Erdal Sağlam

İhale Kurumu artık bağımsız değil

25 Eylül 2006
BU köşede İhale Kurumu’yla, neden bağımsız olması gerektiğiyle ilgili, oluşumundan gelişimine kadar, birçok haber ve yorum yeraldı. Yolsuzlukların ve siyasi istismarın önlenmesi için bu Kurumun bağımsızlığının ne kadar önemli olduğu görüşüne, herhalde artık herkes katılıyordur. İhalelerdeki siyasi kararların halkın cebinden alınıp, yandaşlara aktarılan para olduğunu artık kör gözler bile gördü. Buna rağmen, siyasi iktidarlar AB zoruyla kurdukları bu kurumu yeniden siyasi kararlara açık, bağımlı hale getirme çabalarından vazgeçmediler. AKP iktidarı da geldiğinden bu yana, özellikle de istediğine istediği işi vermenin önünde engel gördüğü için, Kurumun bağımsızlığına göz dikmiş durumda.

İşte geçen hafta son şekli verilen, 7. taslağın artık yasalaşmak üzere Başbakanlığa gideceği söyleniyor. Bu taslak ile bağımsızlığı önlemeye dönük çabalar doruk noktasına ulaşmış durumda. Yani bu taslak yasalaşırsa, Kurum artık tümüyle bağımlı hale gelmiş olacak.

Bağımsızlığı belirleyen en önemli unsurlardan olan atama şekli tümüyle değişiyor. Daha önce Kurul üyeleri, Maliye Bakanlığı tarafından önerilen 2, Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca önerilen 3, Hazine’nin bağlı olduğu bakanlık ile Danıştay, Sayıştay, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Türkiye İşverenler Sendikası (TİSK) tarafından önerilen birer kişiden oluşuyordu. Şimdi ne oluyor biliyor musunuz; Kurul üyeleri tümüyle Bakanlar Kurulu tarafından önerilip seçilen kişilerden oluşacak. Yani zaten başına getirilen kişiyle Maliye’ye bağlı çalışmayan başlayan Kurul, artık tümüyle, şekil olarak da siyasi olacak.

Bu da yetmiyor; AKP döneminde atanan Başkan ile bir üye dışında, yasayla Kurulun mevcut tüm üyeleri işten atılıyor. Yani Hükümetin acelesi var ve zaman içinde tümüyle kendi adamlarının dolmasını bekleyemiyor.Yasayla, Kurulu yeni baştan atamaya kalkışıyor.

"Pervasız tutum" son dönemde çok konuşuluyor. Özellikle siyasi açıdan, bu ülkede başka kimse yokmuş gibi davranılıp, "ben yaptım oldu" havası artmaya başladı ya, işte İhale Yasası için hazırlanan son taslak bunun en çarpıcı ve tehlikeli örneklerinden birini oluşturuyor.

Geçen hafta Referans Gazetesi’nde Hacer Boyacıoğlu, elde ettiği bu taslağın bir bölümünü yayımladı, bugün de taslak içinde yeralan diğer maddeleri, ne kadar tehlikeli bir yola gidildiğini, ihalelerin yeniden siyasi iradeye verilmesini öngören maddeleri okuyacaksınız.

Bir de "AB karışmasın" deniyor. Bu taslağa karışmazsa, seçim öncesi başımıza gelecekleri, "kendi zenginini yaratma eğilimi"nin nasıl somutlaşarak artacağını bir düşünsenize...

ULUSLAR ARASI BANKANIN BAŞINA FAİZSİZ BANKACI

Karadeniz Yatırım Bankası, Turgut Özal döneminde, bölgenin gelişimine katkı yapmak için kuruldu ve birçok ülke bu Bankaya ortak. Banka Yunanistan’da kurulu ama genel müdürünü Türkiye atıyor. Atamalar hep bankacılardan seçilmişti ama artık bu uluslar arası bankanın, faizle iş yapan bu prestij bankasının başında faizsiz bankacılıktan gelme bir Genel Müdür var.

Murakıp kökenli Faysal Finans Genel Müdür Yardımcısı Hayrettin Kaplan bir süredir bu Bankanın başında görev yapıyor. Ortaklar nedeniyle banka yönetim ve çalışanlarının çok dinli bir kültür yapısı var. Bazı ortak ülkelerin protokol geleneğinde içki olmazsa olmaz bir koşul, sürekli bir resepsiyon, davet, resmi toplantı gündemi çok yoğun olan bir banka. Yani bunun başına atanan kişi, Türkiye’yi temsil eden hem iyi bir bankacı olması lazım, hem de aynı zamanda Türkiye’yi layıkıyla temsil eden çağdaş bir kişilik olması şart.

Daha önceki kişiler çağdaş kişilerdi ve AKP Hükümeti bu kişilerin görev süresini uzatmayıp, "ille de bizden olacak" anlayışıyla, faizsiz bankacılık yapmış bir kişiyi Türkiye’yi temsil etmekle görevlendirdi. Son günlerde yabancı bankacılar arasında Türkiye’nin bu seçimi de çok konuşulmaya başladı. Eşinin başının örtülü olduğu, içkiyi reddetmesinin giderek daha fazla sorun yarattığı, protokol ve temsil görevinin bu şekilde yürütülemediği çok söyleniyor.

