20 Şubat 2007
KISA vadeli yabancı sermayenin son dönemdeki yoğun akımına rağmen yerlilerin hálá bu rüzgara kendini kaptırmadığı gözleniyor. Gördüğümüz kadarıyla yerliler temkinli tutumlarını devam ettiriyorlar. Geçen haftaki akıma rağmen yerlilerin bu rüzgara kapılmaması, en azından Cumhurbaşkanlığı seçimi bitene kadar rüzgara karşı duracaklarının de bizce bir göstergesi. Tabii o zamana kadar dışardan gelen rüzgar durulmazsa.
Dün CNN Türk’te yayınlanan Referans Noktası programında, Eyüp Can ile birlikte konuğumuz Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü Kemal Kaya idi. Kaya da, yerlilerin bu temkinli tutumuna dikkat çekerek, 2002 yılında Hazine kağıtlarında yüzde 2 civarında olan yabancı payının şu anda yüzde 16’yı bulduğunu bunun oldukça yüksek bir oran olduğunu söyledi. Kaya yerlilerin dövize olan talebinin devam ettiğini, hálá döviz satmadıklarını da söyledi.
Küresel likidite konusundaki görüşlerini açıklayan Kemal Kaya, ABD ve Avrupa’dan sürpriz beklemediklerini, şu anda gözlerin Japonya’da olduğunu söyledi. Türkiye’nin geçen mayıs ayındaki küresel dalgalanmadan tüm gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha fazla olumsuz etkilendiğini hatırlatırken, bunun nedenini "yüksek cari açık" olarak belirtti. Kaya, Türkiye’nin içerdeki riskleri çok daha iyi yönetmesi gerektiğini, dalgalanmadan fazla etkilenmemek için bunun şart olduğunu kaydetti.
Yerlilerin özellikle siyasi kriz tehlikesi nedeniyle temkinli durduğunu, yabancıların ise daha çok Türkiye’nin geleceğine yatırım yaptıklarını kaydeden Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü, yabancıların seçim sonrasında AB yakınlaşmasının yeniden başlayacağı, reformların yeniden hızlanacağı, özelleştirmenin yeniden ivme kazanacağı varsayımıyla hareket ettiğinin altını çizdi.
Uygulanan ekonomik programdan sapma ihtimali, siyasi riskler, yapısal reformların ertelenmesi veya hiç yapılmaması ihtimallerinin yabancıları da rahatsız edeceğini belirten Kaya, dış gelişmelerin Türkiye’nin kontrolünde olmadığını belirterek, "Kontrolümüzde olan konulara sıkı sıkıya sahip çıkmamız lazım" dedi.
FAZLA LİKİDİTE DİSİPLİNİ BOZDU
ABD Merkez Bankası’nın Greenspan döneminde 17 kez yüzde 0,25 oranında faiz artırdığına dikkat çeken Kaya, Bernanke’nin faiz artışının sonuna gelindiği yönündeki açıklamalarıyla piyasaları rahatlattığını kaydetti.
Japonya Merkez Bankası’nın tedbir için faiz artışına gidebileceğini, faiz artışından dolayı gelişmekte olan ülkeleri etkileyecek bir likidite sıkıntısının çok da mümkün görünmediğini belirten Kaya, "Ancak Japon Yen’i üzerinden yapılan yatırımlar var. Özellikle yen satıp gelişmekte olan piyasalara yatırım yapanlar var. Bunların Türkiye, Brezilya gibi ülkelerde güçlü yatırımları var. Kuvvetlenen bir yen karşılığında bu yatırımlar devam etmeyebilir, çözülebilir endişesi var" dedi.
Bunun böyle olmasını beklentilerin aksine "sağlıklı bir durum olarak" değerlendiren Kaya, gelişmekte olan piyasalara giren aşırı likiditenin bu piyasaların disiplinini bozduğunu ileri sürdü. Kaya, "Burada yatırım yapılmayacak alanlara giriliyor, sürü psikolojisi işliyor. Japonya’nın faiz artırımına bağlı olarak yatırımların bir miktar çözülmesi, daha kaliteli yatırımlara yönelmeyi getirecek. Bu anlamda bir düzeltmenin sağlıklı olacağını düşünüyorum" dedi.
Hızlı giden özelleştirmede yavaşlama hatta geriye dönüş olmasına rağmen, normalde sert tepki vermesi gereken piyasanın bu durumu tolere ettiğini söyledi. Kaya, "Burada hükümete bir nevi kredi veriliyor. AKP tekrar iktidarda kalırsa, özelleştirmede yakalanan momentumun tekrar geri geleceği düşünülüyor" dedi. Kaya, içsel konulardan yaratılacak bir sıkıntı olmadığı takdirde Türkiye’nin olası bir dalgalanmayı geçen yıla kıyasla daha yumuşak geçirebileceğinin altını çizdi. Umarız seçimler çok fazla hata yapılmasına neden olmaz da, daha yumuşak geçeriz.
