Erdal Sağlam

İstesek de IMF’yle program yapmamız artık çok zor

8 Mart 2008
BİR süredir dikkat çekmeye çalıştığımız, mali disiplinde geri adım anlamına gelen Hükümet düzenlemeleri, artık hayata geçmeye başlıyor. Bu girişimlerin "gündeme gelse bile yasalaşmayacağını" tahmin eden piyasa oyuncuları da, artık son aşamaya gelindiğini görünce telaşlanmaya başladılar. Piyasalar küresel krize karşı içeride ekonomik önlemler alınmasını, daha sonra bunun bir adım ötesine geçilip, yeni bir sanayi stratejisi, yeni bir ekonomik plan yapılıp, istikrarlı yüksek büyümeyi sağlayacak bir vizyon oluşturulmasını bekliyordu. Ancak Hükümet, bu beklentilerin aksine "küresel kriz bize bir şey yapmaz" tavrını sürdürüyor ve inatla ekonomik önlem almaktan geri duruyor.

Bunun aksine AKP Hükümeti’nin bulduğu yol "enflasyonla mücadeleyi gevşetme pahasına büyümeyi sağlamak için harcamaları artırmak" oldu. Bunu açıkça kamuoyuna söylemediler ama hazırlanan düzenlemeler, böyle bir yola gidildiğini açıkca gösteriyordu.

Piyasalar ise "nasıl olsa bunları yapamazlar" diye düşünüp fazla tedirgin olmuyor, gözlerini sadece dışarıdaki gelişmelere dikip, günlük işlerini yürütmeye çalışıyorlardı.

Ama son günlerde artık işin ciddi olduğu, önlem almak yerine tam tersine Hükümetin harcamaları artırıp mali disiplini bozacak düzenlemelerde kararlı olduğu gözükmeye başladı. İşte bu nedenle artık bankaların iktisat raporlarında bu konulara değinilmeye, bankacılar kendi aralarında mali disiplini bozan bu kararların getireceği sakıncaları konuşmaya başladılar.

Bununla birlikte IMF’yle ilişkiler de konuşulmaya başladı. Alınan bu kararların "istesek bile IMF’le yeni bir anlaşma yapmamızı önleyecek kadar kötü sonuçlar doğuracak kararlar" olduğu söylenmeye başladı.

Piyasalar, Hükümet üyeleri zaman zaman tersini söyleseler de, zamanı gelince IMF’yle yeni bir stand-by anlaşması yapılmasına neredeyse kesin gözüyle bakıyorlardı. Küresel krizin etkilerinin derinleşmesi halinde zaten bu yola zorunlu olarak girilmesini bekleyen piyasalar, AB çıpasının da çok gevşediği böyle bir dönemde, IMF’le çıpayı yeniden kurmak gerektiğini düşünüyorlardı. İşte Hükümetin mali disiplini bozacak kararları ardı ardına alması, IMF’yle ilişkilerin geleceği açısından da kaygı uyandırmaya başladı.

SEÇİM EKONOMİSİ GİBİ

Hükümetin aldığı son kararlar, sanki küresel krize önlem almak gerektiği bir dönemi değil de, yeni bir seçim ekonomisi dönemini hatırlatıyor.

Belki iddialı olacak ama şimdiden uyarmak istiyoruz: Eğer böyle giderse küresel krizden etkilenmesek bile, alınan son kararlar, birkaç yıl sonrasında kendi kendimize yaratacağımız yeni bir ekonomik krizi hazırlayan kararlardır. O kadar ciddi ve tehlikeli bir yola giriyoruz.

Ulaştırma altyapı yatırımlarını hızlandırmak için hazırlanan yasa tasarısının aynen TBMM’den geçeceği, Ulaştırma Bakanı tarafından ısrarla açıklanıyor. Bunun ardından aynı model enerji yatırımları için de örnek oldu ve geçtiğimiz hafta Bakanlar Kurulu’nda, benzer bir modeli öngören yasa tasarısı imzaya açıldı.

Her iki yasa da kamu yatırımlarının büyük bölümünü oluşturan yatırımların bütçe kısıtları dışına çıkarılıp hızla ve ihale yasasına bağlı olmadan yapılmasını öngörüyor. Otoyollar, enerji yatırımları özelleştirilecek, gelen paralar bütçeye girmek yerine yeni otoyol ve enerji yatırımlarında kullanılacak.

Bunun yanı sıra 4 milyar YTL yük getirecek istihdam paketi, yine 4 milyar YTL ek yük getirecek belediyelere aktarılan payların artırılmasına ilişkin düzenlemede de ısrar ediliyor.

Tüm bunlar hem bütçe disiplini bozacak, hem harcamaları artıracak, hem uluslar arası kuralların dışına çıkılıp, tepki görmemize neden olacak, hem de içtalebi körükleyerek zaten yükselen enflasyonu artıracak düzenlemeler...

Bu düzenlemeler varken, IMF’yle yeni bir stand-by anlaşması yapılır mı?

