8 Mart 2007
GEÇTİĞİMİZ aylarda, zaman zaman, yeni bir yabancı furyası geldikçe, yerli yatırımcıların da bunlara katılması beklendi. Ancak yerli yatırımcılar inatla yabancıların risk iştahına uymadılar, temkinli tutumlarını sürdürdüler. Bunun nedeni yaşanan krizlerden ders alınması ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasi risklerinin, yerliler tarafından yabancılara göre daha iyi bilinmesiydi.
Son dalgada çok açıkca ortaya çıktı ki; temkinli olan kazandı.
Geçen pazartesi akşamı, tüm bankacılar özellikle de dealing room’da çalışanlar bir hayli yorgundu. Ama kimisininki tatlı yorgunluk, kimisininki ise biraz, "dayak yemiş adam" yorgunluğu idi.
Yerli bankaların fon yöneticileriyle konuştuğunuzda, yorgun ama neşeli bir ses tonuyla karşılaşıyordunuz. Bunun nedeni elbette ki, yaşanan dalgalanmaların getirdiği yoğun alışverişten kazandıkları paraydı.
Yerli bankalar, kendileri pozisyonlarını değiştirmemiş, son aylarda sadece yabancı ağırlıklı işlemlere aracılık etmişlerdi. Elbette yabancı gelip Türkiye’de yatırım yaparken komisyonlarını alıyorlardı. Şimdi de satıp giderken komisyon alıyorlardı ve temkinli tutumlarının faydasını görüp, yüksek kar getiren kendi alışverişlerini de yapıyorlardı.
Yani günü, o dalganın en keskin geldiği günü, karla kapatmışlardı ve bu nedenle seslerinden duydukları memnuniyet açıkca belli oluyordu.
Buna karşılık yabancı bankaların foncuları için geçtiğimiz pazartesi günü o kadar karlı bir gün olmamıştı. Çünkü dışardaki panik içeriye yansımış, kendi tuttukları ve dışarda aracılık ettikleri fonlar bu kez satışa geçmiş, hem de panik havası veren satışlara girişmişlerdi İşte bu nedenle kendi pozisyonlarını da değiştirmek zorunda kalmışlardı ve her çıkış furyasında görüldüğü gibi, gerekirse zarara katlanıp alışveriş yapmışlardı.
Yerli bankalar daha önceleri, yani geçtiğimiz aylarda yabancılar bir furya halinde tüm piyasalara girerken, bir yandan "nasıl oluyor da hiç risk algılamıyor bunlar" diye düşünüp, öte yandan ise "ya bunlar haklıysa büyük karları kaçırmış olacağız" diye tedirgin olmaya başlamışlardı. İşte yerli bankaların sevincinin bir bölümü de "haklı çıkmak"tan oluşuyordu..
MERKEZ BANKASI GÜVEN VERDİ
Menkul kıymetler ve döviz piyasalarının çok derinden etkilendiği aynı gün, faizlerin o kadar çıkmamış olması da yerlileri sevindirmişti. Çünkü faiz piyasasını daha çok Hazine kağıdına, daha doğrusu eski hazine kağıtlarına, yaptıkları yatırımlardan dolayı yerliler yönetiyordu. Yerliler de Merkez Bankası şimdiye kadar temkinli tutum takındığı için, piyasalar bozulduğu zaman da aynı tavrı sürdüreceğini biliyorlardı. Yani faizde paniklemeye ihtiyaç yoktu çünkü Merkez Bankası onlara güven veriyordu.
Gerçekten de bu dalga karşısında Merkez Bankası’nın temkinli tutumuyla nasıl iyi bir iş yaptığı da ortaya çıkmış oldu. Eğer Merkez Bankası yönetimi, özellikle politikacıların dediğine uyup da, faiz indirimlerini hızlandırmış olsaydı, belki de şimdi hemen faiz artırım kararı vermek zorunda kalacaktı.
İşte istikrarın temkinli tutum gerektirdiği, iyice emin olmadan harekete geçmemenin piyasalara nasıl güven verdiğini, son dalgada iyice anlamış olduk.
Bizce Merkez Bankası bu sınavı başarılı geçti. Hükümetin baskısına boyun eğmemenin, dik durmanın nasıl prestij kazandırdığını, herhalde yöneticiler de bir kez daha görmüşlerdir.
Şimdi 15 Aralık’ta Para Politikası Kurulu toplandığında, o zamana kadar yaşanan gelişmeleri çok daha yakından izlemiş olacak ve sağlıklı bir karar verecekler. Merkez Bankası’nın o zamana kadar çok büyük bir dalga gelmediği takdirde faizleri yine değiştirmemesi bekleniyor. Ancak açıklanacak Kurul karar metninde, eskisine kıyasla daha temkinli bir tutum yeralabilir.
Şimdilik kesilmiş görünen dalganın bir süre daha devam edeceği konusunda herkes hemfikir. Şimdi önemli olan içerdeki riskleri iyi yönetmek.
