23 Şubat 2008
BEKLENEN oldu ve küresel krize karşı önlem alınması yolundaki çağrılar giderek yaygınlaşmaya başladı. Hükümet kaç aydır yapılan bu çağrılara kulak vermedi, bu arada çeşitli kesimlerin eleştiri yapmaması için de uyardı ama daha önce destek verenler bile "acil önlem çağrısı" yapıp, hükümetin geciktiğini, küresel krize karşı etkisiz kalındığını artık söylemeye başladılar. Hükümete gözü kapalı destek veren gazetelerde bile, ekonomik krizin geldiğini artık önlem alınması gerektiğini belirten yazar sayısı artmaya başladı.
Yani artık mızrak çuvala sığmıyor...
Sadece dışarıdan değil, içeriden de "önlem almakta geciktik" diyenlerin sayısı artıyor. Bürokratların, her ne kadar kamuoyuna bir şey sızdırmasalar da, içeride gidişatın kötü olduğunu dillendirmeye başladığını biliyoruz. Aslında bir süredir önlem alınması isteyen bu bürokratlar bakanlarını da uyarıyorlar ama öyle bir durum var ki; bakanlar bile hükümeti harekete geçirmekte yeterli olamıyor. Ya Başbakan’a bütün çıplaklığıyla durumu anlatmıyor, kızacağından korkuyorlar ya da baş başa kaldıklarında söyleseler bile, Başbakan önlem alınması kararını vermiyor.
Öyle ya da böyle, önlem konusunda hálá hükümetten bir hareket görülmüyor.
Tam tersine; mali disiplini bozucu, harcamaları bütçe dışına çıkaran yasa tasarıları hazırlanıyor, "bize bir şey olmaz" havası pompalanmaya devam ediyor. Hatta eleştiri yapanlar spekülasyon yapmakla bile suçlanıyor...
Bu tablo piyasalarda ekonomiye ilişkin güven kaybına yol açıyor. Bazı işadamları çıkıp, "Hükümetin yaptıkları yapacaklarının teminatıdır" deyip Hükümete hálá şirin gözükmeye çalışıyorlar ama kendi kişisel hesaplarını acaba nasıl, neye göre yapıyorlar?
Önceki gün hem TÜSİAD hem de TOBB darboğazın giderek büyüdüğünü, bir an önce önlem alınması gerektiğini, mali disiplinin çeşitli düzenlemelerle bozulması yönündeki hareketlerin geri çekilmesini istediler. TÜSİAD küresel risklere karşı ekonominin artık kırılganlaştığını açık açık söyledi. TOBB Sanayi Odaları Konsey toplantısı, Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan ile yaptığı toplantıdan sonra bile iç piyasada darboğazın büyüdüğünü belirtti.
KARA OPERASYONU ETKİSİ
Belki bu açıklamalardan da önemlisi, AKP hükümetine verdiği destekle bilinen, Abdulkadir Konukoğlu’ndan gelen eleştirilerdi. Gaziantep’te öğrencilerle sohbet eden Konukoğlu, krizin gelmekte olduğunun söylendiğini halbuki krizin geldiğini kaydederek, ekonomide alınacak kararların geciktiğini, ekonominin siyasetin gölgesinde kaldığını söylemiş.
Bu arada dün Kuzey Irak’a kara harekatı başladı. Kara harekatının piyasaları ilk gün fazla etkilemediğini de söylemek lazım. Ancak bu önümüzdeki dönemde etkilemeyecek anlamı taşımıyor.
Harekat ilerledikçe, sonuçların ne olacağı bilinmiyor.
İşte bu nedenle önlemlerin bir an önce alınması gerekiyordu...
Küresel krizin yayılıp ekonomimizi tehdit etme tehlikesine, şimdi bir de kara harekatının getirebileceği olumsuz etkiler eklendi.
Umarız artık harekete geçilir ve risklere karşı ekonomi daha güçlü hale getirilir.
Yazının Devamını Oku 
21 Şubat 2008
İYİ ki, politikacılar ne kadar içlerine sindiremedilerse de, bağımsız bir Merkez Bankamız var. Belki idare merkezinin neresi olacağını bile kendisi saptayamıyor ama hiç olmazsa Hükümete rağmen gerçekleri konuşabiliyor. Aksi takdirde piyasalar neye bakarak yön bulacaklardı?
Yıllardır uyguladığınız IMF programının sonuna gelmişsiniz, ortalık iyice karışmış ama Hükümetten, bundan sonra ekonomide ne yapılacağına dair bir işaret alınamıyor. İki önemli çıpadan diğeri olan AB çıpasında ise iki yıldır doğru dürüst bir heyecan, bir gelişme göremiyorsunuz. Yani ekonomide son 5 yılda sağlanan istikrarın en önemli dayanağı olan IMF çıpası tümüyle kalkıyor, AB çıpası da iyice gevşemiş durumda.