Piyasaların durumu belli, sıkıştığımızda IMF de olmazsa, bu ekonominin hali ne olacak?
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası mali disiplini bozacak kararlara bakmalı

6 Mart 2008
YÜKSEK enflasyon rakamları ve ardından Merkez Bankası’nın Şubat ayı fiyat artışına ilişkin değerlendirmesi, piyasalarda "Merkez yüksek enflasyona rağmen Mart’taki toplantıda faiz indirimine hazırlanıyor" şeklinde yorumlandı. Merkez Bankası normal TÜFE endeksinden, çeşitli mal gruplarını çıkararak, çok sayıda yeni endeks rakamları buluyor. Gıda ve enerji fiyatlarını, doğrudan etkili olamayacağı mal grupları olarak belirleyerek, bunların dışında kalan fiyat artışlarının ise tehlikeli bir seyir izlemediğini söylüyor. İşte bu yorum da "Merkez Bankası belirleyici olacağı fiyatları seçip bunun üzerinde çok durduğu için, demek ki bir faiz indirimi daha yapacağının sinyalini veriyor" biçiminde algılanıyor. Bizce de yapılan açıklamada böyle bir "açık kapı bırakma" kaygısı yer alıyor.

Teknik olarak Merkez Bankası’nın yaptığına yanlış da denilemez. Ancak bu ayıklanmış kendi ürettiği endeksleri fazla vurgulayarak, bizce Merkez Bankası normal tüketici fiyat artışını (TÜFE) dikkate almadığı şeklinde bir kanının oluşmasına neden oluyor.

Halbuki Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı bu veriler, sağlıklı ya da değil, genel fiyat düzeyindeki değişimi açıklıyor. Yani vatandaş bu rakamlara bakarak kendi satın alma gücünün ne kadar azaldığını tespit etmeye çalışıyor. Tabi ki herkesin tüketim kalıbı farklı olduğu için özel enflasyonu da farklı ama, yine de bu genel fiyat değişimini gösteren rakam.

Bireylerin hatta şirketler kesiminin davranışlarını etkileyen de bu rakamlar.

Özetle; yüzde 9’u aşmış bir enflasyon rakamı, enflasyonun yeniden çift haneye çıkacağı konusunda tehlikeye işaret ediyor demektir. Kış olmuş gıda fiyatları fazla artmış, OPEC şöyle bir karar almış petrol fiyatları artmış diye bakılmıyor. Sonuca bakılıyor ve sonuç da ortada...

Bizce Merkez Bankası kendi teknik endekslerinden sözetmeli, gidişatı bu yönden de vermeli ama asıl olarak genel fiyat düzeyi üzerinde durup, halka "biz sadece kendi belirlediğimiz enflasyona bakarız" gibi yanlış bir izlenim vermemeli.

Bizce Merkez bankası bütün bunları da bir kenara alıp, asıl olarak son günlerde AKP Hükümetinin verdiği mali disiplini kesin olarak bozacak kararların ne getirip ne götüreceğini hesaplamalı. Yani hazırlanan ulaştırma altyapı yatırımları, enerji altyapı yatırımlarını hızlandırmak için yasa taslakları incelemeli ve gerekirse bu konuda Hükümeti uyarmalı...

FİYAT İSTİKRARI GÖZETİLMELİ

Ulaştırma altyapı yatırımlarını hızlandırmak için, adına "ayrı bütçe kalemi" denilip, yeni bir fon oluşturuluyor. Şimdi aynı şekilde enerji altyapı yatırımlarını hızlandırmak için de aynı yola giriliyor. Bu kararların gerisinin gelmesi de bekleniyor. Bu kararlar, yasa tasarıları, bürokratların da artık itiraf ettiği gibi "faiz dışı fazla hedefinin dışına çıkmak ve yatırım harcamalarını artırmak" için alınan kararlar. Hem de ihale yasasının dışına çıkarılarak hızlı biçimde, istenilen kişilere ihaleler verilip harcamalar yapılacak.

Merkez Bankası asıl bu harcamaların nasıl artacağına, faiz dışı fazla hedefinin delinmesinin yaratacağı etkilere, harcamaların artırılmasının içtalebe nasıl katkı yapacağına bakmalı, bunları hesaplamaya çalışmalı.

Yani martta faiz kararını verirken, "benim izlediğim rakamlar bunlar" deyip de, enflasyonla mücadeleden tümüyle vazgeçildiği izlenimi verecek bir kararı almaktan sakınmak zorunda. ABD’de başka olabilir ama bizde TC Merkez Bankası’nın asli görevi "fiyat istikrarını sağlamak"tır. Oturup, fiyat istikrarı kalmadığı zaman, büyüme için yaptıklarının hükümetin ve ekonominin başına nasıl işler açacağını, sonunda nasıl "hem büyümenin sıfırlanıp, hem de enflasyonun fırlayacağını" daha önceki deneyimleri de ortaya koyup, hükümete anlatmalı.

Merkez Bankası enflasyonu, kuru, dünyadaki krizi hiçbir şekilde anlamadıkları belli olan bazı bakanların ve parti yöneticilerinin demeçlerine bakıp karar alamaz. Hatta "büyüme isterim" diye ekonomik istikrarı tehlikeye atan hükümete de bakmadan, kendi kararlarını almalı.

