12 Haziran 2006
UZAN Grubu’nun Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) ile uzlaşmaya yanaşması nedeniyle, TMSF’nin piyasada döviz bozdurma zorunluluğu kalkabilir. Ancak zorunluluğu kalksa bile TMSF’nin yine de fiyatlar yükselirse döviz satma imkanı her zaman bulunuyor. TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’e, "Önümüzdeki hafta döviz satışlarına devam edip etmeyeceklerini" sorduk. Ertürk, yeni bir durum değerlendirmesi yapacaklarını söyledi. Şimdiye kadar ortalama 1.55’den piyasaya döviz sattıklarını hatırlatan Ertürk, şu anda fiyatların 1.53 seviyesinde bulunduğuna dikkat çekti. Yani daha önceki fiyat ortalamasına çıkıldığı takdirde yeniden satışa geçilebileceğinin sinyalini verdi.
Ertürk, asıl değerlendirmeye ihtiyaç duyulan unsurun ise Uzan grubuyla yapılan görüşmeler olduğunu söyledi. Uzan Grubunun genel bir "sulh protokolü" imzalamak için kendilerine geldiğini, anlaşma sağlanması halinde karşılıklı tüm davaların geri çekileceğini kaydeden Ertürk, uzlaşmanın sadece TMSF ile olmayacağını, Enerji Bakanlığı başta olmak üzere Grubun başka kurumlarda da aynı çerçevede anlaşmaya varması gerektiğini ifade etti.
Bu girişim kapsamında Uzan Grubunun "İmar Bankası vergi borcunun, Telsim’in satışından elde edilen gelirle karşılanmaması gerektiğini" ileri sürdüğünü hatırlatan Ertürk, bu konunun hukuki olarak değerlendirilmesine ihtiyaç olduğunu kaydetti. Bu ödemeye imkan veren bir yasanın çıkarıldığını hatırlatan TMSF Başkanı, buna karşılık Uzan grubunun itirazının da, genel mutabakat isteklerinin de bir iyi niyeti olarak, değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti.
Kendilerinin Maliye’ye vergi borcundan dolayı ödeme yaparken bu parayı YTL olarak vermek zorunda olduklarını hatırlatan Ertürk, dolayısıyla Maliye’ye ödeme yani YTL’ye dönme zorunluluğunun ortadan kalkabileceğine işaret etti.
Ertürk, Maliye yerine eskisi gibi Hazine’ye ödeme yaptıkları takdirde ise YTL ödeme yapabilecekleri gibi, döviz cinsinden de ödeme yapabildiklerini hatırlattı ve bu nedenle "YTL’ye dönme zorunluluklarının kalkıp kalkmadığının, kapsamlı bir hukuki değerlendirme sonucu ortaya çıkacağını "söyledi.
Dolayısıyla TMSF’nin döviz bozdurma zorunluluğu kalkabilir. Ama buna rağmen TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, "Biz her zaman yine piyasadayız, döviz fiyatları yükselir, bizim için YTL’ye dönmek cazip olursa döner, ödememiz Hazine’ye de olsa, YTL ödeme yaparız" dedi.
MALİYE NEDENİYLE İTİRAZ EDEBİLİR
TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’e, Haziran ayı sonu itibariyle Maliye’nin hesaplarını tutturması, faiz dışı fazla (FDF) hedefinin içinde kalması için, bu vergi tahsilat kalemine ihtiyacı olup olmadığını sorduk. Ertürk, bu nedenle bütçeye 4 katrilyon civarında bir tahsilat kalemi konduğunu hatırlatarak, Maliye’nin Uzan Grubunun bu isteğine itiraz edebileceğini söyledi. Şimdiye kadar Maliye’ye 700 trilyonluk bir ödeme yapıldığını hatırlatan Ertürk, "Hukuki değerlendirme dediğimiz sürecin içinde Maliye Bakanlığı ile yapılacak görüşmeler de var. Böyle bir sonuca, yani paranın kendisine gelmemesine Maliye itiraz edebilir" dedi.
Uzan Grubu’nun İmar Bankası’nın stopaj borcunun, Telsim satışından karşılanmasına itiraz ettiğini hatırlatan Ertürk, ayrıca Uzan Grubunun İmar Bankası’nın stopaj borcunun hesaplanmasında kullanılan yönteme, gecikme zamlarına da itirazı bulunduğunu kaydetti. Ertürk, bu talebin haklı görülmesi halinde Maliye’ye, Ttasfiye Kurulu’nun itiraz etmesi gerektiğini, yani TMSF’nin atadığı kişilerin bu itirazı yapmak zorunda kalabileceğini söyledi. Ertürk, sulh protokolü talebinin içinde Uzan Grubunun "Sizin Maliye’ye bu konuda itiraz etmeniz lazım" yönünde isteklerinin de bulunduğunu kaydetti.
Kısacası; Uzan Grubuyla anlaşma ihtimali, Uzan gurubu şirketlerinin satışından elde edilecek gelirin nereye gideceğini, tartışmalı hale getirdi. Bu da, yaşanan istikrarsız dönemde piyasaya döviz arzını, dolayısıyla döviz fiyatlarını etkileyebilecek. Ahmet Ertürk’ten edindiğimiz izlenim o ki; TMSF bugün piyasaya girmeden biraz bekleyecek. Döviz satma zorunluluğu tartışmalı hale gelse de, TMSF döviz fiyatları yükselirse yeniden satışa geçebilir.