Yazının Devamını Oku 
6 Mart 2007
BANKACILAR, 2002’den bu yana devam eden küresel likiditedeki bolluk döneminin sonuna gelinip gelinmediğini tartışmaya başladılar. Bu bolluğun kaynağının Japon yeni kaynaklı olduğunu ve carry trade denilen yöntemle yapıldığını hatırlatan bankacılar, son günlerdeki hareketlerin 5 yıllık sürecin sonuna gelinip gelinmediğini düşündürmeye başladığını, bunun anlamlı olduğunu kaydettiler.
Bankacılar, Japon Merkez Bankası’ndan borç kullanan fonların bu ucuz fonu gelişmekte olan ülkelere aktarıp, aradan kár elde etmeleri biçiminde özetlenebilecek bu sürecin, artık eskisi gibi devam etmesinin çok zor olduğunu kabul ediyorlar.
Bu fonların Japonya Merkez Bankası’ndan kullandıkları borçları kapatma telaşına girdiklerinin gözlendiğini kaydeden bankacılar, "Dolayısıyla bu kapatma işleminin artarak devam etmesi demek, 2002’den bu yana gelen mevcut likidite bolluğu sürecinin de bitmesi anlamına gelir. Son günlerdeki hareketlere bakıp, bu sürecin bittiğini söylemek için henüz erken sayılır ama belirtiler hiç de hoş değil" yorumunu yaptılar.
Bu sürecin durdurulması için Japonya Merkez Bankası’nın artık tek başına yetmeyebileceğini kaydeden bir banka iktisatçısı, ABD ve Avrupa Merkez bankalarının da buna yardım etmesi gerektiğini, ancak her iki merkez bankası’nın da büyüme-enflasyon dengesi açısından zor durumda oldukları için, fazla yardım etme imkanları bulunmadığını da söyledi.
Kısacası; küresel likiditedeki dalgalanmanın boyutu her geçen büyüyor. Eğer fonlar Japonya Merkez Bankası’ndan kullandıkları fonları tümüyle kapatmaya karar verirlerse, bunu kapatmak için Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelere aktardıkları fonları geri çekmeleri gerekecek. Yani küresel likiditedeki dalgalanmanın boyutu arttıkça bizim gibi ülkeleri etkilemesi de kaçınılmaz olacak.
Eğer korkulan olursa, yani 2002’den bu yana devam eden süreç bitiyor, likiditedeki bolluk artık tersine dönüyorsa, bu dalganın geçen yıl Mayıs-Haziran aylarında yaşadığımız dalgayı aratacağını kesinlikle söyleyebiliriz.
Ama bunu söylemek için henüz erken olduğunu yani gelişmelerin daha sıkı takip edilip, trend değişikliklerinin daha bariz hale gelmesini beklemek gerektiğini de söylemeliyiz
MERKEZ BANKASI FAİZ ARTIRMAZ BEKLENTİSİ
Dün Japon yeninin değerlenmesi daha bariz bir hale geldi ve bu korkuların en büyük nedeni de bu değerlenme oldu.
Bu arada geçen hafta sokağa yansımayan küresel likiditedeki iki haftalık dalganın, artık içeride sokağa yansımaya başladığını da söylememiz gerekiyor.
Dün, içeride özellikle döviz fiyatları keskin bir artışla haftaya başladı ve 1.45’i geçti. Borsa ise yine düşüşle başladı ve geçen haftaki satış trendi devam etti.
Faizde ise, yüzde 20’nin üzerine çıkmasına rağmen, o kadar korkutucu bir yükselme görülmedi. Bankacılar bunun nedenini "Piyasalar Merkez Bankası’nın faiz artırmasını beklemediği için faiz nispeten durgun seyretti" biçiminde açıklıyorlar.
15 Mart’ta Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısı var ve dışardaki dalgalanmaya rağmen Merkez Bankası’nın faiz artırması beklenmiyor.
Bizce Merkez Bankası’nın alacağı karar, ayın 15’ine kadar geçecek süre içerisinde dış piyasaların alacağı şekle göre belirlenecek. Kurlarda 1.48’e kadar bir sınır olduğu, bu aşıldığı takdirde nerede duracağının belli olmadığı söyleniyor. Eğer kurlar sınır tanımaz biçimde artmaya devam ederse, bizce Merkez Bankası buna kayıtsız kalamayacaktır,.
Ancak dediğimiz gibi bunu söylemek için henüz epeyce erken sayılır.
Küresel likiditedeki bolluk dönemi eğer sona erdiyse, o zaman üç-beş puanlık faiz artırımlarının hesabı yapılmaz, gibi geliyor bize. Bunun da ötesinde dalgalı kurda, Merkez Bankaları seçim filan dinlemeyip, bu hareketi de yapmak zorundadır.
Umarız hep söylediğimiz gibi, bu dış dalgaya bir de iç siyasi dalgalar eklenmez...
Yazının Devamını Oku 
5 Mart 2007
GEÇTİĞİMİZ iki hafta, piyasalarda patırtı gürültü içinde geçti. Bu gürültünün nedeni dış piyasalardaki gelişmelerdi. Önce eski ABD Merkez Bankası Başkanı Greenspan’ın durgunluk açıklamaları, ardından Çin borsasındaki düşüş ve Japon yeninin değerlenmeye devam etmesi, yurtdışı piyasaları, dolayısıyla diğer gelişmekte olan ülkeler gibi, Türkiye’yi de yakından etkiledi. Bu arada bir hususun altını çizmek gerekiyor, o da; geçen yıl Mayıs-Haziran ayında Türkiye uluslar arası likiditedeki bu patırtıdan en fazla etkilenen, açık ara önde bozulma yaşayan gelişmekte olan ülkeydi. Bu kez bozulmada birinci olduğumuz söylenemez.
