8 Ocak 2007
GEÇTİĞİMİZ Cumartesi günü Adana’da, Çukurova Kalkınma Ajansı’nın açılışına katıldık. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Ajans’ın faaliyetlerini yürüteceği ofisin açılışını yapıp, Ajans Yönetimi’nin 4. toplantısına katıldı.
Her şeyden önce şunu söyleyelim ki, bir türlü becerilemeyen bölgesel kalkınma için, AB mevzuatına da uyumlu yeni bir model devreye sokuluyor ve zaman içinde geliştirilerek, bu ajansların bölgelerine önemli katkılar yapacağına inanıyoruz. Bakan Şener, Ofis açılışında tek tek uzmanların kendilerini tanıtmalarını istedi. Kişisel kısa sunumlarından da anlıyoruz ki, hepsi dil bilen, yurt içi ve yurtdışında lisansüstü eğitim görmüş, hatta bazıları yurtdışı uluslar arası kurumlarda deneyim kazanmış, nitelikli elemanlar ile çalışılacak. Bölgelerin ihtiyacı olan nitelikli insangücü açısından, ajanslar bizce büyük bir adım olacak.
Kurul toplantısında konuşan Abdüllatif Şener, uzun uzun küreselleşmeyi, bunun evrelerini, küreselleşmenin getirdiği rekabeti, bu rekabetin nereye gittiğini, nasıl düzenlenmesi gerektiğini, bireysel ve şirketler bazında bu küreselleşmeye nasıl hazırlanılması gerektiğini, artık kuralların ve niteliğin, bilginin egemen olacağını anlattı.
Bence konuşmayı dinleyen, AKP kadın kollarından getirilen türbanlı kadınlar da dahil,herkes için, Bakanın deyimiyle "çağı okuyabilmek" ve "değişimi anlamak" için çok yararlı bir konuşmaydı. Bakanı dinlerken, bir yandan gelinen aşamayı, AKP’liler dahil, nasıl bir fikri değişim yaşandığını, öte yandan ise çağın gereği, kurallı piyasa ekonomisinin şartı olan ilkeleri, kuralları uygulamak konusunda, nasıl hala bu kadar geride olduğumuzu düşündüm.
Son dönemde bazı şirketlere yapılan kıyaklar, özellikle müteahhitlik sektöründe yapılan kayırmalar, kurallardan nasıl kaçılmaya çalışıldığı aklıma geldi. Bir de tabi, bunun tam tersi olarak bazı şirketlere özel olarak kesilen cezalarÖ
En çarpıcı örneğini ise son dönemde Petrol Ofisi başta olmak üzere, akaryakıt dağıtım şirketlerine verilen cezalar ve en son yine Petrol Ofisi’ne dönük özel vergi uygulamalarıyla yaşıyoruz. Herşeyden önce şunu söyleyeyim ki; işadamları başta olmak üzere, objektif düşünebilen hemen herkes, bu cezaları "Petrol Ofisi’ne özel bir cezalandırma" olarak görüyor. Kimin cezalandırdığı, cezalandırmaya çalıştığı ise insanların kafasında açık.
KURALLAR HERKES İÇİNDİR
Bu köşeyi izleyenler, özellikle Grup haber ve yorumları ile polemikleri konusunda ne kadar hassas davranıldığını bilirler. Ancak EPDK’nın akaryakıt şirketlerine verdiği cezadan beri "özel cezalandırma" uygulamalarını yakından izlediğimiz için, yapılan haksızlıkları yazmak da gerekli oldu. Bizce benzer işlem için kimseye dokunulmayıp, Petrol Ofisi için vergi cezası kesilmeye çalışılması da, büyük haksızlık. Cezalandırmayı asıl olarak kimin yaptığı belirsiz olabilir ama sonuç olarak bu Maliye’nin uygulamasıdır, yani Hükümet tasarrufudur.
Yani; Hükümetin, bir başka deyişle yürütmenin önemli görevlerinden biri kuralları herkes için eşit uygulamaktır. "Nalıncı keseri" gibi çalışan yürütme anlayışına ilke olarak karşı çıkmak gerekiyor. Medya kavgasına taraf olup, rakip grupların isteklerini, haksız olduğunu bile bile uygulamaya çalışırsanız, kuralları herkes için eşit uygulamamış, birilerini kayırmış olursunuz.
Bu kimilerinin işine gelebilir. Kimileri, geçmişten gelen kinlerini kusuyor olabilir. Ama kimse unutmasın ki; bugün rakiplerine yapılan haksız uygulamaya sevinenlerin, başkasına yapılanları seyredenlerin, yarın aynı haksızlığa uğrama ihtimalleri çok yüksektir.
Bu, rakip kurullara kin duyan, o nedenle belki de kasıtlı olarak ceza yazmaya çalışan diğer kurul üyeleri için de, yani bürokratlar için de geçerli, özel cezalandırma yapan ya da oluşan haksız duruma, rakip şirket çekişmelerine göz yuman siyasiler için de geçerli.
Tabi, özel cezalar yazdırmaya çalışan rakip şirketler ve tüm özel sektör için de.
