7 Kasım 2006
GEÇTİĞİMİZ hafta İsrail’in, hem İbranice hem İngilizce basımı yapılan en büyük gazetelerinden biri olan Haaretz’de, Erez Sanayi Bölgesi’nin iki hafta önce bombalanmasını değerlendiren, önemli bir yazı çıktı. Türkiye’nin İsrail-Filistin ortak sanayi bölgesinin geliştirilmesine dönük anlaşmayı imzalamak üzere yapacağı geziyi ertelediği belirtilen yazıda, "2 hafta önce İsrail savunma güçlerinin Gazze şeridindeki operasyonları sırasında eski sanayi bölgesindeki yapıları tahrip etmesine tepki olmak üzere" ertelemenin gerçekleştiği kaydedildi.
Haberin ilgi çekici yanlarından birinin İsrail içinde konuya ilişkin daha temel bir görüş ayrılığı bulunduğu izlenimi vermesi. Yani belli ki orada da "şahinler" var ve daha barışçı devlet organları şahinlerin Erez bölgesini bombalamasına epeyce kızmış durumdalar.
Çünkü haberde "İsrail, Gazze sınırındaki Erez sanayi bölgesindeki İsrail savunma güçlerinin operasyonu, Gazze bölümündeki kıdemli yöneticiler tarafından gerçekleştirildi ve devlet tarafından onaylanmadı" deniliyor.
"Türklerin binaların yıkılması nedeniyle oldukça kızgın oldukları ve bu olayın Ankara projesini erteleteceğini söyledikleri" belirtilen yazıda, Türkiye’nin İsrail ve Filistin yönetimlerine sanayi bölgesinin kurulmasında yardımcı olmayı öngörüp işi programa bağladıkları da hatırlatılıyor.
Haaretz’deki haberde ayrıca planı destekleyen Amerikalıların İsrail’in bu davranışından ötürü duydukları memnuniyetsizlikleri de, İsrail’i ziyaret eden iki elçisi kanalıyla yönetime ilettiklerinden sözediliyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) girişimi ile başlatılan İsrail, Filistin ve Türk işadamlarını biraya getiren, sivil bir girişim olan Ankara Platformu, geçtiğimiz Haziran ayına kadar epeyce yol almış, platformun en somut projesi olan Erez sanayi bölgesinin canlandırılması için, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de katılımıyla bölgede bir protokol bile imzalanmıştı.
Ancak 12 Temmuz’da Lübnan’nin bombalanması ile doruk noktasına ulaşan, Haziran ayından bu yana yaşanan gerginlik, işlerin aksamasına neden oldu. Haaretz’de çıkan bu haber, İsrail Dışışlerinin de projeye hala sıcak baktığının bir göstergesi olarak yorumlanıyor.
PROJE BARIŞ İÇİN HÁLÁ ÖNEMLİ
Şimdiye kadar proje kapsamında altyapı çalışmaları için detaylı tasarım raporu hazırlanmış; yol uygulama projesi, saha düzenleme projesi, içmesuyu projesi, atıksu projesi, yağmursuyu projesi, elektrik projesi ve telekomünikasyon projesi gibi altyapı hazırlıkları TİKA kanalıyla bitirilmiş, bu yıl Mayıs ayında Paris’teki OECD Forum 2006 çerçevesinde TOBB BİS girişimi olarak bilinen bu projeyi tanıtıcı bir oturum bile düzenlenmişti.
TOBB yetkilileri de Erez sanayi bölgesinin canlandırılması projesinin hala büyük önem taşıdığını belirtirken, bölgede işleyen bir sanayi bölgesi olmasının ötesinde, İsrail ve Filistin taraflarını somut konular etrafında yakınlaştıran bir sürecin varlığının bile tek başına büyük önem taşıdığı görüşündeler.
İsrail tarafında somut adımlar atıyor olmamızın Filistin tarafında kolay muhatap bulunmasını sağladığını belirten yetkililer, bu girişim sayesinde Türk tarafının İsrail Filistin barış sürecinde aktif bir partner haline geldiğinin de altını çiziyorlar.
Amerika’nın bölgedeki güvenlik koordinatörü Generel Keith Dayton tarafından önerilen ve Gazze bölgesinde Abbas’a bağlı olan Filistin güvenlik güçlerinin desteklenmesini öngören plana izin verildiği, Haaretz’in haberinde de yer alırken, Erez projesinin de üçüncü bir çıkış kapısı olarak Dayton planına dahil edilmesinin gündemde olduğu belirtiliyor.
Özetle; TOBB’un girişimiyle başlayan ve Dışişleri’nin desteklediği bir barış projesi haline gelen Erez bölgesinin canlandırılması projesi, herkesin yararına. Ancak savaş yine sahnede ve halkların refahını olumsuz etkilemeye devam ediyor.