Yazının Devamını Oku 
19 Şubat 2007
KAVRAMLARIN içini boşaltıp, her yere çekilebilen, istenildiği an istenildiği amaç için kullanılan birer sözcük haline getirmekte, üstümüze yok. Enis Berberoğlu’nun geçtiğimiz Cumartesi günkü "10 Soruda Muhbir Dosyası" başlıklı yazısını okuyan herkes,aslında bu "derin devlet" tanımlamasının altının ne kadar boş olduğunu anlayacaktır. Daha doğrusu aslında kullanılan biçimiyle bir derin devlet olmadığını, aslında başka sözcüklerle tanımlanacak bir organizasyon, ya da organizasyonların bulunduğu güne be gün, aşikar.
Son dönemde yeniden hortlayan biçimiyle "derin devlet" tanımlamasının, bizim eskiden "enflasyon" için kullandığımız, belirsizlik ifade eden bir tanıma dönüştüğünü hissediyorum.
Enflasyon için de öyle değil miydi? Yüksek ve istikrarsız bir enflasyon vardı, görünürde teorik olarak herkes karşı çıkardı ama kimse de bununla mücadele etmeye kalkışmazdı. Çünkü kurulan "saadet zinciri" oluşturulduğu gibi, devam eder giderdi.
Aslında enflasyon için, zararları için, bir sürü tartışma yapılır ama sonunda çoğu kimse "böyle gelmiş böyle gider" diye bakar, biraz da zor olduğu için, enflasyonla mücadeleye yanaşmazdı.
Daha sonra, artık enflasyon sürdürülemez oldu, küreselleşmeyi iliklerimize kadar hissetmeye başladık ve bu yarışın dışında kalmamak için zorunlu olarak enflasyonla mücadele başladı.
Çünkü artık hiçbir yönetici, göz göre göre ülkesini, halkını yarışın dışında bırakamayacak noktaya geldi. Halkın sefaletine açıkca seyirci kaldıkları anlaşılacağı için, Hükümet olanlar zorunluluktan, enflasyonla mücadele başlattılar ve şimdiye kadar geldik.
İşte o zaman aslında enflasyonun hep verilen izlenimiyle, hatta çizimlere girdiği şekliyle, "yenilemez bir canavar" olmadığı ortaya çıktı. Yıllardır bile bile derinleştirilen kara delikler kapatıldı, bir daha kara delik açılmaması için önlemler alındı, politikacıların ekonomiden elini çekmesi için bazı kurumlar oluşturulup, mali sistem şeffaf hale getirilmeye çalışıldı.
İşte o dönemde, yani enflasyonun canavar olarak görüldüğü, kimsenin dokunmaya cesaret edemediği dönemlerde, politikacılar hep kendilerine bu konuda eleştiri getirenlere kızdılar.
EKONOMİ İÇİN DE YARGI REFORMU
Peki enflasyon şimdi tam olarak yenildi mi, mücadele bitti mi?
Tabi ki hayır... Diz çöktürüldü ama tam olarak yenilemedi. İşte o nedenle hala kamunun iyice küçültülmesi gerektiğini, politikacıların tümüyle günlük ekonomiden elini eteğini çekmesi gerektiğini, varolan bağımsız kurumların güçlendirilmesi gerekirken aksine bağımsızlıklarının ellerinden alındığını, kadrolaşmayı, mali kesimin şeffaflığında geri adım atıldığını, seçim ekonomisi artık uygulanmaması gerektiğini söylemeye devam ediyoruz. Yine kızıyorlar...
Derin devlet işine gelince...
O da eski enflasyon tanımında olduğu gibi, sanki bir canavar. Yenilemez, rengi, kokusu, biçimi bilinmeyen, gizemli ama çok güçlü bir varlık gibi...Halbuki Enis’in yazısını okuduğunuzda içinde bakanların, büyük emniyet şeflerinin, yerel bağlantılarının olduğu bir organizasyon olduğu açıkca görülüyor. Bu bir tane mi, tabi ki hayır. Bizce bu tanımlara uyan, içinde politikacısı, işadamı, bürokratı, yargısı, emniyetini barındıran, böyle çok sayıda organizasyon var. Hangi unsurlarla menfaat organizasyonu oluşturulacaksa, o ayakların tamamlanmasından doğal bir şey olabilir mi?
Peki ne için? Güç için, para için... Güç ne için derseniz, içine tarikat da giriyor, iş alanı da giriyor, ideolojik ve etnik amaç da giriyor. Çoğu zaman hepsi de bir arada oluyor.
Enis yazısında "Artık yargı önünde değil yargı üzerinden adalet aranıyor" diyor...
Çok haklı olduğunu hepimiz biliyoruz. Yargı şu anda en çok konuşulmaya başlayan ama hala el atılmayan, politikacıların da çarpıklığından yararlandığı bir sistem haline gelmiş durumda.
Artık enflasyonun tam olarak yenilmesi için de, çağdaş ve istikrarlı bir ekonomi için de derin devlet yerine somut tanımlamalar yapılıp, kapsamlı yargı reformuyla çözüm gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
17 Şubat 2007
KÜRESEL likidite yine azdı, faizler döviz kuru düştükçe düşüyor, yani herkesin keyfi yerinde. Bu son gelişmeler karşısında keyfe kendini kaptırmayan, hálá temkinli tutumunu sürdürmek ihtiyacı hisseden ve buna göre davranan tek otorite ise Merkez Bankası... Merkez Bankası önceki gün Para Politikası Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklama ile kendisi açısından, geçen aylara kıyasla fazla bir şey değişmediğini belirtip, faiz oranlarını da bu nedenle sabit bıraktığını açıkladı.