Yerli bankacılar, uluslar arası meslektaşlarından bu konuyu dinlemeye başladılar...

Yani bu gündemde çok öne çıkmasa da, yavaş yavaş, AKP bir yandan ekonomik reformları geri çeviriyor, öte yandan da oluşturulan "Ekonomide Çağdaş Türkiye imajı" zarar görüyor.
Yazının Devamını Oku

Dalganın rengi haftaya netleşir

23 Eylül 2006
DÜN piyasada yaşananlara dalga mı diyeceğiz, çalkantı mı, henüz bilemiyoruz. Gerçi IMF’in geçen haftaki uyarısından sonra herkes, buna dalga demeyi tercih etti ama genellikle ardından da "Mayıs’taki dalgadan farklı ama..." demeyi de ihmal etmiyorlar. Bu dalganın IMF’in söylediği, "Gelişmekte olan ülkelerin büyük zarar göreceği, Mayıs ayındakine kıyasla çok daha büyük bir dalga" olmadığı ise hemen hemen kesin gibi...

Ama yine de bu dalganın ne kadar süreceği, ne kadar derinleşeceği, başkalarını ve bizi farklı etkileyip etkilemeyeceği konusunda görüş ayrılıkları sürüyor.

Dün bu dalgayı konuştuğumuz bankacıların hemen hemen tümü, bunun Mayıs’takinden farklı bir dalga olduğunu vurguladılar. Dalganın nedeni konusundaki, "bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki çalkantılar", yine herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir konu.

Mayıs’takinden farklı bir dalga ama ne kadar sürer, ne kadar etkiler?

Genellikle fazla uzun sürmeyeceği söyleniyor ama bazı yorumcular kalıcı olabileceği görüşündeler. Kalıcı olacak diyenlerin bile, aslında Mayıs’taki kadar keskin bir dalga olmayacağını ama bir düzeltme hareketi gibi bir-kaç ay devam edebileceğini de söylüyorlar.

Yorum yapanların çoğu, bu dalganın ömrünü çok kısa olarak görüyor. Bir banka genel müdürü, ne kadar süreceği konusunda "bu akşam (dün) durulmazsa, önümüzdeki birkaç gün daha sürer ama en geç Perşembe günü durulur" tahmininde bulundu.

Piyasa oyuncularının çoğu, bu dalganın ardından hafta sonu tatili gelmesini piyasa açısından "şans" olarak yorumluyorlar. Piyasanın ateşinin durulacağını, önümüzdeki haftaya daha sakin girilebileceğini, bunun da piyasalar açısından olumlu bir süreç olduğunu söylüyorlar.

Bazı bankacılar, piyasanın daha fazla bozulmayacağı konusunda "Mayıs’taki hareketten sonra en fazla 23’ü gören faizlerin şu anda 22’yi geçmesini" gerekçe gösteriyorlar. Yani limitlere gelinmek üzere olduğunu, geri dönüşün önümüzdeki hafta başlayabileceğini kaydediyorlar.

Bu arada aslında bu hareketin yeni olmadığı, geçtiğimiz hafta başından bu yana küçük çıkışlar olduğu ama dalganın Cuma günü geldiği görülüyor. Hazine kağıtlarından son bir haftada çekilen para ise yaklaşık 2 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.

Bu arada bazı piyasa yorumcularının, "Mayıs’taki dalgadan sonra gelen sıcak para gidiyor" yorumlarını, bankacılara sorduğumuzda "onu ayırdetmek o kadar kolay değil" yanıtı aldığımızı da söylemeden edemeyeceğiz. Sonra girenin ilk çıkması bize mantıksız gelmiyor ama bunun ne kadar önemi var, onu bilemiyoruz.

TÜRKİYE HEP KÖTÜLEŞEN GRUPTA

Bu arada dünkü dalganın bize gösterdiği başka bir şey de , Türkiye’nin hep durumu kötüleşen gelişmekte olan ülke grubuna dahil edilmesi... Bu kaderimiz oldu, neredeyse...

Örneğin mal piyasalarında düşüş oluyor yine Türkiye riski satılıyor. Halbuki mal piyasalarındaki düşüşün, G. Afrika’yı Brezilya’yı olumsuz etkilemesi lazım, göreceli olarak da Türkiye gibi ülkelere girişi artırması lazım, öyle değil mi?

Ama hangi piyasa olumsuz etkilense Türkiye riskinin da satıldığını görüyoruz. Bazı bankacılar bu gözlemimize katılmıyor ve "böyle gider, IMF’le de yeniden mutabık kalınırsa, önümüzdeki dönem biz diğerlerindeki kötüleşmeden ayrı tutulabiliriz" diyorlar. Ama özellikle siyasi risk açısından "önümüzdeki dönem böyle bir olumluluk olabilir mi?", diye sorduğumuzda ise bu iyimser bankacılar bile olumlu yanıt veremiyorlar.

Özetle; dün yaşadığımız dalganın rengi, boyutları, ne kadar süreceği konusunda henüz net bir şey söylemek için bizce önümüzdeki haftayı, hatta hafta ortasını görmemiz gerekecek.

ABD’de enflasyon yükselirken bir dert, düşerken bir dert oluyor. Sonuçta Çin, Hindistan, Japonya piyasalarındaki gelişmeler de artık ABD ve Avrupa kadar yakın izlemeye alındı.