Bu sevindirici bir haber ama sevinmek için henüz erken...
Çünkü Türkiye’de menkul kıymetler borsası bu dalgalanmadan en fazla etkilenen piyasa olurken, döviz ve faiz piyasalarının o kadar etkilenmediğini gözlüyoruz. O nedenle uluslar arası likiditeden doğan kargaşa henüz sokaktaki vatandaşa yansımış değil.
Kötü olan haber ise, herkesin beklentisi o ki; bu patırtı gürültü kolay kolay durulmayacak, en azından birkaç hafta daha devam edecek. Devamı gelir mi, yani daha büyük, daha uzun süreli bir bozulma yaşanır mı, bunu söylemek için ise henüz erken.
Türkiye açısından bu gürültünün kötü olan kısmı ise, bu dalgalanmanın devam etmesi halinde, içeride döviz ve faizin de bundan etkilenmesinin kaçınılmaz olması...
Faiz ve döviz daha sakin seyrederken, neden borsada hareket daha fazla oldu? Bizce bunun en büyük nedeni, borsada artık neredeyse tümüyle yabancı yatırımcı var. Yabancılar tedirgin olduğu için bu piyasada bir anlamda birbirlerini dövüyorlar.
Bu nedenle borsadaki bozulma, şu ana kadar, sokaktaki adamı çok derinden etkilemedi.
Faiz ve döviz piyasalarının nisbeten sakin geçmesinin en önemli nedeni ise içerdeki yatırımcıların temkinli tutumlarını devam ettirmelerine dayanıyor. Daha önce bu temkinli tutumun dış piyasalar karıştığı zaman faydasını göreceğimizi hep söylüyorduk ya, işte şimdi bu temkinin faydası görülüyor, istikrar fazla bozulmuyor.
Peki, kurlar bir miktar yukarı geldiğinde yerli yatırımcılar, uzun süredir ellerinde tuttukları dövizleri satmaya başladılar mı? Bunu sorduğumuz bankacılar, dövizde bir miktar yerli satışı olduğunu, aslında dövizin fazla yükselmemesinde bunun etkili olduğunu söylüyorlar.
SADECE ACİL İHTİYACI OLAN DÖVİZ SATTI
Ancak genel olarak, yerli yatırımcının elinde döviz bulundurma eğilimini değiştiren bir satış değil bu. Edindiğimiz bilgilere göre daha çok elinde döviz bulundurup da, acil YTL ihtiyacı bulunanlar döviz sattı. Bazı döviz yatırımcılarının ise, "ne olur ne olmaz, bir daha geri gelir" diyerek satış yaptıkları belirtiliyor.
İşte bu nedenle 1.41’den 1.38’e kadar inen dolar fiyatı ancak 1.42’ye kadar yükseldi.
Peki Pazartesi günü piyasalar nasıl açılacak?
Artık bankacılar gece yarısı ABD, Brezilya borsalarını görmeden uyuyamıyorlar. Çünkü içerdeki piyasalar kapandıktan sonra, bizim saatimizle gece yarısına doğru bu piyasalar kapanıyor. Ertesi gün içerdeki piyasalar ise bu dünya kapanış trendlerine bağlı olarak açılıyor.
İşte Cuma günü ABD, Brezilya dahil tüm piyasalar düşüşle kapadı. Bunun yanısıra Japon yeni Cuma günü de değerlenmeye devam etti.
İşte bu nedenle herkesin beklentisi bugün piyasaların düşüşle açılacağı yönünde. Hafta içinde ne olur, nasıl bir seyir izlenir, bilinmiyor. Bilinen bir şey var ki; bu çalkantı bir süre daha devam edecek. Çalkantının nedeninin ise daha çok psikolojik olduğu, "Uzun zamandır devam eden bu çok olumlu hava bir yerde bozulacaktı, acaba şimdi mi?" tedirginliği bulunduğu, bu tedirginliğin tüm piyasaları etkilediği söyleniyor. Kalıcı bir bozulma olup olmayacağı konusunda henüz kafalar net değil ama "bozulmayı önce ben yakalayayım" kaygısının dalga boylarını artırdığı da kesin.
Özetle; küresel likiditede dalgalanma başladı. Şimdiye kadar Türkiye’deki piyasalar bunu o kadar derinden hissetmedi. Bir de içerdeki riskler realize olursa, işte o zaman işler kötü...
Yazının Devamını Oku 
3 Mart 2007
KAMU İhale Kurumu’nun yapısını değiştiren yasa teklifi geçen hafta TBMM Bayındırlık Komisyonu’nda görüşüldü ve alt komisyona sevk edildi. Alt komisyona havale bu kez mevcut metnin değiştirilmesi anlamına gelmiyor. Hükümet değişikliklerde kararlı, sadece ilaçla ilgili Sağlık Bakanlığı’nın talepleri var, Alt komisyonda bu maddeler yasa teklifi metnine eklenecek.