Merkez Bankası’nın faiz kararı şimdi daha zorlaştı. İtibarını tehlikeye atmamalı...
Yazının Devamını Oku

’Bütçeye uyacağız’ demekle güven sağlanmaz

4 Mart 2008
GEÇTİĞİMİZ cuma günü Başbakan Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan ekonomik koordinasyon toplantısından yine bilinen açıklamalar çıktı. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; bu toplantıya neden bürokratların katılmadığını anlamıyoruz. Toplantıya katılanların hepsi siyasi ve oturup ekonomideki durumu, küresel krizi, nasıl etkileneceğimizi, ne önlem almak gerektiğini politikacılarla tartışıyorsunuz.

Halbuki bu gelişmeleri asıl bilen kişiler, bu işin uzmanları bürokratlardır.

Hazine Müsteşarı, DPT Müsteşarı, Maliye Müsteşarı, Merkez Bankası Başkanı olmadan sizin küresel krizi, bizi etkileyip etkilemediğini, bundan sonra nasıl etkileyebileceğini öğrenemezsiniz ki.

Aslında bürokratların bu toplantıya katılması da yetmez, Başbakanın bu bürokratların rahatça, istedikleri gibi konuşmalarını, kişisel ve kurumsal görüşlerini sansürsüz aktarmaları için gereken iklimi de hazırlaması lazım. Halbuki bu toplantının dışında da, bürokratlar, toplantı yaptıkları zaman bakanlarına ve Başbakana sansürsüz görüşlerini aktarmıyor, korkuyorlar...

Bırakın bürokratları bakanların bile gerçekleri tümüyle aktarmadıklarını öğreniyoruz. Bilgi aldığımız çeşitli çevreler, bürokratların çoğunun zaten tedirgin olduğunu, önlem alınmakta gecikildiğini, kişisel sohbetlerde küresel krizin bizi çok etkilemesinden korktuklarını söylediklerini, mutlaka biran önce önlem alınmasını istediklerini kaydediyorlar. Hatta bazı bakanların böylesine kritik bir dönemde önlem alınmadığı gibi, türban gibi siyasi çatışmaların gündeme gelmesinden rahatsız olduklarını da duyuyoruz.

Ancak bu bakanların da, görüştüklerinde Başbakana durumu tüm çıplaklığıyla anlatmadığını pembe tablolar çizip, gerçek düşüncelerini parti yönetimine aktarmadıklarını duyuyoruz.

AÇIKLAMA DA ŞART DEĞİL

Bu durum sadece bizim gözlemimiz değil, işadamlarının çoğunda da bu yargı hakim.

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek konusunda işaleminin artık umudunu kestiğini söylemeliyiz.

Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren ise herkesin takdir ettiği, gerçekleri gören, insanları dinleyip samimi olarak çözüm arayan bir kişi olarak tanınıyor. Ancak somut adımların çıkmaması, önlemlerde gecikilmesi Ekren’in itibarını da zedelemeye başladı.

Başbakan konusunda ise konuştuğumuz işadamlarının çoğu, "çok değişti" diyorlar. Artık kimseyi dinlemediğini, gerekli adımları atmaktan neden çekindiğini anlamadıklarını kaydediyorlar.

Geçen haftaki toplantıda da yine "bütçe harcamalarına sadık kalacağız" ve "enflasyonla mücadele devam edecek" diye açıklamalar yapıldı.

Bu açıklamalar artık inandırıcı olmaktan çok uzak.

Şunun bilinmesi lazım ki; hem Hükümete hem de bürokrasiye ekonomi konusunda önemli bir güvensizlik hissedilmeye başladı. Geçen gün TÜSİAD bunu açık açık da söyledi.

Dün bir büyük işadamına "ille önlemleri açıklamaları mı gerekiyor, böyle açıklamalar yapıp bir yandan önlemleri hazırlasalar yetmez mi?" diye sorduğumda "tabi ki öyle ama türbanı bu dönemde ortaya çıkarmak bile tek başına bir güvensizlik kaynağı oldu" dedi. Aynı işadamı çok geç kalındığını ama açıklamalar dışındaki tavırların da hala önlem hazırlandığını düşündürmediğini, yani güvenin kaybolduğunu söyledi.

Özetle "Bütçe içinde kalınacak" demek yetmiyor, zaten bunun olması lazım. Tüm işalemi, kamuoyu bunun ötesine geçilip, yeniden güven kazandıracak bir şeyler bekliyor.

Güven çok zedelendiği için yeniden güven sağlamak da giderek zorlaşıyor.

Artık açıklamalar, sözler yetmiyor. Tamam, bir yandan "duruma hakimiz" veya "paniğe gerek yok" mesajları verilsin. Bu kapsamda belki bu tür açıklamalar da yapılabilir.

Ancak artık bilinen şeyleri söylemek güven vermiyor.

