21 Kasım 2006
YABANCI fonların yeni bir kár realizasyon dönemi gelmiş gözüküyor. Yabancı fonlar yatırımcılarına Türkiye’deki fiyatların artık doyma noktasına geldiğini belirterek, bundan sonra girerken bir daha düşünmelerini tavsiye etmeye başladılar.
Bununla birlikte, bir ay öncesi görmedikleri riskleri de yatırımcılarına gönderdikleri bültenlerde sıralıyorlar. Bizce asıl dertleri, son iki ayda Türkiye’de iyi kár elde etmiş olmaları ve bu karı kaybetme korkusuna kapılmaları.
Kısacası; bundan sonra son iki aydaki kadar hızlı bir yabancı kısa vadeli sermaye akımı olmayacak. Ama unutulmaması gerekir ki; şimdi bir miktar çıkış halinde fiyatların geleceği yeni seviye, yabancıların yeniden girişleri için de uygun bir zemin oluşturabilir. Yani son iki ayda sürekli ve büyük bir iştahla giren kısa vadeli fonlar, bundan sonra girip çıkmaya başlayacaklar ve bundan sonra eskisi kadar sürekli ve hızlı bir giriş olamayacak.
Elbette ABD ve diğer gelişmiş ülke ekonomilerine ilişkin durgunluk korkusunun başlamış olmasının, bunda etkisi var. Son iki ayda Türkiye’ye girdiği gibi, tüm gelişmekte olan ülkelere büyük fonlar girdi. Bundan sonra ise yeniden "daha seçici bir dönem" başlıyor. Yani sağlam gördükleri gelişmekte olan ülkelere biraz daha fazla girip, riskli gördükleri gelişmekte olan ülkelere giriş yaparken, bir kez daha düşünecekler.
Bundan sonra, daha doymadığına inandıkları, ekonomisini daha sağlam, riskini daha az gördükleri gelişmekte olan piyasalara, diğerlerine kıyasla biraz daha fazla fon aktarabilirler.
Bu da iki aydır sürekli yukarı doğru giden piyasalardaki trendin, yeniden inişli çıkışlı bir trend haline gelmesini sağlayacak diyebiliriz.
Bu dönemler küçük yatırımcılar için sakınılması gereken dönemler. Çünkü bu işi iyi bilenler, iyi takip edenler, zaten büyük paralarla oynadıkları için, böylesine dalgalı dönemleri aynı zamanda "iyi kár dönemleri" olarak görürler.
Yani profesyonel piyasa oyuncularının sevdikleri bir hava piyasalara hakim olmaya başlayabilir. Bu nedenle bir yandan elde ettikleri yüksek kárlar düşmesin diye hareket eden yabancılar, öte yandan da girip çıkarken karlarını maksimize etmeyi ihmal etmezler. Aslında ocak gibi oturup toplam yıllık karlarını hesap ederler ama hesap döneminin yaklaştığı yılın son aylarında önceden önlem almayı da ihmal etmezler.
HÜKÜMETİN TAVRI
Hep belirleyici idiler ama yabancı fonların çok büyük ölçüde belirleyici olduğu bir dönem yaşayacağız. Geçtiğimiz iki aylık dönemde yerlilerin çok daha temkinli olduğunu, özellikle iç siyasi riskler konusunda tedirginliklerini koruduklarını biliyoruz.
İşte yabancı fonlar da bu iç riskler konusunda tedirgin olmaya başladılarsa, iniş çıkışlar çok daha sert olabilir.
Bu arada unutulmaması gereken başka bir unsur da AB’den gelecek haberler. Son günlerde AB yetkililerinin giderek Hükümeti sıkıştırmaya başladıkları gözleniyor. Hálá AB’nin ilişkileri resmi olarak koparmaya cesaret edemeyeceği görüşündeyiz ama gayri resmi olarak ilişkilerin hangi ölçüde dondurulacağı da yabancı fonların bakacağı bir unsur olacak.
İşte riskler realize olmaya başladıysa, Türkiye’den çıkış da daha hızlı olacaktır. Bir başka deyişle bir miktar çıkış halinde gelinecek fiyatlar, bir ay öncesi kadar, yabancılara cazip gelmeyebilir. Bu ise çıkış miktarını ve hızını artırabilir.
Yine sıcak paraya dayalı, sıcak paranın derinden etkileyeceği bir dönemdeyiz. Hükümet, seçim döneminde piyasaların canlanmasını dilediği için, sıcak para girişini elbette istiyor. Ancak aynı sıcak para, seçim öncesi tersine çalışıp piyasaların daralmasına bile yol açabilir.
Umarız Hükümet ve ekonomi yönetimi bu tehlikeyi de görüyordur.
Bu tehlikeyi ne kadar görebildikleri, aslında AB ile ilişkiler konusunda bu günlerde takınacakları tutum ve iç siyasi gelişmelerle ilgili tavırlarıyla belli olacak. En başta da Cumhurbaşkanlığı seçiminin ülkeyi ve piyasayı ne kadar gerdiğini anlayacaklar.