Tam böyle bir dönemde küresel kriz dünyayı kasıp kavurmaya başlamış, kapınıza dayanmış ama içeride, yönetiminizden tık yok. Tam da kapsamlı önlemler alınması zamanı gelmiş ama hükümetin ekonomiye baktığı yok. Tam tersine her geçen gün yeni bir, mali disiplini bozucu taslak ortaya çıkıyor, seçim ekonomisi uygulamalarını andıran kararlar ortada dolaşıyor.
Bu da yetmiyor, türban gibi, neredeyse rejim meselesi haline getirilen, getirileceği belli olan bir siyasi çatışma konusunu gündeme getirmişsiniz, gece-gündüz, yatıp-kalkıp bunu konuşturuyor, piyasaları iyice geriyorsunuz.
İşte bu ortam nedeniyle de, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla sizin ekonominiz küresel dalgalanmalardan, çok daha fazla olumsuz etkileniyor.
Bütün bunlar apaçık ortada iken Başbakan çıkıyor, eskiden borsada spekülasyon yapılırdı, şimdi ekonominin tümü için yapılıyor, spekülasyona izin vermeyiz diyor ve bardağın dolu tarafına bakılmasını istiyor. Böyle bir şeyin yapılıp yapılmadığı yorumuna girmeden önce, spekülasyon-manipülasyon ayrımını birilerinin Başbakan’a anlatması gerektiğini, hangisinin doğal bir işlem, hangisinin suç ve etik dışı olduğunun anlatılması gerektiğini düşünüyorum.
Yani Başbakan diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de eleştiri istemiyor, herkesin, her zaman, her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemesini istiyor.
Özetle, ekonomide geç kalındığını, türbanın öne çıkarılıp piyasaların tedirgin edildiğini, küresel krizin mutlaka bizi de etkileyeceğini bunun için önlem alınması gerektiğini söylemek, bu demecinden anladığımız kadarıyla, Başbakan’a göre spekülasyon sayılıyor....
GERÇEKLERİ KONUŞMAK İTİBAR KAZANDIRIR
İyi de, kendi bürokratları hatta bakanları bile, aynen bu değerlendirmelerde bulunuyorlar. Kendisine açıkça söylemiyorlar diye, bu gerçekleri yok mu sayacağız...
Bizce bakanlar ve bürokratlar, başka yerde söyledikleri halde Başbakan’a bu gerçekleri söylemedikleri için, ülkeye kötülük ediyorlar. Çünkü, "Biat bürokrasisi" haline gelmek, gerçekleri konuşmamak, hatalara göz yummak, ekonomiye ve ülkeye yapılan kötülüktür...
Başbakan istemiyor diye ekonomideki yanlışlar, aksayan yönler, önlem alma gereği ya da küresel kriz buhar olup kaybolmuyor... Bütün bunlar var ve bizi etkileyecek unsurlar... Etkilenmemek için ise ekonomiye el atılıp gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.
Hükümetten iş alabilmek için bazı saygın görülen işadamlarının bile çıkıp, "Hükümetin yaptıkları yapacaklarının teminatıdır" demeleri de bu gerçekleri değiştirmiyor...
İşte böyle bir dönemde Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz çıkıp, gerçekleri konuşuyor.
Bir yandan Türk bankalarının ne kadar güçlü hale geldiğini söyleyip dışarıya güven veriyor ama öte yandan küresel kredi krizi nedeniyle başta cari açık olmak üzere genel dengeler açısından dikkatli olunması gerektiğini kaydedip, "Her zaman bir krize hazırlıklı olmalıyız" diyor. Avrupa Birliği çıpasının güçlendirilmesi gerektiğini, IMF olsa da olmasa da mali disiplinin korunmasını sağlayacak önlemlerin Merkez Bankası açısından kabul edilebileceğini, bunun bütçe açığı veya harcamalarına yönelik bir sınır olabileceğini söylüyor.
Şimdi Başbakan bu sözleri de spekülasyon olarak mı kabul edecek, bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var ki; gerçekleri söylemek itibar ve güven kazandırıyor...
Yazının Devamını Oku 
19 Şubat 2008
HAFTA sonunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ATV’de, gazetecilerin sorularını yanıtlarken izledim. Dün Vatan’da, Okay Gönensin yazmıştı; kendine yakın gazetecileri seçerek karşısına alıp, onların soru sormasını sağlamak, aykırı soruları yumuşak dille "sorduruldu" demek için sordurmak, istediğinize yanıt verip istediğinizi geçiştirebilmek, şimdiye kadar hiçbir politikacının lüksü olmamıştı. Önceki günkü TV programında, gazeteciler sordukları, "ilköğretimde türban takılacak mı, kamuda çalışanlar türban takacak mı?" sorularının yanıtlarını alamadıklarını acaba görmediler mi? Başbakan’ın "yasa meselesi" deyip, aslında, ileride yasa çıkartıp onun da serbest olabileceğinin kapısını açık bıraktığını, acaba anlamadılar mı?