Kısacası; bırakın yönetmeyi, çağı yakalamak için bile artık kuralları herkese eşit uygulamak gerekiyor. Aksi takdirde, o cari açığı finanse eden yabancı sermaye başta olmak üzereÖ kimse bu ülkeye para koyup yatırım yapmaz. O "birinci sorun" dediğiniz işsizlik de her gün büyür.
Yazının Devamını Oku 
6 Ocak 2007
DÜNKÜ Referans Gazetesi’nin manşeti Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ağzından verilen "Zam yaparlar fatura bize çıkar, elektriği şimdi özelleştirmeyiz" sözleriydi. Cengiz Çandar’ın Lübnan dönüşü yapılan sohbetten aktardığı bu haber, "seçim ekonomisi uygulanmıyor, uygulanmayacak" diyen hükümet üyelerine, ilk ağızdan verilen çarpıcı bir yanıt oldu, bizce.
Benzin fiyatlarını özel sektörün artırdığını ama bu zamların hükümetten bilindiğini kaydeden Başbakan, elektrikte de aynı şeyler olacağını bu nedenle özelleştirmeyi yapmayacaklarını söylemiş. Ardından da elektrikte devletin yatırımlarının hızlandırılacağını ifade etmiş.
Her şeyden önce dağıtım özelleştirilince yapılacak fiyat ayarlamalarıyla ilgili, ya Başbakan’a yanlış bilgi vermişler ya da Başbakan bildiği halde, bilmemezlikten geliyor. Çünkü kurallara göre, kazanacak firmalar 5 yıl zam yapamayacaklar. Ondan sonra da zaten zamlar denetimden geçecek.
Yani şimdi özelleştirilse dahi, 5 yıl elektriğe zam gelmeyecek ki...
Başbakan’ın sözlerinden çıkardığımız bir sonuç da hükümetin, elektrikte zamdan yine vazgeçmiş olması. Halbuki Erdoğan ve Enerji Bakanı Hilmi Güler, çok sık fikir değiştirmiş, birbirinin zıttı açıklamalar yapmışlardı ama son olarak, zorunlu zam yapılacağı sonucunu çıkarmıştık.
Halbuki zam ihtiyacı ortada. Zam yapılmaması demek enerji KİT’lerinin, toplam KİT dengesinin, dolayısıyla toplam kamu dengesinin bozulması anlamına geliyor. Gereken zamların yapılmaması aynı zamanda yeniden kara delikler ve mali disiplinden taviz verilmesi anlamlarına da geliyor.
Bunun adı tamı tamına "seçim ekonomisi" uygulamasıdır. Daha önce de olduğu gibi; biriktirilen yükler, daha sonra, yani seçim sonrasında çok daha fazla vatandaşın sırtına binecek demektir.
Başbakan’ın sözlerinden çıkaracağımız bir başka sonuç da hükümetin bol bol ihale yapıp birilerine iş verme niyeti oldu. İhale Yasası’nda zaten AB standartlarını sürekli delme, istediğine istediği işi verme niyetinde olan Hükümet, bu yolla belki de şimdiye kadar iş vermediği firmalara iş vermeyi planlıyor, ya da verdiklerine daha fazla iş yaratacak, kimbilir.
Bir seçim öncesi, bu tür hükümet eğilimlerini daha önce de görmüştük, hatırlıyor musunuz?
İNDİRİM AÇIKLARKEN İYİYDİ
Başbakan, akaryakıt zamlarını özel sektörün yapmasına rağmen, halkın bu zamları Hükümetten bildiğini söylemiş. Tüpraş özelleştirilmeden önce de bu zamları hükümet yapmıyordu ki... AKP Hükümeti’nden önce, akaryakıt fiyatları otomatik fiyatlandırma sistemine girmiş, zamlar ve indirimler belirli formüllere göre otomatik olarak yapılır hale gelmişti.
Halbuki hükümet geldi ve teknik olarak indirim zamanı geldiği için, akaryakıtta yapılan indirimleri, Enerji Bakanı Hilmi Güler, göğsünü gere gere açıklamayı tercih etti. O dönemde, "Bakanın işi bu değil, bu teknik bir iş, politika malzemesi yapmayın" diye uyarmıştık. Daha sonra zorunlu olarak yapılan zamları ise Tüpraş Genel Müdürü açıkladı.
Şimdi gelinen nokta, devletçi bürokratların galip geldiği, Başbakan’ın da seçim kaygısıyla "gerekenlerin yapılmasından artık vazgeçtiğinin kanıtı olan" bir noktadır.
Kimse bu durumu mazur göstermeye çalışmamalı. Sadece seçim ekonomisinin faturasının sonradan çıkması ile yetinilmeyecek. Elektrik özelleştirmesinden vazgeçilmesi demek, yıllardır buna hazırlanan, hükümetin açıkladığı takvime uymak için çaba ve para harcayan yerli ve yabancı yatırımcıların hüsranı demektir. Bu da, zaten tam olarak sağlanamayan güvenin iyice zedelenmesi anlamı taşır. Cari açığın gelen yabancı sermaye ile finanse edildiği unutulmamalı...
