Erdal Sağlam

Yabancı fonlar Merkel’in girişimini izliyor

5 Aralık 2006
İÇLERİNDE Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelere kısa vadeli fonlar getiren banka ve aracı kurumlar, Türkiye-AB ilişkilerindeki gelişmeleri yakından takip ediyorlar. Özellikle Almanya Başbakanı Merkel’in, "ek şartlar konulması" yönündeki girişiminden sonra işin göründüğünden daha ciddi olduğu yönünde şüpheler belirmeye başladı.

Dün Londra’dan konuştuğumuz bir yabancı banka yetkilisi, Financial Times’ta yayımlanan "Merkel’in girişimine Fransa Başkanı Chirac’ın da destek verdiği" yönündeki haberin, Türkiye ile iş yapan yabancı bankacılar tarafından çok ciddiye alındığını ve bundan sonra ilişkilerin çok daha yakından takip edileceğini söyledi.

Bugün iki liderin bir araya geleceğini hatırlatan aynı bankacı, Zirve’den bu yönde bir mutabakat çıkması halinde, bu mutabakatın AB organlarının kararlarına yansımasının büyük bir ihtimal olduğunu söyledi.

Önerinin çok sekter olduğunu, Merkel’in "Kıbrıs sorununu çözmek için 18 ay süre şartı" konmasını istediğini hatırlatan bankacı, bu süre içerisinde, hele seçimler varken, böyle bir çözümün bulunmasının zor olacağını, ayrıca bu süre nedeniyle Rum tarafının daha rahat davranacağını belirterek, "Böyle bir kararın Türkiye’yi köşeye sıkıştırma anlamına geleceğini" kaydetti.

Bu takdirde Hükümetin AB’ye karşı sertleşeceğini, özellikle seçim öncesi iç kamuoyuna dönük sertleşme ve "kabadayılık"ın artacağını kaydeden bankacı, bu durumun da artık "Türkiye AB ilişkilerinin resmi olarak askıya alınması" anlamına geleceğini söyledi. Bankacı, AB’den bu kadar sekter bir karar çıkması halinde, Hükümetin tutumunu sertleştirmesinin de doğal karşılanacağını vurguladı.

Bu arada ABD’den yansıyan haberlerde de, "Artık Washington’dan da AB-Türkiye ilişkilerinin çok yakın takibe alındığı" izlenimleri aktarılıyor. ABD’nin Türkiye’nin AB tam üyeliği için destek verdiği hatırlatılarak, AB ilişkilerinin askıya alınması halinde, ABD’deki "neoislamcı hükümet" söyleminin de güçleneceği yolundaki tahminler aktarılıyor.

Özetle; AB ile ilişkilerin gelmiş olduğu aşama, hiç de iç açıcı değil ve Başbakan’ın "Prodi ile konuştum tedirginliğe gerek yok" sözleri, şu aşamada ayağı yere basan sözler gibi gelmiyor.

AKP NE YAPAR?

Londra’daki yabancı bankacı, "Eğer salı günkü zirvede Merkel ve Chirac anlaşırsa, liderler zirvesinden bu şart çıkar" yorumunu yaptı. Kısacası, yabancı bankacılarda, Konsey’den ve Liderler Zirvesi’nden, Komisyon’un tavsiye kararından çok daha ağır, Türkiye aleyhine bir karar çıkabileceği yolundaki beklentiler artmış gözüküyor.

Bu arada Kıbrıs sorununu çözmek için verilecek sürenin 18 ay yerine 2-2.5 yıla çıkması halinde ise "sorunun çözülme ihtimali artacağı" için, daha olumlu olacağı da söyleniyor.

Yabancı bankacılar, bir yandan da 2007 için tahminlerde bulunmaya, Türkiye’de neler olacağını şimdiden kestirmeye, yatırımlarını ona göre planlamaya çalışıyorlar.

AB ile ilişkilerin askıya alınması halinde Hükümetin elindeki tek kozun ekonomi olarak kalacağını ifade eden aynı bankacı, "Hükümetin bundan sonra en küçük gerginlik yaratacak gelişmeden bile kaçınacağı beklenebilir" diyor. Aksi takdirde kasımdaki seçimlerde AKP’nin, düştüğü söylenen, oylarının daha da düşeceğini kaydeden bankacı, "Tayyip Erdoğan’ın gerginlikten kaçındığı için Cumhurbaşkanlığına aday olmaktan vazgeçeceği" tahmininde bulundu.

Kendisine kendi kişisel görüşümüzün, "Partideki dengelerin, ailenin isteğinin ve bizzat Başbakan’ın görüşlerinin ağırlıkla Cumhurbaşkanlığına çıkması yönünde" olduğunu söylediğimde ise "yine de son anda vazgeçebilir" yorumunu yaptı.

Özetle; yabancı bankacılar hálá, Türkiye’de gereken kararların alınacağı, aksi davranışın bedeline AKP Hükümetinin katlanamayacağı görüşündeler, yani umutlular.