Peki, İhale Yasası’nda planlanan değişiklikler ne anlama geliyor?
Özetleyecek olursak, bu değişiklik ile kamu ihaleleri yeniden, politikacıların tümüyle damgasını vuracağı bir sisteme dönüşecek. Yani, kamu ihale yasasının çıkış amacı olan "politikacıların kamu ihalelerine etkisini azaltmak, böylece yolsuzluk ve usulsüzlüklerin önüne geçmek" konusunda tümüyle geri dönüş yapılıyor. Bundan sonra yine politikacıların her dediği olacak.
Bu sadece yolsuzluklar ve usulsüzlükleri azaltmak için bir gereklilik değil, aynı zamanda AB müktesebatına uyumu için de yapılması gereken düzenleme idi.
Bizce ihale yasasındaki bu değişiklikler, tek başına, AKP Hükümetinin AB müktesebatına uyum konusundaki niyetinin hiç de o kadar olumlu olmadığını gösteriyor.
Yanısıra bu değişikliğin zamanlaması da çok ilginç. Tam seçim öncesinde yapılacak olan bu değişiklikler, bu yıl yapılacak bir çok kamu ihalesi için geçerli olacak. Kısacası; seçim öncesinde yapılacak ihalelere şimdi daha dikkatli bakmak gerekecek.
Peki nerelerde değişiklik yapılacak ki, bu kanıya varıyoruz.
Değişiklik teklifi her şeyden önce kişiye özel bir hüküm içeriyor. Bu teklif yasalaşırsa, başka bir üyenin yerine atanan kurul üyelerinin görev süresi 5 yıla tamamlanacak. Bu yolla AKP döneminde atanan Kurul Başkanı Hasan Gül ve Kurul üyeleri Ahmet Ülker ve Yaşar Gök’ün görev süreleri uzatılmış olacak. Bu madde sırf bu nedenle teklife konmuş.
Kurulun üye sayısı 9’dan 7’ye düşürülürken, sayıları 10’dan 7’ye düşürülen kurul üyelerinin görev süresi de 5 yıldan 6 yıla çıkarılıyor. Belki de en masum görülebilecek değişiklik bu, çünkü tüm benzer kurullarda üye sayılarının 7 olarak eşitlenmesi yolunda bir karar alınmıştı.
PARTİLİLER KURUL ÜYESİ OLACAK
Yapılan değişikliklerle, kurul üyesi olacak kişilerde aranan deneyim süresi de kısaltılıyor. Kurul üyesi olmak için Kurulun faaliyet alanıyla ilgili konularda, kamu veya özel sektörde 12 yıl çalışma şartı 10 yıla düşürülüyor. Böylece nitelik şartı biraz yumuşatılmış oluyor.
Kurula yapılacak atamaların şekli de değiştirilirken, asıl tehlikeli değişikliklerden biri atanacak kişilerde aranacak şartların, politikacılar lehine yumuşatılmasından geçiyor. Düzenleme, Kamu İhale Kurulu üyeliğine atanmak için aranılan "halen bir siyasi parti ile aday gösterilme dahil üyelik ve görev alma ilişkilerinin bulunmaması koşulunu" kaldırıyor. Böylece siyasi parti üyesi kişiler İhale Kuruluna üye olarak atanabilecek. Bu da İhale Kurumu’nun oluşturulmasındaki temel amaç olan "kamu ihalelerinden politikacının elinin çekilmesi" amacına tümüyle ters.
Bu arada tehlikeli değişiklerin bir bölümü Kurumun yetkilerinin azaltılmasında.Kurulun önüne gelen dosyalardaki inceleme yetkisi, başvuru sahibinin iddiaları ve idarenin şikayet başvurusu üzerine aldığı kararda belirtilen hususlarla sınırlandırılırken, "Ali Dibo" olayları gibi yolsuzluk iddialarına İhale Kurumu’nun müdahil olmasının, böylece önüne geçilmiş olacak.
Yapılacak değişiklikle şikayetlerin dikkate alınması için kurul tarafından belirlenecek esaslara uyum şart oluyor. Yanısıra şikayetçinin ödemesi gereken para tutarları yükseltildi. Buna göre örneğin eşik değerin üzerinde olan yapım işleri için şikayette bulunanlardan 2 bin YTL alınacak.
Özetle, AKP Hükümeti geldiğinden buyana ihale yasasını değiştirmek istiyordu ve bu getirdiği 9. değişiklik teklifi. Amaç, sınırlamaları kaldırıp, kurumun yetkilerini azaltıp, kamu ihalelerinde politikacıların yetkisini artırmak.Başbakan "hortumları kestik" diyor ama bu değişiklikler bu söyleme tümüyle ters. Çok tehlikeli bir değişiklikle karşı karşıyayız, haberiniz olsun.
