22 Mart 2008
İŞADAMLARIYLA konuşuyoruz, bankacılarla konuşuyoruz, herkes panik içinde...<br><br>"Sağduyunun izni çıktığı" ve mevcut ortamın acil olarak yumuşatılmaması halinde Türkiye’yi çok büyük, çok olumsuz gelişmelerin beklediği görüşünde, hemen herkes hemfikir. Bu krizin nasıl aşılacağı konusunda ise, herkes bir ortayol bulunmasını istiyor ama bu sihirli ortayol formülü için somut önerisi olan da yok.
Böylesine bir siyasi cinnet hali içindeyiz...
Peki, bu hava ekonomiyi nasıl etkileyecek?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne açtığı dava, iktidar yanlıları aksini söylemek için çok çaba sarfetseler bile, ekonomiyi fazla etkilemedi. Zaten Devlet Bakanı Mehmet Şimşek bile bir açıklama yapıp, kapatma davasının ekonomiyi fazla etkilemediğini söylemiş ama bunu yine kendi başarılarına bağlamış.
O zaman etkilemedi ama bu yaşadığımız deneyim, siyasi çatışmaların ekonomiyi olumsuz etkilemeyeceği anlamına gelmiyor. Dış konjonktür veya içerdeki siyasi çatışmanın dozu ve zamanlamasına göre, elbette bu tip siyasi olaylar ekonomiyi, piyasayı etkiler.
Örnek vermek gerekirse; AKP’nin kapatılması için açılan dava ekonomiyi etkilemedi ama AKP’nin bu başvuruya karşı takındığı ve giderek sertleşen tutumu, ekonomiyi fazlasıyla etkileyebilecek potansiyele sahip.
Siz eğer 83 yaşında, 3 kere kalp krizi geçirmiş bir gazeteciyi, hem de koruma altında bulunurken, yani kaçma gibi bir şansı bulunmadığı için medeni bir saatte rahatlıkla alınabilecekken, gece 04.00’da evine gidip gözaltına alırsanız, bunun adına kimse, demokrasi diyemez. Bunun adı "cebir"dir, "zor"dur...
Zor oyunu bozar derler ve belli ki bu düstura göre davranılıp, "kafa tutma" deneyiminin getirdiği partisel kazanımların sürekli olacağını, hep böyle yürüyeceğini düşünenler var.
İşte giderek doruklara ulaşan bu çatışma havasının, gerginliği iyice artıran tutumların ekonomiyi etkilemesi kaçınılmaz. Bizce önümüzdeki dönem bunu da yaşayacağız...
GÜVEN YOK
Çeşitli olaylarda yazmıştık, tekrarlayalım; güveni kazanmak çok zordur ama kaybetmek çok kolaydır, öyle bir şey yaparsınız ki, yılların emeğiyle kazanılmış güven bir anda gidiverir...
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; bu kapatma davasından önce ekonomi yönetimine ve hükümetin ekonomide gerekenleri yapacağı konusunda kazanılan güven kaybolmaya başlamıştı. Bunu her türlü veriden görebilirsiniz; Merkez Bankası’nın son beklenti anketi de bu bozulmayı, güvenin nasıl kaybedildiğini açıkca ortaya koyuyor.
Bu olaylar nedeniyle hükümetin siyasi gerginlikleri çözeceğine ilişkin güven de giderek kayboluyor. Yazı yazmaktan başka bir şey yapamayacağı belli olan bir gazeteciyi bile geceyarısı içeriye alırsanız, sorunları çözme konusunda güveni de kaybedersiniz.
Bu hareketi yapanlar bu sonucu göz önüne almak zorundalar. Güvenin kaybolması da ekonomik istikrara karşı en büyük tehdittir... Yani bütün bunları yapıp, "niye ekonomi etkilendi" demeye kimsenin hakkı yok.
Elbette çatışma, adı üzerinde tarafları olan bir şeydir ve hükümet gibi karşı tarafın da çatışmada sorumluluğu vardır. Ancak çatışmaları çözmek, yumuşatmak, devleti yönetmeye soyunan iktidar partilerinin, hükümetin sorumluluğudur. Elbette başkalarının da gelinen ortamda sorumluluğu var ama çözme sorumluluğu her taraftan önce hükümetin üzerinde.
Bu nedenle siyasette olduğu gibi, ekonomide çıkacak sıkıntılardan da hükümet sorumlu olacaktır. Zaten aylardır küresel krize karşı bir şey yapmayıp, mali disiplini bozan kararları gündeme getiren hükümet, bir de çatışmayı büyütürse, sonuçların sorumluğundan kaçamaz.