Yazının Devamını Oku 
6 Kasım 2006
BAŞBAKAN Tayip Erdoğan dün İstanbul’da sivil toplum kuruluşlarını kabul ederek, onların AB siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi için gereken uyum yasalarının çıkarılması, bu kapsamda 301. maddenin değiştirilmesi yönündeki taleplerini dinledi. Hükümet bu tür uyanıklıkları çok yapıyor. AB uyumu için gereken yasaları zorunlu olarak değiştireceği zaman ilgili sivil toplum kuruluşlarından talep geliveriyor. "Toplumsal talep geldi, değiştirdik" kılıfı hazırlıyor. İşte 8 Kasım’daki ilerleme raporu için şu anda en büyük sıkıntı gibi görünen 301. madde konusunda da aynı şeyi yaptı ve sivil toplum kuruluşlarına "gelin o zaman talep edin" dedi. Elbette bunun bir danışıklı döğüş olduğunu, sivil toplum kuruluşları çıkıp açıkca söylemeyecekler ama oynanan oyun açık.
Yani; AKP Hükümeti demokratlığından değil, zorunlu olduğu için bu değişikliği yapacak.
Peki, böyle bir oyuna neden gerek duyuluyor?
Bunun yanıtı çok açık; AKP Hükümeti bu oyuna başvurarak, hem bir seçim öncesi yükselen milliyetçi akımın elindeki argümanları "ne yapalım toplum istedi" diye elinden alıp, oy kaybını önlemeye çalışacak, hem de "AB Çapası"nı kaybetmemiş olacak.
Öyle ya;AKP Hükümeti AB ile canlanan ilişkiler nedeniyle toplumun geniş kesimlerinden destek görmeye, legalleşmeye başladı. İstediği için değil ama AB yolu işlerine geliyor.
Kısacası; 301. madde değişecek ve ilerleme raporundaki sıkıntılar önemli ölçüde giderilecek.
Bu değişiklik, zaten bahane arayan piyasalar için de bizce çok büyük bir doping olacak.
Piyasalarda, AB ve IMF çapalarının devam edip etmeyeceği, seçim yılı olan 2007 yılında başımıza bir bela gelip gelmeyeceği tartışılmaya başlamıştı. AB’den gelen kötü haberler, belki tam olarak yansımadı ama piyasaların moralini bozmaya başlamıştı.
İşte bu nedenle 301. madeninin değiştirilmesi için, sivil toplum destekli, değişim inisiyatifinin ortaya çıkması ve Hükümetin bu maddeyi değiştireceğini açıklaması, piyasalarda önemli bir coşkuya neden olacaktır.
ENFLASYON RAKAMI DA COŞTURACAK
Piyasaları coşturacak bir başka unsur da Cuma günü açıklanan Ekim ayı enflasyon rakamları oldu. Piyasalar İstanbul’daki rakamların yüksek çıkmasının de etkisiyle, daha yüksek bir enflasyon rakamı bekliyorlardı ve bu tedirginlik son günlerde piyasalara da yansımıştı.
Ancak Ekim ayında Türkiye genelinde tüketici fiyatlarının yüzde 1.27 arttığı ortaya çıktı. TÜFE de olduğu gibi üretici fiyatları yani ÜFE de beklentilerin altında gerçekleşti ve yüzde 0.45 olarak açıklandı.
Piyasalar daha önceki yılların Ekim aylarında yüksek artış gösteren gıda fiyatlarındaki artışın bu yıl yüzde 0.76’da kalmasını memnuniyetle karşılarken, mevsimsel etkilerin yoğun görüldüğü ayakkabı ve giyimde yüzde 1.82 ile görülen yüksek artışın önümüzdeki aylarda devreden çıkacağı yorumu yapıp, açıkcası sevindiler.
Bu sevincin nedeni, yüksek bir artış tehlikesiyle, temkinli tavrını ispat eden Merkez Bankası’nın yeni bir faiz artırıma gitme ihtimalinin de ortada kalkmış olması. Zaten 2007 ilk çeyreğinden önce faiz indirimi beklemeyen piyasalar, böylece kötü bir sürprizden kurtulmuş olduklarını düşünüyorlar.
Kısacası; piyasalar yol kazası, tren kazası gibi tanımlamalarla anılmaya başlayan AB ile ilişkiler konusunda, biraz rahatlamış olarak yeni bir haftaya başlayacaklar. Cuma günü beklenenin altında gelen enflasyon rakamlarıyla, 301. madde değişikliği bir araya gelince, bu haftanın piyasalarda bir hayli keyifli geçeceğini söylemek mümkün.
Tabi AB’den yeni olumsuz haberler, IMF’in beklediği tedbirlerin yerine getirilmeyeceği gibi kötü haberler gelmemesi koşuluyla.
Zaten yabancı fonlar, bu fiyatlarla Türkiye’ye daha fazla gelmenin hazırlıklarını yaparken, bu tür iyi haberlerin gelmesi, yabancı girişini de hızlandıracaktır.