Yazının Devamını Oku 
1 Mart 2007
2006 yılı bütçe rakamlarını Başbakan Tayyip Erdoğan’a açıklattıklarında, bunun yanlış bir iş olduğunu, bundan sonra da bütçe rakamlarını Başbakan’ın açıklaması gerekeceğini söylemiştik. Yanlıştı, çünkü Başbakan’a açıklattırılan rakamlar makyajlıydı ve bu makyajın yavaş yavaş akacağı kesindi. Beklediğimiz oldu, daha ilk aydan geçen yılın güzel bütçe rakamlarının makyajı akmaya başladı.
2007 yılı ocak ayı bütçesi 6 milyar YTL’lik açık verdi. Halbuki geçen yılın ocak ayı çok iyiydi, yani ocak ayı gelir-gider dengesi açısından, aslında öyle çok kötü bir ay da değil.
Peki, niye şimdi bu kadar açık doğdu derseniz, hep yazıldı; güzel görünsün diye 2006 yılı bütçesine bazı harcamaların alınmadığı, bazı harcamaların bu yıla aktarıldığı anlatıldı.
Şimdi beklenen oldu ve ocak ayında hemen makyaj akmaya başladı.
Belki zaman içine yayarlardı ama bir yandan yaşlan seçimler nedeniyle biriken harcamaların yapılması gereği öte yandan IMF ziyareti bu ilemin hemen yapılmasına neden oldu.
2006 yılı bütçesine kaydedilmeyen ve sorun oluşturan kalemler, bu yıl ocak ayında bütçe hesaplarına girdi. 2005 yılından 2006 yılına geçerken bütçeye kaydedilmeyen 1.2 milyar YTL’lik mahalli idare payı, aradan geçen 1 yıllık aradan sonra ’uluslararası muhasebe standartlarına uyum için’ bu yılın ocak ayında kayıtlara mecburen sokuldu. IMF gelmeden önce bu düzeltmenin yapılması ise ayrıca dikkat çekti.
2006 yılının ilk ayında mahalli idarelere 1.2 milyar YTL’lik ödenek aktarılmış ancak aynı ayın bütçesine bu rakam yansıtılmamıştı. Şubat ayından sonra mahalli idarelere aktarılan kaynak bütçede gözükmeye başladı. Yani, 1 aylık dönem boşlukta kalmıştı ve bu yıl ocak ayında bu boşluk da doldurularak, 2007 Ocak ayında 1.2 milyar YTL’nin gider kaydı yapıldı. Ayrıca yine 2006 Aralık ayında KÖYDES için aktarılması gereken 300 milyon YTL’nin de bu yıl Ocak ayı bütçesine yansıtıldığı görüldü. Böylece rekor bir açığa ulaşılmış oldu.
ŞUBAT DA YÜKSEK OLACAK
Geçen yıl ödenmeyen ve kamuoyunda sıkça eleştirilen sağlık borçları da ödendi. ’Sağlık borçlarını karşılama ödeneği’ adı altında konulan yedek ödenekten geçen yıl yapılmayan ödemeler için, bu yılın ocak ayında 1.4 milyar YTL kurumlara aktarıldı. Bütçeleştirilmemiş borçlar hesabında yeşil kartların tedavisi için 980 milyon YTL, ilaç giderleri için 269 milyon YTL ve tedavi giderleri için de 286 milyon YTL yer alıyordu. Bunun toplamı yaklaşık 1.5 milyar YTL yapıyordu. Sağlık harcamalarının büyüklüğü ile ilgili kamuoyunda çeşitli tahminler yapıldığını dile getiren yetkililer, sonuç itibariyle 1.4 milyar YTL’lik ödeneğin içine sığıldığını söylediler. Ancak 1.4 milyar YTL ocak ayında bütçe kayıtlarına yansımadı. Bu nedenle tedavi giderleri Ocak ayında sadece 378 bin YTL, genel ilaç giderleri de 601 milyon YTL olarak yeraldı. Yani şubat ayında da bir kısmı yeralacak.
Bu da Şubat’ta da yüksek bütçe açıkları gelecek demek.
Bilindiği gibi; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şubat ayı başında 2006 yılı bütçe açığının 3.9 milyar YTL olduğunu belirterek, bu seviyede bir bütçe açığının en son 1976 yılında gerçekleştiğini, açığın son 30 yılın en düşük bütçe açığı olduğunu söylemişti. Aslında 2006 yılında bu kadar düşük bütçe açığında TMSF, Bağ-Kur, SSK affından gelen tek seferlik gelirlerin yanısıra, bütçeleştirilmeyen bu harcamalar da etkili olmuştu.
Yani başarıyla anlatılan 2006 bütçesi, hem tek seferlik gelirler hem de gerçekleşip de de kayda girmeyen yüksek miktardaki harcamalar nedeniyle bu kadar güzel çıkmıştı.
AKP belli ki, bu yıl yapılacak seçimlerde, o çok başarılı olarak lanse ettiği 2006 bütçe rakamlarını kullanacak. 2007 yılı ve bizce gelecek yıl da bütçe açısından zor olacak.
Yazının Devamını Oku 
27 Şubat 2007
TÜRKİYE’de işsizlik problemi devam ederken, bu problemin yeni bir boyut kazandığı da herkes tarafından biliniyor. Türkiye 4 yıldır üst üste büyüyor, yeni istihdam alanları açılıyor ama tarımda hızlanan çözülme nedeniyle, yani buradan doğan işsizliğin büyümesi nedeniyle, toplam işsiz sayısı önemli ölçüde azaltılamıyor.