"Ben 5 yıllık belediye başkanlığımda ne yaptım ki, bundan sonra ne yapacağım" diye kendini savunduğunda, bu gazeteciler Taksim’e cami girişimini, bunun için çıkan kavgaları, belediye işletmelerinde içki içmenin yasaklandığını acaba hatırlamadılar mı? Benim bildiğim o dönem İstanbul’da oturan çoğu gazeteci bu konulara değinmişti, belki bu gazeteciler de yazmıştı. Herhalde o tartışmaları hatırlamamışlardır, değil mi?
Görseler, üstüne giderlerdi, değil mi?
Ekonomiyle ilgili yönelttikleri sorular da öyle... Birilerine "ekonomiden ne sorayım?" deyip duydukları, genel eleştiri konularını gündeme getirmekle, ekonomiyle ilgili gidişatın sorgulanamayacağını, acaba görmediler mi?
Başbakan, hem içeriden hem dışarıdan gelen son veriler bariz kötüleşme eğilimini ortaya koyarken, "veriler çok iyi" diye yanıtladığında, acaba, neden son günlerin kötüleşme verilerini, işin Başbakan’ın dediği gibi olmadığını, söylemediler?...
TÜKETİCİ HALK DEMEKTİR
İşte bu nedenle bir yandan Başbakan’a, bir yandan bu gazetecilere, dün gelen bir ekonomik verinin altını çizerek anlatmak istiyorum.
Dün açıklanan tüketici güven endeksi, ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 1.89 azalarak, yüzde 92.12’ye düştü. Bu endeksi, Başbakan’a karşı bir grup medya tezgahlamıyor, Merkez Bankası ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) birlikte hazırlıyorlar. Yani resmi, hükümetin inisiyatifinde bir veri. Bu arada TÜİK Başkanı’nı, YÖK’e atıyorlar.
Güven endeksindeki azalış, tüketicilerin "mevcut ve gelecek dönem satın alma güçlerine, gelecek dönem genel ekonomik duruma, gelecek dönem iş bulma olanaklarına ve mevcut dönemin dayanıklı tüketim malı satın almak için uygunluğuna dair kötüleşmesinden" kaynaklandı. Endeksin 100’den büyük olması tüketici güveninde iyimser durum, 100’den küçük olması tüketici güveninde kötümser durum, 100 olması ise tüketici güveninde ne iyimser ne de kötümser durum olduğunu gösteriyor.
(Bu endeks değerlendirmeleri resmi haber ajansı AA’dan alınmadır...)
Bir ayda bu kadar kötüleşme çok az görülür. Tüketicinin halk olduğunu, vatandaş olduğunu da hatırlatmakta da fayda olabilir...
Yani halk ekonomi konusunda kötümser. Bu kötümserliğin nedeni de küresel krize karşı içeride, Başbakan tersini söylese de, hiçbir önlem alınmaması. Kötümserliğin bir başka nedeni, Başbakan "ben naptım ki!" demesine rağmen, siyasi kavga konularını öne alıp, ekonomiyi göz ardı etmesi ve bunu halkın görmesi...
Umarım, bu resmi veriyi, gazeteci olarak, görüştüklerinde Başbakan’a da sorarlar...
Yazının Devamını Oku 
18 Şubat 2008
GEÇTİĞİMİZ hafta sözünü ettiğimiz, yasa teklifleri ve diğer düzenlemelerle mali disiplini bozma girişimlerinin, her geçen gün artarak devam ettiğini görüyoruz. Ulaştırma altyapı yatırımlarına ek kaynak yaratma temini adı altında getirilen kanun teklifinin, bütçe dışında kontrolsüz çok geniş bir fon yaratacağını, mali disiplini çok büyük ölçüde sekteye uğratacak bir girişim olduğunu yazmıştık.
Bu yazının ardından arayan bir arkadaşımız, aynı şekilde, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından hazırlanıp görüşe sunulan "Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Kamu Kesimi ile Özel Sektör İşbirliği Modelleri Çerçevesinde Gerçekleştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı Taslağı"nın da mali disiplin açısından çok sakıncalı bir girişim olduğunu hatırlattı.