Herkes somut önlem bekliyor, önünü görmek istiyor.
Yazının Devamını Oku

Cuma döviz çıkışı 1.5 milyar doları buldu

3 Mart 2008
GEÇTİĞİMİZ cuma günü piyasadan döviz çıkışının 1,5 milyar dolar düzeyine ulaştığı belirtiliyor. Bilgi veren bankacılar, sadece bir günde meydana gelen bu çıkışın, 2 milyar dolara kadar çıkmış olabileceğini, bu yönde tahminler de bulunduğunu söylediler. Bankacılar bugün başlayacak yeni hafta konusunda da çok tedirginler.

ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke’nin yaptığı "küçük bankaların batabileceği" yönündeki açıklamanın piyasaları çok tedirgin ettiğini kaydeden bankacılar, bunun içeriye hemen yansıdığını, ilk kez bir günde bu kadar çıkış yaşadıklarını söylediler.

Cuma günü ABD piyasalarının günü çok kötü kapattığını hatırlatan bankacılar, bu nedenle bugün başlayacak haftanın da kötü olabileceğini söylüyorlar. Bernanke’nin bu açıklamasından sonra, batacağı yoksa da küçük bankaların batmaya başlayacağını kaydeden bir bankacı, bu haftanın kritik bir hafta olduğunu söyledi. Türkiye’nin hala en kırılgan alanının cari işlemler açığı olduğunu hatırlatan aynı bankacı, "Korkumuz artık bu açığın, fon çıkışlarıyla birlikte sorun olmaya başlaması" şeklinde konuştu. Fonlamada önümüzdeki dönemde sıkıntılar olacağını artık herkesin kabul ettiğini kaydeden bankacı, asıl küresel kriz etkisinin işte o zaman ortaya çıkacağını söyledi.

GÖZLER DIŞARIDA

Bu arada türban, Kuzey Irak operasyonu gibi iç siyasi konuların, dışarıdaki havanın çok kötüleşmesi nedeniyle son dönemde piyasalarda fazla sıkıntı yapılmadığını kaydeden bankacılar, "Herkes gözünü dışarıya dikmiş durumda, fonlamada ciddi sıkıntı olduğu takdirde bu tür her konunun sıkıntı olarak ortaya çıkabileceğini" belirttiler.

Bu hafta bir yandan ABD’deki küçük bankaların durumuna bakılacağını, önemli veriler açıklanacağını kaydeden bir bankacı, öte yandan da gözlerin Avrupa’da olacağını söyledi. Avrupa’ya, İngiltere’ye ait önemli verilerin de geleceğini kaydeden aynı bankacı, normal olarak Nisan ayında Avrupa Merkez Bankası’ndan indirim kararı beklendiğini, ancak paritedeki son gelişme ve Bernanke’nin açıklamalarının Avrupa’da da faiz indirimini öne çekebileceğini söyledi. ABD’deki durgunluğun da, büyümenin de Avrupa’yı 6 ay sonra etkilediğini hatırlatan bankacılar, şimdi sıranın Avrupa’ya geldiğini söylüyorlar. Bir başka bankacı, kredilerin durduğunu, bu nedenle varlık satışı başladığını, bu durumun bankaların zararlarını büyüttüğünü söyledi. Sigorta şirketlerinin zararlarının, ABD yönetiminin zoruyla net gösterilmediğini, rating kurumlarının verdikleri puanlarla büyük itibar kaybettiğini kaydeden aynı bankacı, tüm bunlar yüzünden ABD’de ve Avrupa’da şirket değerlerinin henüz tam olarak ortaya çıkmadığını söyledi. Elinde sermaye bulunan yatırımcıların ise harekete geçmek için tablonun netleşmesini beklediğini kaydeden aynı bankacı, tüm bu nedenlerle Türkiye’ye sermaye akışının da artık durmaya başladığını ifade etti.

Geçen hafta Hazine’nin ihraç ettiği 1 milyar dolarlık eurobond’un yüzde 40’ının yerli bankalara satıldığı, yüzde 30’un ABD’li, yüzde 30’un Avrupalı yatırımcılara satıldığı belirtildi. Hazine’nin eurobond satışlarında, çok daha fazlasını istemesine rağmen yüzde 20-25’inin yerli bankalara satıldığını hatırlatan bir bankacı, son satıştaki yüzde 40 paya şimdiye kadar yerli bankaların hiç sahip olamadığını söyledi. Bunun nedeninin ise, yabancı yatırımcıların eurobond’a olan ilgisinin azalması olduğu kaydedildi.

