9 Ekim 2006
YİNE IMF’li bir dönem yaşayacağız. Bu kez IMF ile birlikte 2007 yılı dengelerinin konuşulacağı, rakamların belli olacağı bir dönem de olacak. Salı günü Yüksek Planlama Kurulu (YPK)nun toplanıp, 2007 yılı bütçe ve program dengelerine son şeklini vermesi bekleniyor. Geçtiğimiz Cuma gecesi ilgili bakanlar toplanarak dengeler için genel mutabakata vardılar . Ancak bazı kalemler var ki buna Başbakan Tayyip Erdoğan’ın karar vermesi gerekecek.
Sorunlu kalemlerin başında yatırımlar geliyor. IMF’nin de isteği üzerine 2007 yılı yatırım harcamalarının 2006’ya kıyasla, nominal bazda bile düşürülmesi isteniyor. Devlet Planlama Teşkilatı(DPT)nın hazırladığı dengelerde bu nedenle revizyon gerekecek. Yani yarın toplanması beklenen YPK’nın en önemli konusu yatırımların kesilmesi olacak.
Yatırımları kısma gereğinin altında yatan neden ise meşhur faiz dışı fazla (FDF) hedefi. Zorunlu harcamalar dışında keseceğiniz tek kalem yatırımlar kalıyor. Bu nedenle de FDF’yi tutturmak için yatırımları kısma gereği doğuyor.
Dolayısıyla bugün toplanacak Bakanlar Kurulu normal siyasi konuları görüşürken, ardından Başbakan Tayyip Erdoğan, yardımcıları, ekonomiden sorumlu bakanlar ve yatırımcı bakanlar biraraya gelip, önümüzdeki yılın dengelerine son şeklini verecekler.
Dolayısıyla bir anlamda Bakanlar Kurulu bu hafta iki kez toplanmış olacak. Bu kez ekonomik konular ağırlıkla gündemde olacak ve seçim öncesi gidişatı da tartışma imkanı doğacak.
YPK toplantılarında konuşulmasını beklediğimiz bir başka önemli konu ise KİT dengesi. Daha doğrusu, özellikle enerji KİT’lerinde arapsaçına dönen durum ve elektrik zamlarının yapılmaması nedeniyle burada doğan açık. Duyduğumuz kadarıyla sadece enerji KİT’lerinde değil, başka KİT’lerde de durum parlak değil ve bu yılki FDF hedefinin tutturulması da, KİT açıkları nedeniyle tehlikeye girmiş durumda.
İşte bu nedenle bu hafta YPK toplantısında veya buna paralel olarak Başbakanla yapılacak toplantılarda, yıllardır bekletilen elektrik zamlarına da artık karar verilmesi gerekecek. Duyumlarımıza göre, asgari yüzde 12 olarak saptanan zam gereği yine tam olarak yerine getirilmeyecek. Yüzde 5 civarında zam kararı alınması beklenirken, geriye kalan zam gereğinin ise önümüzdeki yıla sarkması söz konusu. Yüzde 5’lik elektrik zammının bile enflasyonu yüzde 1 artırması beklenirken, yüzde 12’lik zammın yapılamayacağı söyleniyor.
BÜTÇEDE KALEM OYUNLARINA DİKKAT
2007 Yılı Bütçe Yasa Taslağının, yasa gereği 17 Ekim’de TBMM’ye verilmesi gerekecek. İşte bu nedenle IMF Türkiye Masası, gözden geçirme çalışmalarını da bu döneme denk getirdi. Yani TBMM’ye verilecek bütçe ve program dengeleri IMF’in gözetiminden geçmiş rakamlar olacak. Salı günkü YPK’den sonra Çarşamba günü bu rakamlar IMF’e sunulacak.
Peki, 2007 yılı hem Cumhurbaşkanlığı hem de genel seçimlerin yapılacağı bir yıl, nasıl olacak da Hükümet yatırımları nominal olarak düşürecek ve sıkı bir bütçe yapacak?
Tabi ki seve seve yapmayacak ama zorunlu olarak sıkı bütçe yapmak zorunda kalacak.
Ancak bu zorunluluğa uyma nedeniyle, birtakım kalem oyunlarıyla gerçek rakamların sulandırılması, denge korunuyormuş gibi gösterilmesi de söz konusu olabilir.
Bizce Maliye Bakanlığı geçmişte yaptıklarıyla bu konuda hiç güven vermedi. Ödenekler arası aktarma, ödenekleri bekletme ve türlü türlü kalem oyunları yapıldı. Maliye Bakanlığı bu kalem oyunları ortaya çıkarıldıkça kızdı, bu oyunları ortaya çıkaranları da yıldırmaya çalıştı.
İşte bu nedenle önümüzdeki döneme çok iyi bakılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yılki bütçe için de benzer kalem oyunları bekliyoruz, örneğin ek bütçe gerekirken bunu geçiştirdikleri bile söyleniyor ama gelecek yıl bu kalem oyunları daha da artabilir.
Elektrik zammında görüldüğü gibi, kalem oyunları, fiktif rakam kaydırmaları günü kurtarmaya, göz boyamaya yetse de sonuçta gelip faturanın büyümesine yol açıyor.