Umarız yabancılar haklı çıkar da, AKP iktidarı gerginlik yaratacak kararlardan kaçınır.
Yazının Devamını Oku

Piyasa AB’yle ilgili kötü haber istemiyor

4 Aralık 2006
Finlandiya Başbakanı Ankara’ya bir günlük ziyarette bulundu ve yapılan görüşmeler sonucu, karşılıklı olarak "görüşmeler sürüyor, çeşitli formüller üzerine konuşuyoruz" mesajı verildi. Dışişleri Bakanlığı 14 Aralık’ta Konseyin alacağı karara göre yeni bir değerlendirme yapacağını söylerken, Finlandiya Türkiye için AB treninin durmayacağını söyledi. Belli ki karşılıklı müzakereler önümüzdeki iki hafta çok yoğun geçecek.

İyi de ne olacak, nasıl bir değişiklik olabilir ki?

Şunu söyleyelim ki; gelebilecek en iyi haber; açılmayacak başlık sayısının 5’e indirilmesi olabilir gibi gözüküyor. Yani zaten beklenen 5 başlık idi, Komisyon bunu 8’e çıkartmıştı, yeniden 5’e dönülebilir. Bir tür "eşeğini çaldırıp buldurma oyunu" oynanacak olabilir.

Peki açılmayacak başlık sayısı 8’den 5’e inerse ne olur?

Aslında hiçbir şey olmaz, hiçbir şey değişmez...

Ama şunu da söyleyelim; piyasalar bunu çok iyi bir haber olarak satın alma eğiliminde.

Maalesef bu noktaya gelmiş bulunuyoruz. Piyasalar, özellikle yılbaşına kadar, diğer konularda olduğu gibi AB konusunda da, kötü haber duymak istemiyor. Hatta gelecek kötü haberlere de şimdiden kulaklarını tıkamış durumdalar.

Ama bu ilelebet sürecek bir sağırlık da değil. Yılbaşından sonra, şimdi kötü haberler için yaptıkları iskontoyu da katıp, AB’den gelecek kötü haberleri duyacakları tahmin ediliyor.

Almanya ve Fransa’nın Türkiye’ye yeni şartlar konması, hatta açılmayacak başlık sayısını artırma yönünde talepte bulundukları söylenmeye başladı. Onun da ötesinde, bize yaklaşmış gibi gözüken Almanya Başbakanı Merkel, şartlar yerine getirildikten sonra da Türkiye ile müzakerelerin açılması için yeniden oylama şartı gibi öneriler sunuyormuş.

Düşünsenize, yılbaşından sonra AB dönem Başkanlığı bu Almanya’ya geçiyor...

Özetle, AB konusunda daha epeyce başımız ağrıyacak.

14-15 Aralık Zirvesinden çıkacak karar, ne yapıp edilip, hem Hükümet hem de piyasalar açısından menfaatler çakıştığı için, kötü bir habermiş gibi gösterilmemeye çalışılacak. Ama yılbaşından sonra, yani 31 Aralık 2006 bilançoları tamamlandıktan sonra, gelecek kötü haberler için kimse aynı garantiyi veremez. Bir de sık sık AB Dönem Başkanı Almanya’nın sekter tutumlarının ortaya çıkacağını, bir düşünsenize...

İŞARETLER VERİLMEYE BAŞLADI

Piyasalar aslında şimdiden buna hazırlık yapmaya başladılar.

Bankaların araştırma raporlarında, usul usul, AB’den çıkacak kararın aslında ne olursa olsun bu aşamadan sonra iyi bir haber olamayacağı ama piyasalar açısından açılmayacak başlık sayısının 5’e indirilmesinin sevindirici olacağı söyleniyor.

Ardından da, artık kritik bir dönemece girildiği, AB’nin bu sıkıntı atlatılsa bile Türkiye’ye karşı çelişkili ve haksız tutumunu devam ettireceği, bundan sonra uluslararası gelişmelerin ekonomiyi ve piyasaları çok daha yakından ilgilendireceği konuşulmaya, yazılmaya başladı.

Piyasalar eğer çoğunluğun menfaati o taraftaysa, belirli bir süre kötüye karşı toleranslı tutum takınırlar. Ancak yatırımcılarına da "yeni haberi önceden verip, önceden uyaran banka" olmak istedikleri için, önceden küçük küçük işaretler vermeye başlarlar.

Bozulma zamanını iyi kollayıp, "Kötüleşmede ilk çıkan" olmak karlarını artıracağı için de, bir yandan görmemezlikten geldikleri kötü haberlerin öte yandan altını çizmeye başlarlar.

Özetle; AB’den kötü haberlerin geleceği bir döneme geliyoruz. Açılmayacak başlık sayısı 5’e inse bile, şimdi bunu sevinçle karşılayacak olan piyasa, aslında bunun iyi bir haber olmadığını bildiği için, daha sonradan pekala kötü haber meraklısı olabilir.

Aslında bizce AB’nin bizi bu kadar köşeye sıkıştırıp; buna rağmen "başlık sayısı 5’e indi" diye sevinmemizi sağlamaya çalışmasının ardında da, "AB ile işler kötüye giderse ekonomi kötüleşeceği için Türkiye ne istersek yapar" rahatlığı var gibi gözüküyor.