Bu kanun taslağının amacı, tüm kamu kurumlarının yatırımlarının, Kamu-Özel İşbirliği modelleri çerçevesinde yapılması olduğu belirtiliyor. Bu yasa çerçevesinde yapılacak tüm yatırımlar Kamu İhale Kanununun öngördüğü sınırlamalardan muaf tutulurken, bu yatırımlara Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı veya DPT bünyesinde yeni kurulacak olan Kamu-Özel İşbirliği Genel Müdürlüğü tarafından garanti verilebilmesi öngörülüyor.
Bu teklifin mali disiplin acısından bir çok sakıncası var.
Her şeyden önce AKP Hükümetinin AB ile uyum yasalarından biri olan, aynı zamanda kamu harcamalarını disipline etmek, yolsuzlukları önlemek için getirilen kamu ihale yasasından kaçma girişimlerinin bir örneğini daha oluşturuyor.
Sürekli olarak bu yasanın dışında ihaleler yapma girişimleri, yasayı delme çabalarının devam ettiği görülürken, bizce bilerek, bu yasanın dışındaki altyapı yatırımları için çıkarılacak özel yasa da geciktiriliyor. Geçtiğimiz yıl çeşitli yollarla aslında ihale yasası kapsamında olması gerekip de dışında tutulan ihalelerin oranının yüzde 30’u bulduğu söyleniyor. Yani ihale yasası kapsamında nispeten kontrolsüz bir ihale sistemi giderek genişletiliyor.
Bu taslak da, kamu-özel işbirliği ile yapılacak yatırımları ihale yasası kapsamından çıkarıyor. Bu taslak yasalaştığı takdirde, zaten yatırımların büyük bölümü bu modelle yapılacak yani kamu ihale yasası neredeyse tümüyle yok sayılmış olacak.
Yani istediğinize, istediğiniz koşullarda ihale vermenin yolu daha da açılmış olacak.
ÖNÜNE GELEN HAZİNE GARANTİSİ VERİRSE...
Bu taslağın yasalaşması halinde, biraz abartılı bir tanımlama ile "önüne gelen Hazine garantisi verme yetkisi"ne sahip olabilecek. Yani yapılacak yatırımlara bol bol Hazine garantisi verilip, sonunda ödenmeyen borçların hepsi Hazine’nin üstüne kalacak. Hazine’nin üstüne kalması demek, tüm bunların faturasının halk tarafından ödenmesi anlamına geliyor.
2001 yılında yaşanan krizde, Hazine’nin 90’lı yıllarda bol keseden verdiği garantilerin önemli bir payı olduğunu herkes biliyor. Kriz sonrası yapılan düzenlemelerle ve IMF stand-by anlaşması ile Hazine’nin verebileceği garantilere önemli sınırlamalar getirilmişti.
Bu taslak, Hazine’nin verebileceği garantilerdeki sınırlamaları kaldırmakla beraber, garanti verme yetkisini Hazine’nin yanında Maliye Bakanlığı ve Kamu-Özel İşbirliği Genel Müdürlüğü’ne de tanıyor.
Bu durumda, Hazine, diğer kurumların verdiği garantileri de yüklenmek zorunda kalacak.
2001 krizinden önce yaşanan sıkışıklıkta önemli rol oynayan Hazine’nin durumu yine kötüleşebilir, özetle bu taslak kamu iç borç stoku açısından büyük bir risk oluşturuyor.
Bu iki yasa taslağı görüldüğü gibi mali disiplin açısından büyük tehdit oluşturuyor. Her iki yasa taslağı da , 2001 yılından sonra yapılan yapısal reformlardan geri adım anlamına geliyor. Yanı sıra kamu mali yönetiminde şeffaflık ve hesap verilebilirlik açısından da, bu iki yasa taslağı da tam anlamıyla geri adım anlamına geliyor.
Küresel krize önlem alacağımıza mali disiplin gevşetiliyor.
Yazının Devamını Oku 
16 Şubat 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, ekonomide de işlerin çok iyi gittiğini, boş yere eleştiri yapıldığını söylüyor. Özetle; Başbakan’ın bu demecinden anlıyoruz ki; gündeme yeniden ekonominin alınması, ekonomiye el atılması pek planlanmıyor. IMF Başkanı, FED Başkanı başta olmak üzere, dünyanın en önemli küresel ekonomi aktörleri tam tersini söylüyorlar ama belli ki; AKP Hükümeti, küresel krizden hiç etkilenmeyeceğimizi zannediyor. Şimdi Başbakan’ın güllük gülistanlık gördüğü ekonomiye ilişkin, son açıklanan bazı verileri ardı ardına sıralayalım....
