ama ihracatçıların kurlarla ilgili şikayetlerinin artmaya başladığı açık.
Yani görünen tablo şu ki; dalgalanma öncesi sıcak parayla güllük gülistanlık gözüken
piyasalar, yeniden eski günlerine dönme özlemindeyken, ihracatçılar da sevindikleri dalgalanma etkilerinin artık geçmeye başlamasından pek de mutlu değiller.
Ancak unutulan şu ki; artık her şey eskisi gibi değil. Yani siz bu dalgalanmanın zararını
gördünüz ve bütün maliyetlerinizi artıran faizler 8-9 puan yukarı çıktı ve orada düşüş yok. 8-9 puan artış da artık eski yüksek enflasyon dönemlerindeki gibi görece küçük bir artış oranı değil, yüzde 50’den fazla bir artış demek...
MERKEZ BANKASI’NIN ZOR KARARI
Dalgalanmanın en fazla vurduğu ekonomik hedeflerden biri de enflasyon. Enflasyon hedeflemesinin ilk yılında, belirlediğiniz, nokta değil aralıklı hedeflerin bile tutturulamayacağı anlaşılmış, şimdiden gelecek yılın aralıklı hedefinin peşine düşmüşsünüz.
İşte Merkez Bankası’nın bu haftaki Para Politikası Kurulu toplantısı da bu nedenle çok zor.
Zorluğu şu ki; Merkez Bankası yaptığı hesaplamalara göre 2007 enflasyon hedefini tutturabilmek için hala faizlerde artırıma gitme gereği duyup bunu açıkladı. Buna karşılık piyasalar "faiz zaten çok yüksek" diyerek artık faizin artırılmamasını istiyor.
Şu kadarını rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Merkez Bankası daha önce bu artırım sinyalini vermemiş olsaydı, piyasalar şimdi faiz indirimi bile istemeye başlamıştı.
Çünkü eski yatırımları nedeniyle, faizlerin gelmiş olduğu seviye nedeniyle zarar ediyorlar.
Buna karşılık kurların yeniden aşağı gelmesi nedeniyle, ihracatçılar başta olmak üzere, çoğu kesim Merkez Bankası’nın bu kez alım yönünde dövize müdahale edip, yani piyasadan döviz alarak kurların bir miktar yukarı gelmesi gerektiğini söylüyorlar.
Bunun için Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu’nu toplaması elbette gerekmiyor. Ancak gördüğümüz kadarıyla bu ihtimal de Kurulda değerlendirilecek.
İşte Merkez Bankası çeşitli baskı gruplarından gelen farklı taleplerin yeniden alevlendiği bir dönemde, bu hafta önemli kararlar almak zorunda kalacak. Elbette sağlıklı olan; Merkez Bankası yönetiminin talepler ne olursa olsun, asıl amacı doğrultusunda karar alması.
Bizce, aşağı ya da yukarı yönde, istikrarlı trendin önemi hala tam anlamıyla anlaşılamadı.
Yazının Devamını Oku 
19 Ağustos 2006
ÖNCEKİ gün açıklanan Temmuz ayı bütçe rakamları olumluydu. Bu olumlu rakamlarla ABD’den gelen iyi haberler birleştiğinde, piyasalardaki olumlu hava iyice pompalandı. Temmuz ayı sonu itibariyle, bütçenin faiz dışı fazlası yaklaşık 4 katrilyon lira oldu. Geçen yılla kıyaslandığında, bu oldukça olumlu bir iyileşme rakamı.
Bütçe performansında vergi tahsilatındaki artışın yanısıra, özellikle sosyal güvenlik açıklarına yapılan bütçe aktarımlarının azalmış olmasının, çok büyük payı var. Bağ-kur’a son 3 aydır bütçe transferi yapılmamış olması, bu olumlu gelişmede tabi ki çok önemli rol oynuyor.
IMF tanımlı olarak bakıldığında ise hesaplamalar; faiz dışı fazlanın, yaklaşık 3,5 katrilyon gibi, yine de olumlu bir rakama ulaştığını gösteriyor.
Dolayısıyla bu yılın bütçesinde, bu yılın yüzde 6.5 olarak belirlenen faiz dışı fazlasının gerçekleşmesinde, önemli bir sıkıntı olmayacağı da kendiliğinden anlaşılıyor.
Zaten IMF, bu olumlu gidişatı ve bir defalık iyileştirmeleri gördüğü için, harcamalara kısıt koydu ve faiz dışı fazlanın yüzde 6.7-6.8’e çıkması zaten bekleniyordu.
Buna rağmen piyasalar, bütçe rakamlarını çok olumlu karşıladılar.
Bu yılki sosyal güvenlik performansının önümüzdeki yıllarda gerçekleşmeyeceğini herkes biliyor ama piyasalardaki olumlu haber ihtiyacı, bunu kayda geçirmelerini bile engelliyor.