Bizce bu "basit uyanıklıklar"a, artık IMF’in de çok daha fazla dikkat etmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
7 Ekim 2006
ELEKTRİK fiyatlarına yapılacak zam tam bir arap saçına döndü. İşin kötüsü uzun süredir kargaşa sürüyor ama siyasi otorite bu karışıklığı çözeceğine, her geçen gün daha da karıştırıyor. Son olarak dağıtım şirketinin satın aldığı elektrik zamlandı, otomatik olarak bu zammın nihai satış fiyatına yansıması gerekiyordu ama Enerji Bakanı çıkıp, "Bu şart değil, kurumlar arası hesaplaşmalarla halledilir" dedi. Ama biliyoruz ki; Enerji Bakanlığı bürokratları ve Bakan, artık bu işin zamsız yürümeyeceğini görmüşlerdi. Yani artık duvara dayandıklarını kabul etmişlerdi. Tam artık zam yapılacak derken, önceki gece Bakanlıkta yapılan toplantıda Enerji Bakanının yine "ne yaparsanız yapın zam yapmamaya çalışın" dediğini öğreniyoruz. Bakanın bu konuda Başbakanla görüştüğü ve girmeden önce hangi fikirde olduğu da biliniyor. İşte bu nedenle Başbakanın bu dönemde elektriğe zam istemediği söyleniyor. Ancak buna rağmen bürokratlar, zam için gelecek hafta karar çıkmasını beklediklerini kaydediyorlar. Ama kimse zammın yapılması gereken kadar, yani yüzde 10’un üzerinde olmasını beklemiyor.
Bildiğimiz kadarıyla Enerji Bakanlığı ’nda "artık zam yapmamız lazım" kararı alındığında, tam 4 ay önce, Haziran ayıydı. Bir zam kararını hayata geçirmek 4 ay sürerse varın siz bu ülkenin kararlarının nasıl alındığını hesap edin.
"Yapılmaması sıkıntı yaratmıyorsa yapmayalım" denebilir. Ancak böyle bir şey olmayacağını yani zam yapmadık diye işlerin çözüleceğini sanmak da safdillikten başka bir şey değildir. Çünkü maliyet ile satış fiyatı arasındaki fark büyüdüğü için zarar da birikiyor. Bu zarar bir anlamda "sübvansiyon" niteliğini taşıyor. Hazinenin "görev zararı" yazıp, bunu ödeme imkanı şu anda yok. Yani yeni bir görev zararı kanunu çıkmazsa, bunu yapan Hazine suçlu olur.
O zaman ne olacak derseniz; kağıt üzerinde Enerji KİT’leri arasında top çevrilecek, zaman geçtikçe üzerine kanuni olarak bir de faiz yazılması gerekecek sonunda gelecek bu kartopu gibi büyüyen yük, Hazine’nin sırtına kalacak. Yani bu faturayı halk ödeyecek. Geçmiş dönemde olduğu gibi bu yük faize yansıyacak, enflasyonu artıracak, yani 2001 krizi öncesindeki "eski tas eski hamam"a dönülecek.
Peki niye bu kadar direniliyor derseniz; bizce kötü yönetim ve ileriye görmemekten kaynaklanıyor. Tabi bir de son dönemde işin içine popülizm girdi. Yani oylarının düştüğünü kabul eden Başbakan, zam yapmak istemiyor. Bu işin sonu var mı derseniz, kesinlikle yok.
Önümüzdeki haftanın elektrik zammında artık karar haftası olması bekleniyor.
BÜROKRATLARIN SUÇU OLMAKTAN ÇIKTI
Başbakan kötü giden, yürümeyen işlerden bürokratları sorumlu tutuyor ya, işte elektrik zammı gerçekten başta bürokratların suçuydu ama şimdi o nokta aşıldı, Hükümetin suçu haline geldi. Çünkü bürokratlar Bakana, kağıt üzerinde "oradan aldım buraya koydum" diye diye, zam gereğini geciktirmenin kılıfını hazırladılar. Sonunda dayanılmaz noktaya gelince onlar da istemek zorunda kaldı. Şimdi ne oluyor derseniz, o bürokratlar Bakan kanalıyla Başbakandan gelen "zam yapılmaya" emrini yerine getirmek için yeni kılıflar arıyorlar. O KİT diğerine "Buna bana önceden haber veremeden yapamazsın" diyecek, diğeri inceleyecek yarın diyecek bir süre top çevrilecek. Sonunda zam yapılmayacak mı, elbette yapılacak ama zammın gereği daha fazla olacak, ekonomik dengeleri daha fazla bozacak.
IMF Heyeti önümüzdeki hafta başında Türkiye’de olacak ve bizce burada biriken zarar artık IMF’le görüşmelerin gündemine de gelip oturacak. "IMF geldi zam geldi" denecek.
Yanı sıra bu zamlar yapılmadığı takdirde başlayacak olan elektrik dağıtım özelleştirmesi kesinlikle yapılamaz hale gelecek. Özelleştirme İdaresi yetkileri "Bu durumda hiçbir firmadan teklif toplayamayacaklarını" söylüyorlar. Özelleştirmenin yapılamayacağını bildiğimiz kadarıyla Hükümete de açık açık söylediler. AKP Hükümeti zor geçecek 2007 yılı için dağıtım özelleştirmeleri sayesinde piyasayı biraz rahatlatmak ve öylece seçime gitmek istiyordu. Yani zam yapmamamın getireceği sonuçlar AKP Hükümetini zora sokacak.