Yazının Devamını Oku 
10 Haziran 2006
ÖNCEKİ gün gazeteciler Devlet Bakanı Ali Babacan’a, Para Politikası Kurulu’ndaki boş üyeliğe İbrahim Turhan’ın atanmasının "siyasi bir tercih" olup olmadığını sormuşlar. Babacan, Kurul’un bir üyesinin Banka Meclisi tarafından Meclis üyeleri arasında seçildiğini hatırlatıp, "Dolayısıyla Banka Meclisi kendi arasında seçtiği, kendi kendini seçtiği bir üyeyi Para Politikası Kurulu üyesi olarak atamaktadır" diye konuştu.
Yani Babacan açık açık "siyasi bir tercih değildir" yanıtı veremiyor ama lafı döndürerek, "Biz seçmedik Banka Meclisi seçti" demeye getiriyor.
Halbuki İbrahim Turhan’ın Kurul üyeliğine seçimi tümüyle siyasidir. İşte kanıtı:
Her şeyden önce Banka Meclisi tümüyle siyasi otoritenin seçtiği üyelerden oluşuyor. Daha önceki Hükümetlerin önemli bir bölümü, Meclis üyesi yapacağı kişiyi Merkez Bankası yönetimine sorup, atardı. Ama AKP Hükümeti hiç sormadan Meclis üyelerini atadı. Sadece Başkana çok ender, atayacağı kişiyi, en fazla bir gün önceden söyledi. Yani Banka Meclisi üyeleri tümüyle AKP iktidarının getirdiği kişiler. Dolayasıyla yeniden seçilmek için Bakanın her dediğini yapıyorlar. Yani öyle yapacak kişiler seçildi ve Hükümetle çok yakın çalışıyorlar.
Kısacası; doğal olarak zaten siyasi bir tercih söz konusu. Ama Hükümet bununla yetinmedi...
Hükümet Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın istememesine rağmen, İbrahim Turhan’ı önce Merkez Bankası Başkan Yardımcısı yapmak istedi. Bu nedenle, iki ay geçmesine rağmen Banka Meclisi toplanıp da kendi arasından Para Politikası Kurulu’na seçeceği üyeyi bilerek geciktirdi. Ta ki İbrahim Turhan’ın atanmasını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onaylamayacağı ortaya çıkana kadar.
İşte geçen hafta Cumhurbaşkanı Sezer’in İbrahim Turhan’ın Başkan Yardımcılığına atanmasını kabul etmeyeceği kesinleşince, yerine Mehmet Yörükoğlu atandı. Dolayısıyla İbrahim Turhan, Başkan Yardımcısı olamayınca iki aylık gecikmeden sonra Banka Meclisi toplanıp, kendi arasından para Politikası Kurulu üyesi olarak Turhan’ı seçti. Bu onay yazılı ya da sözlü istendi, kesin olarak bilmiyoruz ama Cumhurbaşkanı’nın onayı istendi ve olmadı. Zaten Banka Meclisi üyeleri, "neden gecikiyorsunuz" diye sıkıştırıldıklarında, "İbrahim Turhan’ın kararnamesinin sonucunu bekliyoruz"diye Banka’da açık açık konuştular.
O zaman Babacan’a bir daha soralım mı? "Sayın Bakan bu atama siyasi bir tercih mi?"
’KÖTÜMSER OLMAYIN’ YETMEZ
Babacan, dün de başka bir toplantıda, son bir aylık dönemde piyasadaki hareketlilik ve bununla bağlantılı olarak oluşturulmaya çalışılan "kötümser hava"ya kimsenin kanmamasını istemiş. Aslında Bakan Babacan’ın beklenti yönetimi anlayışının "kötümser olmayın, eleştirilere kanmayın"la sınırlı olduğunu, daha önce de yazmıştık. Bakan hálá aynı anlayışta.
Artık, "kötümser olmayın" demenin yetmeyeceğini, önlem alınması gerektiğini bir anlasalar, piyasalar da rahatlayacak. Ancak şimdiye kadar tüm eleştirilere "bunlar münafık" demekten öteye gidemediler. IMF "Bu kötülemede cari açığın payı büyük" diyor ama Babacan biliyorsunuz cari açık yüksek diyenlere evvelden beri kızıyor. Peki sonuçta ne oldu?
Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; piyasaların Hükümete, Hükümet üyelerine ekonominin gereklerinin yapılacağı konusunda güveni kalmadı. Eskiden "zorlanınca nasıl olsa yaparlar" diyenler, Merkez Bankası atamasında, göz göre göre partizanlık yapılınca, bilerek işi zora sokunca Bakanlara da güvenleri kaybettiler. Hem de bu durum işlerine gelmemesine rağmen...
Herkes, Bakan Babacan başta olmak üzere, Hükümetin Merkez Bankası’na siyasi müdahalelerde bulunduğunu, Başkanı rahat bırakmadığını düşünüyor. Görüşleri bilinen İbrahim Turhan’ın tepki göreceği biline biline atanması da bu görüşü pakiştirdi.
Son faiz artırımından sonra bakanların "Merkez Bankası iyi yaptı" demesi, inanın, piyasalarda Merkez Bankası’na faiz kararıyla oluşan güveni zedeleyen bir unsur oldu.