Yazının Devamını Oku 
20 Mart 2008
DEVLET Bakanı Mehmet Şimşek’in, hálá bir yabancı kuruluş iktisatçısı gibi davrandığını, devlet adamlığına, yani oturduğu koltuğu dolduracak tavırlara sahip olamadığını, daha önce bazı örnekler vererek yazmıştık. Şimşek bu tavrını devam ettirip, New York’ta yaptığı konuşmada "Türkiye’de savaş var" demiş. Bu sözlerin ardından, "Türkiye’de bir güçler kavgası var. Küreselleşmeyi anlayanlar ve buna hazırlananlar ile milliyetçiler arasında. Olan durumu ve bürokratik rejimi korumak isteyenler, en temel insan haklarını öne çıkaranlara karşı çıkıyor ve sanıyorum bu mücadele sürecek" şeklinde konuşmuş.
Her şeyden önce ABD’de, yabancılara karşı böyle bir konuşma yapmak, Türkiye açısından, ekonomi açısından son derece yanlış. Hani küresel kriz bizi etkilemezdi, bu kriz bizim için fırsat olurdu. Dışarıya gidip Türkiye’yi şikayet eden konuşmalar yapınca, küresel sermaye korkup Türkiye’den kaçınca mı fırsat haline dönüştüreceğiz bu krizi.
Böyle bir konuşmanın şekil olarak yanlışlığının yanısıra içerik olarak yanlışlığı da açık. Şimşek uzun süre yurtdışında kaldığı için olaya bir yabancı gibi bakmaya devam ediyor ve Türkiye’de siyasetin geçmişini de, bizce hiç bilmiyor. Türkiye’de küreselleşme yanlılarının kimler olduğunu, AKP geleneğinin şimdi parti kapatmaya karşı çıkarken aslında başkalarına nasıl alkış tuttuğunu, çifte standart tanımının nasıl takiyye ile birlikte kitaba uydurulduğunu, parti büyüklerine sorsa iyi olacak. Bu gelenek hiçbir zaman küreselleşme ve statükonun kırılmasının yanında olmamıştır, şimdi konjonktür icabı böyle bir hava vermeye çalışıyor. New York’ta konuştuğu yabancılardan Türkiye’yi tanıyanlar da kimin ne olduğu çok iyi bilir.
Şimşek, bunca zamandır, hálá Türkçe’ye hakim olamadığı için, bu kadar çok hata yapıyor diye düşünmek, artık saflık olacak. Daha önceki Devlet Bakanı Ali Babacan da Erdoğan’a karşı çıkamaz, her dediğini yapardı ama hiç olmazsa, konuşmasını ve üslubunu Erdoğan’a benzetmemişti.. Şimşek’in konuşmalarına bir bakın, sürekli bir azarlama tonu, yukarıdan bakma havası ve kendisinin de içinde bulunduğu gurubu "kahraman ilan etme" çabası.....
İŞSİZLİK FONUNU GAP’A HARCAYALIM FİKRİ...
Bir iktisatçının hükümete o kadar yakın olup övgüler dizmesini, bakan yakınlarını yanında işe alma gibi yöntemler denemesinin yanlışlığını daha önce yazmıştık. Bunun bir iktisatçıya yakışmadığını, bakanlığından önce de söylemiştik.
Ama "Politika böyle, bu yolla gelip bakan olunca hiç olmazsa teknisyen tavrını sürdürür" diye iyi niyetli düşünmüştük. Ancak Mehmet Şimşek, hiçbir şekilde bir teknisyen, bir iktisatçı gibi davranmayıp, tümüyle politik davranıp, belli ki koltuğunu koruma yolunu seçti.
Geçen gün hükümete yakın bir kaynak, Mehmet Şimşek’in GAP’la ilgili tartışmalarda gündeme getirdiği öneriyi anlatınca, Şimşek’in iktisatçılığının da tartışılması gerektiğine artık kesin ikna oldum.
Şimşek, GAP için hazırlanan planın finansmanı sorun olduğunda, "İşsizlik Fonu’ndaki parayı GAP’ın finansmanında kullanalım" demiş. Allahtan hálá ekonomiden anlayan bürokratlar var da, Şimşek’in bu önerisi hayata geçirilmemiş...
Şimşek Ankara’ya geldiğinde, bakan olduğunda işalemi de umutluydu, bürokrasinin bir bölümü de. "Hiç olmazsa işten anlayan biri geldi, Başbakana da doğruları söyler" diye umuyorlardı. Hatta geldiğinde bizzat "Doğruları Başbakan’a söyleyecek misiniz?" diye sorduğumda, "Buraya doğruları söylemeye geldim" demişti. İşsizlik Fonu’nu GAP’a harcama fikri doğru bildiği bir önerisi ise, işte o zaman ne kadar yanılmışız diye düşünüyorum.
Mehmet Şimşek bir teknisyen olarak hükümette kendi gösterip kendini vazgeçilmez kılmalıydı. "Tipik popülist muhafazakar politikacı" olma yolunu seçti. Halbuki bu işi o kadar iyi yapanlar zaten var ve bu alanda Şimşek’in şansı hiç olamaz.