Türkiye’nin dünyadaki bu sürekli hale geleceği artık belli olan dalgalı süreçten, bir hayli etkilenmesi ise kaçınılmaz görülüyor. Artık önemli olan dalgadan daha az görmemizi sağlayacak tedbirlerin alınması. Seçim dönemine denk gelmesi ise büyük dezavantaj.
Yazının Devamını Oku

Büyükelçi Wilson’ın işi çok zor

21 Eylül 2006
ÖNCEKİ gece Türkiye Müteahhitler Birliği’nin düzenlediği "Gündem 2006" toplantısının konuşmacısı, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’dı. Wilson’a yöneltilen sorular, büyükelçinin işinin çok zor olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren, kısa bir değerlendirme yaparak, "Şu günlerde önümüzü görmekte çok zorlandığımız bir gerçek" diyerek, bu nedenle Wilson’ın yapacağı açıklamaların önemine dikkat çekti. Eren, meslektaşlarının büyükelçiye iletilmesini istediği soruları da yönelterek konuşmayı Wilson’a bıraktı.

Wilson’ın verdiği yanıtlardan çok, bizce, toplantıdaki genel tavır daha önemliydi. Erdal Eren’in uygun bir üslupla yönelttiği içeriği sert sorular, daha sonra katılımcılar tarafından çok daha sert üsluplarla tekrar tekrar yöneltildi.

Yöneltilen sorular, bizce Wilson’un asıl zorluğunu, yani öğrenmek veya dinlemekten çok suçlama ve "kendini tatmin" kaygısıyla, önyargılarla karşı karşıya olduğunu açıkça gösteriyordu. Seçkin sayılacak katılımcılarla yapılan bu toplantıda karşılaştığı tavır, herhalde Anadolu’yu gezerken, başka toplantılarda, çok daha sert bir biçimde yöneltiliyordur....

Sayıştay Daire Başkanı olan bürokrat, işadamları ve gazeteciler, Wilson’a Büyük Ortadoğu Projesi’ne inanıp inanmadığı, bir emekli albayın Türkiye’yi bölmeye dönük sözlerinin ABD yönetimini bağlayıp bağlamadığı gibi, aslında yanıtını bildikleri sorular yönelttiler.

Soruların tarzı, üslubu, açık açık kızgınlığı gösteriyor, görüş sormaktan çok "iç dökme" ya da "En büyük ABD karşıtı benim" havasını özellikle yansıtıyordu.

Bir işadamı, "Büyükelçi olarak değil, bir ABD vatandaşı olarak soruyorum; Bush’un politikalarını destekliyor musunuz?" sorusunu yöneltince aldığı yanıt, "Herhalde beni gezmeye gelen bir turist olarak değil ABD Büyükelçisi olarak çağırdınız, değil mi? Ben ABD’nin temsilcisiyim ve doğal olarak yönetimin politikasını destekliyorum" oldu.

Bence bir diplomat için, fazla açık bir yanıttı...

Elbette ABD’nin uyguladığı politikaların yanlışlığı, Türkiye’de oluşan bu tepkide, büyüyen ABD karşıtlığında temel unsur. Tabii ki kişi olarak desteklemese de, büyükelçi olarak bu politikaları savunmak, uygulamak zorunda. Yani bir anlamda bunu hak ettiği düşünülebilir.

Ancak benim dikkat çekmeye çalıştığım şey, büyükelçinin değil, katılımcıların tavrı.

BAŞBAKAN’IN ABD ZİYARETİ

Büyükelçinin işi zor ama bizler de çok kolay, zahmetsiz yolu seçiyoruz. Belli, oluşmuş yargıları sürdürüp, yeni bir şey öğrenme zahmetine katlanmıyoruz. Hele işadamları, sorularla işleri için bazı bilgiler edinmek yerine, genel havaya uyuyorlar ya, işte en şaşırtıcısı da bu...

Kısacası; hem kendi işimizi hem de ülke işlerini hálá hamasi, rasyonellikten uzak duygularla karşılayıp, önyargılarla çözmeye çalışıyoruz. Böyle başlanırsa, sonuç sizce ne olur?

Bu arada Büyükelçi Wilson’ın söyledikleri, önümüzdeki ay başında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yapacağı Washington ziyareti öncesine denk geldiği için de önemliydi. Erdal Eren’in sorularından biri de buna dönüktü ve "Tezkere öncesi sıcak ilişkilere, Lübnan’a asker gönderme kararının da etkisiyle, geri dönülüp dönülemeyeceği" idi. Büyükelçi Wilson, lafı evirdi çevirdi "tezkere öncesi ilişkilere geri dönülebileceğini" söylemedi.

Özetle Wilson, bunun Türkiye’nin kararı olduğunu, bu kararı olumlu karşıladıklarını ama bu konuyu daha çok AB’ye üyelik açısından değerlendirdiklerini söyledi...

Anladığımız kadarıyla Başbakan kendi özel kaygılarıyla, iki seçim öncesi ABD’nin desteğini içeriye göstermek, gelecek tepkileri yumuşatmak için Bush’la fotoğraf çektirmeye gidiyor. Ancak ziyareti talep eden Başbakan’dı ve Bush’un gündemi; özel değil genel. Yani yine Irak, İran’a ekonomik ambargo ve bu konularda Türkiye’nin göstereceği tavrı ölçmek olacak.