RAHAT OLAMAYACAĞIZ

Aslında doğrudan yabancı sermaye gelişinde de ciddi bir düşüş olduğunu kaydeden aynı bankacı, özelleştirmelerde, satışlarda yabancı sermaye aldı gibi gözüktüğünü ama bu satın almaların finansmanın yerli bankalardan sağlandığının unutulduğunu söyledi. Özetle; kendi dövizimizi kullanmaya başladığımızı kaydeden aynı bankacı, "yani fonlama sıkıntısı başladığında, biriktirdiğimiz dövizlerde o kadar rahat olmayacağız" dedi.
Yazının Devamını Oku

Operasyon bitti ama

1 Mart 2008
KUZEY Irak’a yapılan kara harekatı dün sürpriz biçimde sona erdirildi. Bizce Başbakan dahil herkes için, operasyonun dün bitmesi sürpriz oldu. Çünkü Başbakan Ulusa Sesleniş metnini basına dağıtmışken geri çekti... Daha sonra yeni bir metni medyaya verdi. Bu operasyon bitti ama bundan sonrası çok tartışılacak. Her şeyden önce ABD Başkanı Bush ve Savunma Bakanı Gates’in, "Türkiye’nin Irak’tan hemen çıkması lazım" açıklamalarının üzerinden bir gün bile geçmeden Kuzey Irak’tan askerlerin çıkarılması, ister istemez çeşitli spekülasyonlara, tartışmalara neden olacak.

Genelkurmay açıklamasında "hedeflere ulaşıldığının" belirtilmesi, çıkacak spekülasyonları azaltacak, daha doğrusu içeride siyasi çatışma yaratacak malzemelerin azalmasına yol açacak. Ancak buna rağmen tartışmaların yaşanması da doğal sayılmalıdır...

Ancak öyle ya da böyle, Irak’a yapılan kara harekatı artık sona erdi.

Bundan sonra yeni bir kara harekatı olur mu, hava harekatları ne kadar devam eder, bunu göreceğiz. Yani epey süre, bir daha kara operasyonu olsa da olmasa da, bunu konuşacağız.

Bu arada Talabani’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetini kabul ederek, önümüzdeki hafta Ankara’ya gelmesi de sürpriz olmamalı. Dolayısıyla Irak’a kara operasyonu önümüzdeki haftadan itibaren gündemin birinci sırasındaki yerini kaybetmeye başlayabilir.

Bununla birlikte süren ama operasyonun arkasında kalan türban krizi ise önümüzdeki haftadan itibaren gündemin birinci sırasına yerleşebilir. Economist’te yayınlanan bir yazıda kara operasyonu ile türban olayının doğrudan ilişki olduğu savı ileri sürüldü.

Bu sav doğrudur değildir bilinmez ama dışarıdaki piyasalarda Economist’in gücünü unutmayalım. Yani yurt dışındaki yatırımcılar bu olayları yakından izliyorlar.

Özetle; önümüzdeki haftadan itibaren türban krizi ön plana çıkınca, artık eskisine kıyasla çok daha yakından takip etmeye başlayacaklar.

EKONOMİYE SIRA GELİR Mİ?

Türban nasıl öne çıkar, gündemin birinci sırasını alır derseniz; üniversitelerdeki karmaşanın devam etmesi, CHP’nin başvurusunu Anayasa Mahkemesi’nin görüşmeye başlaması, YÖK Başkanı’nın yine bir demeç verme ihtimalinin yüksekliği, yani o kadar çok bahane var ki...

Tabi türban krizini örtmek için daha büyük bir gündem konusu yaratılabilir mi, bilmiyoruz. Bizim asıl derdimiz ise, son aylarda bıkmadan usanmadan yaptığımız uyarılarda olduğu gibi, ekonominin artık gündemin birinci sırası oturması...

Geçen hafta TÜSİAD’ın, Başbakan Yardımcısı Ekren ve bürokratlarla yaptığı toplantıyı biliyoruz. Burada TÜSİAD’ın teknik olarak bir çok önerisi olduğunu, Fransa’daki Attali raporu örneğinde olduğu gibi, bağımsız bur kuruma ekonominin yüksek ve istikrarlı büyümeye nasıl kavuşacağına ilişkin bir rapor hazırlatılması önerisi de dahil, biliyoruz.

Yani ekonomide yeni bir vizyona, yeni bir büyüme planına, iç ve dış piyasalarda güven yaratacak yeni bir yol haritasına ihtiyaç olduğu da kesin.

Ama bundan önce acil olanların yapılması, yani küresel krize karşı önlem alınması gerekiyor. İş alemi de acil önlem alınıp, bundan sonra yeni bir vizyon açıklanması gerektiğini belirtirken, mevcut ekonomik sorunların bile iyi yönetilemediğinden, haklı olarak şikayet ediyor.

İşte bu nedenle Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’e piyasaların ekonomi yönetimine duyduğu güvenin ne kadar önemli olduğu, son dönemde bu güvenin kaybolduğu ve yeni bir şeyler yapılarak bu güvenin kazanılması gerektiği, kibar bir dille anlatılmış.

Dün de Başbakan Tayyip Erdoğan, yine parti yöneticileri ve bir zaman ekonomik kurumlarda görev almış milletvekilleri ile yine toplandı ve durum değerlendirmesi yaptı.

Yani yine bir şey çıkmayacak gözüküyor. Ne zaman Başbakan bürokratları ve işalemi temsilcilerini toplamaya başlarsa, o zaman "belki sıra ekonomiye gelmiştir" diyebileceğiz.
Yazının Devamını Oku

Yatırımlar FDF’den kaçırılmaya çalışılıyor

28 Şubat 2008
AKP hükümetinin bütçe disiplinini bozacak, "altyapı yatırımları için yeni fon oluşturma" niyetinin altında yatan asıl nedenin, faiz dışı fazla (FDF) hedefinin arkasından dolanmak olduğunu anlıyoruz. Yani Hükümet, özelleştirme gelirleri ile bütçe dışında fonlar yaratıp, harcamayı artırmak, yeni altyapı yatırımlarını buralardan finanse etmeyi planlıyor.