Siz Merkez’le oynamayı bırakıp, TÜSİAD’ın dediği gibi, "Cumhurbaşkanlığını uzlaşmayla seçeceğiz" deyip, devletin kurumlarıyla barışabiliyor musunuz? İşte piyasa artık buna bakıyor.
Yazının Devamını Oku 
8 Haziran 2006
PİYASALARIN korktuğu oldu ve Merkez Bankası Para Kurulu üyeliğine, Banka Meclisini temsilen İbrahim Turhan getirildi. Böylece Merkez Bankası’nda Başkan Durmuş Yılmaz’ın değil, hükümetin istediğinin olduğunu söylemekte de fayda var.
Dün bu kararın kamuoyuna açıklanmasından sonra arayan birkaç bankacı, şu soruyu sordular: "Başkan Durmuş Yılmaz, bu karar üzerine istifa eder mi?"
Böyle bir istifanın, en azından şimdilik olmayacağını tahmin ediyoruz. Ama bu sorular bile tek başına, piyasaların bu atamadan ne kadar korktuğunu açıkca ortaya koyuyor.
Daha önce uyarmamıza rağmen, piyasadaki imajını bilmelerine rağmen, Banka Meclisi’nin böyle bir karar alması, bizce çok çarpıcı. Banka Meclisi’nin hükümetin atadığı kişilerden oluştuğunu ve bazı bakanların Banka Meclisi ile sıkı dirsek temasında kalıp, kararları belirlediğini bildiğimiz için, bu operasyonun hükümetin kararı olduğunu da söyleyebiliyoruz.
Düşünün bir kere; geçen hafta sonunda, "Durmuş Yılmaz’ı tanımam" diyen bir Başkan Yardımcısı, yani Para Politikası Kurulu üyesi olarak atandı. Ardından piyasaların daha önceki görüşlerini bildiği için korktuğu bir kişi, Para Politikası Kurulu üyeliğine getirildi.
Bir başka Para Politikası Kurulu üyesi ise Bakan Ali Babacan’ın yakın arkadaşı, Başkanlığa getirmek isteyip de getiremediği, belki de bu nedenle direk Babacan’la çalışmaya devam edip, Durmuş Yılmaz’ın tercihlerine sıcak yaklaşmayan Başkan Yardımcısı Erdem Başçı...
Yani Para Politikası Kurulu için, "Olaya siyasi yaklaşıp, kararlarını enflasyonla mücadele ya da istikrar açısından değil, Hükümetin zor durumda kalıp kalmayacağını düşünerek alacaklar" şeklinde ortaya çıkan kuşkular, her atamada daha da güçleniyor.
Ve piyasa da bu yapıyı, gidişatı açık açık görüp korkuyor ama korktuğu hep başına geliyor.
Para Politikası Kurulu üyeliğine atanan İbrahim Turhan’ın, daha önce kamuoyuna yansıyan bazı görüşlerini, ANKA Ajansı derlemiş. İşte bir ilave ile ANKA’nın haberinden birkaç alıntı:
"Kardeşim, ne piyasası? Piyasa dediğin nedir ki?’ diyebilme cesaretini gösteremedikten sonra, bu balkondan aşağıya atlanması lazım."
"Ben serbest piyasaya inanmıyorum, ben müdahaleye inanıyorum, müdahale edilmesi gereklidir. Bundan o kadar korkmaya da gerek yoktur."
"IMF bir ekonomik program uygulayarak, ödemeler dengesi problemine yol açmıştır, döviz krizine yol açmıştır."
"Özelleştirme dediğimiz şey problemdir. Liberalleşme dediğimiz şey, problemdir..."
"İslam’a bir iktisadi model tasarlayacakken, ’ekonomiden faizi çıkardık, İslami ekonomi oldu’ yanlışına düşmememiz lazım."
Bu sözlerin sahibi, piyasaya, liberalizme karşı olan, İslami ekonomik model tasarlama gayretindeki bir kişi, Para Politikası Kurulu üyeliğine atanıyor. Piyasanın bu üyeye, karar mekanizmasında bulunduğu Kurul’a saygısı ne kadar olur? Bir hükümet bile bile, böyle bir şeyi nasıl yapar? Yeniden güven sağlamaya büyük ihtiyaç duyarken, tam tersine böyle simgesel anlamı olan atama kararlarını neden alır? Anlaşılır gibi değil..
Bu satırlar yazılırken faiz kararı çıkmamıştı ama bizce bu karara güven, baştan azalmış oldu.
Saydamer’i kaybettik
UZUN yıllardır arkadaşlığından onur duyduğum, gazeteci arkadaşımız Kemal Saydamer’i kaybettik. Dün, neredeyse Ankara’nın eski, yeni tüm gazetecileri Kocatepe Camii’nde çok sevdikleri Saydamer’i yolculamaya gelmişlerdi.
Kemal, çok sevilen, insancıl, temiz, namuslu, yumuşak, iyi bir insandı. Bu vasıfların hepsine birden sahip olmanın, bu dönemde gazetecilikte (her meslekte) çok yükselmesini önleyecek vasıflar olduğunu biliyordu. Ama onun tercihiydi, tercihinin sonuçlarına katlanmasını bildi.
"Yemek yemeyi bu kadar aşkla sevmesi" de tüm uyarılara rağmen vazgeçemediği tercihiydi.
Bu tercihi ve vazgeçemediği gazeteciliğin getirdiği stres, çok genç yaşta onu kaybetmemize yol açtı. Barış Selçuk, ardından Kemal Saydamer... İyi gazeteciler bizi terk ediyor...