AKP "Bush’la fotoğraf çektirip, finale doğru gitme" niyetinde ama öğrendiğimiz kadarıyla ikircikli tutum ve son dönemdeki kriz çıkarmaya dönük tavırlar dikkatle izleniyor.

Yani ABD, Türkiye’ye "istikrarlı ülke" kaygısıyla bakıyor, kişi penceresinden bakmıyor.
Yazının Devamını Oku

IMF dalga açıklamasıyla kredibilite artırıyor

19 Eylül 2006
IMF’den gelen "Mayıstakine kıyasla çok daha büyük bir dalga geliyor" açıklaması, tartışılmaya devam ediyor. Bir kısım finans kesimi yetkilileri bunun "malumun ilanı" yani "zaten olacak bir şeyi önceden söylemek olduğu" şeklinde yorum yaparken, bir kısmı ise aşırı kötümser bir tavır olarak görüyor. Ancak olaya bir başka açıdan bakılırsa, bu açıklamanın IMF yönetiminin kredibilite kazanmaya dönük bir manevrası olduğu da söylenebilir.

Yani eğer böyle bir büyük dalga gelmezse, IMF’nin kaybedeceği bir şey yok. "Böyle bir ihtimal vardı temkinli olunması için uyardık" diyebilirler.

Ama eğer böyle büyük bir dalga gelirse, o zaman IMF’nin kazanacağı itibarı bir düşünsenize...

Bu kadar önemli bir gelişmeyi önceden bilmiş bir IMF çıkacak karşımıza. Ondan sonra IMF’nin her dediğine, önüne arkasına fazla bakılmadan güvenilecek, sözü dinlenecek, dolayısıyla uluslar arası piyasalar için yönlendiriciliği yeniden güç kazanacak.

Bu tür bir dalga gelmezse, şimdikinden farklı bir şey olmayacak. Hatta; bunun sonunda "biz uyardık önlem alındı bu nedenle gelen dalgalar ufak kaldı" bile denebilir.

Bu görüşümüzü, IMF’nin politikalarını da iyi bilen bazı bankacılarla paylaştığımızda, onların da IMF’nin genel olarak bir kredibilite kaybı olduğu görüşünde olduklarını, bu nedenle böyle bir açıklamayla itibar aradığının rahatlıkla düşünülebileceğini ifade ettiler.

Bu dalga açıklamasından sonra konuştuğumuz banka üst düzey yöneticilerinin çoğunun ise "IMF’nin söylediği gibi uluslararası büyük bir dalga beklemediklerine" şahit olduk.

IMF-Dünya Bankası Genel Kurulu’nun yapıldığı Singapur’dan gelen haberlerin de IMF’nin bu açıklaması kadar kötümser olmadığını kaydeden bankacıların çoğu da, "ABD’deki durgunluk tahminlerinin de abartılı olduğunu" görüşündeler.

Daha önce FED’in yaptığı faiz artırımlarının, enflasyonist eğilimleri törpülediğini ancak ekonomiyi durgunluğa sevkedecek kadar tehlike bulunmadığını kaydeden bir bankacı, "Şimdi kafalar karışık herkes bir şey söylüyor ama çok büyük bir dalganın, hangi nedenle olursa olsun, geleceğini zannetmiyoruz" dedi.

ASIL DALGA SİYASETTEN

Ancak büyük dalga gelmeyeceğini kaydeden bu bankacı bile, küçük küçük dalgalar gelmesinin kaçınılmaz olduğunu, kendisinin dışarıdan çok içerideki siyasi gelişmeler ve bunların doğuracağı dalgalardan kaygı duyduğunu kaydetti.

Aslında bu görüş, finans kesiminde giderek daha fazla konuşulmaya, tartışılmaya, daha fazla taraftar bulmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçiminin sert tartışmalara sahne olması, bunun da piyasalarda dalgalar oluşturması ihtimali, giderek daha fazla güç kazanıyor. Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından gelecek genel seçimlerin nasıl bir ortamda gerçekleşeceğine ilişkin büyük bir belirsizlik yaşanmaya başladı.

Dolayısıyla, dışarıdan büyük bir dalga gelmese bile, en iyi ihtimalle, 2007 yılının piyasalar açısından dalgalı bir yıl olacağı konusunda, neredeyse hemen herkes hemfikir.

Bu arada siyasi kargaşa için önümüzdeki yılın beklenmeyeceği, bu yılın son aylarında Cumhurbaşkanlığı seçimi kaynaklı tartışmalar yaşanmasını bekleyenlerin sayısı da giderek artmaya devam ediyor.

Siyasi açıdan önümüzdeki döneme ilişkin kötümserliğin son dönemde artmasının en büyük nedeni ise AKP Hükümetinin ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son dönemdeki tavırları. "Finale yaklaşıyoruz, dikkatli olun" açıklaması, tarikat cinayeti ve ardından gelen linç için yaptığı açıklamalar, El Kadı’nın mal varlığının dondurulması kararının durdurulmasıyla ilgili Başbakanlık temyiz başvurusunu geri aldırtması, "keskin bir tavır dizisi" olarak görülüyor ve bu tavrın ileriye dönük olarak sistem tartışmalarını körükleyeceği tahmin ediliyor.