Sadece faizi değiştirmemekle kalmadı, Merkez Bankası yaptığı açıklamanın metninde de önemli bir değişiklik yapmadı. Yani olumlu noktalar da, saydığı riskler de, geçen ayki açıklamada yer alanlarla neredeyse tıpatıp aynı.
O nedenle diyoruz ki; Merkez Bankası cephesinde değişen bir şey yok.
Değişen bir şey olmaması daha doğrusu Merkez Bankası’nın böyle bir açıklama yapması da doğal. Çünkü geçen ayki koşullar neredeyse tıpatıp aynı, bu arada veriler de öyle...
Merkez Bankası yine temkinli tutumunu sürdürüp. "para politikasında sıkı duruş" sergiliyor.
Bilindiği gibi ocak ayındaki yüksek enflasyon artışının, daha çok işlenmemiş gıda ürünleri kaynaklı olduğu açıklanmıştı. Merkez Bankası bu nedenle Şubat ayında bu etkinin gideceği, yani bu ayın sonunda yıllık enflasyonun aşağı yönlü olacağı ama daha sonra Mart ayında yeniden yıllık enflasyonun kafasını kaldıracağı tahmininde bulunuyor. Merkez Bankası’nın söylediği şu ki; enflasyonda belirgin düşüş daha çok ikinci çeyrekte başlayacak. Doğal olarak ondan sonra da yeni bir şey olup olmadığına bakılacak.
Merkez Bankası orta vadeli enflasyon görünümüne ilişkin temel riski, enflasyonun aşağı inme konusunda beklenenden daha güçlü bir direnç göstermesi olarak özetliyor. Para politikasındaki sıkı duruşun devam etmesinin gerekçeleri olarak da; beklentilerin henüz hedeflerle uyumlu olmaması, hizmet fiyat enflasyonuna ilişkin riskler, para politikasının toplam talep üzerindeki gecikmeli etkisi ve küresel ekonomideki ortaya çıkabilecek ani dalgalanmaları sıraladığını görüyoruz.
Yani sayılan belirsizlikler de hemen hemen aynı sayılır.
ENFLASYON FEDA EDİLMESİN
Merkez Bankası açıklamasında, enflasyonla mücadele açısından dikkatle izlendiği, değerlendirildiği belirtilen hususlar, "yapısal reform sürecindeki gelişmeler", "gelirler politikasındaki ayarlamalar" ve "kamu kesimi faiz dışı harcamalarının enflasyon ve enflasyon beklentileri üzerindeki olası yansımaları" öne çıkıyor.
Merkez Bankası açıklamasının sonunda yine, artık geleneksel olan biçimiyle, "Orta vadeli enflasyon görünümünü olumsuz yönde etkileyecek gelişmelerin gözlenmesi halinde parasal sıkılaştırmaya gitmekten kaçınmayacaktır" vurgusu yer alıyor
Merkez Bankası cephesinde yeni bir şey olmadığı konusunda genelde bankacıların görüş birliği içinde olduğunu görüyoruz. Ancak buna rağmen satır araları okunarak, geçen ayla değişen unsurlar ya da ayrıntılar üzerinde de durulup, değişik yorumlar yapıldığını da gözlemliyoruz.
Çoğu bankacı, piyasalardaki genel havaya uygun olarak bu açıklamayı gayet olumlu bulurken, bazı yorumcular, örneğin, "Büyüme ile enflasyonla mücadele arasında bir denge kurulması gerektiğini, Merkez Bankası’nın da riskleri sayarken bu yöne vurgu yapmaya çalıştığını" söylüyorlar. Yanısıra, Merkez Bankası’nın iç taleple ilgili yaptığı değerlendirmelerin de farklı yorumlandığı gözüküyor. Kimisi son çeyrekte, içtalepte üçüncü çeyreğe benzer görünümün olmasının parasal sıkılaştırmanın etkili olduğunu gösterdiğini belirtirken, kimileri böyle olmasına rağmen yine de böyle bir kanıya varabilmek için, bu alanda yayınlanacak yeni verilerin beklenmesi gerektiği görüşünde.
Özetle; Merkez Bankası hedeflere yaklaşmanın peşinde ve buna göre davranıyor.
Aslında bu sadece Merkez Bankası’nın değil, istikrar isteyen herkesin kaygısı olmalı.
Yazının Devamını Oku 
15 Şubat 2007
AKP Hükümeti özellikle de ekonomi yöneticileri, yalnız kaldıklarında herhalde, yağmur duası gibi, "uluslar arası likidite duası" ediyorlardır. Öyle ya, nisanda cumhurbaşkanlığı seçimi dönemi başlıyor, daha sonra genel seçimler geliyor. Zaten bir sürü iç risk varken bir de uluslararası likidite kesilirse, AKP’nin oylarının olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz olacak.