Yazının Devamını Oku 
20 Kasım 2006
ELEKTRİK zammı Başbakanın önceki günkü açıklamasıyla iyice arapsaçına döndü. Başbakan geçen haftaki "Artık zorunlu oldu, elektrikte artan maliyeti artık halkımızla paylaşacağız" demecinin tam tersine, bu kez "Kim size zam olacağını söyledi" diyerek gazetecilere çıkıştı. Bu arapsaçını çözmek için, tarafları ve konumlarını gözden geçirelim
Taraflardan biri enerji bürokrasisi. Bürokrasi içinde görüş ayrılığı var. Bürokrasiye Korkut Özal’a yakınlığı ile bilinen bir üst düzey bürokratın, onun kararlarının ve kendi adamı olarak gördüğü kişilerin egemen olduğu görülüyor. Teknisyen kimliği daha önde olan bürokratlar uzun süredir zam gereğini söylüyor ama bu kişinin direttiği ve "Zam yapmayan Bakan" imajı için 6 ay öncesine kadar, kalem oyunlarıyla zammı ertelettiği söyleniyor. Ancak bu kişi ve yakınları 6 ay önce "Artık zam yapmamız gerekiyor, maliyetlere direnemeyeceğiz" demeye başladılar. Aslında "Birinci taraf" olması gereken ama ne yazık ki ancak "taraflardan biri" diyebileceğimiz Bakan da kamuoyuna söylemedi ama zamma ikna oldu. Ancak duyduğumuz kadarıyla Bakan, bir türlü Başbakanı ikna edemedi. Biz bu konuda Bakanın "Başbakanı ikna etme konusunda yeterince Bakan gibi davranmadığı"nı düşünüyoruz. Yani bırakın iknayı, cesaret edip "efendim artık zam şart" dediğini sanmıyoruz. Yani ilgili taraflar artık zamma gerek duymalarına rağmen "asıl taraf" haline gelen Başbakandan zam için onay alamadılar.
Bundan sonra ise ilgisiz olması gerekirken, taraflardan biri haline getirilen IMF, zorunlu olarak devreye girdi. IMF geçen ay geldi ve KİT dengesi, özellikle de enerji KİT’lerinin açıklarının büyümemesi için artık zam yapmak zorunda olduklarını söyledi. Ki, IMF gelmeden bunu diyeceği belliydi ve IMF gelmeden zammı yapmaları zaten gerekiyordu.
Bu arada ister istemez Maliye ve Hazine bürokrasisi ve bakanları da devreye girmek zorunda kaldı. Hazine bürokratlarının teknik olarak değerlendirip uzun zamandır KİT açıkları nedeniyle zam istediklerini biliyoruz. Devlet Bakanı Ali Babacan da bu nedenle artık zammın yapılması gerektiğini savunuyor. Hem de IMF’e söz anlatma durumunda olduğu için zammın daha fazla geciktirilmemesini istiyor.
Maliye bürokrasisi ise "Bakana mutlak bağlı bir bürokrası" olduğu için, Maliye Bakanı da kendini "Başbakan gibi düşünmek" zorunda hissettiği için, zam için ayak sürüyorlar.
SAĞIR DUYMAZ UYDURURMUŞ
İşte Bakan bu gelişmeler sonucu hala kamuoyuna çıkıp "zam yok" derken, IMF resmi olarak "Artık Hükümetin elektriğe zam yapması lazım" diye açıklama yaptı.
Bunun üzerine Başbakan çıkıp, "4 yıldır zam yapmıyoruz ama artık maliyetler çok arttı, bunu halkımızla paylaşmaz zorundayız" deyiverdi.
Bunun üzerine zor durumda kalan Enerji Bakanı bu kez çıkıp, "daha önce indirim yapmıştık o indirimleri telafi edersek zam yapmış sayılmayız" demeye başladı. Yani artık herkes zamma hazırlanırken, bu kez Başbakan bu konuda soru yönelten gazetecilere zam yapılmayacağını belirterek, "Şartlar oluşursa, böyle bir şey yapmamız gerekirse biz bunu açıklarız. Ama sağır duymaz uydurur. Durmadan uyduruyorsunuz. Önüne gelen bir şeyler söylüyor" diye çıkışmış.
Zaten Bakan da zamla ilgili her soru karşılığında, zammı gazetecilerin istediğini söylemeye devam ediyor. Görüldüğü gibi zam yapılsa da yapılmasa da sorumlusu gazeteciler olacak.
Herhalde Hükümet gazetecilerin hem kör, hem sağır hem de dilsiz olmasını istiyor.
İş bununla da bitmiyor tabiÖ Bakanlar ve tuhaftır bazı oda başkanları Başbakandan cesaret alarak, "elekrik zammı olmasın maliyetlerimiz büyür" demeye başladılar. Örneğin, bir süredir ATO Başkanı Sinan Aygün’e uymayı bırakıp, seyrek ve rasyonel demeçler veren ASO Başkanı Zafer Çağlayan, son günlerde eskiye dönmeye başladı ve elektrik zammı olmaması gerektiğini, sanki gerçekleri bilmiyormuş gibi süslü cümlelerle söylemeye başladı. Sanayi Bakanı Ali Coşkun da "olmasın, maliyetler artar" diye demeçler verdi.