Yazının Devamını Oku 
4 Ocak 2007
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun bir saptaması var: futbol ve siyaset gündemin ilk sıralarını işgal etmeye başlayınca, ekonomide kötü şeyler oluyor. Hisarcıklıoğlu, bunu geçmişte hep yaşadığımızı hatırlatıp, yine böyle bir eğilimin varlığına, yani tehlikeye dikkat çekiyor. Hisarcıklıoğlu: "Biz ne zaman siyaseti yoğun olarak tartışmaya başlarsak, futbolu yoğun olarak tartışırsak, kaybettik. Cambaza baktık, cambaza baktıkça da cebimizden bir şey gitti, fark etmedik. Sonra da bedelini ağır ödedik" diyor.
Hisarcıklıoğlu ile 2006 yılının genel bir değerlendirmesini yapıp, önümüzdeki risklere ilişkin olarak görüşlerini aldık. Bugünkü Referans Gazetesinde söyleşinin tem metni yer alacak.Biz burada sadece satır başlarına değinmek istiyoruz...
Hisarcıklıoğlu, 2006’da ekonomide önemli başarılar elde edildiğini ama hatalar da yapıldığını söylüyor. Bu nedenle 2006 yılını "kárdan zarar yılı" olarak nitelendiriyor. 2006 Mayıs-Haziran aylarında yaşanan küresel likiditeki dalgalanmadan Türkiye’nin fazla etkilendiğini, bunda, Merkez Bankası Başkanlığı ataması gibi yapılan önemli hataların rol aldığını söylüyor. Bu dönemde çıkan faizlerin bir türlü aşağı gelmemesini de risk algılamasına dayandırıyor.
Bu riskleri yok etmenin yani, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerin getirdiği riskleri bertaraf etmenin yolunun da "yeni bir yol planı " açıklamaktan geçtiği görüşünde. Bunun için ise Hükümetin elinde hazır bir metin olduğunu söyleyip, Acil Eylem planı’nı 2007 yılı için "uygulanacak metin haline getirip açıklaması gerektiğini" söylüyor. Yani piyasalara güven vermek için Hükümetin ekonomide bir plan açıklaması gerektiğini, sadece açıklamanın da yetmeyeceğini, bu planı somut bir takvime dayandırıp, planı gerçekleştireceği konusunda güven vermesinin şart olduğu görüşünde.
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, bütün bunlara gerekçe olarak da, işsizliği ve bunu azaltmak için yüksek ve kalıcı büyümeye olan ihtiyacı gösteriyor. Türkiye’nin yılda yüzde 7.5 büyümeye devam etmesi gerektiğini kaydeden Hisarcıklıoğlu, bunun için güven vermenin şart olduğunu, 20034 yılında Hükümetin bunu başardığını söylüyor.Bütçe dengelerinin sağlam durabilmesi için de yüksek büyümenin şart olduğunu, vergi gelirlerinin ancak böyle arttığını kaydedip, 2007 bütçesinin iyi gözükmediğini söylüyor. Hisarcıklıoğlu, aksi takdirde yani yüksek büyüme devam etmediği takdirde, sosyal sorunların büyüyeceğini ifade ediyor.
HALKBANK EN AZ 10 MİLYAR DOLAR EDER
Hükümetlerin kalıcı yüksek büyümeyi sağlayacak yolu bulması gerektiğini, bunun vazifeleri olduğunu kaydeden Hisarcıklıoğlu, "icraatın yerini mazeret almamalı" diyor. Hisarcıklıoğlu, siyasetçilerin bu bilinç içinde hareket edip, ekonomiyi arka plana atmaması gerektiğini belirtirken, "Yani türkiye’nin asıl gündemi seçim meçim değil, geçimdir" diyor.
Hisarcıklıoğlu, Halk Bankası’nın satışına da değişik bir bakış açısı getiriyor. Akbank’ın yüzde 20’lik hisse satışı ve Bankanın aktif büyüklüğünün toplam içindeki payını kıyaslayıp, bunu Halk Bankası’na uyarlayan Hisarcıklıoğlu, "Halk Bankası’nın en az 10 milyar dolar etmesi lazım" diyor. 2001 krizinden sonra bu Bankaya halkın cebinden para konduğunu hatırlatan Hisarcıklıoğlu, bilançonun şeffaf görülüp aktif kalitesinin ortaya çıkması için, önce halk arz denenmesi gerektiği görüşünde. Halkın ilgi göstermemesi halinde ise blok satılabileceğini ama en azından gerçek değerinin görüleceğini ifade ediyor.
Vergi sisteminin yeniden yazılması gerektiğini, hala kargaşanın devam ettiğini kaydeden Hisarcıklıoğlu, bağımsız kurumları da hala içimize sindiremediğimiz görüşünde. Merkez Bankası Başkan atamasının başımıza açtığı sorunları hatırlatan Hisarcıklıoğlu, şöyle diyor:
"Artık şunu anlıyor olmamız lazım; dünya katılımcı demokrasi kapsamında herkesin konumunu vazifelendirmiş. Halktan yetki almış kişiler kuralları yapıyor. Ancak bu kuralları denetlemek, halktan yetki alan kişilerin vazifesi değil, bu işi bağımsız otoriteler yapıyor. Bunu sadece siyasetçilerin değil, hepimizin içimize sindirmemiz lazım" diyor.
Bakalım Hisarcıklıoğlu’nun "ekonomi önde olsun" uyarısı, bu yıl hayata geçebilecek mi?