İşte bu nedenle, yatıp kalkıp "uluslararası likiditenin bu günkü canlı seviyesi devam etsin, kesilmesin" diye dua etmeleri de çok normal.
İşin şakası bir yana, piyasalar da ekonomi yönetimi de, gözlerini tümüyle uluslararası likiditeye, özellikle de Japonya’nın ekonomik durumu, faiz artırımı ve para birimi Japon Yeni’nin değer kazanıp kazanmayacağına çevirmişler, çok yakından izliyorlar.
Japonya’da faizlerin artırılmasının likiditeyi nasıl etkileyeceği üzerine spekülasyonlar başladı ve bundan sonra, hiç şüpheniz olmasın, daha bir süre konuşulacak. Çünkü uluslararası likiditede, Japonya’nın ihraç ettiği para belirleyici konumda ve olası gelişmeler uluslararası likidite ve bu likiditeden en fazla yararlanan gelişmekte olan ülkeleri yakından ilgilendiriyor.
Kısa döneme ilişkin çeşitli spekülasyonlar yapılıyor ama Deutche Bank’ın bu hafta çıkan bir araştırmasında, daha makro bir yaklaşım benimsenmiş. Özetle denen şu ki; Japonya’daki fazla paranın alınıp gelişmekte olan ülkelere yönlendirilmesi ve buradan çok yüksek kárlar elde edilmesi biçiminde özetlenecek bu akım, artık sürdürülemez noktalara geliyor. Deutche Bank böyle nitelemiyor ama görünen o ki; "Uluslararası saadet zinciri" diye adlandırabileceğimiz, gelişmekte olan ülkelere yarayan uluslararası likiditenin mevcut seyrinin böyle devam etmesi artık çok zor. Bu akımı yönetenlerin yani uluslararası banka ve aracı kurumların bu işten çok para kazandığı ortada ama artık bunun sonuna doğru gelindiği söylenmeye çalışılıyor.
MERKEZ MÜDAHALE ETMİYOR
Türkiye, bu saadet zincirinden en fazla faydalanan ülkelerden biri. Cari açık çok fazla olduğu için, zaman zaman bu likidite kesilip, toparlanmak için geri çekildiğinde epey dalgalanma yaşıyor ama sonradan akım alevlenip yeniden ortalığı toz pembe bir hale getiriveriyor.
Dün de yine, bu akımın canlanması nedeniyle, dolar kuru 1.40’ın altına indi. Bu seviyeye gelince Merkez Bankası’nın müdahalesini bekleyen piyasa, artık, "Merkez’in bunun önünde duramayacağını görüp, daha fazla giriş olmaması nedeniyle" mümkün olduğunca müdahaleden çekinmesini de, doğal karşılamaya başladı. Zaten çok da aşağı inmeyeceğini söyleyip, Merkez’in ileride gelecek bir dalgadan çekindiğini, bu nedenle sonradan faiz artırmak ve dolar satmak zorunda kalmamak için bu konuda da temkinli davrandığını söylüyorlar. Yani herkes özellikle de uluslararası ve ulusal finans piyasaları bu uluslararası saadet zincirinden pay aldıkları için, hallerinden çok memnunlar.
Ama bir yandan da korku bacayı sarmaya başladı. Bir geri dönüş anını herkes daha önceden görmek, buna göre pozisyon almak, bir de buradan para kazanmak istiyor.
Bu çok doğal. Doğal olmayan ise siyasetçilerin, bu akımı fırsat bilip, "aksayan yönleri düzeltip kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yaratmak olduğunu" görememeleri...
Bu nedenle ekonomiden siyasetçinin elini çekmesi gerektiğini, uzun dönemli ekonomik istikrar ve demokrasi için bunun gerektiğini söyleyip duruyoruz ama nafile...
SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN: Günlük koşuşturma, iş hırsı, vahşi rekabet veya adına ne derseniz deyin, gün geçtikçe duygularımızı törpüleyip insan yönümüzü köreltiyoruz. Siyasetin, ekonominin, işin, tüm uğraşların aslında insan için olduğunu unutuyoruz. Adına statü deyip, kariyer deyip ya da başka gerekçeler üretip, sevgiye kendimizi kapatıyoruz. Böylece mutsuz insanlar kitlesi oluşuyor. Halbuki "gönül gözü"yle baktığımız takdirde her şeyin daha canlı, renkli, coşkulu, heyecanlı olduğunu, yani insana yaşadığını hissettirdiğini de biliyoruz. İnsan olduğunu unutarak yaşamayı seçenlerin çocuğuna, ailesine, çevresine, ülkesine, dünyaya yararı, daha mutlu bir yaşama katkısı ne kadar olabilir? Hayata sevgiyle bakmaya çalışan, sevgiden korkmayan, kendisini sevgiye kapatmayan herkesi kutluyorum.
Yazının Devamını Oku 
13 Şubat 2007
PİYASALAR takmıyor gibi gözüküyor ama biriken riskler için çok detaylı araştırmalar yapmaya başladılar. Bir yandan küresel likiditedeki bolluğun dönüş noktasını yani dış likiditenin kaçınılmaz tıkanma zamanlamasını saptamaya çalışıyorlar. Öte yandan, biriken iç siyasi ve ekonomik risklerin ne zaman ekonomiye etki edeceğini bulmaya çabalıyorlar.