Umarız bu işler bittiğinde Londra’daki eski kuruluşlarına geri dönebilir...
Yazının Devamını Oku 
18 Mart 2008
DÜN piyasalar çok kötüydü. Kötüydü ama bunun AKP hakkında açılan kapatma davasıyla ilgisi yok denecek kadar azdı. Düne ilişkin tahminlerimizin bu yönde olduğunu yazmıştık. Dün akşam saatlerinde piyasa oyuncularıyla konuştuğumuzda, piyasalardaki kötüleşmenin hemen hemen tümüyle dışarıdaki gelişmelerden kaynaklandığını söylediler.
Dış piyasa bu kadar kötüyken, AKP kapatma davasının iç piyasalara etkisinin kolay kolay ölçülemeyeceği açık. Bankacılar da aynı görüşü benimsiyor ama ille de kapatma davasının etkisi için bir oran vermelerini istediğimizde, "Yüzde 10-20 etkili oldu belki" diyorlar.
Bu etkinin çok daha fazla olduğu görüşünü savunanlar da var. Bu yorumda bulunanların dayandığı temel veri ise Avrupa hisse senedi piyasalarındaki yüzde 3-4’lük düşüşlere karşılık, İMKB’deki dünkü düşüşün yüzde 6-7 oranını bulması.
Halbuki başka zamanlar da, yani kapatma davası yokken de, Avrupa piyasalarındaki düşüşler, fazlasıyla Türkiye’ye yansıdı. Yakın geçmişte bunun örneklerini çok gördük.
Çünkü Avrupa hisse senedi piyasaları çok daha derin ve bu piyasalardaki yabancı payı çok daha sınırlı. Daha doğrusu, bir panik olduğunda gelişmiş ülkelerden kaçış örneğin 2 birim olunca, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerden kaçış yüzde 4-5’i buluyor. Yani ABD ve Avrupa piyasalarındaki kötüleşme bize her zaman fazlasıyla yansıyordu, yine öyle oldu.
Bu nedenle hisse senedi piyasalarındaki düşüşü örnek gösterip AKP’ye kapatma davası açılması bizim piyasaları iki kat fazla olumsuz etkiledi demek, bizce doğru değil.
Zaten bu olumsuz etkinin katlanmaması için hükümetin biran önce önlem alması gerektiğini, krize karşı ekonomiyi daha dayanıklı kılmasını istiyorduk. Böyle bir şey yapıldı mı?
Bizce kapatma davası açılmasaydı da, hükümet önlem almadığı için, Avrupa hisse senetleri piyasalarındaki kötüleşme, yine bize fazlasıyla yansıyacaktı.
ARTIK BATIKLAR BEKLENİYOR
Kurlara ve faizlere baktığınızda ise bizdeki olumsuz etkinin ancak yurtdışındaki kadar olduğunu görürsünüz. Türkiye ekonomisinde hisse senedi payının ne kadar düşük olduğunu göz önüne alırsanız, zaten toplam ekonomiyi etkileme derecesi de kendiliğinden ortaya çıkar.
Bütün bunları "AKP’ye kapatma davası açılması iyi oldu" demek için söylemiyorum, aslında tam tersini söylüyor, bu davanın AKP’nin azalan oylarının yeniden canlandırılmasına yol açacağını düşünüyorum. Ancak piyasalar açısından da doğru analizler yapmamız gerekiyor.
Piyasaları kötüleştiren tümüyle dış piyasalar. ABD Merkez Bankası FED, hafta sonunda iskonto faiz oranlarını 25 baz puan indirdi ve iskonto penceresinden verdiği borçlarda, karşılık olarak birçok senedin alınabileceğini açıkladı. Yani, bankacıların yorumuyla, "FED o noktaya geldi ki; duvar kağıdı getirsen bile sana ucuz para vereceğim" demeye başladı.
Buna rağmen piyasalar sakinleşmediği gibi panik havası daha da arttı.
Bugün FED yeniden faiz kararı verecek ve piyasalar artık bu indirimin 1 puan olabileceğini bile düşünüyor. "Peki bu yüksek indirim çare olacak mı" derseniz, piyasaların hiç umudu yok.
Çünkü, küresel krizi faiz indirimleriyle idare etmenin mümkün olmadığı da artık anlaşıldı.
Ne olacak derseniz, artık iflaslar bekleniyor. Yani önemli şirket batışları olmadığı takdirde, bu krizin dip noktasını bulduğumuzu söyleyemeyeceğiz.
Dünyada riskten kaçış eğilimi devam edip, doruk noktalara ulaşırken, bizde tüketici güven endeksi şubat ayında yüzde 5 düşüş gösterdi, ilk kez yüzde 90’ın altına düştü.