Yazının Devamını Oku 
30 Aralık 2006
HAZİNE’nin 2007 yılı borç programı açıklandı. Gördüğümüz kadarıyla değişken faizli tahvillerde faiz ödemelerine baz alınan referans bono ihalesinin kaldırılması konusunda, henüz çalışmalar bitmiş değil. Referans bono ihalesinin kaldırılmasının yanlış olacağını, dalgalı geçeceği belli olan bir dönemde bu tür bir değişikliğin borç programını olumsuz etkilemesinden korkulması gerektiğini yazmıştık. Devlet Bakanı Ali Babacan’ın sorular üzerine, bu konuda daha çalışıldığını söylemesi bizce olumlu yönde atılmış bir adım. Bir kez daha düşünüp, bu riskleri hesaba katmak zorunda olduklarını umarız görürler.
2007 finansman programının en değişik yönü, enflasyona endeksli tahvil ihracının başlayacak olması. Bununla ilgili çalışmaların yıllar öncesine dayandığını, programın başından beri yani 2001’den buyana, bu tür tahvillerin ihracının düşünüldüğünü biliyoruz.
Bankacılara göre, bu tahvil kendilerinin fazla rağbet edecekleri bir tahvil değil. Yalnız başta sigorta şirketleri olmak üzere, bazı fonların bu tahvili istediği de öteden beri bilinir.
Bankacılarla konuştuğumuzda; yıllardır kendilerine sorulduğunu, sadece sigorta şirketlerinin bunu alacağını söylediklerini belirterek, dolayısıyla hacmin fazla olmayacağını ama enflasyona endeksli tahvilin bu fonlar tarafından talep göreceğini belirtiyorlar.
Bu arada enflasyona endeksli tahvillere teorik açıdan yaklaşan bazı banka iktisatçıları, enflasyon hedeflemesi rejiminde, piyasaların enflasyon beklentilerini ölçmenin önemli bir konu olduğunu, anket yöntemi ve diğer saha araştırmalarının beklentiler konusunda bir fikir verdiğini ama beklentileri ölçme yöntemlerini çeşitlendirmek ve güçlendirmek gerektiğini kaydederek, "Enflasyona endeksli senetlerin de piyasaların enflasyon beklentilerini ölçmekte kullanılan bir yöntem" olduğunu söylüyorlar. Aynı iktisatçılar, bu tahvillerin "ancak yeterli hacim ve likiditeye ulaşınca, beklentileri ölçmekte kullanılabileceğini" de ekliyorlar.
2007 ve 2008 hesaplamaları için kullanılan varsayımlara bakıldığında ise borçlanma vadesinin iki yıl için de aynı kalacağı, borçlanma enstrümanlarının ağırlıklarının de yine 2006 ile aynı olacağı göze çarpıyor.
BAKAN AÇIKLAMAMALI
Bankacılar program üzerine yaptıkları yorumlarda, genellikle finansman programını iyi karşıladıklarını belirttiler. Bu arada Hazine’nin, özellikle özelleştirme gelirlerini çok muhafazakar olarak hesapladığı yorumunda bulunan bankacılar, özelleştirme gelirlerini çok daha yüksek beklediklerini de söylüyorlar.
Bankacılar Halkbank özelleştirmesinden hayli yüksek gelir beklendiğini hatırlatarak, 2006 yılında yapılan özelleştirmelerin 2007 yılında yapılacak taksit ödemeleri de dikkate alındığında, vergi dışı gelirlerin tahminin oldukça üzerine çıkmasını bekliyorlar.
Dolayısıyla açıklanan finansman programı için, "2007 yılı için Hazine’nin piyasada faizler üzerinde baskısının olmayacağı" anlamı taşıdığı kaydediliyor. Ancak, enflasyon hedeflemesi sisteminde faizler üzerinde baskının, Hazine’nin borçlanma politikalarından çok enflasyon hedefi ve beklentilerden kaynaklandığının unutulmaması gerektiğinin de altı çiziliyor.
Kısacası; borçlanma programı bankacıların çoğu tarafından, genel olarak olumlu karşılandı. Bankacılar, referans bono ihalesinin kaldırılması konusunda ise, henüz netlik kazandırılmadığı için şimdilik yorum yapmaktan çekiniyorlar. Ama itirazları olduğu kesin.
Bizce önceki günkü borçlanma programı açıklamasının Devlet Bakanı Ali Babacan tarafından yapılması da, bizce doğru değildi. Çünkü borçlanma teknik bir iştir. Siyasi irade, bütçenin dengelerini hesaplar, harcama ve gelir kalemlerine karar verir ama aradaki farkın nasıl karşılanacağı, finansmanının nasıl yapılacağı, teknik bir iş olmalıdır. Unutmayalım ki; bu nedenle birçok çağdaş ülke bu işi, bağımsız borç idareleri ile yapar.
Bu nedenle bu programı Hazine Müsteşarı’nın açıklaması gerekirdi. Borçlanmaya siyaset karıştırmak, güvensizlik yaratır, risk primini artırır, bunları hesaplamak gerek.
Geçmişte bu ilkelere uyulur, programı Müsteşarlar açıklardı...