Önümüzdeki hafta zam yapılmaz ya da düşük tutulursa, seçim ekonomisi başladı sayılır.
Yazının Devamını Oku 
5 Ekim 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’a birlikte son geziye katılan gazetecilerin yazdıklarına göre, Başbakan irtica tehlikesi konusunda ortalığı daha fazla germe niyetinde değil. Hatta Başbakanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la konuyu yüzyüze bile konuşabileceği bilgisi veriliyor. Şu kadarını söyleyelim ki; Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı ile bu konuyu yüzyüze görüşse dahi, çok fazla sonuç alınabilecek gibi gözükmüyor.
Bunu nereden çıkardığımıza gelince; Ankara’da, siyasi çatışmanın irtica tehlikesi ile sınırlı olmadığından, asıl söylenmeyen derin çatışma konularının varlığından sözediliyor.
Bu söylenmeyen çatışma konularının başında da üniter devlet yapısı diye biraz üstü kapalı biçimde sözü edilen, toprak bütünlüğü ve Kuzey Irak’ta bir devlet kurulmasına ilişkin görüş ayrılıkları ve buna bağlı olarak PKK konusunun yer aldığı belirtiliyor.
Ankara’da PKK’nın ateşkes çağrısında Hükümete yakın kaynakların parmağı bulunduğu yolundaki söylentiler giderek büyüyor. Bu söylentilerden birine göre karşı tarafa, Hükümet pazarlık yapmıyormuş görüntüsü verilerek, bazı yakınlar tarafından "Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar bir sorun çıkarmamaları" telkininde bulunulmuş.
Talabani’nin ateşkes girişimine Hükümet yetkililerinden sert açıklamalar gelince, Kuzey Irak’lı bazı yetkililerin "Bizim ağzımı açtırmasınlar, hem istiyorlar hem de arabuluculuk yapıldı diye söylemediklerini bırakmıyorlar, biraz daha üstümüze gelinirse her şey açıklanır" dedikleri belirtiliyor. Kürdistan Yurtseverler Birliği Ankara Temsilcisi Behruz Galali’nin Cumhuriyet Gazetesinde yayımlanan demeci bu söylentiyi doğrular gibi.
Kısacası; başlayan siyasi çatışma süreci daha dallanıp budaklanabilir.
Başbakan Erdoğan ve ekibinin Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar hiçbir sorunlu işi büyütme taraftarı olmamaları, gerilim yaratmaktan özellikle kaçınmaları doğal. Ancak bunu yaparken, çevrelerindeki Kuzey Irak yönetimine yakın oldukları söylenen kişilerin ve bazı parti yöneticilerinin bu yöndeki çabaları, epeyce sıkıntı yaratacağa benziyor.
Bunun dışında, Ankara’da giderek daha yoğun biçimde Emniyet teşkilatı ve Asker arasındaki çatışmanın büyüdüğünden ve Başbakanın bu yönde daha önce de söylenmesine rağmen, adım atmamasının yarattığı tedirginlikten de söz ediliyor.
İrtica tehlikesi elbette yoğun tartışma konusu ama artıları da var. Bu nedenle başlayan siyasi çatışmanın "uslu durduk" diye çözümlenmesini kimse beklememeli.
AB’Yİ SAVSAKLAMAK TARİHİ HATAYDI
Ankara’da son günlerde ortaya atılan söylentiler, iddialar o kadar çok ki, bunların yarısı gerçek çıksa bile bu işin sonunun çok kötü olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Şurası bir gerçek; Türkiye’deki yönetimi sistemi belirli dengeler, ayarlar, regülasyonlar üzerine kurulu. Bazılarına göre bu demokrasi adına bir ayıp, bazılarına göre ise Türkiye’nin gerçeği ve "Bu olmadığı takdirde Türkiye’nin çağdaşlaşması mümkün değil".
Daha önce de söylediğimiz gibi; Türkiye kendi dinamikleriyle gelişimini sağlayabilen bir kültür yapısına, maalesef sahip değil. O nedenle her zaman, "Havuç" ya da "sopa"denen dışsal etkiye, artı motivasyona ihtiyacı olmuş. İşte bu dönemin havucu AB hedefidir...
AKP Hükümeti son bir yıldır AB hedefini savsaklayarak herhalde ne kadar büyük hata ettiğini şimdi daha iyi anlıyordur. Yapılması gereken şey;AB hedefine çok daha sıkı sarılmak ama bu arada AB’ye de Türkiye’nin özgün koşullarını daha iyi anlatmaktan geçiyor. Bizce gerçekten ülkesini, geleceğini, insanlarını düşünün bir iktidar, devletin diğer organlarıyla çatışmaya girmeden hem AB’ye bu dengeleri daha iyi anlatabilir, hem de AB konusunda devletin organlarını ikna edebilirdi. Şartlar bizce uygundu ama bu yapılmadı...