Böylece bütçe dışında gözükecek yatırımların FDF dışına çıkarılması, dolayısıyla da yatırım harcamalarının artırılması hedefleniyor.

Bunun altında yatan en önemli nedenlerden biri,doğal olarak,yaklaşan mahalli seçimler. Seçimler öncesi yatırım harcamalarının artırılması, bu yolla piyasalar rahatlatılırken, aynı zamanda görünür yatırımlarla oy kazanılması amaçlanıyor.

Bunun yanı sıra en önemli nedenlerden biri de küresel yavaşlamadan Trkiye’nin etkilenmesini mümkün olabildiğince tolere edebilmek.

Yani küresel krizin başından beri söylediğimiz "büyüme mi, enflasyon mu?" ikileminde Hükümet tercihini çoktan büyüme yönünde yaptı. Sadece AKP hükümeti değil siyasi iktidarların hemen hepsi büyümeyi tercih ediyor ve hele ki bir seçim yaklaştıkça bu tercihi yapmakta hiç tereddüt etmiyorlar. Bu hep böyle oluyor...

Bunu da "biz enflasyonla mücadeleden vazgeçtik" gibi bir deklerasyonda bulunmadan, yani mali disiplini bozmamış görünerek yapmanın en iyi yollarından biri de "altyapı yatırımlarını FDF dışına kaçırıp, harcamaları artırmak" oluyor.

İşte ulaştırma altyapı yatırımları için ayrı bir fon kurmak için hazırlanan yasa tasarısının altında yatan asıl nedenin bu olduğunu öğrendik. Bununla birlikte kamu-özel sektör işbirliği için hazırlanan yasa tasarısı da, yine aynı amaçla yani yatırımları artırmak amacıyla hazırlandığı için, bu tasarının yasalaşmasının da hızlandırılmasını bekliyoruz.

Bunların dışında Hükümetin başka yatırımlar için de, örneğin enerji yatırımları ve eğitim yatırımları için de benzer modeller üzerinde çalıştıklarını öğreniyoruz.

Yani enerjide yapılacak özelleştirmelerin parası bütçeye alınmayıp, ayrı bir fon oluşturacak, yeni enerji altyapı yatırımları de bu kaynakla yapılacak. Aynı şekilde Milli Eğitim Bakanlığı da benzer bir yöntemle eğitim yatırımlarını hızlandırmak için hazırlıklar yapıyor.

FDF TUTMAZSA HARCAMALARI KISIN

Bu yolla hem mahalli seçimlere dönük harcama artırma imkanı bulacak olan AKP Hükümeti, hem de harcamaları, fazla bir itiraz olmadan artırmış olacak.

Bu niyet ise Merkez Bankası’nın yürüttüğü enflasyonla mücadele programıyla tümüyle çelişiyor. Merkez Bankası daha önceki gün yayımladığı son Para Politikası Kurulu (PPK) değerlendirme notunda tam da bu konuya değinip, FDF hedefinin mutlaka korunması gerektiğini, FDF hedefinin tehlikeye girmesi halinde, vergi artırma yerine mutlaka harcamaların kısılmasını istedi. Merkez Bankası orta vadede enflasyon hedefinin henüz tehlikeye girmediğini belirtirken, ancak çok kritik bir dönemde olduğumuzu, mutlaka mali disiplinin korunması gerektiğini de belirtiyor.

Dolayısıyla, yine aynı noktaya geliyoruz. Zaten enflasyon hedeflerin iki katı gerçekleşmelerle gidiyor ama hükümetin şimdilik böyle bir mücadele önceliği yok. Hazırlanan yasa taslakları ve harcamaları artırma niyeti de açıkca bunu gösteriyor.

Yani Hükümet açıkca deklere etmeden, büyümeyi mümkün olduğunca korumaya çalışırken, bunun bedeli olan enflasyonla mücadeleden taviz verme kararını çoktan vermiş durumda.

Bu adımların bir devamı olarak örneğin Başbakan TBMM Gurup toplantısında, 1.8 milyar YTL’nin üzerindeki tarım kesimine dönük ödemenin Mart’ta tümüyle yapılacağını söylüyor. Bunun finansman programı, likidite yönetimi, görüldüğü gibi O’nu pek ilgilendirmiyor.

Yeter ki sanki mali disiplini bozmuyormuş gibi görünüp seçim ekonomisi uygulansın, harcamalar artırılıp, seçimlerde iktidar partisi oylarını artırabilsin...
Yazının Devamını Oku

Zemin kaymaya devam ediyor

26 Şubat 2008
EKONOMİNİN üzerine oturduğu dış ve iç zemin kaymaya devam ediyor. Zemin ayağımızın altından kayıp gidiyor ama hálá düşmemizi engelleyecek adımları atmıyoruz. Küresel ekonomide yaşananlar malum. Her geçen gün başka bir haber geliyor ama bunların birisi iyiyse, dördü-beşi kötü haber oluyor.