Yazının Devamını Oku 
28 Aralık 2006
HAZİNE Müsteşarlığı, FRN olarak bilinen, değişken faizli tahvil ihracına takmış durumda. Riskini yüksek saptadığı için, iki yıldır bu kağıdı tasfiye etmek istiyor ama bunu da beceremiyor. Çünkü değişken faizli tahvil özellikle bankaların üstlendikleri riskleri dengelemek için, yoğun olarak tercih ettikleri bir enstrüman niteliğini hálá koruyor.
Geçen yıl sonunda 2006 yılı borçlanma programı açıklanırken Hazine yönetimi, FRN kağıtların genel içindeki payını azaltmaya çalışacağını açıklamıştı. Daha doğrusu FRN kağıdı mümkün olduğunca az ihraç edeceğini ilan etmişti. Ama daha yılın ilk iki ayı bile dolmadan, çark edip, ağırlığı yeniden FRN kağıtlarına vermek zorunda kaldılar. Asıl istedikleri iskontolu kağıtların toplam stok içindeki payını, planladıkları ölçüde artıramadılar.
Geçen hafta yapılan piyasa yapıcıları toplantısında, Hazineciler yine bu FRN kağıtları gündeme getirmişler. Aldığımız bilgilere göre, bir görüş sormaktan çok bildirimde bulunur gibiymişler. Yani FRN kağıtlarının dönem faizlerinin belirlendiği referans bono ihalesinin yapılmayacağını, yeni yıldan itibaren geçmişe dönük ortalama faizlerin, FRN dönem faizlerinin saptanmasında baz alınacağını söylemişler.
Böyle bir kararı neden alır, iyi yürüyen bir sistemi neden bozmak isterler diye düşündüğünüzde, yine "Hazine’nin artık FRN kağıtlarını mümkün olduğunca az ihraç etme niyeti" akla geliyor. Yani bu yolla FRN kağıtların cazibesinin azaltılması, böylece de az satılarak toplam stok içindeki payının azaltılması düşünülüyor demektir.
İyi de bankaların böyle bir talebi var mı, onların görüşü alındı mı?
Toplantıdan aldığımız bilgilere göre; Hazine’nin bu niyetini açıklamasından sonra, hemen hemen toplantıdaki tüm bankacılar itirazlarını bildirmiş, referans bono ihalesinin oynadığı kritik role dikkat çekmişler. Böyle bir yola gidilmesinin mevcut işleyişi bozacağını ve talebi azaltacağını, açık açık söylemişler
İtiraz etmeyip sessiz kalan tek banka temsilcisinin bu köşede "oturan boğa" olarak daha önce adı geçen, yüklü tahvil stokuyla bilinen bir büyük özel banka yöneticisi olduğu söyleniyor.
ZAMANI DEĞİL
Umarız Hazine, bir tek bankaya bakıp, "bu bizim iyi alıcımız bu bize yeter" diye meseleye bakıp, sadece onun görüşlerini dikkate almayı yeterli bulmamıştır.
Unutmayalım ki; artık hiçbir yerli bankanın Hazine kağıtları konusunda da eski belirleyiciliği kalmadı. Çok yüklü yabancı portföyü var. Yani yabancıları küstürür, diğer bankaları da tedirgin edip bunların dümen suyuna sokarsanız, elinizde kalacak tek banka, sizin başarılı bir borçlanma yapmanıza imkan vermez.
Hazine’nin bu FRN kağıtları takıntısını anlamak pek mümkün gözükmüyor.
Önümüzdeki dönemin siyasi açıdan çok çalkantılı bir dönem olacağı herkes tarafından görülüyor. Bankaların yıl sonu bilançolarını tamamladıktan sonra, ocak ayında ileriye dönük planlarını yapıp ona göre hareket etmeye başlayacakları da malüm. Konuyla ilgili hemen herkes biliyor ki; bankalar 2007 yıl planlarını faiz ve döviz için, "alıp satıp para kazanılacak, iniş çıkışların bol olacağı bir dönem" olarak saptayacaklar.
Peki Hazine yönetimi bunu bilmiyor mu, görmüyor mu?
Bizce büyük bir hata yapılıyor. Dalgalı olacağı şimdiden bilinen bir döneme, mevcut oturmuş sistem bozularak girmek, önemli bir riski de göze almak demektir.
Bankaların, faiz oranı geçmişe dönük kağıt faizleri ortalamasıyla belirlenen FRN kağıtlarına ilgi göstereceğini sanmıyoruz. Gelecek belli olmadığı için, iskontolu kağıtlara da fazla talep göstermeyeceklerdir. En azından şimdiden bize söyledikleri bu...
Tamam belki referans bono ihalesiyle belirlenen FRN maliyeti önceden kestirilemeyecek yükleri yani belirsizliği çoğaltıyor ama bu değişikliği yapmanın bizce zamanı değil.
İstikranın olduğu, normal geçeceği bilinen bir dönemde bunun yapılması çok daha doğru olur. Ne diyelim; umarız Cuma açıklanması beklenen borç programında bu tür hatalar yer almaz.