Sübvansiyonun, gerçek maliyetler yerine siyasi ve popülist kara delikler oluşturmanın çok daha ağır maliyetini hep birlikte ödediğimizi, ne çabuk unuttular.
Yazının Devamını Oku 
18 Kasım 2006
BANKACILARLA görüştüğümüzde aldığımız izlenim şu ki; Anadolu yaklaşımı daha önce çıkarılıp işlemeyen sicil affına benzeyecek. Anadolu Yaklaşımının İstanbul Yaklaşımı kadar bağlayıcılığı ve özendirici yönleri bulunmuyor. Yani bu yasa çıkarsa, ancak isteyen bankalar, uygun gördükleri takdirde, uygun gördükleri şirketler için kredi kolaylığı sağlayacaklar. Yani zorunlu bir kredi kolaylığı söz konusu olmayacak.
Şimdi düşünün; bir banka, zaten yaşayacağına inandığı bir şirket varsa, ona verdiği krediyi yeniden çevirmek için, zaten mümkün olduğunca kolaylık sağlamaz mı? Türkiye’de banka satın alan yabancıların bile ilk gözünü diktikleri alanın küçük ve orta ölçekli sanayi olduğunu biliyoruz. Yani geri ödeyebileceğine inandıkları küçük ve orta boy işletmeler için bankalar zaten yeterince kredi vermeye, daha önce kredi verdilerse bu krediyi büyüterek sürdürmeye zaten niyetliler. Zaten bunu bir iyi kar getirecek bir plasman kalemi olarak görüyorlar.
Demek istediğimiz o ki; böyle bir yasaya gerek olmadan da bir banka zaten yeterlilik gördüğü küçük ve orta boy işletmeye kredi kullandırıyor. Görmediğine ise zaten kullandırmaz.
Yani yasada zorunluluk olmayacağı için, bu yasa artı bir kolaylık getirmeyecek.
Vergi ve SSK prim borçlarında kolaylık getirilmesi söz konusu olmazsa, bu yasanın işlevi iyice azalacaktır. Aldığımız bilgilere göre hem Maliye hem de Çalışma Bakanlığı bu konularda artı bir kolaylık getirilemeyeceğini söylüyorlar. Zaten IMF’in de, yeni bir SSK veya vergi affına yanaşmayacağı da herkes tarafından biliniyor.
Peki o zaman, bu yasa niye gündeme getirildi?
Her şeyden önce bu yasayı hazırlayan Kurumun Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) olması, baştan yanlış. Daha önce de hatırlarsak, BDDK’nın tüketici derneği gibi davrandığına şahit olmuştuk. Bu yasada da BDDK, KOBİ derneği gibi bir tavır içinde olmuştur. Görevi bankacılık sektöründeki riskleri azaltmak, sektörün sağlığı için kurallar koyup, af gibi bu kuralları yalama eden uygulamalardan kaçınmak hatta bu tür girişimler olursa bunlara karşı çıkması gereken bir Kurum olan BDDK; maalesef burada "Hükümetin güdümünde popülist bir karar hazırlayan Kurum" görüntüsü vermiştir.
KAMU BANKALARI YİNE DEVREDE
Bu yasa, bazı odaların, kendi üyelerinin durumunu çözmek için gündeme getirdikleri, siyasete baskı yapıp, siyasetin de bağımsız bir kuruma hazırlattığı bir yasa. Biliyorsunuz, bu yasa daha önce de çok konuşuldu taslaklar hazırlandı ama gündeme getirilmemişti. Bizce şimdi acilen devreye sokulmasının nedeni; Hükümetin de seçim öncesi, yasanın hitap ettiği kesimden destek alma çabasından başka bir şey değildir.
Peki bütün bu saydıklarımıza rağmen uygulama şansı olur mu?
Özel bankacılarla konuştuğumuzda, bu yasaya dayanıp da artı bir kolaylık sağlayacakları şirket olmayacağını söylüyorlar. O zaman geriye bir tek kamu bankaları kalıyor. Kamu bankaları ve Vakıfbank gibi kamu sermayeli bankalar, "yasa çıkarmazsanız yapamayız" diye geri çevirdikleri talepleri, bu yasa sayesinde karşılayabilirler. Yani yine kılıfı hazırlanıp kamu bankalarının zor durumdaki şirketler için kullanılması söz konusu olacak.
Daha önce bankalara, çek karnesi ya da kredi alıp ödemeyerek "kara liste"ye girmiş borçlular için, biliyorsunuz bir af çıkarılmıştı. Bunun adına da sicil affı denmişti. O zaman da özel bankalar "af çıksa da bize borç takana bunu uygulamayız" demişlerdi ve uygulamamışlardı. O zaman da bunun sadece kamu bankalarına borç takanlara geçerli olacağını söylemiştik, öyle oldu. Aslında kamu bankalarında sicil affından yararlananların açıklanması, bizce çok yerinde olacaktır. Aslında bu girişimden yararlananlar da açıklanmalı, tabii ki.
İşte Anadolu Yaklaşımı da sicil affı gibi olacak. Yani sadece kamu bankalarından kredi kullananlar faydalanacak. Bu arada bazı siyasiler özel banka yönetimlerine açıp, bazı şirketler için nüfuzlarını kullanırlar, özel bankalar da bu sözlere uyarlar mı, orası bilinmez, tabii ki.