Merkez Bankası önceki gün, borçlanma faiz oranını yüzde 15.50’den 15.25’e, borç verme faiz oranını ise yüzde 19.50’den 19.25’e indirdi. İndirim yapıldı ama yayımlanan karar notunda, küresel ekonomiye her zamankinden daha fazla vurgu yapıldığını, para politikası kararlarının, küresel ekonomi ile ilgili risklere duyarlılığının arttığından söz ediliyor yani daha da temkinli bir tutum görülüyor. Notta, geçtiğimiz notlardan farklı olarak, küresel ekonomide devam eden belirsizliklerin ve fiyatlama davranışlarına ilişkin risklerin, para politikası kararlarının çıkacak verilere olan duyarlılığının artırdığı da vurgulanıyor.
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplandığı gün, ödemeler dengesi rakamları da açıklandı. Aralık ayında cari işlemler açığı, 4.5 milyar dolar civarındaki ortalama piyasa beklentilerinin epey üzerine çıkarak, 5 milyar 149 milyon dolara çıktı ve aylık bazda rekor kırdı. 2007 yılının toplamında cari işlemler açığı 38 milyar dolara çıkarak, tahmini GSYİH rakamının yaklaşık yüzde 7.5’i oldu.
Aralık ayında ihracatın hız kaybetmesine rağmen ithalat artış hızında bir yavaşlama olmadı ve dış ticaret açığı 6.4 milyar dolarla aylık bazda en yüksek rakama ulaştı. Brüt turizm gelirlerinin aralık ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11.9 artmasına rağmen, turizm giderlerindeki yüzde 47.3’lük yükseliş, net turizm gelirlerinin yıllık bazda azalmasına yol açtı.
İŞSİZLİK SORUNU BÜYÜYOR
Ödemeler dengesi tablosuna göre geçen yıl net doğrudan yabancı yatırım girişleri 18.4 milyar dolar oldu. Yani, 2007 yılında cari işlemler açığının yüzde 48’i net doğrudan yabancı sermaye yatırımları tarafından finanse edildi.
2008 yılında büyümenin yüzde 4 olacağı varsayımı altında, cari işlemler açığının 40-41 milyar dolar ile GSYİH’nın yüzde 7.2’si seviyesinde olacağını tahmin edenlerin sayısı bir hayli fazla. Ancak daha iki ay önce piyasadaki iktisatçıların 2008 için 38-39 milyar dolarlık tahminler yaptığını hatırlıyorum. Bence, yıl içinde eğer kurlar çok fazla artmazsa, piyasaların yaptığı tahminler 45 milyar dolara doğru çıkacaktır. Bunun da dışında cari açığın yaklaşık yarısının doğrudan yabancı sermaye ile finanse edildiğini ve 2008 için dış kaynakta sıkıntı çıkacağını da unutmayalım. Yani cari açık ciddi tehlike sinyalleri veriyor.
Dün açıklanan verilere göre de 2007’nin son çeyreğinde genel işsizlik oranı bir önceki yıl aynı dönemdeki yüzde 9.6’ya karşılık, yüzde 10.1’e yükseldi. 2007’nin son üç ayında, 2006’nın aynı dönemine kıyasla toplam işgücü yüzde 1.2, istihdam hacmi ise yüzde 1.7 oranında daraldı. 2007’nin son çeyreğinde hizmet sektörü istihdamında belirgin bir yavaşlama görülürken, sanayi, inşaat ve tarım sektörlerinde ise istihdamın daraldığı dikkat çekti.
İşte Başbakanın da dikkatine sunduğumuz son verilerden birkaçı. Bu verilerin hepsi de resmi rakamlara dayanıyor.
Özetle; Başbakan başta olmak üzere Hükümetin tüm üyelerinin artık ekonomideki gerçekleri görmesi gerekiyor. Yurtdışında her geçen gün büyüyüp, nereye sıçrayacağı belli olmayan küresel kriz, bize doğru hızla geliyor. Bunun dışında kalmak mümkün değil. Mali disiplinin bozulduğu kalem oyunlarıyla saklanmaya çalışılsa da, işler iyi gitmiyor, giderek bozuluyor.
Yani bir an önce ekonomiye odaklanmak gerekiyor...
Yazının Devamını Oku 
14 Şubat 2008
TÜRKİYE ekonomisi, o kadar kritik bir dönemde "hikayesiz" kaldı ki; umarız çok büyük sıkıntıların içine düşmeden, inandırıcı yeni bir hikayeye kavuşur... Türkiye’nin son 5-6 yıldır yaşadığı istikrarlı seyirde, belirli bir ekonomik programının olması, siyasi olarak bir hedefe kilitlenmiş olması ve bu uygun hikayelere küresel sermaye akışındaki çok olumlu konjonktürün eklenmesi, başlıca faktörlerdi.