Özellikle bankaların araştırma birimleri, bu çalışmalarına bir süredir hız vermiş durumda. Araştırma birimleri zaman zaman siyasi gelişmeler hakkında da uzman bilgilere sahip olmaya çalışırlar. İşte o zamanlardan biri daha geldi. Bir yandan piyasada hala hakim olan "Başbakan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığa çıkmayacak" umudunu yitirmediklerini söylüyorlar ama bir yandan da Erdoğan Cumhurbaşkanlığı’na aday olduğu takdirde iç siyasi gelişmelerin nasıl seyredeceğini kestirmeye çalışıyorlar.
Bununla birlikte örneğin IMF çıpasının akıbetini de gözlüyorlar. IMF’in yumuşak tavrını sürdüreceğine kesin gözüyle bakarken, zaten biriken "yerine getirilemeyen sözler"in önümüzdeki dönem daha da artması, mali disiplinin seçim öncesi bozulması halinde de IMF’in yumuşak tavrını sürdürüp sürdürmeyeceğini sorguluyorlar. Piyasadaki hakim havanın bu araştırmaya karşılık, IMF’nin yumuşak tavrını devam ettireceği yönünde olduğunu da söylememiz gerekiyor.
Dün CNN Türk’te yayımlanan Referans Noktası programında konuk aldığımız Garanti Bankası Araştırma Müdürü Ali İhsan Gelberi de, IMF’in tüm savsaklamalara rağmen Türkiye ile ilişkilerini sürdüreceği beklentisinde. Dün bu köşede çıkan "Hükümet bu yıl sadece 1 gözden geçirmeyi tamamlayacak" saptamasının bir itiraf olarak kabul edilebileceğini söyleyen Gelberi, buna karşılık zaten piyasanın böyle bir beklenti içinde olduğunu, bu saptama ile birlikte bir anlamda bu niyetin resmileştiğini söyledi.
2006 bütçe sonuçlarının büyük başarı olduğunu ama durumun gösterildiği kadar parlak olmadığını kaydeden Gelberi, buna rağmen milli gelirin yüzde 3’ünün altında, yani Maastrich kriterlerine uygun bir rakamın başarı sayılması gerektiğini söyledi. Gelberi, 2004 ve 2005 bütçelerinin ise faiz dışı fazla daha yüksek olduğu ve tek seferlik gelirler nedeniyle, 2006 bütçesine göre çok daha başarılı olduğunu da belirtiyor.
YEN’E DİKKAT
Bu arada bankaların araştırma birimlerin siyasi ve ekonomik gelişmelerin yanısıra, dışarıdaki gelişmeleri ve küresel likidite akımlarını çok daha yakından takibe aldıkları anlaşılıyor. Ali İhsan Gelberi de Japon Yeni’ndeki değer düşüşüne dikkat çekerek, bunun küresel likidite için ne kadar tetikleyici olduğunu araştırdıklarını söylüyor. Ali İhsan Gelberi, genellikle nisan ya da mayıs aylarında piyasalarda yaşanan hareketliliğin kár realizasyonu olduğunu belirterek, "Aynı dönemde dünya likiditesinde de bir azalma olursa bu durum dalgalanmaya dönüşebiliyor" dedi. 2006’nın Mayıs’ında yaşanan dalgayı bu yıl da yaşayıp yaşamayacağımızı söylemenin çok zor olduğunu kaydeden Gelberi, buna karşılık uluslar arası likiditedeki bir sıkışıklık halinde Türkiye’nin bundan, geçen mayıs’taki gibi, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha fazla olumsuz etkileneceği görüşünde.
Bunun en büyük nedeninin diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha fazla olan cari işlemler açığı olduğunu kaydeden Gelberi, geçen yılki dalgalanmaya neden olan, dünyaya en fazla likidite veren Japonya’nın para birimi yendeki hareketlenmeyi yine dikkatle takip ettiklerini söyledi. Gelberi, "Japonya yenindeki kaybın durdurup durdurulmayacağı önemli bir konu. Çünkü geçen yıl Japonya, Ocak-Nisan döneminde likiditesini 200 milyar dolar azalttığı için bir dalgalanma yaşadık. Bu yüzden Japonya’ye dikkat edilmesi gerekiyor" dedi.
Gelberi, AB ve IMF’nin Türkiye ekonomisinin iki önemli çıpası olduğunu, AB çıpasının gevşediğini IMF tarafında da bir kesilme olursa piyasaların bundan olumsuz etkileneceğini kaydederek, "IMF’nin AKP Hükümeti’nin elini bağlayan bir durumda olmadığını", bu nedenle de seçim öncesi ilişkiyi bitirmenin AKP’ye bir şey sağlamayacağını belirtti.