Piyasaların çok fazla üzerinde durmadığı diğer gelişmeler ise memur maaş zamlarının getireceği yük ve ardından gelecek yeni tarımsal destekleme alım yükleri...
Maliye, her zaman olduğu gibi, memura yapılacak fazla zamma karşı. Maliyeciler memurlarla sürdürülen zam görüşmelerinde, geçen yılki enflasyon farkının kamuoyuna yansıyan rakamın da altında kaldığını söylüyorlar ama bu rakamı vermeye de razı gözüküyorlar. Ancak bu zam farkının Temmuz ayından itibaren ödenmesi konusunda çok ısrarlılar.
Bana karşılık memur sendikacıları bu yıl Ocak ayından, olmadı Nisan ayından itibaren, bu farkın ödenmesini istiyorlar. Ancak bununla da yetinmiyorlar, zammın en az yüzde 10 olması gerektiğini söyleyip, asgari memur maaşı belirlenmesi konusunda direniyorlar.
Şu kadarını söyleyelim; Maliyecilerin hesaplamalarına göre; Temmuz ayından itibaren verilecek geçen yılki enflasyon farkının toplam faturası 500 trilyon lira. Maliyeciler bu paranın bile olmadığını, bir yerlerden bulmaları gerekeceğini söylüyorlar.Yani Ocak ayından geçerli olursa bulunması gereken ek paranın miktarı, otomatik olarak 1 katrilyona çıkıyor.
KENDİNE ZAM YAPAN 25 BÜROKRAT
Bu hesapla yapılacak yüzde 5-6’lık bir zammın faturasının; Temmuz’dan geçerli olursa 1 katrilyon, Ocak’tan geçerli olursa 2 katrilyonu bulacağı, kaba bir hesapla bulunabilir.
Biz şahsen, Hükümetin, sıkıntı çıkmaması için yine ortayol bulmaya çalışacağını ve gelecek zam yükünün en azından 1 katrilyon lirayı bulacağını tahmin ediyoruz. Dolayısıyla bu rakam bir yerlerden bulunmaya çalışılacak ve IMF’le önümüzdeki ay müzakere edilecek.
Gelecek IMF Heyetiyle, fındık başta olmak üzere yeni destekleme alım yüklerinin de konuşulmak zorunda kalınacağını düşünüyoruz.
Bu arada memurlarla zam görüşmelerinde, sendikacılar haklı olarak Maliyecilere "kendilerine yaptıkları gizli zammı" sormuşlar. Referans’dan Hacer Boyacıoğlu’nun ortaya çıkardığı "bürokrasinin müthiş kalem oyunları"ndan birine daha imza atan Maliyeciler ise bu yöndeki sorulara "Biz zammı hakettik" yanıtı vermişler. Yani "siz haketmediniz" mi demek istiyorlar?
Bunun da ötesine geçmişler, "Bizim zammımız ekonomik dengeleri etkilemez çünkü sadece 25 kişinin maaşını artırıyor" demişler. Yani demek istiyorlar ki; "Biz suyun başındaki 25 kişi kendi maaşlarımızı artırdık, ama sizin maaşını artırmıyoruz"
Biz çoğunluk iktidarı döneminde bürokrasinin zayıf olacağını, hele hele sürekli bürokrasiden yakınan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında, bürokratların böyle bir şeye cesaret edemeyeceklerini sanırdık. Demek ki Başbakan göreve getirdiği 25 bürokrattan yakınıyormuş.
Ya da bu bürokratlar zamlarına ses çıkarılmadığı için, her istenileni sorgulamadan yapıyor...
Yazının Devamını Oku 
17 Ağustos 2006
SON dönemde piyasalarda yaşanan iyileşme konusunda, değişik değerlendirmeler var. Bu "yeniden iyileşme"nin, yeniden sıcak para girişleriyle olduğu ise kesin. Buna karşılık ihtiyatlı bir tutumun devam ettiğini de gözlüyoruz. Yani, o ya da bu nedenle, bozulan güven, beklentiler tümüyle onarılmış değil. Bu gidişle beklentilerdeki iyileşmenin eskilerine kıyasla daha uzun süreceği de ortada....
Bizce piyasalar, son dönemde daha temkinli tavır takınmakta haklılar.
Çünkü her ne kadar son iyileşmeye farklı baksalar da, en ufak bir çalkantıda, yeniden sermaye çıkışı olduğunda, özellikle kurların bir önceki harekete kıyasla, çok daha hızla yukarı çıkacağını görüyorlar. Bunun nedeni de açık: Son günlerde gelen kısa vadeli sermayenin yapısı ve yatırım yöntemi, 3 ay öncekinden, hele hele geçen yılkinden çok farklı.