Yazının Devamını Oku 
26 Aralık 2006
FARKINDA mısınız, başta elektrik olmak üzere uzun zamandır KİT ürünlerine zam yapılmıyor. Ama iddia ediyoruz; bu hafta, en geç bayram sonrasında zamlar başlayacaktır. AKP Hükümeti 2006’yı iyi kapatmak için elinden geleni yapıyor. Çünkü meydanlarda 2006 rakamlarını kullanarak, ne kadar başarılı olduklarını anlatacaklar. İşte bu nedenle IMF’nin zorlamasına rağmen elektriğe zam yapılmadı. En azından yüzde 10’luk bir zam gereği var ama bir türlü yapılamadı. Enerji Bakanı Hilmi Güler, zam konusunda çelişkili demeçlerini sürdürdü. En son söylemi ise "yakından takip ediyoruz" oldu. Yani "zam gerekmiyor" söylemi bitti, şimdi bakalım diyorlar. Bu da yakında zam gelecek demektir.
Zam yapmadılar, Çünkü 2006 yılı enflasyonunu düşük göstermek istiyorlar.
2006 yılı bu gidişle tek haneli enflasyonla tamamlanacak. 10 olmayacak ama 9.90 gibi bir rakamla toptan eşya fiyat artışı kapatılmaya çalışılacak. Yani Başbakan Cumhurbaşkanlığına çıkma kararı verirse, ne kadar başarılı bir Başbakanlık dönemi geçirdiğini, ekonomide nasıl başarılı olduğunu, hem iç hem dış çevrelere bu rakamlarla anlatacak.
Ardından ise normal olarak zamlar başlayacak ve büyük ihtimal ocak ayından itibaren enflasyon yeniden iki haneli rakamlara çıkacak. Ama yıl sonu tek hanede kalınmış olacak.
Zamlar bugünden itibaren başlayabilir. Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yılın son verilerini, dolayısıyla aralık ayının son verilerini piyasadan 25 Aralık’ta topluyor. Yani dün artık piyasadaki fiyat verileri alma işlemini tamamlamış olması gerekiyordu.
İşte bugünden itibaren yapılacak zamlar aralık ayı enflasyonuna, dolayısıyla da 2006 rakamlarına yansımayacak. O nedenle artık zamların başlayacağını söyleyebiliyoruz.
Sadece elektrik değil kamunun elinde olan doğalgaz, ulaştırma gibi ürünlerin fiyatlarına da uzun zamandır zam yapılmıyor, bekletiliyor. Örneğin doğalgazda geçtiğimiz Kasım ayında zam yapıldı, Aralık’ta da yapılması gerekiyordu ama yapmadılar.
Şimdi ocak ayında, petrol fiyatlarına bağlı gecikmeli gelen doğalgaz alım fiyatları düşmeye başlayacak. Yani aralıkta zam yapıp, ocakta indirim yapmak, yani piyasanın gereğini yerine getirmek yerine, bir aylık zararı göze alıp ocak ayını beklediler. Eğer farkı karşılıyorsa zam veya indirim yapmayıp, işi idare edecekler ama bu arada Botaş’a bir aylık gecikme bedeli zarar olarak eklenmiş olacak. Botaş’ın hali ise zaten içler acısı.
BÜTÇE FAZLA GÖSTERİLEBİLİR
Görüldüğü gibi her şey seçim için planlanmaya, bu plan uygulanmaya başlamış bulunuyor.
Sadece KİT zamları değil, belirleyici olacakları özel sektör zamlarını da elden geldiğince ertelediler. Örneğin tütün ve alkollü içki vergilerinin arttırılacağı önceden belliydi. Hatta gelir için yıl bitmeden bu vergi artışlarının yapılması bekleniyordu. Ama sigara fiyatlarındaki artışların da enflasyona katkısı büyük olacağı için beklediler.
Büyük ihtimalle sigaradaki vergiler yakında değişecek. Değişince de sigaracılar ürünlerine zam yapmak zorunda kalacaklar. Ama bu zam da 2006 enflasyonunun etkilememiş olacak.
Sadece enflasyonda değil, örneğin bütçe rakamları konusunda da büyük ölçüde makyaj çabası görüyoruz. Bakarsınız "2006 yılında bütçe fazla verdi" derler.
Çünkü duyduğumuza göre direk vergi geliri artışı olacak, örneğin Özelleştirme İdaresi’nin Tekel’in vergi borçlarının bir bölümünü ödediğini göreceğiz. Halbuki Tekel satılacaktı ve o zaman vergi borçları alınan paradan mahsup edilecekti. Ama belli ki Maliye Bakanı "2006 yılını ilk kez bütçe fazlasıyla bitiren bir Hükümet" olmak üzere kolları sıvamış durumda.
1-2 katrilyon buradan vergi artışı yapılsa, hedeflere ulaşılmış olacak.
TEPAV’ın belirlemelerine göre 2006 yılı bütçesini iyi göstermek için, sadece gelirler öne alınıp şişirilmiyor, harcamalarda da "sanki olmamış" görüntüsü veriliyor. Bunun örneği olarak tahakkuku yapılmış yaklaşık 4 katrilyon liranın ödemesi yeni yıla bekletiliyor.
Görüldüğü gibi bankaların yıl sonu bilanço makyajı gibi, Hükümet de bilançolara "seçim makyajı" yapıyor. Eskiden devlet kurumları makyaj işine bu kadar çaba sarfetmezlerdi.