Yazının Devamını Oku 
12 Şubat 2007
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, beraberinde Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Devlet Bakanı Ali Babacan’la yaptığı, 2006 yılı bütçe gerçekleşmelerini açıkladığı basın toplantısından çok ilginç görüntüler ve sonuçlar çıktı. Gözden kaçan bir sonuç da Türkiye’nin IMF’le 2007 yılındaki ilişkilerinin ne şekilde seyredeceğine ilişkindi. Bizim çıkardığımız sonuç şu ki; hükümetin niyeti; bu yıl IMF’le sadece bir gözden geçirmeyi tamamlamak. Bilindiği gibi bu yıl aslında 3 gözden geçirmenin tamamlanması lazım ama Hükümet sadece bunlardan birini bitirmeyi amaçlıyor.
Önce bu sonuca nereden vardığımızı anlatalım...
Başbakan Erdoğan, uzun uzun IMF’e borçların nasıl ödendiğini, eski Hükümetlerin hep borç yaptığını ama kendilerinin temizlediğini, şu andaki borcun 10.7 milyar dolara indiğini açıkladı. Daha sonra Devlet Bakanı Ali Babacan, geçtiğimiz yılın sonunda bu borcun 10 milyar doların altına, 9.6 milyar dolara indiğini ancak daha sonra gelen IMF ödemesi ile bu rakamın yeniden 10.7 milyar dolara çıktığını hatırlattı. Başbakan Erdoğan, Babacan’a danışarak, 2007 yılı sonunda IMF’e borcun 6.6 milyar dolara ineceğini açıkladı.
İşte bu rakam ilgimizi çekti ve bu yıl IMF’e ne kadar geri ödeme olduğuna, buna karşılık yeni gözden geçirmeler sonucunda ne kadar kredi gelmesi gerektiğine baktık.
Bu yıl IMF’e yapılacak toplam geri ödeme 3.7 milyar SDR(özel çekme hakkı) tutarında. Bunun dolar karşılığı değişiyor ama şu andaki kurlarla hesapladığınızda 5.3-5.4 milyar dolar tutarında yapıyor. Yani, hiç yeni kredi almasak, yapacağımız geri ödemelerle IMF’e borcun yıl sonunda 5.4 milyar dolar civarına inmesi gerekiyor.
Ama geri ödemelerimize karşılık alacağımız, gözden geçirmelere bağlı, yeni krediler de var. Her bir gözden geçirme sonucunda alacağımız tutar,bu yılın başında gelen gibi, 1.1 milyar dolar tutarında oluyor. Yani 3 gözden geçirmeyi de tamamlayıp bu yılın sonuna kadar parasını alsak, 5.4 milyar dolara çıkacak borcun yeniden 8.7 milyar dolar civarına çıkması gerekecek. Halbuki Başbakan, Devlet Bakanına sorarak, bu rakamı 6.6 milyar dolar olarak açıkladı.
İşte buradan yola çıkarak Hükümetin niyetinin 2007 yılının tümünde sadece 1 gözden geçirmeyi tamamlayıp, bunun parasını almak olduğu, bunu amaçladığı sonucu çıkarıyoruz.
İŞTE SEÇİM EKONOMİSİ
Peki, 3 gözden geçirmenin tamamlanması gerekirken, bunlardan sadece birinin tamamlanması ne anlama geliyor? Aslında yanıt çok açık; seçim ekonomisi uygulanacağı, IMF’e verilen sözlerin tutulmayacağı, hedeflerin bozulacağı anlamına geliyor...
Mart ayında IMF Türkiye Heyetinin Ankara’da olması gerekiyor. Babacan, dağıtım özelleştirmesinin zaten bu anlaşmaya dahil olmadığını, Halk Bankası’nın halka arzının da IMF’le sıkıntı yaratmayacağını söyledi, Başbakan da bunu bize aktardı...
Şimdi IMF geldiğinde bunların sorun olup olmadığını, daha doğrusu zaten sorun ama IMF’in bu kendisine verilen sözlerin tutulmamasına ne tepki vereceğini görmüş olacağız.
IMF’i de bırakın, hani "bütün bunları kendimiz için yapıyoruz" diyorlardı...
Hükümetin bu planları, ekonominin seçime sadece AB çıpası değil, IMF çıpasından da yoksun olarak gireceğini gösteriyor. Demek ki, en geç Nisan-Mayıs’tan sonra seçim ekonomisi hız kazanacak, IMF’in bile tolere edemeyeceği seviyelere ulaşacak ki Hükümet 1 gözden geçirmeden sonrası için şimdiden umudunu kesmiş durumda.
IMF’den, yapılmayan 2 gözden geçirme sonucunda, gelecek paranın o kadar önemli olmadığını, önemli olanın ekonominin bağlandığı tek çıpanın da kaybolması olduğunu, anlıyorlar mı, bilemiyoruz.
Umarız, 1. gözden geçirmeden sonra seçime girerken, "IMF’e borcumu ödeyip, ilişkileri kesiyoruz, seçime böyle giriyoruz" gibi bir ucuz kahramanlık yolunu planlamamışlardır.
Seçimden sonra yeni stand-by bekleyen piyasalar için bu tavır tümüyle felaket olur.