Yazının Devamını Oku 
6 Haziran 2006
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın işi gerçekten çok zor. Dün bütün gazetelerde "Çarşamba günü Para Politikası Kurulu’nu olağanüstü toplayıp, faiz artırımı yapmayı düşünüyoruz" demecine rağmen, piyasalar bu sözlere o kadar önemli bir tepki vermedi. Her şeyden önce şunu söylememiz gerekiyor ki; biz Durmuş Yılmaz’ın bu olağanüstü toplantıyı açıklamasının bile, piyasaları yumuşatacağını zannediyorduk. Daha doğrusu, Yılmaz’ın bunu hesap ederek, açıklamayı bilerek önceden yaptığını düşünüyorduk.
Eğer böyle bir etki planlandıysa, açık söylemek gerekir ki; bu plan başarılı olamadı.
Eski Merkez Bankacılar söylediğimizde bu açıklamaya şaşırdılar. Durmuş Yılmaz’ın niye böyle bir yola gittiğini anlamadıklarını söylediler ama ardından da "Herhalde bir plan yapılmıştır" demeyi tercih ettiler. Çünkü daha önce bu tür olağan dışı durumlarda Para Politikası Kurulu basına haber vermeden yapılır, eğer bir karar alınacaksa, bu toplantının ardından açıklanırdı. Resmi ya gayri resmi, gerek görüldüğünde, anons edilen tarihlerin dışında bu tür toplantıları yapıldığını hatırlatan yetkililer, bu nedenle şaşırmışlardı.
Bizce gerekli tepkinin verilmemesinde, hala piyasaların Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Durmuş Yılmaz’a tam olarak güvenememesinin payı büyük.
Yani böyle bir açıklamayı Süreyya Serdengeçti yapsaydı, "Mutlaka bir şey yapacak" diye, açıklamanın ardından piyasalar gerekli tepkiyi verirdi.
Başkan Yılmaz’ın işinin bu nedenle çok zor olduğunu düşünüyoruz.
Dün bankacılarla konuşurken bazıları şunları söyledi: "Süreyya Serdengeçti olsaydı önceden açıklama yapmazdı. Hadi yaptı diyelim o zaman’ benim bir tane oyum var.Ben faiz artırımı düşünüyorum ama arkadaşlara haksızlık etmek istemiyorum’ diye bir şey söylemezdi. Eğer faiz artırımı yapılacak derse bunu direk olarak söyler, açık kapı bırakmaz ve yapardı" dediler.
Yani Durmuş Yılmaz’ın ikircikli konuşmasının piyasalarda faiz artırımı konusunda inanç oluşmasına engel olduğunu ifade ettiler. Bankacılar, "Böyle söylediğine göre demek ki faiz artırımı olabilir de olmayabilir de" yorumunu yapabiliyorlar.
Aslında bir türlü oluşturulamayan bu güven konusunda Yeni Başkan Durmuş Yılmaz’ın olduğu kadar, hatta belki ondan da daha fazla, Hükümetin suçu var.
BABACAN ELİNİ ÇEKMİYOR
Çünkü Durmuş Yılmaz’ın İstanbul’da gazetelerin ekonomi yöneticileriyle toplanıp, "faiz artırımı düşünüyorum" dediği zaman, Resmi Gazetede Mehmet Yörükoğlu’nun Merkez Bankası Başkan Yardımcılığına atanmasına ilişkin kararnamesinin yayımlanmış, ardından, Yörükoğlu ’nun "Ben Durmuş Yılmaz’ı tanımam" demeci yayımlanmıştı.
Kısacası, bu atamayı da Yılmaz’a rağmen, Bakan Babacan’ın yaptırdığı düşünüldü.
Yani piyasalar, Başkan Yılmaz’ın Merkez Bankası’na hakim olamadığını düşünüyor ve bu nedenle "Ben öyle düşünüyorum ama arkadaşlara saygısızlık etmem" dediğinde, ister istemez, "Arkadaşları Yılmaz’ın aksine faiz artırımını düşünmüyor olabilir" diyebiliyorlar.
İşte burada Hükümetin, daha doğrusu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın Merkez Bankası’nın içinden bir türlü elini çekmemesi büyük rol oynuyor. Son dönemde Babacan’ın yakın arkadaşı Erdem Başçı’nın "Başkana pek destek vermeyen" tutumu da Banka içinde dikkat çekiyor.
Bankacılar, zaten, belki de tanımadıkları için, daha önce Banka içinden atanan Başkan Yardımcısını da pek hoş karşılamadılar. Daha doğrusu, piyasalara güven verebilecek, saygın, görüşlerine güvendikleri bir iktisatçı atanmamasından rahatsızlar.
Bu arada Banka Meclisinin oturup yeni Banka Meclisi üyesini seçmeyişi, Banka Meclisi içinden Para Politikası Kurulu’na katılacak üyenin seçilememesini de, "Banka Meclisi Bakanın etkisinde, Başkanla çatışıyorlar o nedenle seçimler yapılamıyor" şeklinde yorumluyorlar. Bu belirsizliği önemli bir tedirginlik kaynağı olarak görüyorlar. Meclis içinden İbrahim Turhan’ın Kurula seçilmesinden ise, görüşleri nedeniyle açıkca korkuyorlar.