Bu sürecin böyle gideceğini, hatta çözülmenin hızlanacağını herkes biliyor. Herkes sorunun çözümü için bir şey yapmak gerektiğini de söylüyor ama kapsamlı bir çalışma da görülmüyor.
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, özellikle arazi bütünleşmesi üzerinde önemle durmaya başladı. Miras hukukundan kaynaklanan arazi parçalanmasının, haklı olarak tarımda ölçek ekonomisinin önündeki en büyük engeli oluşturduğunu düşünüyor ve belli bir arazi büyüklüğünün altına inilmesini önlemek istiyor. Bizce tarım için hayati bir düzenleme ama gördüğümüz kadarıyla bu önlemin hayata geçmesi, en erken 2008 yılına kalır.
Bu tür önlemlerin tarım kesimindeki çözülmenin getireceği sıkıntılara, dolaylı da olsa, çözüm olabileceğini düşünüyoruz. Ama kesinlikle yeterli değil. Çok daha kapsamlı, çok daha somut projeksiyonlara, belki bölgesel bazda hazırlanması gereken çözüm projelerine ihtiyaç var.
Dün CNN Türk’te Referans Noktası Programında konuğumuz olan Set-Bir Başkanı Erdal Bahçuvan’la da aynı sıkıntıları konuştuk. O da kesinlikle bu işin planlanması gerektiğini, hem tarım kesimi hem de ülke için bunun şart olduğunu söylüyor.
Erdal Bahçuvan, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın ismine de karşı. Tarım sektörünün sadece köylü kesimle birada düşünülmesinin yarattığı sıkıntılara değinen Bahçuvan, bunun bilimsel baza oturması gereken bir sektör olduğunu hatırlatarak, anlayışların da buna göre değiştirilmesi gerektiğini, büyüyen sektör ve gıda sanayine eski anlayışla bakılamayacağını belirtiyor. Yani Bakanlığın ismini "manidar" görüp, değiştirilmesini istiyor.
Set-Bir Başkanı Avustralya ve Yeni Zelanda’da tarım mevsiminde kuraklık görüldüğünü, bunun bu yıl dünya piyasalarını önemli ölçüde etkileyeceğini söylüyor. Yanı sıra artık, "toprak gıda için mi, enerji için mi?" tartışması başladığını, büyüyen enerji bitkisi üretiminin tüm dünyada tarımın önemini artırdığını söylüyor.
GIDADA KDV İNDİRİMİ
Bu arada Erdal Bahçuvan’ın önemle üzerinde durduğu konulardan biri de, tarım ürünlerindeki KDV’nin çok değişik oranlarda olması ve yüksek oranlara sahip olması. "Gümrük tarife pozisyon listesi gibi tarım ürünleri KDV listesi var" diyerek olayın iyice karmaşık hale geldiğini anlatmaya çalışan Bahçuvan "havyar dahil" tüm gıda ürünlerindeki en yüksek oranın yüzde 8 olması gerektiğini söylüyor. Bu nedenle "sadece 3-4 ürünün KDV’sinin yüzde 8’e inmesi yetmez" diyen Bahçuvan, tarımdaki kayıtdışılığın en önemli nedeninin bu değişik ve yüksek oranlardaki KVDV oranları olduğunu söylüyor. Dolayısıyla kayıtdışılığın azaltılması için KDV oranlarının genel olarak inmesi gerektiğini ifade ediyor.
Aslında bir süredir gıda ürünlerindeki KDV indirimleri sık sık konuşulmaya başladı. Geçtiğimiz hafta Eyüp Can ile birlikte görüştüğümüz Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a bu soruyu yönelttiğimizde, tarımda genel bir KDV indirimi olmayacağı ama bazı gıda ürünlerinde indirimin gündeme gelebileceği izlenimini edindik. Unakıtan, bir turizm kesimindeki indirime, bir de bazı gıda ürünleri indirimlerine sıcak bakıyor, bunu izleyen cepte telefonu gibi indirim talepleri için ise "mali disiplinin korunması gerektiğini" gerekçe göstererek, çok da sıcak bakmadığının işaretlerini veriyor.
Set-Bir Başkanı Erdal Bahçuvan’ın yakındığı konulardan biri de bir türlü izin verilmeyen hayvan ithalatı. Bu konunun çok konuşulduğunu ama bir türlü harekete geçilemediğini kaydeden Bahçuvan, damızlık hayvan ithalatının AB ülkelerinden yapılması gerektiğini, bunun hem teknik açıdan uygun, hem de AB et ithalatı sıkıntısını gidereceği görüşünde.
Özetle tarımdaki değişime daha çağdaş ve bilimsel biçimde yaklaşma gereği apaçık ortada.