Yani AB hedefine kilitlenmiş, tam üyelik müzakerelerine başlamış, bu yolda siyasi reformlarını yapan, ekonomisinde AB şartlarına uyumu gözeten bir Türkiye vardı. Bununla birlikte son yılların dünyadaki en başarılı IMF programlarından birini uygulayan, kara deliklerini kapatıp, yapısal tedbirlerini yerine getiren, yani kalıcı bir ekonomik istikrar için çaba sarfeden, çabalarının sonucunu almaya başlayan bir ekonomi vardı.
İşte normal zamanda bile, böylesine iddialı ve güvenilir hikayesi olan ülkelere, zaten sermaye akardı. Bir de bunun üzerine küresel ekonomide, tarihinde görülmemiş bir likidite bolluğu eklenince, Türkiye’ye hem sıcak para denilen kısa vadeli, hem de yatırım sermayesi olarak orta ve uzun vadeli yabancı sermaye akın akın geldi.
Dışarıdan gelen döviz çok fazla olunca verdiğiniz cari açığı da rahatlıkla finanse ettiniz, kurlarınız da düşük kaldı yani enflasyonla mücadelede de başarılı bir dönem geçirdiniz.
Şimdi bu faktörlerin hepsi birden ortadan kayboluyor. Yani Türkiye’nin hikayesi kalmıyor...
AB hedefinin zaten bir süredir savsaklandığını biliyoruz. AKP Hükümeti ilk göreve geldiğinde belli bir bocalama döneminden sonra hem AB hedefine hem de IMF programına sarıldı. İşte bu noktadan itibaren, daha önceden hazırlanmış çıpalara sarılarak yoluna devam etti.
Ve bu Türkiye hikayelerini sürdürerek ekonomide belirli bir istikrar sağlandı, 5 yıl üst üste yüksek büyüme rakamlarına ulaşıldı.
Bu büyüme, ithalata dayalı büyüme, istihdam sorunu çözmedi diye eleştirilebilir. Ancak ne yapısı olursa olsun, böylesine bir dönüşüm sürecinde bu yüksek büyüme rakamları önemliydi.
Özetle; AKP Hükümeti kendinden önce yazılmış hikayeye uymuş olsa da, belirli bir hikayeyi sürdürdü, oyunu iyi oynadı ve siyasi olarak da bunun nemasını aldı.
TEK BAŞINA HİKÁYE YAZILMAZ DA, OYNANMAZ DA
Ancak şimdi Türkiye’nin, süresi sona eren hikayelerinin yerine koyacağı yeni bir hikayeye ihtiyacı var. Hem de bir hikayeye olan ihtiyaç, her zamankinden çok daha fazla. Çünkü küresel kriz henüz başladı ve ne kadar süreceği belli değil. Bunun Türkiye’yi etkileyeceği ise artık su götürmez bir gerçek.
İşte bu nedenle bir hikaye, güvenilir bir hikayeye sahip olup, küresel krizin olumsuz etkilerini en aza indirmek gerekiyor. Ancak bir hikayemiz olursa sağlanan ekonomik istikrarı sürdürebilir, enflasyonla mücadeleyi devam ettirebilir, oranı küçülse de büyümeyi sürdürebiliriz. En azından mevcut trendi sürdürmek için bile, yeni bir hikayeye ihtiyaç var.
Buna karşılık hükümet ne yapıyor derseniz, yeni bir hikaye yazmak için çaba sarfedeceğine, tam tersine hikayeyi birlikte yazması gereken grubu dağıtmaya çalışıyor.
Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu hikaye, tüm kurumlarıyla, başbakanın sevdiği deyimle "ortak akıl"la yazılması ve oynanması gereken bir hikaye ki, kapsamlı ve inandırıcı olabilsin...
Ancak Hükümet Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu, dünyada yeniden kurulan işbölümünde konumunu yükseltebilme şansını kullanabilmek için gereken güvenilir oyunu yazmak için ortak akıla girmesi gereken kurumlara savaş açmış durumda.
Bir düşünün; böyle bir hikaye yargısı, üniversitesi, medyası olmadan yazılabilir mi? Bırakın yazma aşamasını, bir kişi ortaya çıkıp, önceden yazılmamış bir oyunu oynayacağım derse, sahnedeki herkesi yoksayıp tek başına bir oyun oynamaya kalkışırsa bunun adı oyun olur mu?
Türkiye’ye yazık oluyor.... Çocuklarımız bizi affetmeyecek...
Yazının Devamını Oku 
12 Şubat 2008
KÜRESEL krizin dalgaları her geçen gün daha etkili oluyor. Bu dalgaların etkisini azaltabilmek için işalemi ve piyasalar, uzun süredir hükümetin önlem almasını istiyor ama hükümet bir türlü önlem almaya yanaşmıyor. Bunun da ötesinde türban gibi gerilimi artıracağı bilinen konular ısrarla gündemde tutularak, sanki ekonomide sıkıntı yokmuş gibi bir hava veriliyor.