Piyasalara güven için Yılmaz’ın çok çaba sarfetmesi gerekecek. Umarız bu güveni verebilir.
Yazının Devamını Oku 
5 Haziran 2006
PİYASALARDA, son dönemdeki dalgalı seyri değiştirebilecek, "dönüm noktası" potansiyeli taşıyan bir haftaya başlıyoruz. Merkez Bankası’nın dün, Çarşamba günü olağanüstü Para Kurulu’nu toplama kararını açıklaması bile tek başına, bu haftanın, piyasalarda radikal kararların alınacağı, trendi değiştirebilecek önemde bir hafta olacağını gösteriyor.
Merkez Bankası Para Kurulu’nun olağanüstü toplanması, adı üstünde, ancak olağanüstü durumlarda başvurulacak bir yöntem. Yani olağanüstü toplantı, bizce mutlaka faiz artışının alınacağı, bu kadar kesin olmasa da büyük ihtimalle aynı zamanda dövize müdahale kararının alınacağını şimdiden gösteriyor.
Bu olağanüstü duruma yol açan gelişme ise Cuma günü açıklanan Mayıs ayı enflasyon verileri oldu. Bu veriler tüm piyasaları olduğu gibi, Merkez Bankası’nı da korkuttu.
Bankacılar, geçtiğimiz Cuma günü enflasyon verileri açıklanana kadar güzel bir piyasa yaşadıklarını söylediler. Özellikle saat 15.30-16.30 arası, sanki satış trendinin geriye döndüğünü gösteren işaretleri almaya başladıklarını hissettiklerini kaydeden bankacılar, "Ancak 16.30’da enflasyon verileri açıklanınca seyir yeniden tersine döndü" dediler.
Cuma günkü iyileşmenin ABD’nin istihdam verilerinin açıklanmasıyla, tüm gelişmekte olan ülkelerde aynen yaşandığını kaydeden bankacılar, "Bizdeki enflasyon verileri sadece bizim piyasayı değil tüm dünya piyasalarını etkiledi, tüm gelişmekte olan ülke piyasaları bizim enflasyon rakamından sonra yeniden geriye gitmeye başladı" dediler.
Merkez Bankası’nın 10 gün önce yaptığı olağan para kurulu toplantısında, radikal karar alarak önemli oranda bir faiz artırımına gitmesinin piyasaları değiştirebileceğini söylemiştik ama Para Kurulu buna cesaret edemedi. Yine "orta vadeli bakış" bozulmadı gerekçesiyle faiz artırımına gitmedi, faizlerin aynen korunması kararı aldı. Elbette onların tercihiydi; ama o zaman faiz artırım kararı alınsaydı, belki Cuma günkü enflasyon verisi piyasaları bu kadar korkutmayacaktı. Gerçi kesin konuşmamak gerekir; belki de o zaman artırım yapsa bile, yine de yeni bir artırım gereği doğabilirdi.
Neyse, yanlışın neresinden dönülürse kardır deyip, Olağanüstü Para Kurulu Toplantısı kararını desteklemek gerekiyor. Aynı şekilde, bu olağanüstü toplantıda faiz artırım kararını, bununla birlikte artık dövize müdahale kararının alınmasını da bizce desteklemek gerekiyor.
2-2,5 PUANLIK ARTIRIM ZATEN FİYATLARIN İÇİNDE
Olağanüstü Para Kurulu Kararı ve Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın dün İstanbul’da gazetecilerle yaptığı toplantıdan kulağımıza gelenler, zaten bugün piyasalarda kesin bir faiz artırım kararı beklentisi doğuracağını ortaya koyuyor.
Konuyla ilgili görüş sorduğumuz bankacılar, bu kararın olumlu olduğunu, piyasalardaki havanın bugün biraz yumuşayabileceğini söylediler. "Ne kadarlık bir faiz artırımı bekliyorsunuz?" dediğimde ise bir Fon yönetici, "Zaten Merkez’in yapacağı 2-2,5 puanlık bir artırım, şu anda piyasadaki fiyatların içinde var" dedi. Cuma kapanışta faizlerin yüzde 17.5’a ulaştığını hatırlatan aynı bankacı, Para Kurulu’ndan 2-2,5 puanlık bir artırım kararı çıkmasının sürpriz olmayacağını söyledi.
Aynı bankacı, "Ancak bu yetmez, mutlaka dövize müdahale kararının da alınması gerekir" yorumunda bulundu. Bugünden itibaren piyasaların bu beklentilerle yumuşayacağını, dışarıda kötü bir şey olmazsa bir miktar düzelme yaşanabileceğini kaydeden bankacı, "Ancak sadece faiz artırım kararı çıkarsa, piyasalar birkaç güne yeniden kötüleşebilir" dedi. Piyasaların Merkez Bankası’nın yapacağı bir döviz müdahalesi için geç kaldığı görüşünde olduğunu, daha doğrusu genelde böyle düşünen geniş bir bankacı kesimi olduğunu biliyoruz.
Ancak Başkan Durmuş Yılmaz da özel sohbetlerimizde "Biz bu rezervi müdahale için biriktirdik" diyerek müdahale yapacağını ama bunun için doğru zamanı beklediğini söyleyip duruyor. Yani dışarıdaki piyasalar gözlenerek, bu hafta döviz müdahalesi de gelebilir.
Bizce Başkan Yılmaz doğru yolda, umarız Hükümet bu doğru yola destek verir.