Siyasi çekişmeler erken başlayıp sertleşmezse, bu yıl bu havayla bitebilir.
Yazının Devamını Oku 
2 Kasım 2006
MERKEZ Bankası’nın bu hafta başında üst üste yaptığı açıklamalar ve yayımladığı raporlar, piyasada dikkatle, altı çizilerek okunmaya devam ediyor. Bizce Merkez Bankası istediğini elde etti yani vermeye çalıştığı mesajlar piyasa tarafından çok iyi algılandı.
Bu gözlemimi bankacılarla Merkez Bankası’nın bu çıkışı sonrası yaptığım konuşmalar ve bankaların iktisadi, araştırma raporlarına dayandırıyorum.
Bankacıların, banka iktisatçılarının bir bölümü, Merkez Bankası’nın bu haftaki çıkışlarını "farklı ve yeni bir üslup" olarak nitelendiriyorlar.
Piyasa oyuncularının tümü "Merkez Bankası’nın hükümete dönük eleştiri dozunu artırdığı" görüşünde. Bu tavır değişikliği piyasalar tarafından memnuniyetle karşılandı. Yani Merkez Bankası’na olan güven yeniden oluşmaya başladı ve bu hafta başındaki çıkışı, güvenin ve saygınlığın yeniden oluşturulması açısından çok yararlı oldu.
Merkez Bankası’nın hükümete eleştirilerinde daha açık olması gerektiğini söyleyen, ancak böyle güven verebileceği görüşünde olan bir kişi olarak, Merkez Bankası’nın bu tavrını çok olumlu bulduğumu, uygulamalarla devam ettirmesi gerektiğini söylemeden edemeyeceğim.
Bunun önemi şu ki; önümüzde çalkantılı bir dönem var ve bu dönemi yönetmek çok zor olacak. İşte bu dönemdeki riskleri açık açık saymak gerekiyor ki; politikacılar da bu risklerin farkında olsunlar ve hata yapmaktan korksunlar...
Başkan Durmuş Yılmaz’ın enflasyon raporunu açıkladığı basın toplantısında bir soru üzerine "Bakanlar Kurulu’nda Cumhurbaşkanlığı seçimindeki yaşanacak gerginliğin oluşturacağı riski açıkça söyledim" demesi, aynı açıdan çok olumlu bir söylemdi.
Bu arada saygınlığı kazanmak ve güveni oluşturmak için, sadece açıkça eleştiri yapmak değil, tahminler konusunda da kamuoyuna çok daha açık ve net konuşulması da, ayrıca faydalı olmuştur. Örneğin kurların enflasyona katkısı konusunda, Merkez Bankası yayımladığı raporlarda "Şimdiye kadar Mayıs-Haziran’daki kur artışı nedeniyle yıllık enflasyona 3 puan etki geldi, bu etki yıl sonuna kadar 3.5 olacak diye tahmin ediyoruz" demesi, piyasalarda şeffaflık ve buna bağlı güveni oluşturmak için çok faydalı bir söylem oldu.
BAĞIMSIZLIK MESAJI
Peki piyasaların aldığı mesajlar neydi? Her şeyden önce 2007 yılı bütçesinin, gelirler politikasının, yüzde 4 olarak belirlenen 2007 yılı enflasyon hedefini zora sokacağı açıkça ortaya çıktı. Piyasalar talebin kontrolü açısından maaş zamlarının önemini daha iyi gördüler.
Merkez Bankası’nın yüzde 4’lük enflasyon hedefini, "hedefi değiştirmek daha fazla kredibilite kaybı yaratacağı endişesiyle" değiştirmediğini de piyasalar öğrenmiş oldular.
Piyasalar en fazla ilgilendikleri "faizlerin seyri" konusunda da, bu açıklamalarla birlikte çok net mesaj aldılar. Merkez Bankası açıkça 2007 ilk çeyreği bitene kadar faiz indirimlerine ihtimal vermediğini söylerken, piyasalar Merkez Bankası’nın faiz tavrını açıkça gördüler. Bununla birlikte 2007’nin son çeyreğinden önce enflasyon hedefine belirgin bir yakınsamanın olmayacağı da ortaya çıkmış oldu.
Yani piyasalar, çok olumsuz gelişmeler olmasa dahi, yüksek faizin bu seyrini uzun süre koruyacağı mesajını açık açık aldılar. Buna dayanarak, yakınsama süreciyle birlikte yani 2007 son çeyreğinden önce kolay kolay faiz indirimi gelmeyeceği yorumunu yapan bankacıların sayısının bir hayli fazla olduğu da görülüyor.
Bununla birlikte kurların düşük seyrinin Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesi açısından ne kadar önemli olduğu, sıkı para politikasının devam edeceği, yeni dalgalanmalarda önce likiditenin sıkıştırılıp, gerekirse faiz artışına bile gidilebileceği Merkez’in verip, piyasaların çok iyi algıladığı mesajlardan biriydi.