Bizce olası çatışmaları çözmenin hala en iyi yolu AB hedefine sıkı sarılmaktan ve tarafları iknadan geçiyor. Çok hızlı davranılmazsa, bozulan iç dengeler kendini çatışmasız biçimde yeniden kuramayacak. İşi bu noktaya getirenin Hükümet olduğu da unutulmayacak.
Yazının Devamını Oku 
3 Ekim 2006
BÜTÜN gözler dün Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın yapacağı konuşmadaydı. Harp Akademileri salonunda çok fazla bulunmadık, kesin bir şey söyleyemeyeceğiz ama sanıyoruz ilk kez bu kadar kalabalık bir kamera ordusu vardı.
Referans Gazetesi Genel Yayın Müdürü Eyüp Can ile birlikte saydık, salonun iki tarafından yaklaşık 25 kamera vardı ve bunların çoğu canlı yayına bağlıydı.
Bankaların dealing room’larında herkes nefesini tutmuş Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın ne kadar sert bir konuşma yapacağını izliyordu.
Korkulanın olmadığını yani yaratılan beklenti kadar sert bir konuşma olmadığını da hep birlikte gördük. Bizce doğal olanı da buydu.
Özetle; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, oturduğu koltuğun hakkını verdiğini kanıtlarcasına, çok sağduyulu bir konuşma yaptığına şahit olduk.
Bizce tüm tahriklere rağmen Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın bu kadar sağduyulu bir konuşma yapması hem Türkiye hem de piyasalar açısından son derece olumlu bir tavırdır.
RADİKAL SÖYLEM BEKLENTİSİ
Tüm tahrikler diyoruz çünkü biliyoruz ki; daha önceden anons edilen bu konuşma için radikal bir söylem beklentisi yüksekti. O nedenle Büyükanıt’a ulaşmaya çalışıp, radikal söylemin dozunu artırması için çaba gösterenlerin sayısının bir hayli fazla olduğunu tahmin ediyoruz.
Bizce asıl tahrik ise hükümet kanadından geldi.
ERDOĞAN TAHRİKİ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşmaya ilişkin olarak, piyasaların bu tür konuşmalardan olumsuz etkilendiğini söylemesi, bizce çok büyük bir tahrikti.
Eğer bu kural geçerliyse, piyasaya göre hareket edilecekse o zaman Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkıp, "Ben Cumhurbaşkanı olmuyorum, AKP’den kimse de olmayacak, herkesin üzerinde anlaştığı bir kişiyi aday göstereceğiz, bunu ülkem için yapıyorum" demesi gerekmez mi?
PİYASALAR ’RALLY’ YAPAR
Sayın Başbakan’a ben şahsen garanti veriyorum; bu açıklamayı yaptığı an, o söylediği piyasalar, kendi deyimleriyle Rally yapacaktır. Yani alıp başını gidecektir.
İşte o zaman Türkiye’ye o çok sevdiği yabancı sermaye, Arap sermayesi de dahil, bol bol gelecektir.
Bu takdirde faizler hızla düşecek, kurlar istikrar kazanacak, yurtdışından gelecek dalgalar içeriyi çok daha az etkileyecektir.
Faizler en az 5 puan düşer, borsa ise patlar..
BÜYÜKANIT ÇOK SAĞDUYULU KONUŞTU
Başbakan o zaman, gelecek yıl yapılacak genel seçimlere de çok daha güçlü girer.
Yani sadece piyasayı olumlu etkilemez, çok düştüğünü itiraf ettiği kendi partisinin oylarını da artırır. Peki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bunu yapar mı? Şu anda hiç umut yok.
O zaman "piyasa bozulur" bahanesiyle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın konuşmasını etkilemeye çalışmak, bizce en hafif deyimiyle tahriktir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a böyle bir tahrik yapılsa, yani yapacağı konuşma için "sert olma" mesajı verilse, acaba kendisi inadına daha da sert olma yolunu seçmez miydi?
Bizce Büyükanıt devlet adamı olgunluğuyla tahriklere kapılmadığı için tekrar tebrik edilmeli.
İzlediğimiz Büyükanıt’ın konuşması daha önce kuvvet komutanlarının yaptıkları konuşmalara göre daha yumuşaktı. Zaten daha önce de bu köşede belirttiğimiz gibi; Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı’nda izleyeceği tavır çok daha yumuşak olması normaldir, oturduğu koltuğun bir gereğidir.
Devlet adamlığı, kurumsal davranmaktır bu.
AVRUPA BİRLİĞİ KONUSU
Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Avrupa Birliği konusunda bir kez daha, Genelkurmay’ın AB konusundaki sekter bir tutum içinde olmadığını vurgulaması da bizce çok yerinde olmuştur.
Bazı AB yetkililerinin sekter tavırları artık gün gibi aşikar ama Yaşar Büyükanıt AB ile bu kişi ve devletleri aynı kefeye koymayarak bizce bir sağduyu örneği daha vermiştir.
Evet askerin duyarlı olduğu konular var ama bunlar bizce Avrupa Birliği’ne karşı olduğunu göstermiyor.
Özetle, beklediğimiz gibi; Yaşar Büyükanıt, başkalarına örnek olacak kadar sağduyulu davrandı.