Yazının Devamını Oku 
3 Haziran 2006
HER şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; TÜSİAD’ın dünkü çıkışı sürpriz değildi. Gerçekten önemli bir çıkıştı ama TÜSİAD bildiğimiz kadarıyla, bir süredir tabanından gelen talep doğrultusunda bu çıkışı planlıyordu. Yapılan açıklamaların ince ince, çeşitli süzgeçlerden geçerek oluştuğu ortada. Bu nedenle fevri bir çıkış olma ihtimali de yok.
Yani TÜSİAD’ın dünkü eleştirileri hükümet tarafından artık üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken eleştirilerdir.
TÜSİAD’ın erken seçim istemediğini açıkça ortaya koymasını bir samimiyet göstergesi olarak alıp, diğer eleştirilerini, eskiden olduğu gibi "Bunların düşünceleri, belli oyunun parçası" diye algılamasalar, bizce, hükümetin kendisi için de ülke için de iyi olur. TÜSİAD’cılar belki bu nedenle hükümetin her eleştiriyi kendilerine karşı bir komplo olarak görmesinin yanlışlığına değinmek zorunda kaldılar.
Aslında biliyoruz ki; hükümetin eleştirilere çok sert tepki vermesi, TÜSİAD gibi hemen hemen tüm sivil toplum kuruluşlarının yakındığı bir konu. Yerel odaların temsilcileri bile, özel sohbetlerde, yapılan herhangi bir eleştiriye karşı yöre milletvekillerinin hemen tepki gösterdiğini söylüyorlar.
Buna rağmen TÜSİAD’ın bu çıkışı yapması, gerekli uyarıları çekinmeden dile getirmesi, bizce alkışlanması gereken bir davranış. Bizce artık "aydın olmak ile aymaz olmak arasındaki farkı", ayağa yere basan, tüm aydınların kavraması ve uyarılarını yapmaları gerekiyor.
Çünkü gidişat hiç iyi değil. TÜSİAD toplantısında dile getirildiği gibi "Hem IMF çapası devam edip, hem AB perspektifi varken, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla Türkiye’den çok daha fazla sermaye çıkışı olması"nı, kötü yönetimden başka bir şeye bağlamak mümkün değil. Diğer gelişmekte olan ülkelerin hiçbirinde "çifte çapa" olmadığını unutmayalım.
Bizce ekonomide yapılan çok fazla hata oldu. Sıcak para çarkları yağlayıp, sorunsuz dönmesini sağlarken, bozuk çarkları tamir etmek gerektiğini, sıcak para çekildiğinde çarklarda tamir edilmeyen parçaların sıkıntı çıkaracağını, dilimiz döndüğünce biz de dile getirdik ama hükümet, ekonomi yönetimi, bu eleştirileri dinlemedi.
Dinlemediği gibi, bir de elde edilen başarıların tümüyle kendi marifetleri olduğu yanılgısına düştükleri için sorunları küçümsediler. Cari açık diyenleri yine "kara gözlüklü" ilan ettiler. Bazı "her hükümetin yalakası akademik unvanlılar" kendilerini övüyor diye sahiden önemli bir iş yaptıklarını, artık rüştlerini ispat ettiklerini sandılar.
UZLAŞMASIZ YÖNETİLMEZ
TÜSİAD’ın laiklik uyarısı çok yerindeydi. Çünkü artık "liberal" oldukları için, özgürlükçü oldukları için AKP hükümetine destek veren, an azından "kösteklenmemesi gerektiğini" savunan kesimlerde bile, yaşam tarzları olan laikliğe bir tehdit görmeye başladılar.
Bizce AKP, daha önce gösterilen bu belirtileri anlamadı. Tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de devletin güçler dengesi üzerine kurulu olduğunu ve uzlaşmaya dayalı yönetimin zorunlu olduğunu görmediler.
Belki demokrasi anlayışındaki kıtlık nedeniyle, devletin hükümet dışındaki tüm kurumlarıyla kavga etmekten çekinmediler.
TÜSİAD’ın ilk kez dile getirilen "devlet kurumlarında kadrolaşma" şikayetini de, işte bu çatışmadan kaçınmamanın, dengeleri bozmaktan çekinmemenin bir göstergesi.
Hükümetin TÜSİAD’ın bu çıkışına ne yanıt vereceğini bilmiyoruz. Ancak bizim tahminimiz o ki; bu kadar sıkıştığı bir noktada.
Hükümet eski fevri çıkışlarını TÜSİAD’a karşı göstermeyecektir. Ama ne olacağını az çok tahmin ediyoruz. Açıklama sahipleriyle özel görüşmeler, ya da bağlı bulundukları gruplarla istişareler yapılıp, ağır şeyler söylenebilir.
AKP Hükümeti şimdiye kadar eleştirileri susturarak işine devam etme yoluna gitti. Bu konuda kendilerine göre başarılı oldular. Bizce TÜSİAD’ın dünkü çıkışı artık eleştiriler konusunda AKP hükümetinin eskisi kadar rahat olamayacağını, artık uzlaşma gerektiğini göstermesi açısından da çok önemliydi.
TÜSİAD; ekonomide kötü gidişatın da siyasi tercihlerden kaynaklandığını gördü..