Şartlar ne olursa olsun; ortaya çıkan gerçek şu ki; her alanda iyi yönetim gerekiyor...
Yazının Devamını Oku

Finlandiya’nın elindeki oyuncak tren

2 Aralık 2006
GEÇEN gün AB Komisyonu’nun sürpriz bir zamanlamayla açıkladığı tavsiye kararı, değişik kesimlerde epeyce farklı yorumlara neden oldu. Bizce dünkü Finlandiya Başbakanının ziyaretinden sonra bu tartışmalar, yeni yorumlar da katılarak devam edecek. AB ile Türkiye ilişkileri konusunda "bir tren muhabbeti"dir, aldı başını gidiyor.

Tren raydan çıkar mı çıkmaz mı, durur mu, durmaz mı derken, AB Komisyonun tavsiye kararı geldi. Tren muhabbetini başlatan AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn tavsiye kararını açıkladıktan sonra, sorular üzerine "Tren durmadı, yavaşladı" dedi.

Tavsiye kararının açıklanmasından sonra bu tren muhabbetinden hareketle, AB konularında deneyimli bir diplomata, "şimdi trene ne oldu?" diye sorduk.

Onun yorumu aynen şöyle oldu: "Ne olacak, Finlandiya diplomatçılık oynamaya kalkıştı, oynarken de elindeki oyuncak treni düşürdü, kırdı"

Dışişleri yetkilerinin hemen hepsi, Kıbrıs konusunda AB’nin haksızlık ettiğini düşünüyor. Hatta AB’nin haksızlık ettiğinin farkında olduğunu, bu noktadan hareket edilip AB’nin üzerine gidilebileceğini, bu hatanın yüzlerine vurulması gerektiği düşüncesindeler.

Tavsiye kararının bir hafta öne alınmasının Finlandiya’nın isteği üzerine gerçekleştiğini tahmin ediyorlar. Dolayısıyla Finlandiya Başbakanının Ankara ziyaretinden önce "elini güçlendirmek istemiş olabileceğini" kaydediyorlar.

Dolayısıyla bu tavsiye kararının Dışişleri bakanlarının toplantısında değişebileceği, yani bir pazarlık marjı bulunduğu sonucu çıkıyor.

Bu pazarlık marjının ne olduğu, Finlandiya Başbakanının ne tür girişimlerde bulunup, ne yanıtlar alacağı, bu satırlar yazılana kadar belli olmamıştı. Ancak diplomatların, açılması için şart konacak başlık sayısını 5 beklerken, 8’e çıkmasına şaşırdıklarını biliyoruz. Belki de başlık sayısının yeniden 5’e hatta 3’e düşürülmesi söz konusu olabilir.

Bunun yanısıra Dışişleri’nin Rum tarafının ileriye dönük vetolarını engelleyecek bir formül götürüp götürmeyeceğini de henüz bilmiyoruz.

HEDEFİN İÇİ BOŞALMIŞSA ORTAYA ÇIKAR

Bildiğimiz bir şey var ki; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son dönemde çeşitli konularda takındığı ikircikli tutum burada da aynen geçerli. Tavsiye kararını duyar duymaz sert tepki veren "olmaz öyle şey, kabul edilemez" diyen Başbakanın, dönüşte yaptığı açıklamada "biz yolumuza devam ediyoruz" gibi çok yumuşak bir açıklama yapması herkesi şaşırttı.

Aynen Papa’nın ziyaretinde olduğu gibi, önce sert ve sekter tutum takınıp ardından fazlaca yumuşaması., kafaların karışmasını, asıl niyetin ne olduğu sorularını beraberinde getiriyor.

Bizce Başbakanın bu ikircikli tutumunda, yeterince hazırlık yapılmamasının da etkisi büyük. Örneğin tavsiye kararının açıklandığı gün, Ankara’da ciddi bir çalışmayı, biz izlemedik. Başbakan, Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı Nato toplantısı sırasında beraberdiler ama Komisyonun kararı karşısında, bizce, önceden hazırlanılıp, nasıl bir tepki verileceği, ne olursa ne karşılık verileceği, detaylarıyla konuşulmamıştı.

Halbuki bu aşamada Dışişleri’nin ilgili bürokratlarının, Başmüzakerecinin, diğer ilgili kurum yetkililerinin biraraya gelip, bu kararı değerlendirmeleri beklenirdi. Ama biz, açıkcası böyle bir heyecan izlemedik. Belki biz diplomasi koridorlarına fazla hakim olamadığımız için böyle birşeyi izlemedik, belki bilmediğimiz toplantılar yapılıyordu, o da var tabii...

Peki bunda sonra ne olacak?

Gördüğümüz kadarıyla Başbakan Türkiye’ye gelirken, yolda Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından sakin olması için uyarıldı. Peki, sakin sakin bir pazarlık yapılacak mı derseniz, gördüğümüz kadarıyla daha çok bir kabullenme havası hakim gibi.

Umarız; önümüzdeki seçimler adına sadece "aman maraza çıkmasın" diye düşünülmüyordur.