Bu da yetmiyor, içeride hem siyasi çatışma konuları her geçen gün artıyor, hem de ekonomide yön verip istikrar sağlayan çıpalar kalmadı. Yeni bir yön verecek siyasi irade görünmüyor...

İşte size son gelişmeler ve açıklamalardan birkaç örnek:

ABD Merkez Bankası FED’in efsanevi eski başkanı Alan Greenspan, ABD’nin ekonomik büyümesinin durduğunu ve ekonomi sıfır seviyesinde ne kadar kalırsa, daralmaya başlamasının da o kadar muhtemel olduğunu söyledi. Greenspan, "Şu an itibariyle ABD’nin ekonomik büyümesi sıfırda" dedi.

ABD’nin Dallas Merkez Bankası Başkanı Richard Fisher, ülke ekonomisinin giderek artacak bir yavaşlama içinde olduğunu ancak enflasyonun da göz ardı edilmemesi gereken bir unsur olduğu söyledi. Fisher, "Üstesinden gelmeye çalıştığımız bazı riskler var ancak ekonomik büyümedeki yavaşlama bizim öngördüğümüzden daha fazla olabilir" dedi. FED Açık Piyasa Komitesi’nin oy hakkı bulunan üyesi olan ve enflasyon kaygısıyla son toplantıda yapılan yarım puanlık faiz indirimine karşı çıkan Fisher, büyümenin zayıf olduğunu ama son toplantıdan bu yana açıklanan verilerin, ekonomik görünüme ilişkin riskler konusundaki değerlendirmesini değiştirmediğini belirtti.

Avrupa’da 2007 yılının son ayında sanayi ürünleri siparişleri endeksi bir önceki aya göre yüzde 1 olan beklentilerin üzerinde, yüzde 3.6 daraldı. Siparişlerin yıllık bazda artış oranı ise bir önceki aydaki yüzde 11.4’ten yüzde 2.1’e geriledi. Söz konusu dönemde taşıt araçları hariç çekirdek siparişler endeksi ise aylık bazda yüzde 0.8 geriledi. Çekirdek siparişlerdeki yıllık bazda artış ise yüzde 6.2’den yüzde 3.3’e düştü

İsmini açıklamayan bir kişi kredi sigorta şirketi AMBAC’ın sermayesini 3 milyar dolar artırmak için sekiz banka ile görüşmeler yaptığını ve kurtarma planının hazırlandığını açıkladı.

İÇERDE NE YAPIYORLAR

Dışarıda bu gelişmeler yaşanırken içeride yaşananlardan birkaç haber örneği ise şöyle:

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda teknik çalışmalar için kurulan Alt Komisyon Başkanı Zekai Özcan, emekli milletvekili maaşına zam öngören maddeyi sosyal güvenlik reformundan çıkardığını ama milletvekillerinin redaksiyon aşamasında bu maddeyi yine koyduğunu açıklayarak, "Bu Meclis tarihinde bir ilk" diye tepki gösterdi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kuzey Irak’a kara harekatının başladığı gün türbanla ilgili anayasa değişikliklerini onayladı. Gül, partilerin anlaşıp başka bir formül bulması için sivil toplum örgütlerini görevlendirmiş ama bu girişimler başarılı olamamış. CHP Lideri Baykal’a yapılan teklifler, yanıtları daha çok konuşulacak gibi gözüküyor.

* YÖK, anayasa değişikliklerinin yeteceğini artık üniversiteye türbanlı öğrencilerin gireceğini savunup, rektörlere talimat yazıyor. Rektörler yasa çıkmadan türbanlı öğrenci alınamayacağını, bunun suç olacağını söylüyor. Karşılıklı açıklamalar devam ediyor. Son olarak dün YÖK, "Cumhuriyetin temel ilkeleri özgürlükleri kısıtlama gerekçesi olamaz" şeklinde bir açıklama yaptı.

Kürt hükümetinin üzerindeki Başkanlık Divanı, "Kürtler ve sivil yerleşim birimlerine saldırı olması halinde halka kendini savunması talimatı verilmiştir" açıklamasını yaptı. Irak Hükümeti ise Türkiye’nin, sınırlı operasyon güvencesi verdiğini açıkladı.

- Cumhurbaşkanı Gül yurtdışı gezilerini iptal etti, Genelkurmaydan brifing aldı. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve komutanlar dün şehitlerin cenaze törenine katıldı.