Yazının Devamını Oku 
16 Kasım 2006
ÇOK yüklü yabancı fon girişi var ve farkında mısınız; bu kez "sıcak para iyi de, çıkarken ne olacak?" sorusunu, hiç kimse sormuyor. Çünkü bu furya hemen herkesin işine geliyor. Türkiye’de risk görmeyip, birbirinin peşine takılıp gelen kısa vadeli yabancı sermaye, kısa dönemde yüksek kárlar peşinde ve bunun yerlerinden birinin Türkiye olduğunu düşünüyor. ABD’de hava döndü, yeniden çok olumlu bir seyir gözleniyor. Önceki gün gelen veriler de bu iyileşmeyi doğrular nitelikte. İşte önümüzdeki iki ay yönettikleri fonun gelir gideriyle uğraşacak olan fon yönetimleri, yılın sonu gelmeden son bir "fahiş kár"ın peşindeler. Çünkü fon yöneticileri paçal olarak yıllık kárlarını maksimize edip yatırımcılarına daha fazla para kazandırmak, dolayısıyla aldıkları komisyonu da artırmak peşindeler.
Dün Londra’dan konuştuğumuz bir uluslararası büyük banka temsilcisi, Türkiye’nin de içinde bulunduğu tüm gelişmekte olan ülkelere, yeniden çok yüklü bir akım görüldüğünü söyledi. Özellikle "enflasyonist baskı" altında olan gelişmekte olan ülkelerin, kurların seviyelerinin düşmesine de razı olduklarını kaydeden aynı bankacı, Türkiye’nin de bu kategori içinde olduğunu söyledi.
Yani bu furya Merkez Bankası’nın da işine geliyor. Kurlardaki artış nedeniyle enflasyon hedefinden daha da uzaklaşan Merkez Bankası kurların düşmesini, dolayısıyla yabancı sermaye gelişini memnuniyetle karşılıyor. Onun amacı, mümkün olduğunda çabuk bir sürede enflasyonun hedeflere yakınsamasını temin etmek.
Bu durum hükümetin işine geliyor çünkü seçim yılına girilecek olmasına rağmen mali disiplin ihtiyacı giderek artarken, gelen bu sıcak para, yine çarkların yağlanmasını daha hızlı dönmesini sağlayacak. Dolayısıyla seçim öncesi büyümeye katkı yapacak...
İçerideki bankaların işine geliyor çünkü bu hareketten yararlanıp, kárlarını yükseltiyorlar. Bırakın yabancılara aracılık etmeyi, kendi portföylerini iyi yönetseler, bu iniş çıkışlardan önemli miktarlarda kár elde ederler. Bunu da yapıyorlar, zaten...
Yerli yatırımcıların işine geliyor çünkü yabancılar döviz sattıkça, döviz borcu olan bunu bir fırsat olarak görüp ucuza döviz alıp, bir kenara koyuyor. Hazine bonosu olan yatırımcı yabancılara uygun gördüğü bu fiyatlardan elindeki malını satıyor.
DÖNÜŞ VADESİ GELDİĞİNDE
Özetle bu sıcak para furyasından herkes memnun görünüyor.
İşte bu nedenle bu furyanın bir süre daha etmesi bekleniyor. Görüştüğümüz Londra’daki bankacı, kısa bir süre daha devam etse bile, artık bu furyanın kesilmeye başlayacağını tahmin ettiğini söylüyor. Buna karşılık, bu kadar akımın bile kendileri için sürpriz olduğunu hatırlatıp, "Yani beklediğimizden uzun süre bu akım devam ederse, artık bizim için de sürpriz olmayacak çünkü fonların iştahı şaşırtıcı" demeyi ihmal etmiyor.
Kısa sürse de, uzun sürse de bir gerçek var ki; Türkiye’ye gelen kısa vadeli sermaye, o korktuğumuz 2006 Mart-Nisan dönemindeki miktarına kıyasla, şu anda çok daha yüksek miktara çıktı . Buna rağmen daha da yükseleceği tahmin ediliyor.
Yani demek istiyoruz ki; herkesin işine gelen şu andaki akım bir gün bitecek, daha doğrusu tersine dönecek. Ve bu geri dönüşün süresi o kadar uzun değil.
Bankacılar gelen sıcak paranın, iki ay önce Türkiye’de olan sıcak para gibi bile olmadığını, çok daha kısa vadeli geldiğini söylediler. Yani ocak en geç şubat gibi, şimdi gelen bu sermaye, ülkesine geri dönecek gibi gözüküyor.
İşte herkesin işine gelen bu akış bir gün tersine dönünce, bundan kim zarar görecek sorusunun yanıtını aramak gerekiyor. Merkez Bankası döviz rezervi biriktirmek durumunda ve IMF’nin son staff raporunda, mayıstaki çıkış sırasında rezervlerinden çok fazla satış yapıp, kurların fazla yükselmesini engellediği için Merkez Bankası yönetimini eleştirdiğini biliyoruz.
Yani o dönem geldiğinde kurlar da, bu furyayla düşmeyen faizler de, çok daha fazla yükselecek. Umarız, alkışlayanlar, akım tersine döndüğünde ne olacağını hesap ediyorlardır.