Askerin sekter olmadığını gösterdi ki, bizce istenen sonuçlar da ancak böyle elde edilebilir.
Yazının Devamını Oku 
2 Ekim 2006
BİR süredir, ABD başta olmak üzere, yurt dışından gelecek dalgaların yanı sıra, artık seçimler yaklaştığı için, içerde de siyasi çatışmaların başlaması bekleniyordu. Ancak bu çatışmaların daha çok Ramazan ayı sonrasına, yani bayram ertesine kalacağı düşünülüyordu.
Bizce siyasi çatışma Ramazan’ın bitmesini bekleyemedi, başladı bileÖ
Geçen hafta Kuvvet Komutanları’nın yaptığı konuşmalar, gelecek daha büyük Hükümet eleştirilerinin başlangıcı gibiydi. Bu eleştirilerin irtica ve bölücü odaklı olması ve sonuç olarak rejimin korunmasına dönük uyarılar, tartışmaların muhtemel sertlik derecesi için çıtayı çok yukarı koyan konuşmalardı.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bugün İstanbul’da Harp Akademileri’nde yapacağı konuşma da, işte bu nedenle piyasalar tarafından çok dikkatli izlenmeye başladı. Geçen haftaki piyasa hareketlerinde yapılacak bu konuşmanın kesin etkisinden söz edildi.
Kimsenin şüphesi olmasın ki; başta Fon yönetimlerinde görev yapan dealarlar ve banka yöneticileri olmak üzere, bugün tüm piyasalarda gözler Büyükanıt’ın yapacağı konuşmada olacak. Bu konuşmanın 4-5 gün öncesinden canlı yayında verileceğinin açıklanmasının da, piyasalar açısından ayrı bir stres kaynağı olduğu da kesin..
"Peki, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ne kadar sertleşir?"
İşte tüm piyasa oyuncuları dikkatle, Büyükanıt’ın yapacağı, televizyonlardan yayımlanacak konuşmanın tonuna, satır aralarına bakıp, bu siyasi çatışmanın bundan sonra alacağı hali kestirmeye çalışacak. Büyükanıt’ın konuşmasının sertlik derecesi, piyasaların bundan sonraki birkaç ay boyunca izleyeceği trendin başlangıç noktası bile olabilir.
Açık söylemek gerekirse; Büyükanıt’ın konuşması çok sert olduğu takdirde bunun direk Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilişkisi kurulur. Yani bu durumda Başbakan Tayyip Erdoğan çıkıp da, "Ben Cumhurbaşkanlığına aday olmuyorum, AKP’den kimse olmayacak, geniş mutabakatla anlaşacağımız birini aday göstereceğiz" diyene kadar da, bu tartışmalar sürer.
Peki Büyükanıt’ın konuşması çok sert olur da bunun Cumhurbaşkanlığı seçimi ile direk ilişkisi kurulursa, Erdoğan biran önce ortalığı yumuşatır mı? Hiç sanmıyoruzÖ.
Başbakan Erdoğan bizce kesin olarak Cumhurbaşkanı olmak istiyor ve çok büyük bir şey olmadığı takdirde, bu isteğinden vazgeçme niyeti de gözükmüyor.
KONUŞMANIN SERTLİK DERECESİ
O zaman piyasaların, Büyükanıt’ın konuşmasının çok sert olmamasını ummaktan başka çaresi gözükmüyor. Bizce, ne kadar önceden ilan edilerek, beklentiler çok yükseltilmiş olsa da, Büyükanıt’ın konuşması çok sert olmayabilir.
İrtica ve bölücü tehdit için sert sözler edebilir hatta bunlarla ilgili yönetim bağlantıları konusuna da değinebilir. Ama bizim beklentimiz, örneğin AB konusundaki Kuvvet Komutanlarının söylediklerine açık getirmesidir. 301. maddeye doğrudan olmasa bile dolaylı destek verilebilir ama Büyükanıt’ın Genelkurmay’ın şimdiye kadar büyük özen gösterdiği "AB karşıtı olmadıkları"nın altını bir kez daha çizmesini bekliyoruz. Bizce buna ihtiyaç var.
Büyükanıt’ın konuşmasının sertlik derecesi ne olursa olsun, bundan sonra askerin izleyeceği yola bir açıklık getireceği ve ilerdeki hareketlerin ipuçlarını vereceği de bizce kesin.
Bu arada önümüzdeki siyasi riskler, siyasi çatışmalar, sadece bu konuşmayla ya da askerin takınacağı tutumla da sınırlı değil.
Örneğin yine bugün Washington’da yapılacak Erdoğan-Bush görüşmesi de piyasaların yakından izleyeceği bir görüşme olacak. Bizce ABD yönetimi böylesine bir dönemde tam destek ya da köstek anlamına gelecek mesajlardan kaçınacaktır. Yani piyasaların bu görüşmeye çok fazla odaklanması yersiz olur. Başbakanlık, her ne kadar bu ve ardından yapılacak Blair görüşmesini, "Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na yeşil ışık" anlamına gelecek şekilde yönlendirmeye çalışırsa çalışsın, bizce buradan o yönde bir mesaj çıkmayacaktır.