AB hedefinin devam etmesi ekonomi açısından da çok yararlı ama bu hedefin içi boşaldıysa, karşılıklı niyetler bozulmuşsa, gerçek bir gün açığı çıkar, o zaman ekonomiye çok zararı olur.
Yazının Devamını Oku

Botaş günah keçisi yapılıyor

30 Kasım 2006
ENERJİ politikasının yürütülmesinde adım başı karşımıza çıkan, kibar deyimiyle "iyi olmayan yönetim" yine karşımıza çıktı. "Kontrat devri"nde de "fiyasko" denilecek bir noktaya ulaştık. Botaş, uzun süren tartışmalar sonucunda, çıkarılan yasa gereği, doğalgaz ithalat kontratlarının özel sektöre devri için 30 Kasım 2005’te ihale yaptı. Botaş’ın bu ihale sonuçlarını onaylamak için, yasa gereği en fazla 1 yıllık süresi vardı. Bu hafta yani tam yasal sürenin dolacağı günlerde Botaş yönetimi, ihale sonuçlarını onaylayarak süreci tamamlamış oldu.

Süreç tamamlandı ama kontrat devrinin işlemesi imkansız gibi. Bunu artık herkes biliyor.

Yani kağıt üzerinde Botaş Yönetim Kurulu, Trusgaz olarak bilinen ve Rusya ile yapılmış olan anlaşmanın 4 milyar metreküplük ithalat hakkının Enerco, Bosphorus, Shell, Avrasyagaz olmak üzere 4 şirkete devri yönünde karar vermiş oldu. Ama bu kararın işlerliği olmayacağını, Bakanlık da, Botaş da, ihaleyi alan şirketlerin yönetimleri de çok iyi biliyor, kabul ediyorlar.

Peki, Botaş ne yapıyor, niye böylesine işlemeyecek bir kararı onaylıyor?

Aslında Botaş’ın hiçbir suçu yok. Kontrat devri ile ilgili yasayı hazırlayan da, şartlarını belirleyen de, çalışmasını engelleyen de Enerji Bakanlığı’nın yönetimi.

Bu arada Enerji Bakanlığı’nın Botaş’ı zor durumda bırakması ilk olmuyor. Bakanlık sürekli olarak Botaş’ın içişlerine karışıp, çalışamaz hale getiriyor. Kötü sonuç doğduğunda "Botaş yönetimi işi beceremiyormuş" gibi davranılıyor. Bu yönde haber sızdırdıkları bile söyleniyor.

Enerji Bakanlığı bürokrasisi kontrat devri işine baştan beri karşı. Ama hükümete yapılan baskılar sonucunda bu yasa çıkartıldı. Dolayısıyla Enerji Bakanlığı da mümkün olduğu kadar işlemeyecek biçimde yasayı dizayn etti. Sonuçta amacına da ulaştı.

Şimdi de "kontrat devri"nin fiilen işlemeyeceğini açık açık söylüyorlar ama ardından da "nasıl olsa ithalat yasası çıkacak o zaman bu işler dengeye gelecek" diyorlar.

İyi de o zaman kontrat devri yasasını niye çıkardınız? Eğer baştan bu işe karşıysanız, çalıştırmamayı planladıysanız, sizi kim zorladı bu yasayı çıkarmanız için?

Yani baştan sona bir fiyasko. AKP’li milletvekilleri, boş yere kendilerini çalıştıran, "Bu yasanın çıkması lazım" diye zorlayan, ardından işletmeyen hükümete, Bakanlığa ne diyecekler acaba? Yoksa "olur böyle şeyler, yenisi gelir ona da el kaldırır çıkartırız" mı diyecekler.

KİMSE ÇALIŞMAK İSTEMİYOR

Kontrat devri çalışmayacak çünkü Rekabet Kurumu gibi rutin onayların yanı sıra, şirketlerin Rusya ile gidip kontrat imzalamaları gerekecek. Onay yetkisi yine Bakanlıkta olacak. Rusya özel sektöre Botaş’a verdiğinden daha ucuz gaz verdiği takdirde, Botaş’ın Rusya’ya gidip "Bize de aynı fiyata inin" deme hakkı var. Aynı fiyatla alınırsa, özel sektörün Botaş’la rekabet şansı bulunmazken, Bakanlık da fiili olarak onaylamayarak bu işi durdurabilir.

Görüldüğü gibi Botaş bu oyunda bir formalite kurum olmuş, inisiyatifi yok.

Bakanlık elektrik zammında ne kadar becerikli davrandı, artık biliyoruz. Doğalgaz zamlarında, belediyelerden alacaklarını tahsilinde hep Bakanlık Botaş’ın elini kolunu bağlıyor. Ama Botaş yöneticileri yasal olarak da, kötü yönetim, zarar nedeniyle sorumlu duruma düşecekler.

Daha önce Bakanlık Botaş yönetimine, uzun süre toplanmaya yetecek kadar sayıda bile üye atamadı, birçok karar zamanında çıkmadı, yöneticileri zor durumda bırakıldı.

Yani bir Kurum, önemli işlevleri olan bir Enerji Kurumu, bakanlık tarafından fiilen işlemez hale getirildi, zarar üretir oldu. Yetmiyormuş gibi hukuken ve kamuoyu nezdinde suçlanıp duruyorlar.

Siz olsanız böyle bir kurumda sorumluluk üstlenmek, hatta çalışmak ister misiniz?

Zaten yapılan iş nedeniyle sürekli şaibelerle anılır hale gelen, şüpheli intiharların yaşandığı, "İçinden Yüce Divan Geçen Kurum" haline gelen Botaş’a, çok yazık ediliyor.