Bunun yanısıra piyasaların aldığı bir önemli mesaj da Başkan Durmuş Yılmaz’ın atamalar başta olmak üzere, siyasi otoriteye karşı bağımsızlık tavrını artırarak sürdürdüğü oldu.
Bizce Merkez Bankası zamanında, çok iyi bir çıkışla istikrar adına çok olumlu bir adım attı.
Yazının Devamını Oku 
1 Kasım 2006
EKONOMİDE küreselleşme, bütün hızıyla sürüyor. Kısaca, mallar, paralar ve hatta insanlar ulusal sınır tanımadan yer değiştiriyor. İnsanların yer değiştirmesi, birçok kısıtlamalara tabi. Yine de çalışıp para kazanmak veya emekli olup para harcamak için doğduğu büyüdüğü ülkeyi terk edip, başka bir ülkede yaşamını sürdürmek isteyenler, bir yolunu bulup bunu başarıyor. Bir yere girmek için, o yerin kapısının açık olması gerek. Kapısı açılan bir yerden, dışarı çıkanların da olacağını kabul etmek şart. Ulusal ekonomiler birbiriyle entegre olup, küresel ekonomiyi oluştururken, özellikle sermaye hareketlerini tek yönlü hale getirmek, giderek imkánsızlaşıyor. Altını çizerek ifade edeyim. "Türkiye’ye sermaye girişleri arttıkça, Türkiye’den sermaye çıkışları da hızlanacaktır." Şimdilik, sermaye girişleri, sermaye çıkışlarından yüksek. Bir süre daha, "parası bol-insanı az" ülkelerden, "parası az-insanı çok" ülkere, net sermaye akışı sürecektir. Ama ülkelerin gelişmişlik düzeyi birbirine yaklaştıkça, sermaye giriş-çıkış arasındaki farkın zamanla azaldığını görülecektir. Bu azalmanın hızı, iki fiyatın nispi değişimine bağlıdır.
* * *
Önce var olan durumu özetleyeyim. Bugün ülkemize giren yabancı sermaye, a) menkul veya gayrimenkul varlık satın almak, b) Türk Lirası’na verilen yüksek faizden yararlanmak için gelmektedir. Zaman içinde, Türkiye’deki varlık fiyatları ile yabancı ülkelerdeki varlık fiyatlarıyla aradaki fark kapanacaktır. O zaman, son günlerde adeta panik içinde, fiyatına dahi bakmadan Türk varlıklarına yatırım yapan yabancıların, iştahları azalacaktır. İkinci olarak, dünyanın en yüksek reel faizini vermekle ünlenen Türk ekonomisi, yüksek faizin reel ekonomide yarattığı burkulma ve çarpılmalar (distorsiyon) yüzünden bunu sürdürmekte zorlanacaktır. Daha da önemlisi seçimle işbaşına gelmiş bir iktidarın, bu kadar yüksek reel faizi "siyaseten" ödemek istemeyeceği bir noktaya gelmesi ihtimalidir. Bu söylediklerim, üç aşağı beş yukarı yıllardır söylediğim (ve de tersi doğru çıkan) görüşlerim. Yazının bu bölümü bir hatırlatmaydı.
* * *
Bugün üzerinde durmak istediğim esas konu, bir önceki paragrafta yer alan husus. Yani Türkiye’den sermaye çıkışlarının hızlanması. Bankalarını ve şirketlerini satan patronların eline milyarlarca dolar para geçti. Soru şu: Bu kişiler, nakte dönüşen bu devasa servetleri nasıl ve nerede değerlendirecek? Akla ilk gelen, bu patronların tüm paralarını Türk Lirası’na çevirip, bunları Devlet İç Borçlanma senetlerine yatırması. Son 20 yıldır bu yolu seçen yerli ve yabancı tasarruf sahiplerinin ábát oldukları ortada. Bana öyle geliyor ki; bu paralar böyle değerlendirilmeyecek. Bunların önemli bir kısmı yurtdışına yatırımlara gidecek. Hatta şirketini satmayan patronlar da küreselleşmeye ters düşmemek için, daha fazla yurtdışı yatırımlara yönelecek. Kısaca küreselleşme, sermaye çıkışlarını artıracak.
Son Söz: Taş, ağır olduğu yere gider.
Yazının Devamını Oku 
31 Ekim 2006
BİZDEKİ bayram haftasını Londra’da çalışarak geçiren bir bankacı arkadaşımla konuşurken, önümüzdeki dönemin hayli hareketli geçeceğinin ipuçlarını aldım. Hareketli geçecek; çünkü daha yeni Avrupa yatırımcılarının nabzını tutmuş olan bankacının söylediğine göre "Yabancılar goy goya gelmiş" durumda.