Şimdiye kadar içerideki piyasalar büyük ölçüde dışarıdan etkileniyordu. Siyasi çekişmeler yani iç faktörler de artık piyasaları etkilemeye başladı. ABD’den başlayan küresel krizin giderek yaygınlaştığı, artık Avrupa’yı da vurması kaçınılmaz görülürken, başka hiçbir faktör olmasa bile bu durum piyasaları zaten yeterince tedirgin ediyor. Bunun üzerine iç siyasi gerilimlerin eklenmesi ise, dün olduğu gibi, artık piyasalardaki sıkıntıyı iyice artırmaya başladı.
Aslında hükümetin küresel krizin derinleşmesine yaptığı etki bununla da sınırlı kalmıyor. Siyasi gerilimin yanı sıra hükümetin yaptığı hazırlıklar, piyasaların moralini iyice bozacak gibi gözüküyor. Çünkü hükümetin üzerinde çalıştığı kararlar, harcamaları önemli ölçüde artıracak kararlar olarak görülüyor.
Yani; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ekonomik değerlendirme toplantısı sonrası yaptığı "mali disiplin bozulmayacak, bütçe harcamalarına sadık kalınacak" demecinin tersine, şu anda üzerinde çalışılan önlemler, bütçe harcamalarını önemli ölçüde artıracak gibi gözüküyor.
Başka bir deyişle; önlem almak yerine, sanki "seçim ekonomisi" izlenimi veren, harcamaları artıracak kararlar üzerinde tartışılıyor.
Her şeyden önce üzerinde hálá çalışmalar yapılan "istihdam paketi"nin bütçeye maliyetinin en az 4 milyar YTL olması bekleniyor. Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda görüşülen istihdam paketinde yer alan SSK primlerindeki 5 puanlık indirim bu yıl içinde yaşama geçirilirse, 3.2 milyar YTL gibi bir maliyet oluşacak. Paketteki diğer düzenlemelerle birlikte, toplam maliyetin 4 milyar YTL’ye yaklaşacağı hesaplanıyor. Üzerinde çalışılan paket kapsamındaki 18-29 yaş arasında ilk kez işe alınanların SSK işveren prim paylarının Hazinece ödenmesi ve kadınlarla ilgili teşviğin uygulanması durumunda, bu yük daha da artacak.
BÜROKRASİDE TEDİRGİNLİK BÜYÜYOR
TBMM gündemindeki "ulaştırma altyapı yatırımları" yasa teklifi de mali disiplini tehdit eden bir düzenleme olarak görülüyor. Yasa teklifine göre ulaştırma altyatırımları için köprü, otoyol ve diğer karayolu geçiş ücretlerinden elde edilen ücretler, araç muayene istasyonlarından elde edilen gelirler, Telekomünikasyon Kurumu’nun gelirleri gibi birçok kalemden Ulaştırma Bakanlığı’nın yatırımlar için oluşturacağı fona kaynak olarak aktarılacak.
Ekonomi bürokrasisi gündemdeki bu kararlar nedeniyle, büyük bir tedirginlik içinde. Ulaştırma altyapıları için çıkarılacak yasa teklifinin, bütçe birliğini bozacağı gibi, mali disiplin açısından da büyük tehdit oluşturacağını, faiz dışı fazla hedefinin artık unutulması gerektiğini söylüyorlar.
Ekonomi bürokrasisi, yaşanan gelişmeleri hayretle izliyor. Herkes birbirine küresel krizin etkilerini azaltmak için başka bir kurumda hazırlık olup olmadığını soruyor ama herkes de biliyor ki; hükümetin kapsamlı bir çalışması gündemde değil...
Bu kararlara ek olarak örneğin elektrikte yeni zamlar gerekiyor ve hazırlanan KİT dengesine göre zam yapılmaması nedeniyle bir boşluk, şimdiden oluşmuş durumda.
Yani hem bütçe hem KİT’ler açısından, daha yılın başında ekonomik dengelerin tutturulması tehlikeye girmiş durumda. Bu seyir devam ettiği, ciddi önlemler alınamadığı takdirde, böylesine kritik bir dönemde ihtiyaç duyulacak IMF’le mutabakatın da çok zorlaşacağı ortada.
Yani ekonomide bir süre tehdit kapıda ama önlem almak yerine tam tersine hükümet, harcamaları artırmanın peşinde. Bu kötü gidişatı gören bürokrasi de, doğal olarak korkuyor...
Yazının Devamını Oku 
11 Şubat 2008
GEÇEN hafta gelen veriler, artık neredeyse herkesin ABD’deki ’resesyonu kabul etmesini’ de beraberinde getirdi. Bunun da ötesinde, gelen veriler resesyonunun Avrupa ve Japonya’ya sıçrama tehlikesinin de arttığını gösterdi.