Özetle; içeriden ya da dışarıdan gelecek bir dalga var. Büyük mü, küçük mü olacak, orası ise bilinmiyor. Umarız, bankacılar büyük dalgaya inanmasalar da, temkini elden bırakmazlar.
Yazının Devamını Oku

Reel sektör döviz borçlarını kapatıyor

18 Eylül 2006
IMF’den gelen "yeni ve büyük dalga" açıklaması, her ne kadar fazla ses çıkarmasalar da, hem finans kesimini hem de reel sektör şirketlerini tedirgin etmiş gözüküyor. Zaten bir süredir, önümüzdeki yıla ilişkin olarak dalgalanma beklentisi vardı ama IMF’den gelen açıklamalar, bunun tuzu biberi oldu. IMF açıklamalarında "Gelişmekte olan ülkelerin bu dalgadan geçen Mayıs’takine kıyasla çok daha etkilenebilecekleri" de ayrıca yazıyordu.

İşte zaten hem küresel likiditeden, hem de içeride siyasi çatışmalardan büyük tehlikeler bekleyenler, üzerine gelen bu IMF açıklamalarıyla iyice tedirgin oldular.

Bir süredir bankacılık kesiminin artık açık pozisyonu kalmadığından ancak reel sektörün açık pozisyonunun risk oluşturduğundan söz ediliyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) dahil, reel sektörün açık pozisyonunu tam rakamıyla bilen yok ama herkes de biliyor ki; yüksek...

Kısacası; küresel likiditedeki bir büyük dalga, yani sıcak paranın hızla çekilmesi, kurları aşırı derecede oynatır ve bu kez Türkiye ekonomisi, bankacılık kesimi değil ama reel kesimden darbe alır. Mayıs’takinin bile bizi diğerlerinden fazla etkilediği de ortadayken...

İşte son günlerde bankacılık kesiminden aldığımız haberlere göre, reel sektör şirketleri, bu kur tehlikesine karşı, yavaş yavaş açık pozisyonlarını kapatma eğilimine girmişler. Zaten bazı büyük holdinglerin bazı şirketlerini satışa çıkardıklarını biliyoruz. Bu büyüklerin, önümüzdeki dönemde satışlara devam edecekleri, büyük şirketlerini bile satışa çıkarabilecekleri, bununu için hazırlık yapmaya başladıkları söylenmeye başladı. Bu satışlar tabi ki "stratejik plan" ile açıklanacak. Tabi ki bu satışlar için "Yaptığımız stratejik plan çerçevesinde bazı alanlardan çekilip, ileriye dönük iddialı olduğumuz alanlarda yoğunlaşacağız" denecek. Bunun gerçeklik payı da yüksek; yani büyükler gelişen koşullara göre stratejik alanları belirleyip ona göre şimdiden harekete geçiyorlar. Ancak bu satışların ardındaki bir başka gerçek de, "döviz borçlarını kapatmak, en azından azaltmak" da olacak...

Bizce büyüklerin bu hareketi çok yerinde olacaktır.

Hem kendileri açısından hem de Türkiye ekonomisi açısından, gelecek büyük dalgaların etkisini şimdiden azaltmak açısından, çok yararlı bir girişim olacağına inanıyoruz.

Bu nedenle de bu hareket mutlaka herkes tarafından desteklenmelidir.

ÖZEL SEKTÖR DİK DURMALI

Sadece Türkiye ekonomisi açısından değil, bizce siyasi gelişmeler açısından da Türk özel sektörünün döviz borçlarını kapatıp, çok daha dik durması faydalı olacaktır.

Hep ülkeler için söyleriz ya; "Borçlu olan ülke emir almaya mahkumdur" ...

İşte aynı şey özel sektör, özellikle de büyük özel sektör kuruluşları için de geçerli. Özel sektör mümkün olduğunca sağlam olmalı, ekonomik açıdan güçlü olmalı ki; dışardan gelecek tehditlere karşı daha dik durabilsin., doğru bildiğini söyleyebilsin, yapabilsin...

Türkiye ekonomisinde, son dönemde ne kadar özelleştirme yapılırsa yapılsın, özel sektör açısından hala devlete bağımlılık sözkonusu. Kısacası; özel sektör hala kendini Hükümetle iyi geçinmek, siyasi otoritenin dediğine karşı gelmemek zorunda hissediyor.

Her gelen Hükümetin kendi zenginini yaratma eğilimi olduğunu biliyoruz. Bazı dönemler, bu eğilim çok daha baskın çıkıyor. Ancak Hükümetler fazla tepki çekmemek için ve yandaş sermayelerinin gücü henüz bu işlere yetmeyeceği için, sanki "bahşetmiş" havası vererek, bazı kamu işlerini yine bu büyük, yerleşik özel sektör kuruluşlarına verirler.

Buna karşılık özel sektörden "çatlak ses çıkarmamalarını" isterler. Yani; hem ekonomik gidişat hakkında eleştirel söz söylememelerini, hem rakip siyasi hareketlerle mesafeli durmalarını isterler. Bu arada "kendi zenginlerini yaratma hareketi" karşısında ses çıkarmamalarını, özellikle ihaleler hakkında gördüklerini de söylememelerini isterler.