Yazının Devamını Oku 
14 Kasım 2006
DAHA önce yeni bir kısa vadeli yabancı fon akımının başladığını, giderek bunun hız kazanacağını, çünkü yabancıların "Yerliler fazla tedirgin gözüküyor ama başka ülkelerde de böyleydi, bir şey olmaz" havasında olduklarını söylemiştik. Gerçekten de son dönemde çok hızlı bir kısa vadeli sermaye akımı oldu. Bu akımın devam ettiğini ve bu gidişle bir süre daha devam edeceğini ise rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Yabancı akımının güçlü olduğunun bir göstergesi olarak döviz fiyatları hızla aşağı gelmeye başladı. Öyle güçlü bir akım başladı ki; Merkez Bankası yeniden döviz alımına başladı. Yani bir süre daha döviz fiyatlarında aşağı bir trend izlemeye devam edecek gibiyiz.
Dün CNN Türk’te Eyüp Can ile birlikte hazırladığımız Referans Noktası programında konuğumuz Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen’di. Özen’le bankacılık sektörünü konuşurken piyasalarda yaşanan son gelişmeleri de değerlendirme fırsatı bulduk.
Modern anlamda piyasalar kurulduğundan beri işin içinde olan Özen, rollerin değiştiğini son dönemde yabancıların çok iştahlı olduğunu, döviz fiyatlarındaki gerilemede bunun belirleyici olduğunu kaydetti. Yerlilerin ise bir süredir gündemde olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler gibi siyasi unsurları "önemli bir risk" olarak görme eğiliminde olduğunu kaydeden Özen, yabancıların tavrının piyasalarda çok belirleyici olduğunu ve şu anda yabancıların risk görmeyip gelmeye devam ettiklerini kaydetti.
Özen’e yabancıların hangi alanlara yatırım yaptıklarını sorduk. Aldığımız yanıt "Daha çok Hazine kağıtlarına" oldu. Hatta, mayısta yabancıların hazine kağıdında çok yüksek bir miktarda bulunduklarını, şu anda neredeyse o dönemki rakamlara ulaşıldığını kaydetti.
İyi de o zaman niye mayısta yüzde 13 olan Hazine kağıtlarının faizleri, neden şu anda yüzde 20’nin altına bir türlü inemiyor?
Özen biraz muzip bir gülümsemeyle, "Çünkü yabancılar hazine kağıdı alıyor yerliler ise bu fiyatları uygun görüp satıyor" dedi. Ardından da, yine de Hazine kağıdı faizlerinin 1.5 puan civarında geri geldiğini hatırlattı.
İşte döviz fiyatlarını gerileten kısa vadeli yabancı sermaye akımı, yerliler risk görüp Hazine kağıdı sattıkları için faiz oranlarında önemli bir gerilemeye neden olamıyor...
YABANCILAR NİYE GELİYOR?
Ergun Özen, reel faizlerin çok yüksek olduğunu kabul ediyor ama 2007 yılı ortalarına kadar faizlerin geri gelme imkanını pek görmüyor. Kısacası; Merkez Bankası’nın verdiği son sinyaller bankacılar tarafından gayet iyi anlaşılmış durumda.
Özen, daha önce bankaların pasif yani kaynak vadelerine bakmadan çok uzun vadeli krediler kullandırdıklarını hatırlatarak, konut kredilerinde, tüketici kredilerinde 2007 ortalarına kadar önemli bir gerileme de beklemiyor. Ancak tabi ki "geçen seferki gibi bankalar aşırı davranıp indirmeye kalkışmazlarsa" diye eklemeden de edemiyor...
Ergun Özen’e sektöre yabancı girişini ve bu konuda yapılan tartışmaları da sorduk. Özen, BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in, "Bankaların başında Mr Bilmemkim’i görmek istemem" şeklindeki garip demeci konusunda, bir yorum yapmak istemiyor. Ancak yüzde 50 yerli, yüzde 50 yabancı ortaklı bir bankanın başındaki kişi olarak, bankacılık faaliyetlerinde, bakışlarında ortaklıktan sonra herhangi bir değişiklik olmadığının altını çiziyor. Özen, "Söylendiği gibi yabancı sermaye, sadece büyük firmalara kredi vermek için gelmiyor" diyor. Böyle olsa, bu operasyonun çok maliyetli olacağını, büyük şirketlere kredi vermek için gelip banka satın almaya ihtiyaçları bulunmadığını söylüyor.
Buna karşılık yabancıların bu kadar para yatırmalarının nedeninin küçük ölçekli sanayiye ve tüketiciye kredi vermek olduğunu kaydediyor. Dolayısıyla yabancı bankalar da, aynen yerliler gibi, Türkiye’nin büyüyen nüfusuna ve tüketimine geliyorlar, yani kár etmeye geliyorlar.
Ergun Özen, şu anda yüzde 20 olan sektördeki yabancı payının yüzde 40’lara çıkabileceği görüşünde ve bunu olumlu bir gelişme olarak görüyor.