Bu endeksin içinde kapatma davası filan da yok. Yani gidişat, bu kapatma davasından bağımsız olarak da kötüydü, önlem alınmadığı için kötü gidişat devam edip, güven azalıyordu. Şimdi bu trend devam ediyor, önlem alınmadığı takdirde devam de edecek...
Yazının Devamını Oku 
17 Mart 2008
AKP’li olabilirsiniz, AKP’yi sevmiyor hatta rejim için tehlike görüyor olabilirsiniz, AKP’nin taraftarı olmasanız da bazı politikalarını benimsiyor olabilirsiniz, ya da AKP’nin olumlu icraatlarına rağmen gizli "islam devleti" gündemi olduğunu düşünebilirsiniz. Ya da AKP’nin çevresindeki bu görüşleri istediğiniz kadar çeşitlendirebilirsiniz.
Düşüncemiz ne olursa olsun; fiili eylemle ilişkisi kurulamadığı takdirde, bu çağda partilerin kapatılmasına karşı çıkmak gerekir. Ama ilkesel olarak bu görüşü savunmak gerekir. Yani DTP’ye kapatma davasına da, AKP’ye kapatma davasına da karşı olmak gerekir. Yoksa birilerinin dediği gibi, "iktidar partisi"olduğu için, parti kapatmaya karşı çıkılmaz.
Aynı şekilde DTP’ye açılan kapatma davasına karşı AKP’lerin suskun tavrını, daha önce Kürt milletvekilleri TBMM’den kovulurken, şimdi AKP’nin en yüksek mevkilerinde olanların, o zamanki partileriyle bu işi nasıl alkışladıklarını da unutmamak gerekir.
Parti kapatmanın siyasi ve hukuki yönleri hakkında, bir partinin işi nasıl olup da bu noktaya getirebildiği konusunda, Avrupa’daki uygulamalar konusunda çok şey söylenebilir...
Ancak bizim bugün üzerinde durmak istediğimiz asıl konu; parti kapatma davasının ekonomiyi etkileyip etkilemeyeceği, ya da bu etkinin nasıl ölçülebileceği...
AKP Hükümetinin bakanları, parti kapatma davası haberi duyulur duyulmaz, "Bu davanın ekonomiyi olumsuz etkileyeceğini"söylemeye başladılar. Başbakan da ekonomik ve siyasi istikrarı istemeyenlerin bu davayı açtığını söyledi.
Bütün bunlar doğru değil. Siyasi olarak sonuçlarını göreceğiz ama bu dönemde ekonomide, iç piyasalarda yaşanacak olanların parti kapatma davasıyla ilgisi olmayacak.
Yani bugün piyasalar haftaya kötü bir başlangıç yaparsa, bunun Yargıtay Başsavcısının AKP hakkında parti kapatma davası açmasıyla ilgisi kurulamaz.
Çünkü piyasalar tümüyle dışarıya bağlı. Cuma günü ABD piyasaları yüzde 2-2,5 düşüşle kapadı ve Cuma günkü bu kapanış her zaman Pazartesi günü bizi ve Avrupa piyasalarını belirleyecek kadar önemlidir . Özetle; kim ne derse desin; bugün piyasaların seyrinde, olumlu da olsa olumsuz, da olsa, parti kapatma davasının etkisi hemen hemen hiç olmayacak.
Piyasa oyuncuları ile bu konuyu konuştuğumuzda, görüşümüze katıldıklarını gördük. Cuma günü de piyasaların sadece dışarıdaki gelişmelere bağlı seyrettiğini, kapatma davası haberi geldikten sonra yapılan işlemlerde de etkinin görülmediğini söylediler.
AKP’nin kapatılacağının sanılmadığını belirten ama ardından "Parti kapatılsa bile yenisi kurulur devam eder, hep öyle oldu" diye ekleyen bir bankacı, piyasaların seyrinin tümüyle dışarıya bağlı olduğunu, parti kapatma davasının etkisinin olmayacağını söyledi.
Bizce AKP ve bakanları parti kapatma davasını kullanıp, "Bu dava nedeniyle ekonomi bozuldu" argümanını kullanmayı, şimdiden unutsunlar.
Eğer piyasa bozulacaksa bu tümüyle küresel ekonomideki hareketlerden ve bu dalgalara karşı aylardır, uyarılmasına rağmen, hiç bir önlem alınmamasından kaynaklanacak.
Zaten büyük ölçüde de beklenti; kötüleşmenin devam edeceği yönünde. Belki bakanlar da bunu gördüğü için, önlem alamadıklarını bildikleri için, böyle bir gerekçe planlıyorlar.