Avrupa Merkez Bankası piyasa beklentilerinin aksine, yine faiz indirimi konusunda umut vermezken, buna rağmen piyasalar hala en geç iki-üç ay içerisinde Avrupa’dan da indirim haberi beklemeye devam ediyorlar.
Geçen haftaki verilerin beslediği bir başka beklenti de, "mevcut belirsizlik ortamının uzun bir süre devam etme korkusu" oldu. Bununla birlikte artık kredi kanallarının iyice daralması yani bu sıkıntının gelişmekte olan ülkeleri etkilemesinin kaçınılmaz olduğu yolundaki görüşler de artık iyice ağırlık kazanmaya başladı.
Özetle; küresel dalgalanmadan etkilenen Türkiye’nin, şimdiye kadar gördüğü etki, bundan sonra göreceği etkilere kıyasla çok küçük kalabileceğini düşünüyorum. Bir başka deyişle; küresel krizin başladığı yer olan ABD’deki sıkıntı derinleşirken, bundan sonra dalga dalga etkileri yayılacak ve Türkiye dahil birçok gelişmekte olan ülke de, bu dalgalardan asıl bundan sonra nasibini almaya başlayacak.
Bence, Şubat ayından sonra küresel krizin etkilerini çok daha ağır biçimde yaşamaya başlayabiliriz. Özellikle krizin Avrupa’ya sıçradığının tescil olması halinde, artık Türkiye de olumsuzlukları çok daha derin yaşamaya başlayacaktır.
Önümüzdeki perşembe günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu aylık toplantısını yapıp, yeni bir faiz kararı verecek. Piyasaların beklentisi, olumlu gelen Ocak ayı enflasyon verilerinin etkisiyle, Merkez Bankası’nın bu kez de çeyrek puanlık indirim yapacağı yönünde. Merkez Bankası’nın küresel krize ve Türkiye’ye etkilerine, şimdi çok daha temkinli baktığını biliyoruz. Buna rağmen piyasaların beklediği gibi çeyrek puanlık bir indirim de gelebilir.
Ancak unutmayalım ki; olumlu gelen Ocak ayı enflasyon verilerinden sonra çıkan Merkez Bankası beklenti anketinde, bu olumlu verilere rağmen enflasyonda bir iyileşme görülmüyor. Yani piyasalar tarafından bu olumlu rakamlar, geçici olarak yorumlanmış gözüküyor.
TÜRBAN GERGİNLİĞİ BU HAFTA BAŞLIYOR
Artık bir veriyle yeniden beklentilerin olumluya dönme dönemi sona erdi. Geçen yıl bu zamanlarda olsa, belki tek bir aylık enflasyon verisi bile piyasaları coşturmaya yeterdi...
Çünkü piyasalarda hem küresel krizin derinleşeceği, dalgaların Türkiye’ye etkileyeceği endişesi var, hem de Türkiye’de olanlara karamsar bakılıyor.
’Türban tartışmaları tüm işalemini ve piyasaları, Hükümetin beklediğinden çok daha fazla’, tedirgin etmiş durumda. Hükümetin tam da böylesine kritik bir dönemde ağırlığını ekonomiye vermesi gerekirken, türban gibi gerilimi artıran siyasi konularla ilgilenmekte ısrar etmesi, ekonomi çevrelerindeki tedirginliğin her geçen gün büyümesine neden oluyor....
Piyasaların da korktuğu türban düzenlemesi, bu haftadan itibaren artık hayata geçiyor. Bugün TBMM anayasa değişikliklerini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderecek ve büyük ihtimalle Gül onaylayacak. Bunun ardından ise Anayasa Mahkemesi süreci başlayacak.
Bugünden itibaren, yeni döneme başlayan üniversitelerde türban gerginliğini, bence, yaşamaya başlayacağız. Tam bir hukuk kargaşası yaşanırken, üniversitelerin yeniden fiili çatışma alanlarına dönme ihtimali, azımsanmayacak kadar yüksek.
Tam da küresel krizin etkilerini daha ağır yaşamaya başlayacağımız süreç, aynı zamanda içeride siyasi çatışmaların artacağı bir döneme denk gelebilir.
İşte bu nedenle Hükümetin ekonomi politikalarına olan güvensizlik giderek artmaya devam ediyor. Geleceği artık açık olarak görülen ekonomik dalgalar için bir önlem alınmazken, tam tersine ekonomiyi de derinden etkileyecek siyasi çatışma konularında ısrar ediliyor...
Oluşturulan bu güvensizliği tersine çevirmek de, bu aşamadan sonra, giderek zorlaşıyor.
Yazının Devamını Oku 