Bu ne demek derseniz; yabancılar Türkiye’de yatırım yapmaya kararlılar ve bunu engelleyecek riskleri görmek istemiyorlar.
Hatta, yerli bankaların fazla telaşlı olduğunu söylüyorlarmış ve daha önce Brezilya’da yaşananlardan örnek verip, "orada da yerli bankalar siyasi olarak büyük riskler görüyorlardı hiç bir şey olmadı, onlara uyduk tatlı kárları kaçırdık" diyorlarmış.
Yani önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanlığı seçimi, daha sonra gelecek genel seçimler, ya da kısa dönem içerisinde tehlike görülmeye başlanan AB ile ilişkilerin aksaması gibi riskleri yok saymak eğilimindeler.
Kısacası; "Tatlı kárlar elde edebileceğimiz bir Türkiye pazarı var ve yerli bankacılar siyasi risk görüyor diye, bu tatlı kárı kaçırmak niyetinde değiliz" demeye getiriyorlar.
Eğer yabancılar Türkiye’ye sıcak para getirmek için bu kadar heveslilerse, o zaman önümüzdeki dönem epey hareketli geçecek demektir. Zaten başlayan bir yabancı girişi var ve bu giriş hızla devam edecek demektir.
Sıcak para girişi hızlanınca ne olduğunu da biliyoruz; yine kurlar aşağı doğru gelecek, faizlerde bir miktar iniş olacak, yine güllük gülistanlık bir hava yayılacak demektir. İnsanlar, bu hava bir süre devam edecek olursa, yeniden tüketmeye başlayacaklar, bankalar da kredi faizlerini yeniden cazip kılıp, tüketimi körükleyecek demektir.
Daha önce de biliyorsunuz ki; aynı senaryoyu sayısız kez sahneye koyup oynadık.
Sonuç ne oldu derseniz; açık: Şu anda Türkiye’de belki de dünyanın en yüksek reel faizi ödeniyor. Kim ödüyor derseniz; borçlular ödüyor. En büyük borçlu Hazine olduğuna göre, en yüksek reel faizi Hazine ödüyor yani bu fatura halkın sırtına biniyor demektir.
KAYBEDEN HAZİNE YANİ HALK
"Hiç etkilenmediğimiz için" IMF’in bile tebrik ettiği Haziran’daki dalgalanmanın sonucunda faizlerin yüzde 13’ten 21’e çıktığını ve hálá bu seviyelerde gezdiğini, herkes unutuyor. Bu nedenle 2007 yılı bütçesindeki faiz harcamalarının yeniden yükselişe geçtiğini, bu nedenle seçim yılı olmasına rağmen başka şeylere ödenek kalmadığını herkes unutuyor.
Özetle söylemek istediğimiz şu ki; yine sıcak para girişi hızlanıyor yine hava güllük gülistanlık olacak ve yeni dengeler kurulacak.
Peki, gerçekten siyasi risk yok mu, ya da artık ekonomi siyasi riskleri bile tolere edebilecek kadar çok mu sağlamlaştı.
Bunların yanıtı bizce kesinlikle hayır. İşte o nedenle diyoruz ki; yabancılar şimdi riski görmeye çalışmasalar da o riskler gerçekleşmeye başladığında, en çabuk çıkacak olanlar yine doğal olarak yabancılar olacak.
Türkiye’de hangi dönemlerde yüklü miktarda sıcak para varsa, o dönemlerdeki dalgalanmaların faturasının çok daha büyük olduğunu unutmayalım. Her seferinde, özellikle faizlerin bir üst basamakta denge kazandığını da...
Özetle yine böyle bir döneme girdiğimizi hissediyorum.
Yaşadığımız bu dönemde ne kadar fazla sıcak para ülkeye girerse, çıkışlarındaki kur zıplaması da, faizlerdeki yukarı gidiş de o kadar yüksek olacaktır.
O nedenle hareketli yani iniş çıkışı bol ve sert bir trende girdiğimizi düşünüyorum.
Yine bu trendden yüklü para kazananlar olacak, onlar para kazandığına göre birileri de kaybedecek.
En fazla kaybeden ise yine Hazine, yani halk olacak.
Sert iniş çıkışlar siyasi olarak ne sonuç doğurur, onu da yaşayıp göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 
30 Ekim 2006
TÜRKİYE uzun zamandır, IMF çapasının yanına AB çapasını da koymuş olarak, yani iki çapa ile birden gidiyor. Bu iki çapanın ekonomiye yaptığı katkı, özellikle de hem yatırım, hem de kısa vadeli olarak gelen yabancı sermayedeki özendirici rolü, tartışılmaz bir gerçek.
