PİYASALARDA giderek daha yoğun bir şekilde, "Yurt dışında düzelme olursa, içerde aynı düzelmeyi yaşayabilir miyiz?" sorusu tartışılıyor.
Daha önce de tartışılıyordu ama son dönemde endişelerin çoğaldığını gözlüyoruz. Geçen hafta dışarıda yaşanan bir miktar iyileşmenin bize yansımaması, endişeleri artırdı. Bu hafta içinde de yurt dışında yine, bir miktar daha düzelme bekleniyor ama bu düzelmenin iç piyasaya yansıyacağı şüpheli.
Piyasalarda, yeni kur-faiz dengesinin nerede oluşacağı da tartışılmaya devam ediyor. Daha önce kurların 1.3 YTL, olmasa bile 1.4 YTL seviyesine ineceğini tahmin edenlerin sayısı bir hayli fazlaydı ama son günlerde yeni denge için daha çok 1.5 YTL rakamı konuşulmaya başladı.
Bununla birlikte faizlerin artık yüzde 16’ların altına inmesi de zor görülüyor.
Gerçek şu ki; dışarıda artan faizlerin, bir-iki yıl daha bu seviyelerinden aşağı inmesi çok zor. Tersine, bir müddet daha artışın devam etmesi, daha yukarılarda "yeni bir dünya dengesi" kurulması ihtimali bir hayli yüksek görülüyor.
O zaman, içerde faizlerin iki ay önceki seviyelerine inmesi de çok zor. İçeride reel faizler zaten yüksekti, daha da düşmesi gerekiyordu ama yeniden bir iniş trendi yakalamak için çok önemli gelişmelerin olması gerekecek.
İşte bu nedenle, Merkez Bankası’nın haziranda olmasa bile, temmuz ayında bir faiz artırımı yapmak zorunda kalacağı söyleniyor. Tabi burada belirleyici olan mayıs ve haziran ayı enflasyon rakamları olacak ama şimdiden bu rakamların yüksek çıkacağını tahmin edenlerin sayısı bir hayli fazla. Yani, o meşhur "beklentiler", giderek daha fazla bozuluyor.
Buna rağmen enflasyon hedefi konusunda kesin bir şey söylemek için erken olduğunu söyleyenler var. Daha doğrusu, biraz da Merkez Bankası’nın enflasyon hedefini koruma konusunda yapacağı hareketlerin belirginleşmesi bekleniyor.
Şurası bir gerçek ki; artık faiz harcaması artacak. Artacak bu harcamaya karşılık, dengeleri koruyabilmek için harcamalarda daha fazla tasarruf yapmak zorunda kalınacak. İşin püf noktası da burada: AKP Hükümeti siyasi olarak sıkışmaya başlamışken, ekonomik olarak da zor bir sürece giriyor. Daha doğrusu sıcak parayla balayı artık bitti. Şimdi mali disiplini daha da sıkılaştırmak zorunda. Buna karşılık yaklaşan seçimler var ve AKP tabanından, başta tarım kesimi olmak üzere ciddi popülist harcama, seçim ekonomisi talepleri yükselmeye başladı
İşte bu noktada, bırakın popülizmi, harcamaları kısma gereği ortaya çıkıyor.
Eskiden IMF ismi "kemer sıkma" ile birlikte kullanılırdı. İşte şimdi o kemer sıkma dönemi...
ÖNŞART TASARRUF
IMF Ankara’daki son toplantılarda, bizce şimdiye kadarki en radikal talebini yaptı ve "vergi gelirleri artsa bile harcamaların bütçe rakamlarının üzerine çıkmaması" şartını getirdi.
Hükümet ya çok zor durumda olduğu için bu şartı kabul etmek zorunda kaldı, ya da "Şimdi bu şartı koyalım, bir yolunu bulur deleriz, uygulamayız" diye düşündü...
İnsanın aklına, "sıkıştıkları an IMF’e rest çekip istedikleri kadar seçim harcaması mı yapmak istiyorlar acaba" sorusu da akla gelmiyor değil.
Umarız, hükümetin böyle bir niyeti yoktur da, yeniden "yarım kalan stand-by anlaşmaları" dönemine geri dönmeyiz. Aksi takdirde bütün çekilen bu sıkıntıların boşa gideceğini, eski istikrarsız dönemlere geri dönme tehlikesi bulunduğunu, umarız görüyorlardır.
Dediğimiz gibi; bu gidişatı önlemenin tek yolu var; ekonomik programa ve mali istikrara daha fazla sarılmak. Enflasyon hedefinden taviz verilmez ve bu arada yükselen kurlarla cari denge biraz düzeltilirse, yaşanan bu sıkıntı fırsata çevrilebilir.
Ancak bunun önkoşulu, tasarruf tan geçiyor. Hükümet harcamayı kısıp, büyümeyi biraz frenlemeyi, yani iç talebi kısmayı göze almak zorunda. Tabi bu arada Merkez Bankası’na müdahale etmekten de vazgeçmeli, faiz kararları üzerinde baskı oluşturmamalı...
Peki bunlar yapılabilir mi? Zor ama bizce yapılabilir.
Aksi takdirde hükümet, "zamanında seçimi" bulmadan, çok zor bir ortamda kendini buluverir.