Bu dönem böyle şeyler yaşanıyor mu derseniz; "belki de en yoğun olduğu dönem" yanıtı verilebilir. O nedenle, reel sektörün borçlarını azaltması, her açıdan, ülke için yararlı olur...
Yazının Devamını Oku

IMF yazdığı rapora göre davranırsa

16 Eylül 2006
SON günlerde IMF’in dünya ekonomisi ve Türkiye ekonomisine ilişkin görüşlerini içeren çok sayıda haber okuduk. IMF özetle, dünya ekonomisinde yeni bir yavaşlama olabileceğini, gelişmekte olan ülkeler için Mayıs’takinden çok daha büyük bir dalganın gelebileceğini söyleyip, tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekiyor.

IMF Raporunda Türkiye’nin birlikte anıldığı ülkeler de ilginç ve bu ülke grubu için şimdiden ciddi uyarılar yapılıyor. Ekonomik Görünüm Raporu’nda IMF, "Türkiye’nin Arjantin, Hindistan, Rusya, Güney Afrika ve Venezüella ile birlikte, uzun süren hızlı büyüme ya da para birimlerinde meydana gelen değer kaybının etkisiyle fiyat baskısı altına girdiği"ni açık açık belirtiyor. Yani bu durumu dünyaya, yatırımcılara ilan ediyor...

Devlet Bakanı Ali Babacan, her ne kadar gelecek dalgayı tartışmanın yararsız olduğunu, artık ekonominin bu dalgalara karşı koyacak kadar güçlü olduğunu savunsa da, gelişmekte olan ülkeler için yeni dalga beklentisi her geçen büyüyor.

Peki, IMF bu söylediklerine uygun mu davranacak?

IMF Türkiye Heyeti Ekim ayı başında Ankara’ya gelecek. Henüz tarihi belli değil ama büyük ihtimalle Ekim’in 5’i ile 10’u arasında burada olurlar. Ziyaretin, daha doğrusu bu tarihte gelmelerinin özel bir önemi de var:2007 yılı bütçe yasa tasarının en geçen 17 Ekim’de TBMM’ye verilmesi gerekiyor ve bu tarihte IMF Türkiye heyeti Ankara’da olmak, yasa tasarısında yazan son bütçe ve program rakamlarını görmek istiyor.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülke grubu için bu kadar korkan IMF, bakalım Türkiye ile masaya oturduğunda ne yapacak?

IMF’Nin bu görüşler doğrultusunda ekonomi yönetimi ile yapacağı görüşmelerde çok sıkı davranması, bütçe dengelerini olması gereken de sıkı tutması gerekiyor. Öyle ya; zaten cari açık yüksek, kur değerli, bir de yeni dalga gelirse ne olur? IMF bu nedenle mümkün olduğunca gelecek dalgaya dayanıklı bir ekonomik denge görmek isteyecektir.

İyi de, 2007 yılı hem Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı yıl, hem de genel seçimlerin...

Yani önümüzdeki yıl doğal olarak, Hükümet de bol bol harcamak isteyecek. Şimdiye kadar sıktığı kesimleri, seçim döneminde biraz olsun rahatlatmak isteyecek. Cumhurbaşkanlığı için zaten tartışma büyük, bir de geniş halk kesimlerini memnun edemez, muhalefet sokaklara taşarsa ne olacak, değil mi? Genel seçimler için de aynı tehlike mevcut...

IMF’NİN DEDİKLERİ SONUNDA KABUL EDİLİR DE...

Üstüne üstlük IMF Türkiye Masası, IMF Raporu’nda Türkiye için cari açık tahmininin çok iyimser yapıldığını da anlayacak. Babacan, IMF Raporunun eski verilerle hazırlandığını söylemiş. Bu belli oluyor çünkü Mayıs’taki dalgadan sonra artan kurlar öyle kalsaydı belki dedikleri gibi cari açık biraz azalırdı, ama şimdi biliyoruz ki, kur yine değerli hale geldi.

Yani IMF Heyeti, tahmin edilenden de daha kırılgan bir ekonomiyle karşı karşıya...

Olacağı söyleyelim; Hükümet önce mümkün olduğunca harcamaları kısmamak için pazarlık yapacaktır. IMF belki, genel görüşlerine aykırı olarak biraz esnek davranmayı seçer ama yine de aşırı esneyemeyeceği için, dengelerin çatılmasında bazı sıkıntılar olması kaçınılmaz.

Sonuçta Hükümet, IMF’nin dediği dengeleri kabul edecek gibi gözüküyor. Çünkü gelecek bir küresel dalganın öncesinde IMF’yle ilişkileri kesmek, hiç de akıllıca olmaz.

Yani sonuçta anlaşma yapılır ama uygulanır mı, işte onu bilmiyoruz...

Maliye Bakanlığı bütçe fazlası vermek için, biliyorsunuz, sık sık kalem oyunu yapmayı, ödenekleri erteleme yolunu seçebiliyor. Örneğin şu sıralar yine sağlık harcamaları, yeşil kart harcamaları ödenmeyip yeniden birikmeye başladı ama bütçe fazla veriyor...