Yazının Devamını Oku 
26 Şubat 2007
YILLARDIR konuşulan mortgage sistemi, nihayet uygulama aşamasında.Türkçe isim bulunamadığı için hala mortgage diye sözediyoruz ama sistemi aslında "kira öder gibi ev sahibi olmak" biçiminde özetleyebiliriz. Bu sistem batı ülkelerinde çok yaygın olarak uygulamada. Sistemin özü, kirada oturan kişilere verilen uzun süreli finansman imkanları sayesinde, ekonominin çok sayıdaki sektörünü harekete geçiren konut yapımını artırmaktan geçiyor. Çok yaygın olduğu için, mortgage sistemi Batı ülkelerinde hayatın içine girmiş, her vatandaşın bildiği bir sistem olmuş.
Türkiye’de benim hatırladığım mortgage tartışmaları, 10 yıldan eski zamanlara dayanıyor. Yüksek ve istikrasız bir enflasyon sürecinde bu sisteme geçmenin mümkün olamayacağı açıktı ve siyasilerin bu kozu kullanmak istemelerine rağmen mortgage sistemi oluşturulmadı.
Şimdi tek haneli enflasyonla birlikte bu süreç yasallaşma aşamasına geldi.
Ancak temkinli olunması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü tek haneye inse bile, enflasyonumuz hala yüksek. Enflasyonun yanısıra, taşıdığımız büyük riskler nedeniyle reel faizlerimiz çok yüksek ve aslında mevcut piyasa faizleriyle mortgage sisteminin kısa sürede işlerlik kazanması çok mümkün gözükmüyor.
Ama bu sistemin yasallaşmasının da iyi olduğunu düşünüyoruz. Çünkü böyle bir altyapı oluşturuldu ve şimdi bunun üzerine denemeler olacak. Yani, ileride enflasyon ve faiz oranlarımız batı ülkeleri seviyelerine indiği zaman, yani sağlıklı zemin oluşturulduğu zaman, bu uygulamanın büyük ölçüde yaygınlaşması söz konusu olabilecek.
Yani bir tür deneme uygulamaları başlıyor ve ileride furya haline aldığında bu uygulamalardan ders çıkarmamız mümkün olabilecek.
Buna rağmen bu sisteme saldırıp, yararlanmak isteyen olmayacak mı? Elbette olacak ama uygulama görüldükçe, yaşandıkça, 2 ay kredisi geri ödemeyenin evi elinden alındıkça, insanlar daha temkinli olmayı öğrenecek, sistem oturmaya başlayacak.
Geçen gün bir emlakçı arkadaşıma "bu uygulamanın ne getireceğini"sordum. Piyasanın içinde olan arkadaşım, "Fiyatlar çok şişmişti ve alışveriş yapılmıyordu. Son dönemde yavaş yavaş köpük gitmeye, alışveriş yapılmaya başlanmıştı ki Mortgage geldi. Şimdi bir süre daha fiyatlar yeniden şişecektir ama alışveriş o ölçüde olmayacaktır" dedi.
KAYBEDECEKLERİ VARLIKLARI OLANLAR...
Kısacası;yeni koşullarla fiyat oluşumu, insanların sisteme alışması zaten süre alacak. Bunun üzerine faiz oranlarının yüksekliğini eklersek, uygulamanın ancak önümüzdeki yıllarda canlanabileceğini söylemek yanlış olmaz. Bu bizce doğal ve sağlıklı bir gecikmedir.
Aslında mortgage sistemi piyasa ekonomisinin oturması, demokratikleşme, daha doğrusu halkın ekonomi politikalarının denetimine katılması açısından da, bizce yararlı olacaktır. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in de söylediği gibi, bu felsefe temeli de olan bir uygulamadır. Hiçbir şeyi olmayıp, umudu ve heyecanı olmamaktansa, insanların kendi ölçülerinde borç yapıp birer varlık sahibi olmaları, bizce daha doğru. İnsanlara bu fırsatı vermek, Şener’in de dediği gibi belki de motivasyonlarını, çalışma arzularını artıracaktır.
Aslında mevcut sistemin kendi işlerliğini sürdürmesi açısından da insanlarına, yani devletin vatandaşlarına bu fırsatı yaratması kendi lehine. Yani insanlara "kaybedecekleri bir şey" vermek, sisteme güveni artırır, o yapının bozulmasına karşı olan hareketlere direnç göstermelerini sağlar. Kısacası, sistemin kendini sürdürmesi için, bu tür araçlara ihtiyacı var.
Bu aynı zamanda, iyi kullanıldığında, halkın siyasilerin hata yapmalarını engelleyecek bir denetim sistemi de demektir. Değişken faizle uzun yıllar boyu geri ödeme yapan bir kişi, Hükümetlerin hata yapıp faizleri yükseltmelerine, artık eskisi kadar kayıtsız kalmayacaktır.
Özetle; çağdaş devletlerin sahip olduğu bir mekanizma oluşturuluyor. Bu fırsatı enflasyonun düşürülmesi sayesinde yakaladığımızı unutmamamız lazım. Batı ülkeleri seviyesinde bir enflasyona indiğimizde, sistemin tam olarak işleyeceğini de hep hatırlamak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
22 Şubat 2007
HAZİNE kağıtlarına stopaj konulması, bu konuda yapılanlar, bizce ekonomi derslerinde "örnek olay" olarak okutulmalı. Daha önceki hükümetlerin ve bürokrasinin bu konuya değişik bakışları oldu, bir sürü karar alındı ve her seferinde alınan kararlar tartışma konusu oldu.