KISA VADELİ SERMAYE
Bankacılar, aslında beklendiği gibi, son dönemde iyileşmeye yol açan kısa vadeli sermayenin, çok daha kısa vadeli kar niyetleriyle geldiğini, bu nedenle de çok daha hızlı geri dönecek biçimde yatırım yapıldığını söylüyorlar.
Yani herkes yeni bir olumsuz hareketin, kuru çok daha hızla oynatacağını görüyor.
Hem bu kaygılarla, hem de enflasyon hedeflerine yakınsamanın gecikmesi nedeniyle, piyasalar faizlerde de zaten önemli düşüşler beklemiyorlar.
Öyle olunca da herkes iyileşmenin dinamiklerini daha yakından inceleme, daha temkinli davranma ihtiyacı duyuyor. Bizce bu temkinli tavır, ileride doğabilecek olumsuz hareketlerin dozunu yumuşatmak, sert hareketleri önlemek açısından olumlu sonuç verecektir.
Son günlerdeki hareketi konuştuğumuz Türkiye’deki yatırımlara da aracılık eden bazı bankacılar, sadece içerdeki yatırımcıların değil, yabancıların da Türkiye’ye karşı, eskisine kıyasla şimdi çok daha temkinli baktığını söylüyorlar.
Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli noktalardan biri ise, çok kısa vade için yeni girişler olmasına karşın, orta vade diyebileceğimiz, örneğin ortalama 1 yıllık bir dönem için tedirginliğin daha büyük olduğu. Aynı bankacılar buna karşılık, uzun vadeye bakıldığında ise Türkiye’ye önemli bir güven olduğunun da altını çiziyorlar.
Dolayısıyla özellikle sabit sermaye yatırımları ve uzun vadeli sermaye akışı açısından Türkiye’nin şansı hala devam ediyor, Ama ara dönem için ciddi belirsizlikler var.
İÇERDEKİ RİSKLER YOKOLMADI
Özetle, yabancılar Türkiye’nin geleceğine, bizce AB hedefinin belirleyiciliğiyle, olumlu bakıyorlar ama önümüzdeki 1-1,5 yıllık dönem için ciddi riskler görüyorlar. Bunun yanısıra hala çok kısa dönem için para kazanılacak bir yer gördükleri için de, 3-4 aylık sermaye yatırımlarına girebiliyorlar. Bunu yaparken bu kez geri dönme kabiliyetlerini artırıyorlar.
Elbette çok kısa dönemli bu harekette ABD’deki faiz artışlarının durması, enflasyon rakamlarının olumlu gelip, enflasyon beklentilerinin gevşemesinin büyük katkısı var.
Ancak ABD’deki durum, yani "finansal kıble"deki istikrar, bütün sorunları çözmüyor.
Çünkü içerde biriken riskler varlığını sürdürüyor...
Bizce orta dönem için Türkiye’ye yatırım için oluşan güvensizlikte, yaşayacağımız seçim süreçlerinin çok önemli rolü var. Yani hem içerde hem de dışardaki yatırımcılar, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ve genel seçim sürecinde sorunlar çıkmasını bekliyorlar.
Bununla beraber, yurt dışındaki konjonktür de siyasi açıdan Türkiye riskini artıran bir unsur.
Ekonomik olarak baktığımızda ise bizce önümüzdeki dönem mali disiplin açısından memur maaşları ve destekleme alımları sorun çıkaracağa benziyor. Fındık alımında Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO)’nin devreye sokulması, destekleme kapsamından çıkarılan diğer ürünlerin de aynı kapsama alınacağını, bunun da yeni sübvansiyonlar anlamına geleceğini düşünüyoruz. Memur maaşları konusunda ise şimdi belki mali disiplini çok bozacak zamlardan kaçınabilirler ama önümüzdeki yılın seçim yılı olduğu unutulmamalı...
Kısacası; beklentilerde kalıcı iyileşme için bir süre daha beklenecek gibi gözüküyor...
Yazının Devamını Oku 
15 Ağustos 2006
"Enerjideki sıkıntı bu kafayla çözülmez" diyorduk ya, işte kastettiğimiz o kafa, o anlayış, artık iyice su yüzüne çıkmaya başladı. ANKA’nın haberiyle, Boru Hatlarıyla Petrol Taşıma Anonim Şirketi’nin (BOTAŞ) toplam alacağının 8.4 milyar YTL’ye, yani 8.4 katrilyon liraya ulaştığı, bu alacağın 6.8 milyar YTL’sinin ise Elektrik Üretim Şirketi’ne (EÜAŞ) ait olduğu ortaya çıktı. Geriye kalan alacak ise Hamitabat Elektrik Üretim ve Ticaret Şirketi (HEAŞ) ve Ankara Belediyesi EGO’nun borcu.