Yani önümüzdeki dönem için beklenen risklerin iç ayağı harekete geçmiş gözüküyor.
Yazının Devamını Oku 
30 Eylül 2006
CARİ açıkla ilgili tartışmalar, nihayet sağlıklı bir yola oturmaya başladı. Daha önce bir yandan büyüyen cari açığın ekonomiyi nasıl kırılgan hale getirdiği tartışılırken, öte yandan artık Türkiye’nin kapsamlı bir sanayi politikasına sahip olması gereği de konuşuluyordu. Ama bu arada "49 ile teşvik" gibi hep tekrarladığımız yanlış işler de yapıldı.
Son günlerde bu iki tartışmanın birleştirildiği görülüyor ki; bizce bu tartışmaların sağlıklı yola girdiğinin de kanıtı. Yani yavaş yavaş doğru yola giriliyor, gibi...
Ancak bu tartışmaların bizi yine yanlış noktalara savurma ihtimali de yok değil.
Bunun için, biran önce artık sanayi envanteri ve ulusal bir sanayi politikasının nasıl olması gerektiği konusunda kapsamlı çalışmalar başlamalı. Aslında şimdiye kadar bazı çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Kısacası; sıra bu yapılan çalışmaların biraraya getirilmesi ve komplekssiz biçimde, bürokratik ya da kurumsal şovenizmi bir yana bırakıp, ülke çıkarları için koordineli bir çalışma yapmaya geldi. Bakalım bunu becerebilecek miyiz?
Maliye Bakanlığı, yıllardır işaleminin şikayet ettiği "sanayi politikası eksikliği"ni artık hissederek, vergi ayağından yola çıkıp bazı çalışmalar başlattı. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve Hazine’de de teşvik ve sanayi politikası konusunda bir birikim olduğunu biliyoruz. Yani Maliye Bakanlığı’nın, "Bazı sektörlere özel teşvikler vererek, aramalı ithalatını azaltma ve bu yolla cari açığı düşürme" işine tek başına soyunmaması lazım. Yapılması gereken şey; Türkiye’nin öncelikli sektörlerini belirli bir strateji kapsamında belirlemesi ve buna bağlı olarak vergi ve diğer teşviklerini gözden geçirmesidir.
Peki bu hükümet sağlıklı bir sanayi politikası üretebilir mi?
Bizce yaklaşan seçimler bunun önünde büyük engel oluşturuyor. Ayrıca hükümetin son dönemde artan "Biz yaptık oldu" anlayışı da "ulusal bir strateji" oluşturulmasının önünde önemli bir engel gibi gözüküyor.
Hükümet eğer rasyonel düşünüp, seçim öncesi gelecek baskıları nötralize edebilecekse, böyle kapsamlı bir strateji işine girmeli. Ama bunu yapamayacaksa, bizce çalışmaları şimdiden başlatmalı ama karar almak için seçim beklenmeli.
Yani, yine yanlış bir şey yapma lüksümüz yok. Çünkü yapılacak plan, oluşturulacak strateji Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarını belirleyecek bir metin olmalı.
CARİ AÇIĞA ACİL ÇÖZÜM ZOR
Cari açığa oluşturulacak yeni sanayi politikası ile çözüm bulmak, orta ve uzun vadeli bir çözüm. Ancak mutlaka artık oluşturulması gereken, kura bağlı dış ticaret dengesini, önemli ölçüde olumlu etkileyecek bir çözüm. Yalnız bunu oluştururken, dediğimiz gibi, çok kapsamlı ve iyi bir plan yapılmalı, özellikle dünyadaki gidişat ve küreselleşmenin bundan sonraki muhtemel etkileri de mutlaka göz önüne alınmalı.
Ancak hükümet bir yandan da kısa dönemli olarak cari açığa ne tür önlemler alınabileceğini saptamaya çalışıyor. En azından cari açık için önlem alındığını göstererek, yani bu yöndeki beklentileri artırarak, bizce artık gelmesi kaçınılmaz dalgaların etkisini azaltmaya çalışacak.
Ancak bunun için yani kısa dönemli köklü çözüm için yapılacak fazla bir şey de gözükmüyor. Yıllardır cari açığa önlem denince akla gelen ithalatta Kaynak Kullanım Destekleme Fonu (KKDF) kesintilerinin artırılması, bizce, artık çözüm olmaktan çıkmıştır.
Tarife dışı engellere biraz daha ağırlık verilebilir. Örneğin DPT’de çalışılan, yılbaşında gevşetilen ithalattaki standardizasyon kurallarının yeniden sıkılaştırılması gündeme gelebilir. Ancak bunu yaparken de uluslararası anlaşma ve taahhütlerimize dikkat edip, daha sonra başımıza daha büyük belalar açılmasını engellemek gerekir.
Özetle Türkiye’nin artık kapsamlı bir sanayi stratejisine ihtiyacı geldi dayattı. Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğü sahip olacağı, küresel ölçeğe sahip sanayilerini artık oluşturması, finans sektörünü bile bu oluşturulacak strateji doğrultusunda yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Bunlar zor ama çocuklarımızın geleceğini kurtaracak kalıcı işler...