Ama bu gerekçeyi kimse yutmamalı. Yutmaya meyilli olanlar, yani AKP partizanları da çıkarıp son aylardaki ekonomi haberlerine, yorumlarına baksınlar. 5-6 aydır bu krizin geldiği önlem alınması gerektiği söyleniyor, AKP Hükümetinden bir önlem çıktı mı? Önlem alınmadığı gibi mali disiplini bozucu, enflasyonun yeniden yükselmesini körükleyecek adımlar atılmaya devam etti. Çıkarıp herkes gazete küpurlarına bakabilir.
Yani ekonomide yaşanacak sıkıntının sorumluluğu tümüyle AKP yönetiminin olacak. Şimdiye kadar nasıl nemasını yediyse, kötüleştiği takdirde cezasını da AKP çekmeli..
Yazının Devamını Oku 
15 Mart 2008
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz önceki gün Kayseri’de işadamlarına konuşurken, küresel dalgalanmanın Türkiye’ye henüz önemli bir etkisi olmadığını ama önümüzdeki dönem için riskler ve belirsizliklerin büyüdüğünü söylemiş. Şu ana kadar yaşanan sorunun likidite sorunu olduğunu ama artık "iflas sorunu"na doğru gidildiğini kaydeden Başkan, dünyanın tümünde bir yavaşlama olacağını söylemiş.
Reuters tarafından yapılan son anket Başkan Durmuş Yılmaz’ı teyit ediyor. Ankete göre ABD ekonomisinin resesyona girmesine verilen ihtimal yüzde 45’ten 60’a yükselirken, aynı oran İngiltere için yüzde 25 ve Euro Bölgesi için yüzde 15 gibi artık ciddiye alınması gereken oranlara ulaşıyor.
İşte bu tablo, açıkca söylemese de, yeni milli gelir rakamlarıyla işi örtmeye çalışsa da, AKP Hükümeti’nin "büyümeyi artırmak" için önlem aramaya itiyor. Ancak bu arayışlar, daha önce de sık sık sözünü ettiğimiz mali disiplini bozan, enflasyonu azdıracak noktalara gidiyor.
HÜKÜMETE UYARI
Merkez Bankası Başkanı işte bu eğilimi gördüğü için, yine Hükümete uyarıda bulunup, "ihtiyatı elden bırakmayalım, yılbaşında ortaya konan bütçe sınırları içinde kalınması önemli" diye konuşmuş.
İyi de hangi bütçe, hangi sınırlar?...
Zaten Hükümetin yapmaya çalıştığı şey; harcamaları bütçenin dışına çıkarmak, yeni fon benzeri organizasyonlarla, harcamaları artırıp, büyümeyi desteklemek...
Bizce mali disiplin vurgusunu başta Başkan Durmuş Yılmaz olmak üzere, herkes çok daha sık ve yoğun olarak yapmalı. Çünkü şu anda Türkiye’nin yaşadığı sorun büyümeden çok mali disiplin sorunu. Yani AKP Hükümeti’nin niyet ettiği, "enflasyonun yeniden yükselmesi pahasına, büyümeyi yüksek tutalım" tavrı, Türkiye’yi uzun yıllar büyümesiz bırakacak kadar tehlikeli bir tavırdır.
PİYASALAR KAYGILI
Yine tekrarlayalım; eğer mali disiplin bozulursa, eğer enflasyon yeniden çift haneye çıkarsa, büyüme adına göz yumulan bu artış, Türkiye’deki riskleri çok daha büyütecek, yüksek cari açıklarla birlikte, içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.
Piyasalar da artık bu kaygıyı duymaya başladılar. Bankaların iktisat raporlarında önümüzdeki döneme ilişkin yorumlar yapılırken, büyümeye ilişkin kaygıların devam ettiğini söylüyorlar ama asıl tehlikeyi, "bütçedeki toparlanmanın yeterli ve kalıcı olmaması" olarak görüyorlar. Daha dün bir banka raporunda "Yeniden bozulan enflasyon görünümü ve buna bağlı olası para politikası tepkisinin ise, genel görünümde iyileşmenin önündeki en önemli engellerden biri olabileceğini düşünmekteyiz" deniyordu.
Özetle; Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın da üzerinde durduğu gibi ABD’deki kriz giderek derinleşiyor ve Avrupa’ya sıçrama olasılığı giderek yükseliyor. ABD’de de zararlar örtülmeye çalışılıyor ama artık iflasların gelmesi kaçınılmaz. Buna karşılık Avrupa ülkelerinde devlet zoruyla zararların, risklerin çok fazla örtülmeye çalışıldığını da herkes biliyor. Ancak zararları örtseniz de, likidite verseniz de bunun çözüm olmayacağını, sonuçta varlıkların el değiştirmesi ve iflasların geleceğini de herkes biliyor.