Botaş’la birlikte enerji politikasına, ekonomiye, ülkeye kötülük ediliyor.
Yazının Devamını Oku

Niyet mektubu imzası öne mi alındı

28 Kasım 2006
AB ve IMF çapalarının, ikisinin birden, Türkiye ekonomisini nasıl istikrara kavuşturduğu konusunda o kadar çok şey yazılıp çizildi ki... Şimdi bu çapaların, en azından ağırlığında, bir değişiklik zamanı gelmiş gibi gözüküyor.

Dünkü açıklamalardan sonra, bundan sonra AB çapasının gevşediğini, yumuşadığını söylemek yanlış olmayacak. Belli ki bundan sonra Türkiye’nin AB ilişkileri daha gevşek bir düzlemde yol alacak.

Hem AB’nin hem Türkiye’nin ipleri tümüyle koparmaya cesaret edemeyeceği yönünde yaygın bir kanı var. Yani Kıbrıs konusunda bir ilerleme sağlanamasa da, bir ara formül bulunup, bu sorunun çözümü ertelenip, ilişkilerin gevşek biçimde de olsa, adına "soğuma" da dense, bir şekilde sürdürüleceği anlaşılıyor.

Ama bu durum Türkiye ekonomisi için AB çapasının eskisi kadar sağlam ve güçlü yürümeyeceği gerçeğinin de bir işareti sayılır.

Bu çapa yeniden ne zaman güçlü hale getirilir, tam üyelik adına daha somut adımlar ne zaman atılmaya başlar, bunu ileriki yıllarda göreceğiz.

Devlet Bakanı Ali Babacan, geçtiğimiz hafta sonlarına doğru, niyet mektubunun tamamlanmak üzere olduğunu, hafta başında imzalanabileceğini söylemişti. Dün bir demeç vererek, niyet mektubunun imzalandığını açıkladı.

Halbuki daha önce yapılan açıklamalara bakarak, piyasalar aralık ayının başlarında niyet mektubunun imzalanacağı, ilk yarıda Noel tatiline girmeden de niyet mektubunun IMF yönetiminden geçeceği beklentisine girmişti. Yani niyet mektubunun imzalanması, piyasaların beklentisinden bir-iki hafta önce gerçekleşmiş oldu.

Bizce; Devlet Bakanı Ali Babacan, Kıbrıs konusunda önemli bir adım atılamayacağını, bir orta yol bulunamayacağını daha önceden biliyordu ve bu nedenle niyet mektubunun imzalanmasını biraz öne aldı. Bizce iyi de etti...

Bu imza öne alındıysa, mutlaka IMF’ye istediklerinin bir bölümü daha verilmiş demektir. Çünkü imzaya hazır hale gelmesi demek, imzalanacak niyet mektubu üzerinde IMF’nin de onayının alınması demektir. İşte bu nedenle belki de öne almanın maliyeti, bazı kalemlerin pazarlıklarının kısa sürmesi anlamına gelmiştir yani müzakere gücü belki azalmıştır. Ama ne olursa olsun, zaten yapılması gerekenler kabul edildiği için, bizce olumlu olmuştur.

IMF ÇAPASINA DAHA SIKI SARILMAK GEREK

Devlet Bakanı Ali Babacan’ın AB çapası gevşerken IMF çapasını güçlendirme yolunu seçmesinin nedeni, elbette ki piyasalardır, beklentilerdir. Babacan da zaten hafta sonunda yaptığı açıklamada Kıbrıs konusunun piyasalar tarafından zaten satın alınmış olduğunu söyledi. Yani Kıbrıs konusunda piyasaların fazla bir beklentisi kalmamıştı, IMF niyet mektubu imzası öne alındığı için, olası etkiler de absorbe edilmiş oldu.

Piyasaların Kıbrıs konusundaki mevcut pozisyonu zaten satın aldığı görüşüne katılıyoruz. Ancak unutulmaması gerekir ki, bu gelişmeyle birlikte piyasalar aynı zamanda "Türkiye ile AB ilişkilerinin resmi olarak adı konmasa da bir soğukluk dönemine gireceğini" de satın almış durumda.

Şunu demek istiyoruz ki; sanmıyoruz ama, bir olumsuz sürpriz olur da, AB tarafından Türkiye ile ilişkilerin dondurulduğu yönünde bir karar ya da sert bir açıklama çıkarsa, piyasalar bundan olumsuz etkilenecektir. Piyasa, adım konmamış bir soğumayı satın aldı.

Özetle söylemek gerekir ki; AB çapası belli ki önümüzdeki 1, belki 2 yıllık dönemde artık gevşek bir dayanak oluşturacak. 2 yılın üzerinde bir soğukluğun maliyeti, tabii ki o dönemki koşullara bağlı ama, şimdikinden çok daha ağır olacaktır.