Bizce yapılan hatalara rağmen yaşanan iyileşmede, iki çapanın birden olması hayati öneme sahipti. Şimdi, 2007 yılına, yani bir seçim yılına girilirken, bizce iki çapadan birinin yok olması tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Hangi çapa gidici derseniz; kimine göre AB çapası, kimine göre IMF çapasının taraması, yani devreden çıkması daha büyük ihtimal.
Açık söylemek gerekirse AB çapasının taraması yani AB ile ilişkilerin bir süreliğine de olsa dondurulması, beklemeye alınması, daha büyük ihtimal gibi geliyor, bizeÖ
Bir süredir, Kıbrıs başta olmak üzere ilişkilerde yaşanan gerginliğin, 8 Kasım’da açıklanacak İlerleme Raporu’yla had safhaya ulaşıp, ilişkileri bozma noktasına getireceği tehlikesinden söz ediliyordu.
İtalyan Corriere Della Sera gazetesine demeç veren AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun söyledikleri, bu tehlikeyi güçlendirmiş gibi gözüküyor. Barroso,Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili bir soruya, "Bunu söylediğim için üzgünüm ama işler kötü gidiyor" yanıtını vermiş. Türkiye’de reformların çok yavaş ilerlediğini belirten AB Komisyonu Başkanı, umut ettiği ilerlemeyi göremediğini ifade etmiş.
Barroso’nun aynı demecindeki şu sözler ise işin ciddiyetini ortaya koyuyor: "Finlandiya dönem Başkanlığının, müzakerelerin durmasını engellemesini umut edelim; ama dürüst olmak gerekirse, endişeliyim"
Barroso bu endişesinde samimi mi yoksa, 8 Kasım’a gelinirken, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda zorlamaya mı çalışıyor, açıkcası bilmiyoruz. Genişlemeden Sorumlu Komiser Rehn’in İlerleme Raporu’nun kaydedilecek gelişmelere göre değiştirilebileceğini söylemesi, bizce çok umutları kalmasa da, hala Hükümeti zorlamak istediklerini ortaya koyuyor.
Bu olumsuz havaya rağmen, içerdeki özellikle AB yandaşları, AB ile ilişkilere bir ara verilmesinin söz konusu olmayacağı, Kıbrıs da dahil bir ortayol bulunup, ilişkilerin eskisi gibi devam edeceği görüşündeler.
IMF ÇAPASI
Bizce AB ile ilişkiler bir süreliğine dondurulursa, bunun adı hiçbir zaman "ara verme" ya da "dondurma" olarak nitelenmeyecektir. İlerleme Raporu ve arkasından gelecek tartışmalar, fiili olarak bir süreliğine ara vermeyi beraberinde getirebilir.
Aslında bir süredir "AKP Hükümetinin de, artan milliyetçi tepkileri dikkate alarak, seçime kadar fiili olarak ilişkilere ara vermeyi istediği" yorumları da yapılıyor. Geçtiğimiz dönemde Hükümetin AB ile ilişkileri savsaklaması da buna örnek olarak gösteriliyor.
Bizce AKP Hükümeti açıkca, böyle bi niyet gütse bile, bunu reddedecektir. Ancak bununla birlikte "gerekli adımları atmayarak" seçime kadar işi çürütme eğilimine girebilir.
Yani iki çapadan biri olan AB çapasının ortadan kalkmasının ekonomiye vereceği zararı gördükleri için, "Devam ediyoruz" deyip, özellikle siyasi adımlardan geri durabilirler.
Peki IMF çapası devam edecek mi?
Bizce AB çapası kadar olmasa da IMF çapasının tarama tehlikesi, yani yine geçici olarak devreden çıkma ihtimali var. Bazı piyasa oyuncuları 5. gözden geçirmenin bile tamamlanamayacağı görüşündeler. Bu tahmin tutarsa, zaten IMF çapası şu anda ortadan kalktı ama açıklaması yılsonunda olacak anlamına gelir.
Biz, 5. gözden geçirmenin tamamlanıp seçimler bitene kadar yenisinin yapılamayacağı görüşündeyiz. Yani Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar, "Heyet geldi, gitti" diye oyalanarak, IMF çapasının geçici olarak kalktığının anons edilmeyeceğini düşünüyoruz.
Çapanın birinin kalkması işleri çok zorlaştırır, ikisi birden kalkarsa o zaman vay halimize.
Yazının Devamını Oku 
28 Ekim 2006
5’İNCİ gözden geçirme için IMF Heyeti’nin dönüşünün ardından yapılan açıklamalar, piyasaların kafasını karıştırmış durumda. Her şeyden önce ortak açıklama yapılmamış olması, piyasaları tedirgin etti. Ardından Ankara ve Washington’dan yapılan açıklamalar ve şimdilik belirsiz olan "gereken ek önlemler" tedirginliği iyice artırdı.
Dolayısıyla piyasalarda 5’inci gözden geçirmenin tamamlanamayacağı yolunda bir şüphe oluşmaya başladı. Bankaların iktisatçıları ve piyasa uzmanları arasında, "5’inci gözden geçirme tamamlanamazsa sürpriz olmamalı" denilmeye başlandı.