PİYASALARA GÜVEN
Böyle bir ortamda Hükümetin sıkı sıkıya sarılması gereken temel unsurlar; mali disiplin ve piyasaya güven verilmesi olması gerekir. Ancak bu dönemde sahip olmamız gereken en önemli iki unsurun ikisi birden yitiriliyor.
Hükümet de bilerek ya bilmeyerek, bu gelişmeleri sadece seyretmekle yetiniyor.
Yazının Devamını Oku 
13 Mart 2008
DÜN sabah ekonomiyle ilgili 3 bakanın birden bir basın toplantısı yapması, alışık olmadığımız bir gelişmeydi. Önceki gün basın toplantısı yapılacağı duyulmaya başladıktan sonra, piyasadan çok sayıda telefon aldık. 3 bakanın birden yaptığı toplantının nedenini, yeni bir ekonomik program açıklanıp açıklanmayacağını soruyorlardı. Araştırdığımızda ise yeni bir şey olmadığını, daha çok gazetecilerin ekonomiyle ilgili son gelişmelerle ilgili sorularının yanıtlanacağını söylediler.
Dün yapılan toplantı beklendiği gibi, yeni bir şeylerin söylenmediği bir toplantı oldu.
Dolayısıyla gözünü dışarıya çevirmiş piyasalara, artı ya da eksi bir etkisi olmadı.
Şu kadarını söyleyelim ki; bakanlar böyle bir toplantıyı ucuz atlattılar. Eğer gözler bu kadar dışarıya çevrilmemiş olsa, piyasalar iyi haberlere bu kadar aç olmasalar, yapılan basın toplantısından sonra yaşanan hayal kırıklığı nedeniyle kötüleşme bile yaşanabilirdi.
Toplantıdan anladığımız kadarıyla, biraz da Başbakanın, "toplantı yapıp piyasaları sakinleştirin" telkini de etkili olmuş. Çünkü 3 bakan birden toplantı yapıp da bu kadar haber çıkmayan bir toplantı herhalde hiç görülmez." Toplantıdan çıkan sonuç ne?" diye herkes birbirine soruyordu. Sonuçta "Yeni milli gelir serisine göre göstergeler daha sağlam, krizlere karşı artık daha dayanaklıyız" demek için böyle bir toplantı yapıldığı sonucuna varıldı.
3 bakanın da kendi açılarından yeni milli gelir serisine göre ekonomik göstergeleri yorumladıklarına şahit olduk. Ama elbette faiz dışı fazla(FDF)nın yeni milli gelire oranı, vergi tahsilatının yeni milli gelire oranı gibi, aslında .başarısızlık göstergesi haline gelen rakamların yorumlanmasına fazla girmemeye çalıştıkları apaçık ortadaydı.
Her ne kadar sonradan "disipline devam edeceğiz" dese de, Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in "mali disiplin sorunu kalmamıştır" sözü, çok inandırıcı değildi. Zaten mali disiplinle ilgili son dönemde artan kaygılar da bu nedenle ilgili bakanlara soruldu.
Ulaştırma altyapısı için fon oluşturulması konusundaki düzenleme için Maliye Bakanı Unakıtan’ın "O sadece bir teklif, hükümetin tasarısı değil daha konuşmadık" demesi dikkat çekiciydi. Halbuki daha birkaç gün önce Ulaştırma Bakanı kesin olarak bu yasanın çıkacağını söyledi. Yani mali disiplinin bozulacağının en önemli kanıtlarından biri apaçık ortadaydı ve bu konuda "kesin olarak bu yasa çıkmayacak" denilmedi.
BEKLENTİ YÖNETİMİ GERÇEKLERLE OLUR
Aslında "denilemedi" demek daha doğru olur, çünkü bu işlere belli ki bakanlar değil bizzat Başbakan karar veriyor. Başbakanın tavrı da açık; harcamaları artırmak istiyor.
Sadece bununla da yetinilmediği, geçen hafta Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan enerji yasa tasarısının da benzer hükümlere yer verdiği de biliniyor. Belediye yasası da ortada...
Yani bütün bunlar ortadayken, "mali disiplin sorunu kalmadı" demek inandırıcı değildi.
Aynı şekilde yeni milli gelir serisine göre sadece olumlu hala gelen verilerin üzerinde durup, diğerlerini önemsiz gibi göstermek de doğru değil.
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in daha önce çok önem verdiği rating kuruluşlarının, "milli gelir rakamı değişti diye not artırımı olmaz" sözlerine karşı da, "zaten rating kuruluşları son dönemde çok itibar kaybetti" türü sözler etmesi, çok acemiceydi....
Özetle; beklenti yönetimi böyle yapılmaz.
Başbakan eleştiri getiren tüm kesimleri, bozgunculukla, yalancılıkla hatta ekonomiyi batırmaya çalışmakla suçluyor. Herkesin işe olumlu bakması gerektiğini düşünüyor, olumlu bakmasa bile eğer fikri olumsuzsa, eleştirel bakıyorsa, fikrini açıkca söylemesini istemiyor.