Yazının Devamını Oku 
13 Kasım 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Parti Kongresindeki konuşmasının büyük bir bölümünü izledim. Özetle şunu söyleyebilirim ki; Başbakanının partililere ısrarla "gidip anlatın" dediği, başarı olarak gördüğü unsurların neredeyse tümü, uygulanana ekonomik programa bağlı olarak sağlanan başarılar. Bu başarıların temelinde de fiyat istikrarı yatıyor. Yani Başbakan Tayyip Erdoğan, iktidara ilk geldiklerinde uygulayıp uygulamamakta çok tereddüt ettiği IMF destekli ekonomik program sayesinde, şimdiki başarılarını sayabiliyor. Herhalde o dönem "IMF programı uygulamayalım" diyen kurmaylarının, hani o en sorumlu mevkilere getirdiği kişilerin bilgi ve becerisini şimdi anlıyordur.
Bu arada "IMF programından sapmayın" diyen, sapma olursa yine istikrarsızlık yaşanacağı korkusuyla gördüğü yanlışları eleştirenlerin, ne demek istediğini de, belki şimdi anlıyordurÖ
Evet, AKP Hükümetinin saydığı başarıların çoğu ekonomiye bağlı başarılar. Ve ekonomide bu kadar başarı sağladığı için de, hala geniş kesimlerden destek görmeye devam ediyorÖ
Sağlanan en büyük başarı enflasyonla mücadele alanında yaşandı. Ancak bunu sağlayan da mali disiplindir, popülist kararlardan çekinmedir ve bu kapsamda KİT sübvansiyonlarının kaldırılması, destekleme alımları kapsamının daraltılması, bütün kamu harcamalarının bütçe içinde gösterilmesi ve ileriye dönük kara deliklerin kapanması gibi unsurlardırÖ
İşte ekonomide sağlanan başarının devamı için, bu ilkelerden taviz verilmemesi, ülkeyi 2001 krizine getiren yanlışların tekrarlanmaması gerekmektedir. Şu sıralarda, her dönem Hükümet yalakası olmuş kişiler dışında, uygulamalara eleştiri getirenlerin çoğu da yine hata yapılıp, eskiye dönülmemesi, halkın sırtına yine bu yüklerin binmemesi için eleştiri getiriyorlarÖ
Yani Başbakan bu eleştirileri dikkate aldığında yine başarı geldiğini de, ileride görecek...
İşte son dönem eleştirilen hususlardan biri de enerji KİT’lerinin açıklarının büyümesi, gerekli olan elektrik zamlarının bir türlü yapılamamasıdır. Çünkü bu tavrı daha önce de gördük ve bu açıklar devasa biçimde büyüyüp, krizlerin hazırlayıcısı oldularÖ
Başbakan Tayyip Erdoğan, Parti Kongresinde yaptığı uzun konuşma içinde ekonomideki başarıları sayarken, 4 yıl boyunca elektriğe zam yapılmadığını hatırlattı ama ardından de "Ancak şimdi artan maliyetleri halkımızla paylaşma zorunluluğu var" dedi. Yani nihayet elektriğe gerekli zammın yapılacağı yolunda kararın verildiğini söylemeye çalıştı.
BAKAN "GEREK YOK" DİYORDU
Halbuki Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, daha geçen hafta, yapılan hesaplara göre şu an için elektriğe zam yapmanın sözkonusu olmadığını söylemiş, ardından da "Zam yapılmasını nasıl bu kadar arzu eder hale geldik, anlayabilmiş değilim" diye eklemiştiÖ
Şimdi Bakan Güler’in basına dediği gibi, Başbakanına da gidip, " Zam yapılmasını nasıl bu kadar arzu eder hale geldiniz, anlamıyorum" demesi gerekiyor, öyle değil mi?
Bu işin normali şudur: Bürokratlar gerekli olan kararları gidip bakanlarına anlatıp ikna ederler. Bakan da gider Başbakana "efendim biz buna mecburuz" deyip, örneğin zam kararı alınması gerektiği konusunda ikna eder. Zammı da Başbakan değil, en fazla Bakan açıklar.
Hadi bunu yapmadınız, IMF programı uyguluyor ve bu kararın IMF tarafından, "mutlaka alınması gerekir" deneceğini biliyorsanız, IMF Heyeti gelmeden gider Başbakana "Efendim alalım sonra IMF geldi kararı aldırttı derler, zor durumda kalırız" deyip ikna etmeniz şarttır.
Bakanlıktaki bürokratların, teknisyen gibi davranmamalarına rağmen, sonunda zam gerektiğini anlayıp, 6 ay önce Bakana söylediklerini, Bakanın da bu gerekliliğe inandığını biliyoruz. Ama Bakan çıkıp bizleri suçladı ve "Zamma gerek yok" demeye devam etti.
Bizce IMF "olmazsa olmaz" dedi ve şimdi bu karar alındı. Ama yine kalem oyunu yapılıp yüksek zam oranını "yıl sonu enflasyon tek hanede kalsın" diye, "sonradan doğalgaz fiyatı düşecek" bahaneleriyle yine düşük tutmaya çalışacaklar. Yani açık bir ölçüde devam edecek.