Ekonomideki tek tehlikenin, küresel likidite hareketi olmadığını, herhalde yaşayıp göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 
10 Şubat 2007
ELEKTRİKTE ve akaryakıtta yapılan zamları bürokratlara açıklatıp, indirimleri kendi açıklayınca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı için epeyce eleştiri getirmiştik. Aslında diğer bakanlar da yaptı ama Başbakan Erdoğan’ın özel basın toplantısıyla bütçeyi açıklayacağı hiç aklımıza gelmemişti.
Elbette mali disiplini göstermesi açısından önemli bir bütçe gerçekleşmesi yaşadık. Elbette bu başarı Hükümetin başarısıdır ve Başbakan’ın da Hükümetin başı olduğu için bundan övünç duyması, kendine pay çıkarması doğaldır.
Ancak "bunun adı politika" dense bile bunun bir dozu, biraz kuralı kaidesi olması lazım.
Toplantıda bir gazeteci arkadaşımız, kendisine "2007 yılı bütçe gerçekleşmelerini de siz açıklayacak mısınız?" diye sordu ama doğal olarak yanıt alamadı.
Önce basın toplantısına ilişkin birkaç gözlemimizi aktaralım. Her şeyden önce yanında oturan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı da, Devlet Bakanı Ali Babacan’ı da çok tedirgin gördük. Mimikleri ve yüz ifadeleri, bir yandan "Gazeteciler sorularıyla Başbakan’ı kızdırır mı acaba?" tedirginliği, bir yandan "Acaba bizim yaptıklarımızla ilgili bir sorun çıkar mı" telaşı gösteriyordu. Ama Başbakan’ın yaptığı imalara, şakalara, söz oyunlarına da abartılı biçimde gülümseyerek, "bakın gördünüz mü, bizim patron yine ne güzel yaptı" havasını veriyorlardı.
Başbakan Erdoğan’ın elindeki yazılı metnin dışına çıkıldığında, gelen neredeyse her soruda yanındaki bakanlardan bilgi aldığını gördük. Ancak yine gördüğümüz bir şey vardı ki; yanındakilerin söylediklerini kendi üslubuna çevirip, hem de bakanların söylediklerinin zaman zaman tersi anlamlar çıkacak biçimde, yanıtlar verdi.
Buna konuları bilmediği halde "kendine aşırı güven" mi dersiniz, başka bir şey mi dersiniz bilemiyorum. Ama açıkçası ekonomi açısından bu tavrın tehlikeli olduğunu düşünüyoruz.
Yapılan açıklamalara gelince... Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; 2006 bütçe gerçekleşmeleri gerçekten önemli bir başarıyı gösteriyor. Bütçe açığının bu kadar düşük olması, bütçe gelirlerinde yaşanan artış, başarıdır.
Bırakın buna bağlı olarak verdiği borçlanma rakamlarının görece rakamlar olduğunu, Başbakan’ın övündüğü büyümenin özel sektörden kaynaklanmasına rağmen özel sektörün dış borçlarını hiç yokmuş gibi varsayması, tabii ki "rakamları kendine göre kullanmanın" bir örneğidir...
KALEM OYUNU ÇOK
Ama bunların ötesinde bilinmesi gereken bir şey var ki; bu başarıya rağmen, rakamlar, sağlanan başarının çok ötesinde iyimser bir hava verilmek için kullanılıyor.
Şunu demek istiyoruz ki; bütçe açığını küçük göstermek için gerçekleşen yüklü miktardaki harcamaya bütçe dengesi içinde yer verilmedi. Bizce gerçek açık 3.9 değil, en az 10 milyar YTL civarındadır. Her yıl, diğer hükümetler tarafından da, bu tür kalem oyunları yapılmıştır, ödenek üstü harcamalar yapılmış ertesi yılın bütçesine atılmış, yapılan harcamalar biriktirilip ertesi yıla devredilmiş, bazı kesimlere hak ettikleri ödemeler yapılmamıştır ama AKP Hükümeti döneminde bu kalem oyunları en tepe noktasına ulaştı. 2001 programı bunları önlemek içindi, aslında...
İkincisi; özellikle gelirler açısından hedefin çok üzerinde gerçekleşmeler Gelir İdaresi’nin başarısı sayılmıştır. Halbuki enflasyon tutsaydı bu kadar gelir elde edilemeyecekti.
Üçüncüsü bütçe dengesi nispeten iyi iken, KİT ve belediye açıkları 2006 yılında aşırı büyümüştür. Enerji KİT’leri büyük açıklar vermiş, zamlar yapılmamış, zararlar büyümüştür. Ancak KİT ve belediye hesapları geç geldiği için toplam kamu dengesinin rakamları henüz çıkmamıştır. Yani bütçe performansı toplam kamu performansını yansıtmamaktadır.
Bütün bunları şunun için anlatıyoruz ki; "denk bütçe sağlayacağız" diyorlar ama 2007 bütçesinin denk olmasına imkan yok. Kimsenin, işler kötü giderse seçim öncesi her türlü musluğun açılacağından şüphesi olmasın. Onun da ötesinde 2008’e çok yük biriktirilecek, haberiniz olsun.