Bunun adına elbette demokrasi denmiyor, eleştiri olmayınca başka bir düzen oluyor...
Bakanlar da belli ki "beklenti yönetimi" yapalım, piyasada oluşan olumsuzluğu giderelim diye bu toplantıyı yaptılar. Ancak beklenti yönetiminin ancak gerçekleri, doğruları söyleyerek hatta, bunları özellikle söyleyip, şeffaf olup inandırıcı olmaktan geçtiğini unutuyorlar.
Bunun da ötesinde işalemi, piyasalar "yeni bir hikaye" istiyor. Dünkü toplantıda bu yoktu...
Yazının Devamını Oku 
11 Mart 2008
MERKEZ Bankası’nın faiz kararı giderek zorlaşıyor. 19 Mart’ta toplanacak Para Politikası Kurulu’nun (PPK), geçen aylardaki gibi, çeyrek puanlık indirim kararı vermesi giderek zorlaşıyor. Önümüzdeki günlerin ne getireceği de meçhul. Geçtiğimiz Cuma günü ABD Merkez Bankası’nın (FED) açıklamaları üzerine, piyasalarda FED’in bu ayki indiriminin 0.75 puan, hatta 1 puana kadar çıkabileceği konuşulmaya başladı.
Bu noktadan baktığnıız zaman, "Bizim Merkez Bankası’nın faiz indirim kararı vermesi kolaylaşıyor" denilebilir. Ama durum hiç de bu kadar kolay değil...
AKP’ye yakın gazetelerde şimdiden, Merkez Bankası’nı faiz indirimine zorlayan, "yaşanan sıkıntıdan çıkış yollarından birinin faiz indirimi olduğunu" söyleyen haberler hatta manşetler çıkmaya başladı.
Bu da, 19 Mart yaklaştıkça hem hükümet kanadından hem de hükümete yakın gazetelerden bu yöndeki baskıların artacağının bir göstergesi.
Ancak geçtiğimiz cuma günü yayımlanan Merkez Bankası Beklenti Anketi’nin sonuçları, işin hiç de o kadar kolay olmadığını, çarpıcı biçimde ortaya koydu.
Beklenti anketinde şubat ayında tahminlerin neredeyse üç katına ulaşan TÜFE’nin etkisiyle, yıl sonu enflasyon beklentileri de sıçrama gösterdi. Yıl sonu enflasyon projeksiyonu 48 baz puan artışla yüzde 7.02’ye yükselirken, daha uzun vadeli beklentilerinde sınırlı bir bozulma olduğu gözlendi. 12 ay sonu TÜFE tahmini yüzde 6.0 seviyesini korurken, 24 ay sonu beklentisi ise 12 baz puanlık artışla yüzde 5.3’e yükseldi.
ENFLASYONU ETKİLEYECEK KARARLAR
Özetle; faiz kararlarında en etkili unsurlardan biri olan önümüzdeki döneme ilişkin enflasyon beklentileri giderek kötüleşiyor.
Bu anketten sonra piyasa iktisatçıları tarafından " Merkez Bankası’nın, enflasyonun ana eğilimindeki iyileşmenin yavaşlamasını ve son dönemde gelişmekte olan ülkelere de belirgin şekilde yansıyan yurtdışı görünümdeki bozulmayı göz önünde bulundurarak, Mart’ta faiz indirimine ara vereceğini bekliyoruz" denilmeye başladı.
Kısaca; beklentiler indirim kararını kolaylaştırmıyor, aksine zorlaştırıyor.
Bizce sadece enflasyon beklentileri değil, AKP Hükümeti’nin mali disiplini bozacağı kesin olan düzenlemeleri gündeme getirmesi de, indirim kararını ciddi biçimde zorlaştırıyor.
Bütçe dışı fon uygulamasını yeniden hortlatan, dolayısıyla mali disiplini ciddi biçimde sekteye uğratacak, şeffaflığı önleyip, harcamaları artıracak yasa tasarıları, enflasyon açısından da tam bir saatli bomba niteliğinde.
TEHLİKELİ KARARLAR
Bunların yanı sıra hükümet 4 milyar YTL yük getiren sigorta prim indirimiyle, yine 4 milyar YTL bütçeye ek yük getirecek belediye yasasıyla da, mali disiplin ve harcama açısından son derece tehlikeli kararlara imza atıyor.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın bu hafta konuşma yapıp, gelişmeler hakkında yorum yapmasını bekliyoruz.
Gelecek haftaki faiz indirim kararı için Başkan Yılmaz’ın yapacağı bu açıklamalar dikkatle izlenecek.