Baştan söyleyelim ki; piyasaların bu yöndeki tedirginliğine pek katılmıyoruz. Yani ne yapıp edip, hükümetin aralık ayında 5’inci gözden geçirmenin IMF yönetiminden geçmesi konusunda büyük çaba göstereceğini tahmin ediyoruz. Bunun için belki ek pazarlıklar da yapılacaktır ama hükümet, şimdiden IMF’yle ilişkileri kesmeyi, bizce göze alamaz.
Ama 6’ncı ve 7’nci gözden geçirmeler, daha doğrusu 2007 yılında yapılacak yeni gözden geçirmelerin tamamlanabileceği konusunda, biz de tedirginiz. Bir seçim yılında hükümetin bundan sonraki gözden geçirmeleri savsaklaması büyük ihtimal olarak gözüküyor.
5’inci gözden geçirmenin tamamlanacağını düşünmemizin asıl nedeni ise "2007 sonbaharına kadar sürecek bir seçim döneminin tümünde, yani önümüzdeki 1 yıl boyunca IMF çapası olmadan bu işi götürülemeyeceğine" dayanıyor.
Peki, piyasaların 5’inci gözden geçirmenin bile tamamlanamayacağı konusundaki endişelerini besleyen sebepler neler?
Her şeyden önce, baştan da dediğimiz gibi, açıklama biçimi alışılmadık ve yadırgatıcı oldu.
Bugüne kadar, gözden geçirme görüşmeleri sonrasında IMF, hükümet ile ortak bir açıklama yaparken, bu kez Türkiye’den ayrıldıktan sonra internet sayfası kanalı ile açıklama yapması, piyasalar tarafından yadırgandı. Hazine Müsteşarlığı da başka bir açıklamayı internet sitesinden duyururken, iki açıklama arasındaki en önemli fark, IMF açıklamasında, 2006 yılı harcama hedeflerinin aşıldığı belirtilirken, Hazine açıklamasında 2006 yılı faiz dışı fazla hedefinin oldukça üstünde bir performans gösterdiğinin vurgulanması olarak göze çarptı.
ORTAK AÇIKLAMA YAPILAMADI
Hükümet ile IMF arasında bu kez ortak bir açıklama metni oluşturulamaması "manidar" olarak görülürken, bazı piyasa oyuncuları bunu "IMF ve hükümet arasında, 2006 yılı mali performansı ve 2007 yılı için alınması gereken önlemler konusunda anlaşma sağlanamadığı" biçiminde de yorumladılar.
İşte buradan yola çıkarak, piyasada "5’inci gözden geçirme çalışmalarının bu yıl içinde tamamlanamamasının sürpriz olmaması gerektiği" söylenmeye başladı.
Bankacılar IMF açıklamasında yer alan "iç talepte yavaşlama olsa da beklenenden az oldu" saptamasına dikkat çekerlerken, enflasyonun hedef patikanın üzerinde seyretmeye devam ettiğine, cari açığın büyümeye devam etmesine, küresel finansmanın eskisi kadar uygun koşullar yaratmadığına dikkat çekilmesinin de önemsenmesi gerektiğini söylüyorlar.
IMF’nin 2006 yılında harcama hedeflerinin aşılmasının, 2007 yılında tekrarlanmaması ve harcama hedeflerinin tutturulması için gerekli önlemler alındığını belirtmesi nedeniyle piyasalarda yoğun bir "ek önlemler paketi" beklentisi yaratıldığını kaydeden bankacılar, "bir paket var herkes bir şey konuşuyor ama neler yapılacağı henüz belli değil" diyorlar.
Bu arada bankacıların açıklamalarda baktığı başka bir unsur da "Merkez Bankası’nın mevcut duruşu ve sıkı para politikalarının devam etmesi gerektiği" yolundaki ibare oldu. Enflasyonu hedefe yakınlaştırma açısından bu tavrın devam etmesi gerektiği ortaya çıkarken, bunun piyasaları zorlayan bir unsur olması, bu duruşun faizlere yansıması da bekleniyor.
Piyasa oyuncuları vergi idaresinin güçlendirilmesi, vergi reformunun devam ettirilmesi ve finansal alanda yapılacaklar konusunda da açıkça talepler bulunduğunu belirtirlerken, bunların hepsinin kapsamlı düzenleme öngörmesini de "aksama nedeni" olarak görüyorlar.