Bu durumun, IMF çapasına bundan sonra daha sıkı sarılmak ihtiyacı doğurduğunu da gözardı etmemek gerekiyor. Seçim öncesi dönemlerde IMF’yle ilişkileri koparma lüksü, bizce artık kalmamıştır. Çünkü bu çapa da gevşerse, istikrar çabaları da gevşeyecek demektir.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar AB’yi aldı bile

27 Kasım 2006
14-15 Aralık Liderler Zirvesi yaklaştıkça, Türkiye’nin AB ilişkileri iyice gündeme oturmaya başladı. Siyasi gündemle birlikte ekonominin gündemi de giderek AB ile ilişkilere dönüşüyor. Yerli-yabancı banka raporlarına baktığımızda, AB ile ilişkilerin ne olacağına ilişkin tahlil ve analizlerin ön plana çıktığını görüyoruz. Geçen hafta sonundaki Dünya Ekonomik Forumu Türkiye Toplantısı, bu açıdan da ilginç mesajlara sahne oldu. Özellikle Türk işadamlarının AB ile ilişkilerin kopmasından Türkiye’den daha çok AB’nin zarar göreceği, AB’nin artık kendi tercihlerini yapması gerektiği ve AB’nin geleceğinin tartışmalı olduğu yönündeki demeçleri ilgi çekiciydi. İlgi çekiciydi, çünkü aynı işadamları şimdiye kadar hiç böylesine "AB’yi umursamaz" görünmemişler, böyle demeçler vermekten kaçınmışlardı.

Tüm işalemi de yeni bir döneme gelindiğini görüyor. Kısacası; herkes yeni duruma göre pozisyon almaya çalışıyor, pozisyon değiştirmek için zemin hazırlıyor.

Bu demeçlerinde, yani AB’nin geleceği konusundaki endişelerde hiç de haksız sayılmazlar.

Bir yandan herkes kendini, öyle ya da böyle, bir soğuma dönemine hazırlarken, öte yandan da soğumanın derecesinin ne olacağı, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik gelişmeleri nasıl etkileyeceği de tartışılmaya, çeşitli tahminler yapılmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta AB konusundaki en önemli gelişme Brüksel’den gelen, daha doğrusu dönem başkanı Finlandiya’dan gelen, 14-15 Aralık’taki Liderler Zirvesinde Türkiye’nin durumunun ele alınmayacağı şeklindeki açıklama idi. Bu açıklamaya göre Türkiye’nin Rumlara limanlarını açması için 6 Aralık’a kadar süre tanınıyor, bu tarihe kadarki gelişmelere bağlı olarak AB Komisyonu’nun alacağı tavsiye kararının 11 Aralık’ta yapılacak Dışişleri Bakanları toplantısında ele alınacağı belirtiliyordu. Bu açıklama genel olarak "AB’nin ültimatomu" olarak yorumlanıp öyle aktarıldı.

Ancak daha sonra yapılan yorumlarda bu açıklama, iyimser bir açıdan ele alınarak, "bu açıklamanın tren kazası olmayacağı anlamına geldiği" söylendi. Yani Liderler Zirvesinde ele alınmayacağı için, resmi olarak bir dondurma olmayacağı yorumları yapıldı.

301’DE SÜRPRİZ DEĞİŞİKLİK

Bu iyimser yorum, doğal olarak, işlerin iyi gitmesini olumlu trendin korunmasını isteyen kesimlerce, dört elle sarınılan bir yorum oldu. Özellikle bankacılar, başta da yılsonu karlarının olumsuz etkilenmemesi kaygısıyla, bu yorumu alıp kullanmaya başladılar.

Buna rağmen piyasalarda hala bir AB tedirginliği yaşandığı da ortada. Bankacılar, şu andaki fiyatlar içinde "AB ile ilişkilerin resmi olarak değil ama fiili olarak soğuma dönemine gireceği" beklentisinin yer aldığını söylüyorlar.

Yani iyimser yorumlar çerçevesinde resmi bir dondurma işlevi olmadığı takdirde, piyasaların olası gelişmelerden fazla etkilenmesi beklenmiyor. Resmi olmayan, fiili olarak ilişkilerin soğuması şu anki fiyatların içinde yeralıyor.

Peki, AB ilişkilerinde çok olumlu bir gelişme olursa, piyasa nasıl etkilenir?

Herkes, "Nispeten kötü"nün satın alındığını, çok olumlu bir şey olursa piyasaların bundan çok olumlu etkileneceği konusunda hemfikir. Ama öyle çok olumlu bir AB gelişmesi olur mu derseniz, kimse öyle "çok olumlu bir şey" de beklemiyor.

Yani bu kısa sürede Kıbrıs konusunda bir çözümü bekleyen hemen hemen hiç kimse yokÖ

Peki bu arada diğer pürüzlü konularda atılacak adımlar var mı, örneğin 301. maddeÖ

Bizce Hükümet önümüzdeki hafta sürpriz biçimde bu adımı atabilir. Devlet Bakanı Ali Babacan da, duyduğumuz kadarıyla, Davos Toplantılarında bazı özel sohbetlerde bunun ipuçlarını vermiş. Bizce de bu adım atılmalı, önümüzdeki hafta 301. madde ile ilgili değişiklik yapılmalı, 6 Aralık’tan önce bu yasa değişikliği TBMM’den geçirilip, AB’nin diğer kozları elinden alınmalı, yani iş sadece Kıbrıs sorununa bırakılmalı.