Yazının Devamını Oku 
10 Mart 2008
"BİRİNCİ yapmamız gereken şey, makro ekonomik istikrarı muhafaza etmek. Bunun da iki temel göstergesi var: Düşük enflasyon ve mali disiplin. Hiçbir şekilde bu iki unsurdan taviz verilmemesi gerekiyor. Çünkü diğerleri bunun zınnında elde edilen gelişmelerdir" Kim söylediyse, ne kadar doğru söylemiş değil mi?
Demek istiyor ki; küresel kriz nedeniyle riskler büyüyor ve Türkiye’nin bu krizden en az etkiyle kurtulması için, sağlanan makro ekonomik istikrara sarılmak gerekiyor. Makro ekonomik istikrar da enflasyonla mücadeleye devam etmeden, mali disiplini bozmadan devam ettirilebilir. Yani büyümeyi koruyacağım diye, siz enflasyonla mücadeleyi gevşetir, mali disiplini bozarsanız, o zaman makro ekonomik istikrar kaybolacağı için büyümeyi de sağlayamazsınız, istikrarın getirdiği diğer olumlu sonuçları da kaybedersiniz demek istiyor...
Tırnak içindeki sözler, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı’ya ait, geçenlerde bir toplantıda söylemiş. Bu da ekonomi yönetiminin en kritik koltuklarından birinde oturan bürokratın, şu anda AKP Hükümeti’nin yaptıklarıyla tümüyle ters düştüğü anlamına geliyor.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın ne dediğini, enflasyonla mücadeleden taviz verilmemesi gerektiğini nasıl sürekli belirttiğini de biliyoruz.
Yani ekonomi yönetiminin en önemli bürokratlarından diğeri de aynı görüşte sayılır
Ekonomi yönetiminde üçüncü önemli koltuk Devlet planlama Teşkilatı (DPT) müsteşarıdır. Müsteşar Ahmet Tıktık, sessiz kalmayı tercih eden bir bürokrattır ama son dönemde Hükümetin aldığı bazı kararlardan kaygı duyduğunu biliyoruz. Örneğin mali disiplini bozacak, bütçe dışı fon yaratma anlamına gelen, ulaştırma ve enerji yatırımlarını hızlandırmak için hazırlanan yasa tasarılarına karşı çıktığını biliyoruz.
Bu bürokratların özellikle başbakanlığa ve TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na, adı geçen yasa tasarıları hakkında mali disiplini bozacağı uyarısı yaptığını da biliyoruz.
Ama hükümet bu bürokratların uyarılarını kesin olarak dinlemiyor.
Hem de bu bürokratların hepsi AKP döneminde gelen bürokratlar olduğu halde...
ÖNLEM YERİNE DOZU ARTAN İSLAMİ SÖYLEM
İşte bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan, artık ekonomi koordinasyon toplantılarına bürokratları almıyor, bakanlar ve ekonomi kökenli milletvekilleriyle toplanıyor.
Tekrarlıyoruz; hükümet bürokrasi ve piyasaların söylediğinin tersine, tümüyle büyümeye odaklandı, enflasyonla mücadeleden vazgeçti ve mali disiplini hızla bozan adımlar atıyor.
Zaten Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’ten bürokratları da, işalemi de, piyasa da umudunu kesti ama hükümetin aldığı kararlar, doğruları söyleyecek tek kişi olarak umutlanılan Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in de ya konuşmadığını, ya da sözünü dinletemediğini gösteriyor.
AKP Hükümeti ülkeyi, ekonomiyi hızla, tehlikeli bir uçurumun kenarına doğru götürüyor.
Başbakan ekonomik gerçeklere uygun hareket etmek yerine, siyasi olarak da inciler döktürüp, "İslám devleti" adına rejim kaygılarını artıracak demeçler vermekten kendini alamıyor.
Bu ülkenin başbakanının, hem de Kadınlar Günü’nde "Kadınlar en az 3 çocuk doğurmalı, Türk milletinin kökünü kurutmak istiyorlar" sözlerini duymayan kalmadı. Yine aynı şekilde İslám hukukunu andıran, "Devlet katili affetme yetkisine sahip değil. Yetki maktülün ailesine aittir" dedi. "Sağduyulu" bilinen Diyanet İşleri Başkanı bile çıkıp, Danıştay’ın din dersi kararına "Bize sorsalardı" diyebildi...
Bunların ekonomi politikalarıyla ne ilgisi var diyenler çıkabilir.
Bizce doğrudan ilgisi var. Ekonomide kriz geliyor, ekonomi bilimi ne yapılacağını söylüyor. Bürokratlar buna göre uyarı yapıyorlar ama hükümet dinlemiyor. Bunun yerine İslámi hukuk söylemi pekiştirilip, kamplaşma ve rejim kaygıları körükleniyor.
Unutmayın; gelecek ekonomik ve siyasi krizler, tümüyle AKP Hükümeti’nin eseri olacak.
Yazının Devamını Oku 