Bu haberin ardından, EÜAŞ ve Enerji Bakanlığı yetkilileri dün çeşitli açıklamalar yaptılar. EÜAŞ Genel Müdürü Sefer Bütün, BOTAŞ’a olan borçlarının anaparasının 2 milyar YTL olduğunu söyleyip, Türkiye Elektrik Ticaret Taahhüt Anonim Şirketi’nin (TETAŞ) kendilerine olan borcunun bu miktarın üzerinde olduğunu belirtmiş. Genel Müdür Bütün, BOTAŞ’a olan borçlarının 2.05 milyar YTL’sinin anapara, 4.74 milyar YTL’sinin faiz olduğunu belirtip, "Faizleri hesap ederler de.. Biz kamuyuz, esas olan anaparadır" demiş. Yani "Ben 2 milyar YTL’yi öderim, gerisine karışmam" demek istiyor. Bütün bu KİT’ler üzerinde sözsahibi Enerji Bakanlığı Müsteşarı Sami Demirbilek ise bu mantığı bir adım daha ileriye götürmüş. Daha önce de "zammı bazı gazeteciler istiyor" diye demeçler veren Demirbilek, "Yanlış hesap yapmışlar. BOTAŞ 2 milyar YTL’lik anapara alacağını alsa, nakit sıkıntısı mı kalır? Faiz alıp ne yapacak?" demiş...
Demirbilek, BOTAŞ’ın faiz hesabıyla 6.8 milyar YTL’lik bir alacak talebinde bulunamayacağını söylemiş ve "Bu faiz alınırsa boş yere vatandaştan dolaylı yoldan para alınıp geri verilmiş olunacak" demiş. Müsteşar Demirbilek, 2 milyar YTL’lik anaparanın üzerinde bir rakamın Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin (TEDAŞ) TETAŞ’a, TETAŞ’ın da TEÜAŞ’a borcu olduğunu kaydetmiş.
Özetle demek istiyor ki; bir sürü şirket var, elektriğin parası tahsil edilemediği için, zincirleme olarak bu kamu kuruluşlarının birbirlerine borçları oluşmuş. Nihai alacağı oluşan BOTAŞ’ın ise hepsi kamu olduğu için sadece anaparasını alması yeter, yazdığı faizi almasın.
Dikkatinizi çekerim; bunların hepsi kamu ama hepsi anonim şirket. Yani bir alacağını tahsil etmezse, kısacası yazdığı faizi almazsa, o kurumların yöneticileri suçlu duruma düşer. Kanuna göre oluşan faiz alınmak zorundadır, başka çareleri yoktur
TAHKİM Mİ YAPILACAK?
BOTAŞ bütün bu alacaklarını tahsil edemediği için, finansmanını sağlamak amacıyla kredi kullanmış, kullandığı bu paraya faiz ödemiş ama zamanında ödenmeyen alacakları için faiz uygulamayacakmış... "Yüce Divan’lık" derler ya, işte bu kurumun yöneticileri yazılan bu yasal faizi tahsil etmezlerse Yüce Divan’a da giderler, başka yerlere de...
Peki bu faizi almamanın bir yolu var mı?
Var ama bunun adı kamu borçlarının silinmesi yeni tahkimdir. Yani yasa çıkarılması lazım.
Peki tahkime girince bu alacaklar buhar mı oluyor?
Tabi ki "sildim" demekle silinmiyor. Geçmişte yapılan tahkimlerin sonucunda, fiili olarak alacaklar, hesaplar buhar olamadığı için, gelip bu alacaklar dayattı ve çok krizlere yol açtı.
O zaman biriken kamu alacaklarını örneğin ekonomik programa başlarken, kamu bankalarına tarımsal destekler nedeniyle, faizleriyle, oluşmuş devasa borçları Hazine boşuna mı ödedi?
O alacaklar buhar olabilse Hazine bunları ödemez, bunlar için kağıt çıkarmaz, kamu borcu yükselmez dolayısıyla faizler o kadar çıkmaz, kredibilite azalmazdı. Ne iyi olurdu, değil mi?
Niye böyle hileli yollara sapıyorlar biliyor musunuz? Çünkü "enerji KİT’lerini biz kára geçirdik" dediler ve 3,5 yıldır bu gerekçeyle zam yapmadılar. Sonuçta bunun sübvansiyon olduğu, zarar olduğu ortaya çıkınca telaşlandılar. Yani takke düştü..
Şimdi bu biriktirdikleri elektrik zamlarını fazlasıyla yapmak zorundalar. Zam gerekliliğini kalem oyunlarıyla azaltmaya çalışıyorlar ama zam, şimdi fazlasıyla yapılmak zorunda.
Şimdi kim halkın cebinden daha fazla para almış olacak? Bunu adı kötü yönetim değil mi?
Yazının Devamını Oku 