Kısacası, yine geçici formül olacak, asıl sorunun çözümü ertelenip, herkes rahatlatılacak gibi.
Yazının Devamını Oku

Ekonominin önünde eğitim engeli

25 Kasım 2006
DÜNYA Ekonomik Forumu Türkiye Zirvesi’nde konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan, "Önceliğin ülkenin ve ülke yatırımcılarının menfaatlerinde olduğunu, partisinin menfaatlerinde olmadığı"nı söylemiş. Erdoğan bu sözlerinden hareketle ekonomideki kazanımların korunacağını, taviz verilmeyeceğini kaydetmiş. Yani seçim popülizmi yapılmayacağını, mali disiplinin korunmaya devam edeceğini ifade etmiş.

Dünya Ekonomik Forumu Türkiye zirvesine ilginin çok büyük olduğu görülüyor. Yabancı devlet adamları ve işadamlarının yanı sıra, gördüğümüz kadarıyla, Türkiye’nin en önemli işadamları ve hükümet üyeleri de aktif olarak bu zirveye katıldılar.

Bizce zirvenin en önemli yanlarından biri, ekonomik konuların yanı sıra, sosyal konulara özellikle de eğitime çok büyük önem verilmesi. Eğitimin önemi ve neler yapılabileceği konusunda birçok yerli- yabancı uzman görüş açıkladı, TV programları yapıldı.

Başbakan’ın seçim ekonomisi uygulanmayacağını söylemesi çok iyi ama, hükümetin bu konuda güven verebilmesi için sadece söz yetmez, ciddi biçimde bu sözün yerine getirildiğinin görülmesi lazım. Yani önümüzdeki dönem yapılacaklara bakılacak.

Bu arada bu kadar önemli olan eğitim konusunda AKP hükümetinin yaptıklarına ne demeli? İş dünyası Milli Eğitim Şûrası’nın yapılış biçiminden içeriğine ve çıkan sonuçlara kadar her şeyinden rahatsız olmuş durumda. Rahatsız olmalarının nedeni de hem siyasi hem ekonomik olarak Şûra sonuçlarından rahatsız olmalarından kaynaklanıyor.

Siyasi olarak kaygı duydular çünkü Milli Eğitim Şûrası, bakanın belirlemesiyle tümüyle yanlı ve objektiflikten uzak bir Şûra haline geldi. Halbuki onyıllardır toplanmayan Şûra’dan çok daha ciddi ve çağdaş kararlar bekleniyordu.

Bunun da ötesinde Şûra’nın neredeyse tümüyle İmam Hatip Okulları’nın önünü açmaya dönük bir görünüm vermesi, iş dünyasını ister istemez büyük tedirginliğe soktu. Mevcut laik sisteme bir tehdit olarak gördüler ve rahatsız oldular. İşadamları niye laikliğe karşı hareketlere bu kadar sert tepki veriyor derseniz, bunun nedeni açık; Başka bir sistem özlemi çekenlerin güç kazanmasından haklı olarak çekiniyorlar.

İMAM HATİP EKONOMİK SORUN

Şûranın ekonomik yönden yol açtığı tedirginliğe gelince...

İş dünyasının eksikliğini hissettiği en önemli üretim unsurlarından biri nitelikli işgücü. Nitelikli işgücünü oluşturmak için eğitim sisteminin ciddi revizyondan geçmesine gerek var. Bunun için de özellikle ara işgücünün eğitimi büyük önem kazanıyor.

Yani meslek liselerinden söz ediyoruz. Şu anda meslek liseleri çağın ihtiyaçlarına yanıt vermekten çok uzak. Bu konuya biran önce el atılması gerekiyor. Ama AKP hükümetinin imam hatip okulları saplantısı nedeniyle, meslek liseleri sorununa da, yani ara işgücü eğitimi sorununa da bir türlü ciddi biçimde eğilinmiyor.

Milli Eğitim Şûrası, toplanma biçimi ve çıkan sonuçlar, işte bu nedenle de iş dünyasını büyük tedirginliğe sevk etti. İş dünyası, tam AKP Hükümetinin İslami bir düzen heveslisi olmadığını, çağın gereklerini yerine getirdiğini düşünmeye başlıyor, Şûra gibi bir olay ortaya çıkıveriyor. Dolayısıyla AKP hükümetinin amaçları yeniden tartışılır hale geliyor.

AKP hükümeti bizce, bu tavrıyla hem imam hatip mezunlarına ve o okullarda okuyan çocuklara kötülük ediyor, hem de tüm meslek liselerinde okuyan çocuklara ve ailelerine...

Çağdaş bir eğitim sisteminin bu kafayla kurulması, gerek siyasi sorunların gerekse de ekonomik sorunların çözümü bu gidişle mümkün olamayacak.

Yani ülke yararına, ülkenin yatırımcılarının yararına karar almak, bu kararları alırken partinin menfaatlerini düşünülmemesi, böyle olamaz. İmam hatipliler konusunda, seçim yaklaşırken tırmandırılan tavır ile ülkeye de, ülke yatırımcısına da kötülük edildiğinin artık görülmesi lazım. Yani seçim ekonomisi sadece oraya buraya kaynak aktarmak değildir...