AKP Hükümeti, daha doğrusu mevcut ekonomi yönetimi de kendisinden önce bu konuda yapılan tartışmalar ve uygulamada çıkan sorunları bilmediği için, sil baştan bu konuyu ele alıp, ardı ardına birbiriyle çelişen değişik kararlar alıp olayı iyice çorbaya çevirdi.
Geçmiş deneyimlere bakarak, ekonominin dinamiklerini biraz bilen bir gazeteci olarak, bütün bu kararların getireceği sakıncaları, alınan kararların değişmek zorunda kalacağını, bu sistemle bu işin hilesinin bulunacağını söylemiştik.
Ekonomi yönetimi, tabii ki konuyu çok iyi bildiği için, bu eleştirileri dinlemedi ve çeşitli kararlar aldı. Bir kısmından daha sonra geri döndü, yatırımcılar arasında haksız rekabete yol açacak yeni kararlar aldı ve uygulamaya koydu.
Önceki gün Referans Gazetesi’nin iki yeni yazarı, vergi uzmanları Veysi Seviğ ve Bumin Doğrusöz ile CNN Türk’te genel olarak vergi sitemini ve özel olarak da bu stopaj konusunu tartıştık. İki vergi üstadının ortaya attığı iddia, Hazine kağıtlarına stopaj konusunda ne kadar vahim hata yapıldığını çok açık biçimde ortaya koyuyor.
Vergi uzmanları yabancı yatırımcıdan alınan verginin sıfırlanmasına karşılık, Maliye’nin "ille de gelir" diye yerli yatırımcıya getirdiği yüzde 10 stopajın, beraberinde çok büyük bir yolsuzluk kalemi ortaya çıkardığını söylediler. Uzmanların söylediğine göre 130 bin kişi, daha doğrusu yerli tahvil yatırımcısı, bu yüzde 10’luk stopajı ödememek için, aldıkları Hazine kağıtlarını yabancı kişilerin üzerinde gösteriyorlar. Bu hızla yayılan bir "vergiden sakınma" uygulaması olmuş ve özellikle sahil beldelerinde bu işlemler yoğunlaşmaya başlamış.
Sistem çok basit işliyor. Tanıdığınız Türkiye’de oturan bir yabancı kişiden senet alıyorsunuz, ya da banka ile anlaşıp onun üzerine hesap açtırıp kullanım yetkisini kendinize alıyorsunuz. Aldığınız hazine kağıtlarını bu yabancı kişiye aitmiş gibi gösteriyorsunuz. Böyle biri mevcut değilse, yurt dışından sadece bu iş için bir kişiyi de rahatlıkla getirtebilirsiniz.
Duyduğumuza göre Moldavalı, Ukraynalı çok sayıda kişi bu iş için de kullanılıyormuş.
BUNUN ADI KÖTÜ YÖNETİM
Biliyoruz ki, Türkiye’de ismi, namı duyulmamış, bazıları vergi rekortmeni olmalarına rağmen isimlerini açıklattırmayan, çok sayıda büyük yatırımcı var. Bu yatırımcılar tasarruflarının en azından belli bir bölümünü her zaman Hazine kağıtlarına yatırma eğilimindeler.
Bu kişiler, isimleri ortaya çıkmasın diye, zaten hep hassas olmuşlardır.
Bazı kişilerin trilyonlarca lirayı Hazine kağıdına yatırdığını dolayısıyla çok büyük faiz geliri elde ettiğini biliyoruz. Bir yabancı kişiye, kendisini garantiye aldıktan sonra, ayda birkaç milyar lira, maaş gibi ödeme yapsanız, bu iş rahatlıkla hallolur.
Şimdi bu yatırımcılar sözde yolsuzluk yapmış hatta vergi kaçırmış bile sayılabilirler.
Ama bir düşünün; çok yüksek faiz gelirleri elde ederken, bunun yüzde 10’unu vergi olarak ödüyorsunuz. Ama bakıyorsunuz başka biri aynı kağıtları yabancı üzerinde gösterip, hiç faiz ödemiyor. Ya da gerçekten yabancı bir yatırımcı gelip aynı kağıda yatırım yapıyor ama sizden yüzde 10 daha fazla net faiz geliri elde ediyor.
Bu haksızlık değil mi? Devlet eliyle haksız rekabet oluşturmak bu değil mi?
Şimdi bu iddialar üzerine büyük ihtimalle araştırmalar yapılacak, bu tür kişiler bulunmaya çalışılacak. Duyduğumuza göre Maliye de zaten yeni yeni bu işi anlamaya başlamış zaten.
Peki doğru olan, hem de ihtiyacı olan devlete borç veren kişiyi, bile bile yolsuzluğa itmek midir, yoksa bu zemini yaratan uygulamaları, kararları ortadan kaldırmak mı gerekir?
Kim ne derse desin, yaratılan bu hile ortamı tümüyle "kötü yönetim"in suçudur...
Bunun sorumlusu ekonominin dinamiklerini bilmeyen mevcut ekonomi yönetimidir...
Yazının Devamını Oku 