Yazının Devamını Oku 
1 Haziran 2006
DIŞARDAKİ gelişmeler iç piyasayı vurmaya devam ederken, piyasa oyuncuları "itibarına sarılacak kurum" arıyorlar. Piyasadaki oyuncular son gelişmeler karşısında ekonomi yönetiminin tutumunu "sadece seyrediyorlar" biçiminde özetliyorlar. Bankacılar, bir an önce, yitirilen Merkez Bankası itibarının yeniden kazanılması gerektiğini, Merkez’in kredibilitesinin piyasalar için şart olduğunu söylüyorlar. Daha önce de Hükümete fazla güven duyulmadığını, "IMF isteyince yaparlar" izlenimi olduğunu hatırlatan bir bankacı, "Merkez Bankası’na bakıyorduk ve ne olursa olsun doğruyu yapacağına inanıyorduk, bize yol gösteriyordu" dedi. Son dönemde bunun kaybolduğunu ve piyasaların öndersiz kaldığını kaydeden aynı bankacı, "Bir an önce Merkez Bankası’nın eski itibarını kazanması lazım" dedi.
Bizce Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın Kuruma itibar kazandırmak için hala elinde önemli bir fırsat var. Ancak 1-2 ay sonra bu fırsat da elinde olmayabilir.
Peki bu dalgalı dönemi sakin geçebilmek için şart olan "Merkez’in itibarı" nasıl sağlanacak?
Bizce herşeyden önce Hükümet ortaya çıkan bu ihtiyacı artık görmeli. Çünkü Merkez’in itibarı nedeniyle elde edilecek kazanımlar, Hükümete artı yazacak ve işini kolaylaştıracak. Bunun için ise ilk yapması gereken şey, elini Merkez Bankası’nın içinden çekmesidir. Herkes çok iyi biliyor ki; özellikle Devlet Bakanı Ali Babacan, Merkez Bankası’nı da kendine bağlı bir birim olarak görme eğiliminde. Dışarıda "Biz Merkez Bankası bağımsızlığına çok önem veriyoruz" deyip, bunun gereğini yapmıyor. İçeriye yerleştirdikleri arkadaşları sayesinde Merkez Bankası’ndan hükümete eleştiri gelmesini, bizce önlemeye çalışıyorlar, istedikleri kişileri atamak, yerleştirmek istiyorlar ama bunlar Merkez Bankası’nın itibarını zedeliyor.
Düşünün; düne kadar, üzerinden aylar geçmesine rağmen, boş olan iki başkan yardımcılığına atama yapılamamıştı. Bunun dışında Banka Meclisi’nin kendi arasında toplanıp, Durmuş Yılmaz’dan boşalan üyelik için bir kişi seçmesi gerekiyordu, hálá bu yapılamadı. Bununla birlikte Banka Meclisini temsilen Para Politikası Kurulu’na bir kişinin seçilmesi gerekiyordu, bu da yapılamadı. Bütün bunlar niye yapılamadı, niye gecikiyor diye baktığımızda, Başkanın istediği isimleri Babacan’a gönderdiği ama oradan Cumhurbaşkanlığına isimlerin çıkmadığı söyleniyordu. Dün içeriden Burhan Göklemez Başkan Yardımcılığına atandı. Göklemez’in eski bir Merkezci olduğu, dolayısıyla bu atamanın Durmuş Yılmaz’ın ataması olduğu ortada.
BAĞIMSIZLIK İCRAATLA GÖSTERİLİR
Peki önümüzdeki hafta resmen emekli olacak Şükrü Binay’dan boşalacak yer de dahil, iki başkan yardımcılığına daha atama yapılacak, bu niye yapılamıyor? Acaba Yılmaz ile Bakan Babacan arasında görüş ayrılığı mı var? Kim nerede duruyor, ne baskı yapıyor, bunlar söylenmese de açık değil mi? Peki, kararnameye gerek duyulmadığı halde neden yeni Banka Meclisi üyesi atanamıyor ve Para Politikası Kuruluna gelecek banka meclisi temsilcisi niye seçilemiyor? Acaba Bakan Babacan kendi istediği isimleri atamak için mi geciktiriyor?
Bizce böyle Merkez Bankası bağımsızlığı olmaz. Bu durum itibar kaybettiriyor. Hele en yoğun dalgalanma döneminde, yaratılan bu durum "bile bile sorun yaratmak" anlamına gelir.
Yani biran önce Hükümet ve Bakanlar Merkez Bankası’ndan elini çekmeli....
Bunun ardından belki de Durmuş Yılmaz’ın kendini daha iyi anlatmak için atağa geçmesi gerek. Belki de radikal kararla, şok bir faiz artırım kararı gerekebilir. Yılmaz önceki gün banka genel müdürlerine "enflasyon hedefinde ısrarlıyız, tehlike halinde gerekli karar alırız" ve "Merkez Bankası bağımsızdır ve bunu icraatle gösterir" demiş. İşte şimdi icraat zamanı...
Durmuş Yılmaz, içerdeki adamlarına rağmen Hükümetle çatışmayı göze alması gerekir. Yumuşak kişiliği ayrı, yapılması gereken işler ayrıdır. Bir an önce Merkez Bankası’na itibar kazandırmak için ne gerekiyorsa, onu yapmalı. Bunu yaparsa içerdeki desteği de artar.
Yani bağımsızlık ve istikrarı korumak adına ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalı.
Yılmaz’ın kaybedeceği hiçbir şey yok ama bunları hemen yapmazsa, Türkiye’nin kaybedeceği çok şey var... Merkez’in itibarı şimdi Hükümetinden çok daha önemli...