Türkiye’nin ekonomik başarısını sürdürmesi için çağdaş kafaya ve siyasi kararlara ihtiyaç var.
Yazının Devamını Oku

Doğu ve Güneydoğu için ekonomik öneriler

23 Kasım 2006
BİRLEŞMİŞ Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV), Doğu ve Güneydoğu’nun ekonomik olarak fotoğrafını çekip, bölgenin kalkınması, ondan önce de yoksulluğun azaltılması için, kapsamlı bir rapor hazırlattı. Dün bir basın toplantısıyla bu rapor kamuoyuna açıklanırken, önceki gece konuyla ilgili sohbet amaçlı yemekte de, raporu hazırlayanlar ve kuruluş yöneticileriyle birarada olduk.

Herşeyden önce şunu söylemeliyiz ki; raporu hazırlayan ekip saygınlığını kanıtlamış akademisyenlerden oluşuyor. Proje koordinatörlüğünü Orhan Kurmuş’un yaptığı ekipte Ayşe Kudat, Ece Sanal Kılıçözlü, Ertan Karabıyık, İsmet Yalçın, Serkan Ünverdi, Halis Akder, Çağlar Keyder ve Nasan Üstündağ gibi isimler yeralmış.

Kurmuş Hoca, 5 ile 7 yıl arasında bütçenin yüzde 3’ü oranındaki kamu yatırımlarının yüzde 6’ya yükseltilmesi, yanısıra milli gelirin binde 4’ü kadar bölgede sosyal politika harcaması yapılması halinde, sorunların büyük ölçüde çözüleceğini ve bunun milli gelire yüzde 1 oranında katkı sağlayacağını söylüyor. Aslında Hoca’nın deyimiyle "işin özeti bu".

Çarpıcı bir saptama "mevcut teşviklerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine bir katkısının olmadığı"yününde. Bunun yerine bölgesel, sektörel ve hatta alt sektör bazında teşvik verilmesi öneriliyor. UNDP ve TESEV, bölge ekonomisinin sorunlarının bölge dışından yatırımcı çekmeye yönelik büyük ölçekli bir sanayi hamlesi ile aşılabileceğine de inanmıyorlar. Bunun yerine bölgedeki talebe yönelen, girişimcilik kültürünü geliştirecek, daha küçük ve orta ölçekli işletmeler için planlanacak teşvik politikalarının kısa vadede daha işlevsel olabileceği sonucuna varmışlar.

Raporun giriş bölümünde bölge için önerilen yatırım, tarım ve sosyal politikaların 5-7 yıl uygulanacak şekilde planlanması ve erken bir aşamada AB ile paylaşılarak Katılım Öncesi Strateji’nin bir parçası haline getirilmesi gerektiği ifade ediliyor ve "Portekiz’in AB’ye katılımında olduğu gibi, Türkiye’nin AB ile sosyal ve uyum konusunun sıra dışı programlar ve kaynaklar gerektirdiği ısrarla vurgulanmalı. Böylece AB’nin bu projelere ciddi kaynak ayırması sağlanabilir" deniyor.

TİCARET VE TURİZME AĞIRLIK

Raporda kısa ve orta vadede, bölgedeki ekonomik potansiyelin ticaret ve turizm sektörlerinde göründüğü ifade edilerek, sınır komşusu ülkelerle ticaretin canlandırılması ve dünyada çok az tanınan çok değerli kültür varlıklarına yönelik turizmi teşvik politikasının etkili olabileceği önerisinde bulunuldu. Bu çerçevede Ermenistan dışında yaşayan 1.7-1.9 milyon Ermeniye dikkat çekilerek, bunlar içinde ABD, Kanada, Fransa ve Arjantin’de yaşayan 1.3 milyonunun daha iyi maddi koşullara sahip olduğu belirtildi ve "Bu potansiyel turist kitlesinin bölgeye çekilebilmesi sadece ekonomik açıdan değil, toplumlararası ilişkileri iyileştirebilmek için de önem taşıyor" değerlendirmesinde bulunuldu.

Bölgede tarımın önemini korumakla birlikte, tarım politikalarıyla kapsamlı bir sosyal dönüşüm sağlanması imkanının kısıtlı göründüğü de vurgulanan raporda; bunun yerine sosyal politika önlemlerine ağırlık verilerek devletin altyapı yatırımlarını artırmak yoluyla işsizlikle mücadele etmesi, şartlı ve şartsız nakit transferi gibi programların uygulanması önerildi. Bu tip sosyal politika girişmelerinin devletin bölge halkını sahiplenmesi olarak algılanacağına dikkat çekilen raporda, bölgedeki insanların kendilerini vatandaş olarak hissetmelerine katkıda bulunacağı da vurgulandı.

Bizce ekonomik kalkınmışlığın sosyal ve siyasi sorunları çözmeye büyük katkı sağlayacağı kesin. Yapılan sohbette de ister istemez, Kuzey Irak’ta ayrı devlet kurulması halinde bölgedeki insanların ister istemez orayla yaşadıkları ortamın refah düzeyi arasında kıyaslama yapacakları ve siyasi çözümlerin bundan etkileneceği de tartışıldı

Özetle, bu rapor, daha önce hazırlanan "bölge ekonomik paketleri"nden ayrı görülmeli. Ayakları yere basan, piyasa ekonomisiyle uyumlu ve somut öneriler içeren bir rapor olmuş.
Yazının Devamını Oku