Yazının Devamını Oku 
25 Aralık 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Karaman konuşmasında faizler konusunda Merkez Bankası Başkanına yüklenmesinin ardından, "Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na çıkması halinde Başkan Durmuş Yılmaz’ın gidici" olduğunu yazmıştık. Bu yazının ardından aldığım tepkilerin çoğu "Evet, olabilir" idi. Ama bazı bankacılar aynen "Başbakanın Cumhurbaşkanlığı’na çıkmayacağı"na inandıkları gibi, "Başbakan Cumhurbaşkanı olsa bile Başkan Yılmaz’ı görevden almayacağını" söylediler.
Zaten Başbakana "Makul olanı yapacağı" konusunda güvendikleri için, böyle bir varsayımda bulunmaları, "o kadar tepkiyi göze alamaz" diye bu görüşe de karşı çıkmaları doğaldı.
Bir süredir Ankara’yı ve siyaseti izleyen bir gazeteci olarak, mevcut ipuçlarını değerlendirerek, hem Başbakanın Cumhurbaşkanlığı’na çıkacağını, çıkamasa bile bu konuda tahmin edilenin çok ötesinde ısrarlı olacağını ve Cumhurbaşkanlığına çıkması halinde de Başkan Yılmaz’ın bir şekilde gidici olacağına, giderek daha çok inanıyorum.
SERDENGEÇ’Tİ GELİR GÖRÜŞÜ
O dönemde bankacıların bir kısmı, hatırlanacak olursa, "Görürsünüz Başbakan makul olanı yapar ve ekonomi kötü etkileneceği için Süreyya Serdengeçti’yi yeniden atar" diyorlardı.
Yine hatırlarsınız; Serdengeçti’yi atamadığı gibi, özel finanscıları ve "faize karşı" tavırlarıyla bilinen akademisyenleri atamak istediler, olmadı. Ama benzer kişileri Banka Meclisine ve Para Politikası Kurulu’na yerleştirmekten hiç çekinmediler.
Sonuçta küresel likiditedeki hareketten yapılan bu hatalar nedeniyle en çok zarar gören ülke Türkiye oldu. Faizler 13’den 21’e kadar çıktı ve orada takılı kaldıÖ
O dönem kullandırdıkları tüketici kredilerini, konut kredilerini indirme yarışına giren bankacılar şimdi "Biz hata yapmışız çok hızlı indirmişiz" diyorlarÖ
Yani bu bankacılar AKP Hükümetine ve Başbakana "makul olanı yapacağı" konusunda çok güvendikleri için zarar ettiler. Şimdi ise o zararlarını bir miktar çıkarabilmek için faizlerin yüksek kalmasına ses çıkarmıyor, yılbaşı bilançolarını bu yolla süslemeye çalışıyorlar.
AYNI BASKILAR
Başbakan Durmuş Yılmaz’ın gidici olduğuna giderek daha fazla inanmamıza gelinceÖ
Farkında mısınız; eski Başkan Süreyya Serdengeçti’ye yapılanlar, mevcut Başkan Durmuş Yılmaz’a da, giderek benzer ve yoğun biçimde yapılmaya başladı.
Çünkü seçim yaklaşıyor ve Başbakanın çevresindeki bazı kişiler harekete geçip, faizlerin indirilmesi gerektiğini, Merkez Bankası Başkanının buna engel olduğunu, mevcut koşullarda bile faizlerin daha aşağıda olabileceğini, yine söylemeye başladılar.
Biz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Karaman konuşmasında Merkez Bankası başkanına yüklenmesinde, bu kesimlerin etkisinin büyük olduğunu düşünüyoruz. Çünkü aynı kişilerin ekonomi sayfalarına hakim olduğunu bildiğimiz AKP’ye yakın gazetelerden birinde, aynen Serdengeçti döneminde olduğu gibi "faizler 3 puan insin" ve mevcut Merkez Bankası yönetimini eleştirip, gitmesi gerektiğini belirten yayınlar başladı.
Şimdi yarı açık-yarı imalı bu yayınların önümüzdeki dönemde artacağından kimse şüphe etmesin. Ardından olacaklar da belli.
FARKI BİLİYORUZ
Süreyya Serdengeçti ile Durmuş Yılmaz’ın farkını artık biliyoruz. Teknik olarak bir karşılaştırma yapmayacağız ama Yılmaz AKP tarafından atanan ve o dilden anlayan, Süreyya Serdengeçti ise bu kesimle alakalı olmayan teknisyenler. Yani Serdengeçti bu kesimlerin tepkisini göz ardı eder, bildiğini okurdu ama Yılmaz için aynı şey söylenemez. Etkilenip hata yaparsa ne olacak?
Zaten etkilenmeye başladığının haberleri geliyor. Karaman konuşmasından sonra Yılmaz’ın çok telaşlı olduğunun, etrafındaki "Has AKP’li çemberin daralmaya başladığını" duyuyoruz.
ÇEMBER DARALIYOR
Bizce AKP’ye yakın gazetelerin bu tavırları çok önemli bir gösterge. Aslında bunu gündeme getirenlerin "Para basılsın bir şey olmaz" diyen kesimden oldukları da biliniyor ama şimdilik asıl niyetlerini gizleyip, "faizler indirilmeli" baskısı yapmakla yetiniyorlar.
Yani Başbakanın işareti ile aynı senaryo uygulamaya girmiş bulunuyor.