Yazının Devamını Oku 
26 Ekim 2006
IMF’yle yapılan müzakerelerde sıkıntı olduğunu duyuyor, işi bitmediği takdirde bayram tatilinde bile geri dönmeyeceğini duyuyorduk. Ancak bayram öncesi Cuma günü Heyet ABD’ye döndü. Daha sonra bayramın ilk gününün akşamında Hazine’den alışılmadık bir IMF açıklaması geldi. Bu açıklamada üstü kapalı olarak vergi reformunda, sağlık ve sosyal güvenlik reformlarında daha yapılması gerekenler olduğu söyleniyor, bunların yerine getirilmesi halinde Aralık ayında IMF Yönetiminin 5. gözden geçirmeyi tamamlayacağı belirtiliyordu.
Daha sonra IMF’den açıklama gelince Hazine’den tatil günü niye böyle bir açıklama yapıldığını da anladık. IMF açıklamasında daha yapılacak çok iş olduğu ve bunların bekleneceği belirtiliyor. Yanısıra Hükümetten mali disiplini sıkılaştırması için ek önlemler istendiği açıkca görülüyor.
Öyle anlaşılıyor ki; duyumlarımız doğru ve hala IMF Türkiye Heyetinin işi bitmiş değil. Belli ki "tatil sırasında çalışamayız üstüne üstlük geri dönmezseniz yanlış anlaşılır" diye, Heyetin ABD’ye geri dönmesi istenmiş. Belki bazı Heyet üyeleri Aralık’a kadar yeniden gelir, kimbilirÖ
IMF’in Washington’dan yaptığı açıklamada Hükümetin 2007 bütçesinin, 5. kez üst üste 6.5 olarak saptanan faiz dışı fazla hedefiyle tutarlı olduğu, ihtiyatlı bir tutum ve uygun bir tepki niteliğinde olduğu hatırlatılıyor ve şöyle deniyor:
"Program, ayrıca, 2006’da kamu harcamalarının planlananın üzerine çıkmasının yol açtığı etkilerin azaltılmasına ve gelecek yılın harcama varsayımlarına uyulmasına katkı konusunda bazı önlemler içeriyor. Para politikasına ilişkin olarak IMF Heyeti, Merkez Bankası’nın genel politikalarını ve mevcut sıkılaştırma eğilimini benimsedi. Bu eğilimin, enflasyonun düzenli olarak hedeflere doğru çekilmesine katkıda bulunması bekleniyor."
Açıklamanın sonunda ise konu biraz daha açılıyor ve "Önümüzdeki dönemde Hükümet, program hedeflerinin kuvvetlendirilmesi amacıyla bazı politika yükümlülüklerini güçlendirme ve bazı eylemleri uygulama niyetini taşıyor. Bu adımların zamanında atılması durumunda, IMF İcra Direktörleri Kurulu’nun, beşinci gözden geçirme döneminin sona erdirilmesi konusunu, Aralık ayında ele alması bekleniyor" deniliyor.
Bu hedeflerin kuvvetlendirilmesi amacıyla güçlendirme kararı alınan bazı politika yükümlülüklerinin ve "bazı eylemleri uygulama niyeti"nin ne olduğunu şimdilik bilemiyoruz.
SEÇİME RAĞMEN SIKILAŞTIRMA
Açıklamada bununla ilgili bazı ipuçları var ama... Örneğin gözden geçirme çalışmaları sırasında vergi idaresinin güçlendirilmesine, vergi rejiminin reformdan geçmesine, yeni emeklilik ve sağlık sigortası sistemlerinin gelecek yıl harekete geçirilmesinin güncelleştirildiği belirtiliyor. Özetle bu konularda geç kalındığı gözden geçirmenin tamamlanması için hızlandırılması isteniyor.
Bunun yanısıra yine açıklamada finans sektörünün güçlendirilmesine ilişkin olarak yeni önlemlerin de gündeme geldiği ve bazı taleplerde bulunulduğu da anlaşılıyor.
Dalgalanmalara karşı dayanıklı hale gelen ekonomideki bazı temel sorunlara da değinilen açıklamada, enflasyonun hedefin üzerinde seyrettiği, cari açığın genişlemeye devam ettiği belirtilerek, "küresel finans ortamının da daha az elverişli olduğu göz önüne alındığında, bu koşullar, disiplinli mali politikaların ve sıkı para politikasının devamını gerektiriyor" deniyor.
Yani IMF yapılacak seçimlere rağmen mali sıkılaştırmanın devam etmesini istiyor, bunu gerçekleştirmek için de ek önlemler istiyor. Daha doğrusu sapmalara izin vermeyeceğini, ileride sorun yaratacak deliklerin kapatılmasını istemeye devam ediyor.
Kimsenin şüphesi olmasın ki; bu açıklamada da açıkca yer almasa bile, başta elektrik olmak üzere biriken KİT zamlarının gelmesi ve geciken diğer kararların hızlandırılması şart.
Bu arada IMF belli ki bütçe ve programın TBMM’den geçen haline, ne kadar değiştiğine de bakacak. Yani Kasım ayı TBMM’de ve bürokraside IMF kararlarının yoğunlaştığı ay olacak.
Yazının Devamını Oku 