Yazının Devamını Oku 
8 Şubat 2007
MERKEZ Bankası’nın uluslararası likidite akışının bu hızla devam etmesi halinde, dolara alım yönünde müdahale etmek zorunda kalabileceğini düşünüyorduk. Hafta başında bu saptamayı dillendirdikten sonra, hem içerdeki hem de yurtdışındaki bankacılarla konuştuğumuzda, bu beklentinin oldukça hakim bir beklenti olduğunu gözlemledik.
Hafta başından buyana dolar ara sıra 1.40’ın altına indi ama Merkez Bankası’ndan müdahale gelmedi. Gerçi 1.40’ın altında uzun süre kalmadı, ya da önceki gün gibi, kaldıysa da bu önemli bir fark değildi. Daha doğrusu, 1.40’ın altına inmesi daha çok Merkez Bankası’nı dener mahiyetteydi. Yani Merkez’in gelip gelmeyeceğini test ettiler gibi geldiler bize.
Merkez Bankası’nın tavrını merak ettik ve para piyasalarıyla sık sık konuşan, onların nabzını bilen bankacılarla konuştuk. İşi bilen bankacıların izlenimi şu ki; Merkez Bankası mümkün olduğunca müdahaleden kaçınmak istiyor. Kaçınmak istemesinin nedeni de "daha fazla döviz girişi olmasın" diye.
Bankacılar, Merkez Bankası müdahalelerini fırsat bilip Türkiye’ye girmek isteyen yabancıların müdahale sırasında yüklü satışlar yaptığını, bunun geçmişteki müdahaleler sırasında yoğun olarak görüldüğünü hatırlatarak, "Merkez Bankası’nda şu an gördüğümüz kaygı bu. Kısacası Merkez Bankası gördüğümüz kadarıyla, daha fazla döviz girişi olmasın diye mümkün olduğunca müdahaleden kaçınmak istiyor" dediler.
Peki, bu "Dolar 1.40’ın altına epeyce inerse, döviz likiditesi daha artar ve dalgalanırsa da Merkez Bankası’nın bu kaygıyla müdahale etmeyeceği" anlamına mı geliyor?
Bankacılar bu soruya kesin olarak "hayır" yanıtı veriyorlar. Yani Merkez Bankası’nın bu kaygısının haklı olduğunu, ancak çok dayatırsa bu kaygıyı gözardı edip, müdahale etmek zorunda kalacağını söylüyorlar.
Başka bir açıdan bakarsak, Merkez Bankası’nın "daha fazla döviz girmesin" düşüncesinin altında, "Merkez Bankası döviz çıkışı olduğunda dalgalanmanın daha da artmasından duyduğu kaygının yattığını" da söyleyebiliriz.
Bu kaygının olup olmadığını sorduğumuzda bankacıların çoğu, böyle bir kaygı taşımasının doğal olduğunu söylediler. Merkez Bankası’nın daha fazla döviz girişinin daha fazla çıkış anlamına geldiğini çok iyi bildiğini kaydeden bankacılar, "Açıkça söylenmiyor tabii ama Merkez Bankası bu akımın bir gün tersine döneceğinin farkında" yorumunu yaptılar.
YÜKLÜ TÜREV İŞLEM GEREKÇE DEĞİL
Yani Merkez henüz müdahalede bulunmadı ama piyasaları çok yakından takibe aldığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bankacılar da bu görüşü doğruluyor ve kritik bir dönem olduğu için Merkez Bankası’nın piyasalardan çok daha sık ve yoğun nabız yokladığını kaydediyorlar.
Bu arada dün Vatan Gazetesi’nde yeralan "Dövizde milyar dolarlık spekülasyon dedikodusu" haberinin, Merkez’in müdahalesini önleyip önlemediğini de araştırdık. Bankacılar bu tür türev işlemlerin her zaman olduğunu, ancak bu kez 1 milyar dolar gibi büyük bir rakamla karşı karşıya bulunulduğunu söylüyorlar. Uluslararası sıralamada en büyük bankalar arasında yeralan ama Türkiye’de ancak piyasa işlemleriyle aktif konumda bulunan bu yabancı bankanın, yurtdışındaki 10-15 müşterisiyle böyle bir işlem yaptığının bilindiğini kaydeden bankacılar, bunu Merkez Bankası’nın da bildiğini söylediler. Bu hafta sonu vadesi gelen bu işlemde kurun 1.40 olarak varsayıldığı, bu Türkiye’de küçük, dünyada büyük bankanın da, bu kuru sağlamak için çaba gösterdiğini kaydeden bankacılar, "doğal bir işlem" yorumu yaptılar.
Merkez Bankası’nın bu tür türev işlemleri de mümkün olduğunca yakından takip ettiğini kaydeden bir bankacı, "Buna karşılık Merkez Bankası şu bankanın bu bankanın türev işlemine bakıp da müdahale edip etmeyeceğine karar vermez. Merkez Bankası’nın kendi hesabı vardır ona göre hareket eder" yorumunu yaptı.
Kısacası; piyasalar da, Merkez Bankası da bu çılgın girişin bir gün tersine döneceğinin farkındalar. Hem de konjonktürel olarak bu zamanın giderek yaklaştığını da biliyorlar.
Yazının Devamını Oku 