Bakalım "makul olan" mı yapılacak, yoksa makul olmayanlara yine mi razı olunacak?
Yazının Devamını Oku 
23 Aralık 2006
TÜSİAD yılın son Yüksek İstişare Konseyi toplantısını, her yıl Ankara’da yapar. Toplantıdan bir gece önce de TÜSİAD üyeleri, politikacılar ve bürokratların katıldığı bir kokteyl yapılır. Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; AKP iktidarının ilk yıllarında bürokratlar ve bakanların fazla ilgisini çekmeyen bu kokteyl, son iki yıldır epeyce rağbet görüyor.
Kokteylde, başkanların dün yapacakları konuşmalar hakkında bilgi edinmeye çalıştığımız etkin TÜSİAD üyeleri, bize stratejilerinde net gözüktüler. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Sabancı’nın yapacağı konuşmada "7 madde" olduğuna dikkat çektiler.
"Nedir bu maddeler?" dediğimizde, "Hepsi özetlenmiş, bir kısmı üstü kapalı geçilen maddeler bunlar. Ama bu maddeleri 2007 yılında TÜSİAD’ın yakından takip edeceği, yapılmadığı zaman eleştiri getireceği maddeler olarak düşünebilirsin" dediler.
Yani bir anlamda TÜSİAD, 2007 gündemini, 2007’de ülkeyi, ekonomiyi bekleyecek tehlikeler ve bunlar için oluşturduğu görüşleri, önceden kamuoyuna açıklamış oldu.
Gerçekten de Yüksek İstişare Konseyi toplantısında Başkan Sabancı’nın 7 maddeye, bizim beklediğimizden daha kısa bir içerikle, dikkat çektiğini izledik. Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç ise bu başlıklara kısaca değinip asıl olarak Türkiye’nin AB ilişkileri, çevresinde gelişen olaylar ve dikkat edilmesi gereken gelişmelere dikkat çekti.
AB konusunda çok önemli atılım gerçekleştiren hükümetin son bir yılda, en azından ülke kamuoyunun sürece verdiği desteği korumak ve artırmak için gerekli çalışmaları yapmadığını belirten Sabancı, "Çalışmaların teknik düzeyde gerektiği gibi ilerlemesi yeterli görülmüş, AB nezdinde, siyasi planda ülke ülke markaja yeterince başvurulmamış, kamuoyu iletişiminde ise son derece zayıf kalınmıştır" diyerek AB bakışlarını özetledi.
Türkiye’nin 2015 yılına kadar 6 milyon kişi için istihdam yaratması gerektiğini, bunun için tarım dışı sektörde yılda ortalama 550-600 bin kişiye iş yaratılacağını belirten Sabancı, "Bunun için, 5 yıldır süren ve ortalama yüzde 7.5 olan büyüme hızımız önümüzdeki yıllarda da ortalama yüzde 7 civarında gerçekleşmelidir. Bu şekilde bir büyüme hızı tutturabilirsek, kişi başına milli gelirimiz de 7 bin 500 Euro’yu, yani AB ortalamasının yarısını yakalar" dedi.
"Türkiye’nin ulusal çıkarlarının bu tabloyu yaratabilmekte yattığı"nı belirten Sabancı’nın muhalefete de çatması, dikkat çekti.
ERKEN SEÇİM İSTEMİYOR AMA...
7 madde içinde "erken seçimin olmaması gerektiği"ne yer verilip, muhalefete bu konuda destek verilmemiş olsa da, TÜSİAD "Cumhurbaşkanlığı için mutlaka toplumsal uzlaşma olmalı" diyerek Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı’na aday olmaması görüşünü ortaya koydu.
Cumhurbaşkanlığı makamının "bir uzlaşma ve uzlaştırma makamı" olduğuna dikkat çekilip, devlet organlarının sağlıklı çalışmasının yanısıra, toplumsal huzur açısından da bunun önemine vurgu yapıldı. Türkiye’nin AB hedefinden vazgeçmeden, 2007 yılında, yılların gündemi olan vergi, sosyal güvenlik, sağlık ve yargı sistemine ilişkin reformlarını mutlaka tamamlayıp müzakere başlıklarının fiilen kapanmaya hazır düzeye getirilmesi gerektiğini kaydeden Sabancı’nın "Mali disiplinden taviz verilmemeli, özerk kurumların ekonominin makro hedeflerini gerçekleştirme konusundaki çabalarına destek verilmelidir. Gerek bütçe disiplininin korunması, gerekse enflasyon hedeflerinin tutturulması 2007 yılında hayati önem taşıyan konular olarak görülmelidir" sözleri de dikkat çekiciydi. Bu da Başbakan’ın Merkez Bankası’na yaptığı faiz baskısı gibi müdahalelerin istenmediğinin göstergesi idi.
Toplumun geniş kesimlerinde laiklik konusunda kaygı uyandıran kimi çıkışların yarattığı atmosfere, bir de, kadrolaşmanın eklendiği ve bunun yarattığı sakıncalara de değinildi.
Sabancı "2007 yılı, bir olgunluk sınavı ile karşımıza çıkmaktadır" cümlesiyle bitirdiği konuşmasında, aslında ne kadar zor bir yılın bizi beklediğini de göstermiş oldu.
Yazının Devamını Oku 