İşte gelecek yıl da bu tür hileli yollara sapılması kaçınılmaz. Herkes biliyor ki; yeni bir hesaplama yöntemine geçilecek sosyal güvenlik harcamaları bu yıldan daha fazla olacak.O zaman yatırıma kesinlikle yer kalmayacak. Hükümet, özelleştirmeyi hızlandırıp, bu parayı harcamanın yollarını arayacaktır. Kısacası; hareketli bir 2007 yılına hazır olmak gerek.
Yazının Devamını Oku

Dalga, seçim dönemine denk gelirse

14 Eylül 2006
DÜNKÜ gazetelere de yansıyan, IMF’nin küresel ekonomi görünüme ilişkin yorumları, piyasaları ister istemez tedirgin etti. Raporda özetle, küresel ekonomideki olumlu görünümün devam ettiği belirtilmiş ama yavaşlama riskinin arttığı belirtilerek, bunun gelişmekte olan ülkelerde geçtiğimiz mayıs ayındakinden daha sert düzeltmelere yol açabileceği belirtilmiş.

IMF’nin Para ve Sermaye Piyasaları Bölümü Başkanı Jaime Caruana ise olumlu global ekonomik görünümün finansal istikrarı desteklediğini, piyasaların olası risklere karşı tedbir olarak ufak bir fiyatlandırma yaptığını kaydetmiş. Caruana, korkulan risklerin biri ya da birkaçının birarada gerçekleşmesi halinde ise finansal piyasalar ve global ekonomi üzerinde daha geniş etki yaratabilecek dalgalanmaların gelebileceğini, yani bu ufak ayarlamaların gelecek dalgayı önleyemeyeceğini söylemiş.

IMF Başkanı Rodrigo Rato da, bir Alman gazetesine yaptığı açıklamada ABD’nin giderek büyüyen dış ticaret açığının ve buna karşı petrol ihraç eden ülkelerin, Çin, Japonya ve Asya’daki gelişmekte olan ülkelerin ticaret fazlalarının artmasının oluşturduğu dengesizliğin küresel ekonomi için tehdit olduğunu kaydetmiş. Rato, OPEC konferansında yaptığı konuşmada da "Üç yıldan fazla süren güçlü büyümeden sonra, bugün küresel ekonominin kararsız bir döneme girdiğinin" altını çizmiş.

Kısacası; IMF dünya ekonomisi, özellikle de gelişmekte olan ülke ekonomileri için sert bir hareket bekliyor. Bu hareketin mayıs ayında yaşanan hareketle ilişkilendirilmesi, ve bunun çok ötesine gideceğinin söylenmesi de ilginç.

Bir hatırlayalım; mayıs ayındaki dalgalanmadan, bütün gelişmekte olan ülkeler etkilenmiş ama Türkiye, hepsinden fazla etkilenmiş ve yüklü miktarda sermaye çıkışı olmuştu.

Peki o zamandan bu yana ne değişti?

O dönemde Türkiye’nin daha fazla etkilenmesinin sebeplerinin başında cari işlemler açığı sayılmıştı. O zamandan bu yana cari açıkta bir düzelme olmadığını, açığın büyümeye devam ettiğini, düşen kurlarla birlikte ithalatın yeniden arttığını biliyoruz.

SİYASİ RİSK BÜYÜK

O dönemde daha fazla etkilenmemizin bir nedeni de Hükümetin Merkez Bankası atamalarına ilişkin tavrıydı. Atama için Cumhurbaşkanlığı ile zıtlaşma yaşanmış, kredibilitesi kanıtlanmış Başkan yerine ille de kendilerine yakın biri aranmış, atama uzun sürmüş ve piyasalar bu nedenle artı bir tedirginliğe girmişti.

Şimdi bir Başkan koltukta ve piyasalar, kendi başına bırakıldığı takdirde, bu Başkana güven duyma eğiliminde. Ama Hükümet özellikle de bazı Bakanlar, Başkanı rahat bırakmıyor. Hálá atama başta birçok işe karışıp, kendi dediklerini yaptırmak için uğraşıyorlar.

Yani o dönemden farklı olarak şimdi bir Başkan var ama Hükümetin bu tavrı sürdüğü müddetçe, kimse bu Başkanın da koltukta kalacağına garanti veremez. Üstüne üstlük bir toplantıda, o süreçte hata yapmadıklarında ısrar eden Devlet Bakanı Ali Babacan’a sormuş ve "yeniden böyle bir gereklilik doğarsa, aynı tavrı takınacağı" yanıtını almıştık. Peki, o zaman bizi etkilemeyen, yeni başka faktörler var mı?

Bizce siyasi riskler o döneme kıyasla çok daha büyük. Örneğin Mayıs ayındaki krize, biz önümüzdeki kasım, aralık aylarında denk gelseydik, belki zayiat çok daha büyük olabilirdi. Bir düşünsenize; mesela bu yılın sonunda, küresel ekonomide mayıstan çok daha büyük bir dalgalanmaya yakalanıyoruz.... Biz düşünmek istemiyoruz...

Bu büyük siyasi adım ise Cumhurbaşkanlığı seçimi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını zorlayacağı kesin. Bu zorlamanın dengeleri bozacağı, çatışmayı artıracağı da şimdiden belli. Umarız seçimlerle dünyadaki dalga aynı döneme denk gelmez.

Bunu önlemenin, daha doğrusu gelecek dalganın vereceği zararı azaltmanın yolu var mı?