Yazının Devamını Oku 
30 Mayıs 2006
PİYASALARDA giderek daha yoğun bir şekilde, "Yurt dışında düzelme olursa, içerde aynı düzelmeyi yaşayabilir miyiz?" sorusu tartışılıyor. Daha önce de tartışılıyordu ama son dönemde endişelerin çoğaldığını gözlüyoruz. Geçen hafta dışarıda yaşanan bir miktar iyileşmenin bize yansımaması, endişeleri artırdı. Bu hafta içinde de yurt dışında yine, bir miktar daha düzelme bekleniyor ama bu düzelmenin iç piyasaya yansıyacağı şüpheli.
Piyasalarda, yeni kur-faiz dengesinin nerede oluşacağı da tartışılmaya devam ediyor. Daha önce kurların 1.3 YTL, olmasa bile 1.4 YTL seviyesine ineceğini tahmin edenlerin sayısı bir hayli fazlaydı ama son günlerde yeni denge için daha çok 1.5 YTL rakamı konuşulmaya başladı.
Bununla birlikte faizlerin artık yüzde 16’ların altına inmesi de zor görülüyor.
Gerçek şu ki; dışarıda artan faizlerin, bir-iki yıl daha bu seviyelerinden aşağı inmesi çok zor. Tersine, bir müddet daha artışın devam etmesi, daha yukarılarda "yeni bir dünya dengesi" kurulması ihtimali bir hayli yüksek görülüyor.
O zaman, içerde faizlerin iki ay önceki seviyelerine inmesi de çok zor. İçeride reel faizler zaten yüksekti, daha da düşmesi gerekiyordu ama yeniden bir iniş trendi yakalamak için çok önemli gelişmelerin olması gerekecek.
İşte bu nedenle, Merkez Bankası’nın haziranda olmasa bile, temmuz ayında bir faiz artırımı yapmak zorunda kalacağı söyleniyor. Tabi burada belirleyici olan mayıs ve haziran ayı enflasyon rakamları olacak ama şimdiden bu rakamların yüksek çıkacağını tahmin edenlerin sayısı bir hayli fazla. Yani, o meşhur "beklentiler", giderek daha fazla bozuluyor.
Buna rağmen enflasyon hedefi konusunda kesin bir şey söylemek için erken olduğunu söyleyenler var. Daha doğrusu, biraz da Merkez Bankası’nın enflasyon hedefini koruma konusunda yapacağı hareketlerin belirginleşmesi bekleniyor.
Şurası bir gerçek ki; artık faiz harcaması artacak. Artacak bu harcamaya karşılık, dengeleri koruyabilmek için harcamalarda daha fazla tasarruf yapmak zorunda kalınacak. İşin püf noktası da burada: AKP Hükümeti siyasi olarak sıkışmaya başlamışken, ekonomik olarak da zor bir sürece giriyor. Daha doğrusu sıcak parayla balayı artık bitti. Şimdi mali disiplini daha da sıkılaştırmak zorunda. Buna karşılık yaklaşan seçimler var ve AKP tabanından, başta tarım kesimi olmak üzere ciddi popülist harcama, seçim ekonomisi talepleri yükselmeye başladı
İşte bu noktada, bırakın popülizmi, harcamaları kısma gereği ortaya çıkıyor.
Eskiden IMF ismi "kemer sıkma" ile birlikte kullanılırdı. İşte şimdi o kemer sıkma dönemi...
ÖNŞART TASARRUF
IMF Ankara’daki son toplantılarda, bizce şimdiye kadarki en radikal talebini yaptı ve "vergi gelirleri artsa bile harcamaların bütçe rakamlarının üzerine çıkmaması" şartını getirdi.
Hükümet ya çok zor durumda olduğu için bu şartı kabul etmek zorunda kaldı, ya da "Şimdi bu şartı koyalım, bir yolunu bulur deleriz, uygulamayız" diye düşündü...
İnsanın aklına, "sıkıştıkları an IMF’e rest çekip istedikleri kadar seçim harcaması mı yapmak istiyorlar acaba" sorusu da akla gelmiyor değil.
Umarız, hükümetin böyle bir niyeti yoktur da, yeniden "yarım kalan stand-by anlaşmaları" dönemine geri dönmeyiz. Aksi takdirde bütün çekilen bu sıkıntıların boşa gideceğini, eski istikrarsız dönemlere geri dönme tehlikesi bulunduğunu, umarız görüyorlardır.
Dediğimiz gibi; bu gidişatı önlemenin tek yolu var; ekonomik programa ve mali istikrara daha fazla sarılmak. Enflasyon hedefinden taviz verilmez ve bu arada yükselen kurlarla cari denge biraz düzeltilirse, yaşanan bu sıkıntı fırsata çevrilebilir.
Ancak bunun önkoşulu, tasarruf tan geçiyor. Hükümet harcamayı kısıp, büyümeyi biraz frenlemeyi, yani iç talebi kısmayı göze almak zorunda. Tabi bu arada Merkez Bankası’na müdahale etmekten de vazgeçmeli, faiz kararları üzerinde baskı oluşturmamalı...
Peki bunlar yapılabilir mi? Zor ama bizce yapılabilir.
Aksi takdirde hükümet, "zamanında seçimi" bulmadan, çok zor bir ortamda kendini buluverir.
Yazının Devamını Oku 