Başbakan, partililere "gidin anlatın" dediği başarıların, hizmet ve malların gerçek fiyatlarına gelmesi, kalem oyunlarının kalkmasıyla sağlandığını da, görecektir diye umuyoruz.
Yazının Devamını Oku 
11 Kasım 2006
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, son çıkışıyla iktisatçılar ve piyasa oyuncuları nezdinde büyük itibar kazanırken, öyle anlaşılıyor ki; bu çıkış hükümet, özellikle de ekonomiyle ilgili bakanlar nezdinde epey kızgınlıkla karşılanmış. Bakanların Başkan Yılmaz’ın "temkinli ve dik duruşu"yla ilgili yanıt niteliğinde demeçlerine baktığımızda, Türkiye’de Merkez Bankası bağımsızlığının mevcut siyasi otorite tarafından hálá hiç anlaşılmadığı, açıkça ortaya çıkıyor.
Bunun da ötesinde "Bu da kafasını dik tutuyor, kafasını baştan biraz eğmek lazım" tavrının hakim olduğunu gözlüyoruz.
Geçenlerde soru üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın özellikle siyasi risklere dikkat çeken sözlerine sert tepki gösterdi. Ardından Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, kendine has üslubuyla, "Başkan işine baksın mali disiplini biz sağlarız" anlamına gelecek sözler etti.
Devlet Bakanı Ali Babacan ise sorular üzerine, sözde Başkan Yılmaz’ı korurmuş havası vererek, "Merkez Bankası artık bir kişinin iki dudağı arasından çıkan kararı veren bir kurum değil. Her şey tartışılıyor ve oylamayla karar veriliyor" demiş.
Aslında bu demeciyle başından beri olduğu gibi, Başkan Durmuş Yılmaz’ı yüceltmiyor, aksine "kararı o vermiyor" demeye getiriyor. Kim veriyor derseniz; Babacan’a göre onun atadığı, Türkiye’nin en iyi iktisatçıları olarak gördüğü arkadaşları alıyor demeye çalışıyor.
Bu tavır Merkez Bankası’nın kurumsal kimliğine hakarettir. Bu kurumun kimliğini temsil eden başkandır. Bağımsız bir kurum olması gereken Merkez Bankası’nın başkanına itibar kazandırmak, sadece piyasa oyuncularının, ekonomi gazetecilerinin değil aynı zamanda ilgili bakanların da görevidir. İlgili herkes bilir ki; Merkez Bankası teknik bir kurum olarak kendi organlarında zaten karar aşamasına gelene kadar yeterli araştırmasını, incelemesini yapar. Para Politikası Kurulu ya da başkan, gelen raporlara bakıp, önlerine gelen raporlara göre dengeleri gözeterek karar verirler. Yani "eskiden tek kişi veriyordu şimdi bizim adamlarımız birlikte karar veriyor" demeye çalışmak, başkanı yıpratmak, dolayısıyla da Merkez Bankası’nı yıpratıp, kurumsal kişilik ve bağımsızlığına zarar vermek demektir.
BAŞKAN DAYATMALARI KABUL ETMEMELİ
Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener de yine, eski Başkan Serdengeçti’ye gösterdiği tepkiyi, yeni Başkan Yılmaz’a da göstermiş. Yılmaz’ın siyasi gerginlikle ilgili sözlerine "Bu seçimlere yönelik ortaya olumsuz bir durumun çıkabileceği varsayımıyla neyin yapılacağını konuşmak faydalı değil. Bu süreçler Anayasa’da olan süreçler" demiş.
İyi de Başkan Yılmaz da zaten "seçim yapmayın" demiyor ki. Sadece Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim nedeniyle, yakından izlediği piyasanın tavrını yansıtıyor. Gerginlik olduğu takdirde asıl işi olan enflasyonla mücadelenin zarar görmemesini sağlamaya çalışıyor.
Bütün bu demeçler özetle; Başkan Yılmaz’ı yıldırmaya, sindirmeye dönük hareketler. Bu demeçlerin ötesinde Yılmaz’ın gerek partililerden, gerekse de özel sohbetlerde bakanlardan, bu demeçlerin çok ötesinde sitem hatta daha sert sözler duyduğunu tahmin ediyoruz.
Bizce Başkan Yılmaz bağımsızlık yolundan sapmamalı. Ancak dik duruşunu sürdürerek, politikacılardan etkilenmeden ülkeye, geniş halk kesimlerine, asıl görevini yapmış olur.
Bu arada Banka Meclisi Üyesi Necati Şahin’in Başkan Yardımcılığı için atama kararnamesi Köşk’e çıktı deniyor. Başkan Yılmaz’ın adayının bu kişi olmadığını biliyoruz. Yılmaz, Bakan Babacan’a "önerdiği kişi dışında kimseyi istemediğini" söylemişti. Ancak bu kararname haberi doğruysa bu başkanın değil yine bakanın, hükümetin ataması anlamına gelir.
Bizce Başkan Yılmaz dik duruşunu sürdürürken, bunun göstergelerinden birinin bu atamalar olduğunu gözardı etmemeli. Yani siyasi atama kabul etmemeli...
Enflasyonda elde edilen başarı bazen hükümete rağmen, Merkez Bankası tarafından sağlandı.