Yazının Devamını Oku 
28 Eylül 2006
PARA Politikası Kurulu bu kez piyasalara sürpriz yapmadı, o nedenle de kararı kamuoyunda geçen aykiler kadar yankı bulmadı. Ancak ne kadar "rutin bir açıklama" olarak görülse de, Para Kurulu’nun son açıklamasından da çıkaracak dersler olduğunu sanıyoruz. Her şeyden önce bu açıklamayı okuyan bankacılardan çoğu, "Demek ki, en azından yılbaşına kadar, çok önemli bir şey olmadığı takdirde, faizlerde bir oynama yapılmayacak" görüşüne sahip oldu.
Daha önce de bu yönde bir beklenti vardı ama yapılan son açıklama, açık söylemek gerekirse bu beklentiyi oldukça kuvvetlendirdi. Şimdi piyasada beklenen o ki; önümüzdeki dönemde artık enflasyon yeniden düşmeye başlayacak ama faizler mevcut seviyelerini bir süre, yılbaşına kadar hatta daha sonrasında da koruyacak.
Buna karşılık piyasaların aldığı bir başka mesaj ise "Merkez Bankası’nın önümüzdeki dönem piyasadaki likiditeyi biraz daha gevşetme eğiliminde olacağı" yönünde. Çünkü açıklamada önümüzdeki dönemde faizlerin bankanın borçlanma faizi seviyesinde oluşacağının tahmin edildiği yazıyor. Bankacılar, bu açıklamadan Merkez Bankası’nın son haftalarda yaşanan likidite sıkışıklığını gevşeteceği mesajını çıkardılar. Bankacılar yorumlarında, Hazine’nin bu haftanın ihalesinde piyasada 3.7 milyar YTL’lik para bırakmış olmasını da bu likiditeyi gevşetme niyetinin bir delili olarak görme eğilimindeler. Yani, piyasadaki faiz oranlarının Merkez Bankası’nın faiz oranı olan 17.50’ye doğru gerileyeceğini düşünüyorlar.
Bu olur mu, yani piyasadaki faiz oranları bu kadar geriler mi, açıkçası bilemiyoruz.
Bu arada açıklama, daha doğrusu açıklamanın üstünde yazan, "katılımcılar listesi" de zaten varolan bir gerçeğin bu kez daha iyi anlaşılmasına yol açtı.
Bu gerçek de hükümetin Merkez Bankası yönetimine ilişkin tavrıydı. Bütün bankacılar bir Başkan Yardımcılığının bir türlü atanamaması ve Güven Sak’ın boşalttığı dışarıdan gelen Para Politikası Kurulu üyeliğinin de hálá boş olduğunu gördüler. Yani Para Politikası Kurulu, tam limittte, 5 kişiyle toplandı. Üyelerden birine bir şey olduğu takdirde, Para Politikası Kurulu yeniden toplanamaz hale geliyor. Düşünebiliyor musunuz; Merkez Bankası daha doğrusu Türkiye’nin para yönetimine bakış, bu.
KURULDAN BİRİNE BİR ŞEY OLURSA?
Piyasalar son açıklama ile bu gerçekle yeniden yüzyüze geldiler. Bu da doğal olarak "bundan sonra gerekli olanların yapılacağı" konusunda güvensizliği artırıyor.
Peki, niye atanmadı derseniz; açık. Gerek Başkan Yardımcılığı gerekse de dışarıdan Para Politikası Kurulu üyeliği konusunda, Devlet Bakanı Ali Babacan bilinen tavrını sürdürüyor. Babacan, piyasalara "Nasıl bir Başkan Yardımcısı istiyorsunuz?" diye çok sordu ve akıllı uslu herkesten, "Piyasanın yakından tanıdığı, güvenebileceği bir isim olması gerektiği" yanıtını aldı. Bazı açık konuşanlar "Artık AKP’li birinin bu göreve getirilmemesi gerektiğini" bile söylediler. Başkan Durmuş Yılmaz’ın zaten böyle bir Başkan Yardımcısı istediğini biliyoruz. O nedenle, "Başkan Yardımcılığı ataması konusunda Başkan ile Bakan arasında görüş birliği olmaması nedeniyle bu atama yapılamıyor"u rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Doğal olan, piyasaların güvenini sağlayacak olan, bağımsız Merkez Bankası’nın Başkanı Durmuş Yılmaz’ın kendi yardımcısını kendisinin seçmesi. Ama görüldüğü gibi olmuyor.
Aynı şekilde dışarıdan atanacak Para Politikası Kurulu üyeliği konusunda da, yine Bakan ve Başkan arasında görüş ayrılığı olduğunu düşünüyoruz. Aksi takdirde, biz yanlış tanımıyorsak, Başkan Yılmaz, eski üyenin devam etmesini tercih ederdi.
Özetle; önümüzdeki dönem, daha açığa çıkmayan, seçimlere ilişkin yoğun tartışmaların da katılımıyla, çok hareketli geçecek. Sadece dışarısı bile bu dönemde yeterince hareket yaratacak kadar karışık iken içerdeki siyasi risklerin kabaracağı da kesin.
Böylesine bir ortamda dalgadan korunmanın en iyi yolu bizce Cumhurbaşkanlığı için AKP dışından birinin önerilmesi. Ama zor olmayan gerekler bile es geçilirken, bu çok zor...