Var ama zor: Önce siyasi uzlaşma, ardından ekonomiyi sağlam kılacak yeni tedbirler...
Yazının Devamını Oku

Belirsizlik Hazine’nin maliyetini yükseltti

12 Eylül 2006
HAZİNE’nin dün düzenlediği 6 ay vadeli referans bono ihalesinde, bileşik faiz yüzde 21,81 oldu. Bankacılar faizlerin bu kadar yükselmesinin, önümüzdeki 6 aylık dönem için faizler konusunda yaşanan büyük belirsizlik ve bu nedenle oluşan piyasadaki kafa karışıklığından kaynaklandığını söylüyorlar. Dünkü referans bono ihalesine nominal 9 milyar 102,2 milyon YTL’lik teklif gelirken, nominal satış 2 milyar 773,6 milyon YTL, net satış ise 2 milyar 513 milyon YTL oldu. Yani teklifin sadece yüzde 30’u karşılanmasına rağmen, faizler bu kadar yüksek gerçekleşti.

Hazine bugün de iki ayrı tahvil ihalesi yapacak. Bugün yapılacak ihalenin biri 16 Temmuz 2008 vadeli, yani 672 günlük tahvil olacak. İhaleye çıkılacak diğer kağıt ise 7 Eylül 2011 itfa tarihli, 6 ayda bir değişken kupon ödemeli, 5 yıl vadeli devlet tahvili olacak.

Konuyla ilgili bilgi aldığımız bir büyük banka fon yöneticisi, 6 aylık bono faizi kadar yüksek olmasa da, bugünkü ihalede oluşacak faiz oranlarının yine 20’nin üzerinde olmasını beklediklerini söyledi.

Önümüzdeki 6 aylık faize ilişkin büyük belirsizlik yaşanmasında, Merkez Bankası faiz seyrinin kestirilememesinin büyük önem taşıdığını kaydeden aynı bankacı, dolayısıyla bankacıların trendi göremedikleri için ihalelere temkinli teklif attıklarını kaydetti.

Dolayısıyla Merkez Bankası’nın temkini elden bırakmayıp, piyasaları sıkmaya devam etmek istemesi etkili oluyor. Merkez’in sıkıştığı zaman faizleri yüzde 21’e kadar çıkaracağını açıkladığını bilen bankacılar, bu durumun öngörü yapılmasını engellediğini, bunun da bir belirsizlik payı olarak faizlere yansıdığını ifade ediyorlar.

Bugünkü ihalelerde de, örneğin 1 yıllık tahvil ihalesinde de faizlerin, bankacıların tahmin ettiği gibi, yüzde 20’nin üzerinde gerçekleştiğini düşünelim. O zaman ne oluyor farkında mısınız? Önümüzdeki 1 yıllık enflasyonu yüzde 5 olarak hedefliyorsunuz ama aynı döneme ilişkin Hazine’nin borçlanma faizi yüzde 20...

Kısacası, enflasyonunun 3 katı bir reel faiz öngörülüyor.

Bunun çok anormal bir şey olduğu ortada. Böyle gitmeyeceği de...

İÇ TALEP TARTIŞMASI

Bu faiz oranları ile dün açıklanan ikinci çeyreğe ilişkin yüksek büyüme rakamı üstüste geldi.

Faizin seyrini de belirleyeceği için, özellikle içtalepteki gelişmelere bakmak gerekiyor. Büyüme rakamları ihracattaki canlanmaya karşın hala içtalebin canlı olduğunu ortaya koydu. Diyeceksiniz ki; Haziran ayındaki çalkantıdan sonra içtalep ciddi biçimde daraldı ve bu rakamlar içinde gözükmüyor.

Haklı olabilirsiniz ama bizce beklenilenin altında bir içtalep daralması yaşadık ve son günlerde yeniden içtalebin canlanmaya başladığını gözlemliyoruz. Örneğin dün yayımlanan CNBC-E tüketim endeksi Ağustos ayında yüzde 3.4 artış gösterdi. Yani içtalepte toparlanma yönündeki tahminleri güçlendirdi.

İçtalebin yeniden canlanması, doğal olarak Merkez Bankası’nın temkinli tutumunu devam ettirmesini, hatta yeni önlem alma gereğini ortaya çıkarabilir.

Zaten bir-kaç ay, işler iyi gitse de, Merkez Bankası’nın faizleri oynatmayacağını düşünüyoruz ama belli ki bankacılar, Merkez Bankası’nın biran önce faiz indirimlerine başlamasını umuyor. Bu nedenle içtalepteki canlanma haberlerine ve yorumlarına karşı bankacılar, durumun hiç öyle olmadığı yanıtını veriyorlar. Bunun da en önemli göstergesi olarak tüketici kredileri talebinin tümüyle durduğunu söylüyor, yeni kredi talebi olmadığı için topladıkları paraları kullanamadıklarından şikayet ediyorlar.

Bizce bankaların asıl kaygısı; yıl sonunda faizlerin düşmemesi halinde, ellerindeki kağıtlar nedeniyle, daha fazla zarar yazmak zorunda kalacak olmaları.

Kısacası; yaşanan dalgalanmanın maliyetini daha yeni hissediyoruz. Bankaların zararı azalsın diye, Hazine zorunlu olarak yine zararın bir bölümünü üstlenmek zorunda kalıyor.
Yazının Devamını Oku