Bankaya siyaset hakim olursa Başkan Yılmaz’a, uygulanan para politikasına güven azalır.
Yazının Devamını Oku 
9 Kasım 2006
BEKLENEN oldu ve AB Komisyonu, Türkiye’ye mevcut sorunları çözmek için yaklaşık 1 aylık bir süre verdi. Yani sorunun çözümü 14-15 Aralık zirvesine kaldı. Aslında sorunları çözmek için sadece Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ve KKTC Hükümetinin çabası yetmeyecek. Rum tarafının da çabası, hatta uzak duran Yunanistan’ın devreye girip, karşılıklı adımlar atılması gerekiyor ki, iş çözülebilsin.
İşte bu noktada önemli bir rol de AB organlarına düşüyor. Dönem Başkanı Finlandiya başta olmak üzere, AB üyesi ülke yönetimlerinin ve AB organlarının devreye girip, karşılıklı olarak adım atılmasını sağlaması gerekiyor.
Bu söylediklerimiz sadece Kıbrıs ile ilgili tabi ki... Bunun dışında atılacak adımlar Türkiye’nin atması gereken adımlar. 301’inci maddenin değişmesi gibi...
Dün açıklanan İlerleme Raporu öncesi, 7 Kasım’da Brüksel’de idik. Brüksel’deki basın mensuplarına dönük, yani yabancı basına dönük hazırlanan Türkiye ekonomisindeki gelişmelerin anlatıldığı toplantıda bulunduk. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve OECD Türkiye Raporu’nu hazırlayan Rauf Gönenç’in gelişmelere ilişkin sunumlarını izledik.
Orada bulunduğumuz süre içerisinde de gördük ki; sorun bizim Türkiye’de algıladığımızdan çok daha büyük. Oli Rehn’in bizzat "tren kazası"ndan sözetmesini bile, şahsen bu kadar ciddi olarak algılamamış, "yine bir zorlama üslubu" gibi görmüştük.
Ancak gördüğümüz kadarıyla, şimdiye kadar geçen süre içerisinde gerginlik bizim burada algıladığımızdan çok daha fazla tırmandırılmış ve çıkacak karar için bayağı hazırlık yapılmış.
Oradaki gazeteci arkadaşlara da dediğimiz gibi, karar her şartta "olumlu" olarak algılanacak biçimde bir hava yaratılmıştı. Yani yine diplomasinin sık sık kullandığı beklenti yönetimi iyi yapılmıştı. Diplomasi için kaba deyimle "öküzürü önce çaldırıp daha sonra buldurma oyunu" çok güzel oynanmıştı.
Özetle, Komisyonun İlerleme Raporu ve alınan "tavsiye kararı almama kararı" bütün taraflar açısından "olumlu" olarak algılandı. Bir anlamda her iki tarafa da zaman kazandırıldı.
Piyasalar ise geçecek bu bir aylık süreyi nefeslerini tutup, yakından izlemek zorunda.
ÇÖZÜM BULUNABİLİR
Başka bir deyişle; dönem Başkanı Finlandiya’nın Dışişleri Bakanına, Kıbrıs için çözüm bulmak adına, 3-4 hafta daha süre tanınmış oldu. Çünkü 14-15 Aralık zirvesinin en az bir hafta öncesine kadar çözümün artık bulunması gerektiği söyleniyor.
Peki, bu kadar kısa sürede bir çözüm bulunabilir mi?
İşte bu soruya herkes farklı bir yanıt veriyor. "Bulunamaz" diyenler, işin sürüncemeye bırakıldığını, Türkiye üzerinde biraz daha baskı yapılacağını söylüyorlar.
Elbette bunun da haklılık payı var ama bizce 1 aylık süre diplomasi için çok da kısa bir süre değil. Yani Kıbrıs sorunu için bir ortayol, istendiği takdirde bulunabilir. Bunun dışındaki Türk Hükümetine kalan kararlar için ise siyasi irade konması yeterli olacaktır.
Brüksel’de bir kez daha gördük ki; Türkiye’nin de AB’nin de karşılıklı ilişkileri resmi olarak kesmeye, dondurmaya, tren kazasına tahammülleri yok.
Ama belli ki, ne olursa olsun, fiili olarak bir soğuma dönemi devreye girecek. Bu süre seçime kadar Hükümetin işine yararken, AB üyesi ülkeler de özellikle genişleme konusunda biraz daha düşünmek için zaman kazanmış olacaklar.
AB’nin değişik organlarının Türkiye’ye bakışlarının da değişik olduğu, bir kez daha ortaya çıktı. İşte bu nedenle 14-15 Aralık Zirvesi öncesi, Komisyonun, Konsey kararına baz olmak üzere "bir tavsiye kararı" almasının Türkiye’nin lehine olacağı konuşuluyor.
Ekonomik çevrelerin daha etkin olduğu, teknik bir organ olan Komisyon, Avrupa’nın çıkarı konusunda çok daha rasyonel yaklaşıyor ve Türkiye’nin tam üyeliği için, bizce elinden gelebildiğince müttefik davranıyor.
Umarız bu rasyonel bakış, AB ülkesi Hükümetlerinde de, bizim Hükümette de hakim olur.
Yazının Devamını Oku 