Yazının Devamını Oku 
26 Eylül 2006
MERKEZ Bankası Para Politikası Kurulu’nun (PPK) bugün yapacağı toplantı, açık söylemek gerekirse, bundan önceki aylardaki kadar merakla beklenmiyor. Neredeyse piyasanın yüzde 100’ü, Merkez Bankası’nın bu ay faizleri değiştirmeyeceğini düşünüyor.
Geçtiğimiz aylarda Para Politikası Kurulu, piyasalarda yapılan anketlerin sonucunda çıkan "ağırlıklı beklenti"nin tersine kararlar almıştı. Ancak bu kez Merkez Bankası’nın faiz kararının piyasa beklentilerinin tersine oluşmasını, biz de beklemiyoruz.
Bizce bu karar, neredeyse bir önceki ayki toplantıdan bu yana belli olan bir karardı.
Geçen hafta yaşanan dalgalanma, piyasaları biraz tedirgin etti ama piyasalar buna rağmen Merkez Bankası’nın bir telaşa kapılmasını beklemiyor. Bizce haklılar da...
Geçen haftaki dalgalanmada Brezilya, Ekvator, Polonya, Bulgaristan, Güney Afrika gibi Türkiye ile aynı kategoride bulunan bazı gelişmekte olan ülkelerde çıkan politik çatışma ve kargaşaların büyük etkisi oldu. Aslında bu gelişmelerle ABD’de ekonomik gidişat hakkında kafaların iyice karışması biraraya gelince, telaş dalgası yaygınlaştı.
Ama TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun dediği gibi; sanki askeri darbe Tayland’da değil de Türkiye’de oldu. Bizim piyasalar bu siyasi çalkantılara sahne olan ülkelerden bile daha fazla olumsuz etkilendi. Bu, neredeyse bizim kaderimiz oldu, başka yerde ne olursa olsun, biz daha fazla etkileniyoruz.
Hisarcıklıoğlu, bunun en büyük nedeni olarak yüksek cari açığı gösteriyor ki, bizce de haklı.
Artık "finans ediliyor nasıl olsa" deyip, bu işi boş vermekten vazgeçmek gerekiyor.
Ancak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun kısa vade için alacağı kararda bu durum şimdilik etkili olmayacak. Merkez Bankası anketlerinden, beklentilerde küçük de olsa iyileşme çıkıyor, tüketim eğiliminin azaldığı görülüyor. Buna ek olarak, yaşanan dalganın etkisi ve süresi konusunda da doğal olarak işin netleşmesini bekleyecektir.
İşte bu ortamda Merkez Bankası bu kez faizleri değiştirmeyecektir diye tahmin ediyoruz.
Ama, Para Politikası Kurulu’nun açıklamasında yeralacak ibareler, önümüzdeki döneme ilişkin olarak önemli olacak ve daha çok Kurul’un açıklama metnindeki satırların anlamı okunmaya çalışacak. Buradaki beklentimiz ise temkinli tutumun devam etmesi, beklentilerdeki eğiliminin çok sıkı takip edilmeye devam edileceği ve gerekirse faiz artırım kararı almaktan çekinilmeyeceğinin vurgulanması. Yani açıklamanın ileriye dönük olarak mesaj ağırlığı fazla iyimser olmayacak, bizce nötr tutulmaya çalışılacak.
DALGALAR TAHRİBAT YAPIYOR
Yaşanan son dalga, belki kısa vadede faizlerin yeniden artmasına neden olmayacak ama bu, yaşanan dalgaların zarar vermediği anlamına gelmiyor. Dalgaların en büyük zararı uzun dönemli beklentilere oluyor. Dalgaların sıklaşması sonucu, şimdilik, enflasyon beklentileri belki "Merkez Bankası gerekli kararları alır" diye çok fazla bozulmayacaktır ama faiz beklentilerinin etkileneceği açık. Zaten gördüğümüz kadarıyla beklenti anketlerinde enflasyon beklentisi düşerken, faiz beklentisi düşmüyor. Yani dalgalar ardarda geldikçe faiz beklentileri daha da yukarı gidecektir.
Bankacılarla konuştuğunuzda da dalgaların yüksek reel faizi giderek kalıcı hale getirdiğini, özellikle önümüzdeki yıla ilişkin belirsizlikleri artırdığını söylüyorlar.
Yani risk primi arttığı için faizleri düşürmek mümkün olmuyor.
Bu hafta Hazine’nin yüklü geri ödemesi var ve belki Para Politikası Kurulu’nun vereceği faiz kararından daha çok Hazine’nin bu hafta yapacağı ihalelerde oluşacak faiz oranı merak konusu oluyor. Hazine’nin kasasında epey para var ama yine gelecek teklif miktar ve oranları önemli bir gösterge olacak.
Bunun da ötesinde önümüzdeki yılın bütçesinde yüksek faiz oranları yeniden sorun olacak ve başta yatırımlar olmak üzere, birçok harcamanın kısılmasına neden olabilir.
IMF iki hafta sonra Ankara’da olacak ve dalgaların, faiz dahil, etkisi masaya yatırılacak.
Yazının Devamını Oku 