Ekonominin altından zeminin nasıl kaydığını, dünkü birkaç haber bile anlatıyor...
Yazının Devamını Oku

AKP faiz baskısını da kurnazca yapıyor

25 Şubat 2008
AKP’nin politikalarına, uygulamalarına baktığınızda, Ahmet Hakan’ın da dün dediği gibi; giderek "köylü kurnazlığı" dozunun yükseldiğini görüyorsunuz. Hemen "köylüye hakaret ediyor" filan demesinler diye söyleyeyim ki; köylü kurnazlığının köylülerle ilgisi yoktur, ucuzculuk, "kandırma çabası", "cin fikirlilik" "akıllı olduğunu sanma" diyebiliriz... Kuzey Irak’a kara harekatının başladığı gün, türbanla ilgili anayasa değişiklerini onaylamak, bizce bir devlet adamının en son yapması gereken bir davranıştı. Kararınız ne olursa olsun, daha süreniz de bitmemişken, aynı güne denk getirip, onayın tartışılmasını önlemeye çalışmak, bizce AKP’lisi, muhalefeti, işi siyaset olan herkesi tedirgin etmeli..

Bunun da ötesinde, onay metnine koyduğunuz ibareler, iyi niyetle ülkede sorun çıkmasın diye uğraşan sivil toplum örgütlerini de zor durumda bırakmaktan başka bir işe yaramadı. Bir Cumhurbaşkanı kimseye ihtiyaç duymadan, eğer çağıracaksa, Mecliste bulunan partileri çağırıp görüşlerini alabilir. Doğrudan temasa geçebilir. Hem mutabakat için başkalarını devreye sokacaksınız, hem de bildiğinizi okuyup, onları zor durumda bırakacaksınız...

Bir Cumhurbaşkanı böyle bir günde, böyle bir metinle onay kararı açıklarsa, bunun tepki çekeceğini, insanları zor durumda bırakacağını, bu açıklamanın ardından işin dallanıp budaklandırılıp, sakız edileceğini düşünemez mi?

Umarım artık, iyi niyetle aracılık edenler de, nasıl bir işe girdiklerini, artık anlamışlardır.

Maalesef devlet adamları, yönetici konumundaki kişiler, günü kurtarmak için, ucuz yollara sapıp, yangından mal kaçırır gibi, hedef şaşırtarak ülkenin yönetebileceğini sanıyorlar.

Aynı şeyi sadece Cumhurbaşkanı değil, Başbakan ve AKP’li yöneticiler de yapıyor.

Örneğin geçtiğimiz hafta Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanının kabulünde Başbakanın Merkez Bankası ve faiz konusunda söyledikleri de bunun bir örneğiydi. Biz daha önce ulu orta Merkez Bankası kararları hakkında konuşanları, şahsi kaygılarla, tek güven kaynağı kalan Merkez Bankası’na yüklenenleri eleştirmiştik. Önceki ASO Başkanı gibi, yeni gelen Başkan da bu konuda hassas davranmıyor.Belki bu demeçlerle Bakan olunduğunu gördüğündendir...

HEP AYNI YÖNTEM

Oda Başkanı bile sorumlu davranması gerekirken, hadi o hata yaptı diyelim, Başbakan çıkıp da "Merkez Bankası bağımsız, faiz için bir şey diyemiyoruz, siz gidin ona söyleyin" der mi?

İlk göreve geldiğinde benzer şeyleri zamanın Başkanı Süreyya Serdengeçti için de söylemişti ama iyi niyetle yaklaşanlar "acemilikten" demeyi tercin etmişlerdi. ASO Başkanına söyledikleri bizce Başbakanın anlayışının değişmediğini gösteriyor.

Değişmeyen anlayış ne derseniz; uzman bürokratları, hele hele dik duranlarını küçük görüp ezmeye çalışmak, işine geldiğinde kendisine prim yazan bir uygulamayı, işine gelmediğinde yerden yere vurup, aynı işteki başarıyı kendine, hatayı başkasına yazmaya çalışmak...

İşte dün AKP’nin Mali ve İdari işlerden sorumlu Genel Başkan Yarımcısı Bülent Gedikli de, çıktı, yine Merkez Bankası yönetimine çattı.

Maliye kökenli, dolayısıyla para politikasında uzmanlığı olmayan, zaten daha önceki demeçleriyle de bunu ispatlayan Gedikli, sanıyoruz, AKP yanlısı gazetelere manşet olmak için, yine böyle bir demeç verdi. Çünkü Merkez Bankası’na çatınca bu gazeteler en kötü ihtimalle ekonomi sayfalarında bu tür demeçleri manşet yapıyorlar.

Gedikli’ye kalsa Merkez Bankası’nın faizi şu anda 3-4 puan aşağıda olmalıymış. Piyasalardan da zaten böyle talep geliyormuş, Anadoluyu dolaştıklarında da bu tür talepler kendilerine iletiliyormuş... Merkez Bankası’nın bütün riski piyasalara ve hükümete bıraktığını kaydeden Bülent Gedikli, "kur politikasında da Merkez Bankası’nın daha aktif bir politika takip etmesi gerektiğini" buyurmuş.Düşünsenize, bu insanların para politikası yapıp, uyguladığını...

Bizce artık kimse AKP piyasa ekonominden yana filan dememeli.....

Devlet adamlığı ciddi bir iştir, ucuzculuğa, günü kurtarma için cince fikirler bulup göz boyamayı, sorumluluğu başkalarının üzerine atmayı, bilgisizlik ve tecrübesizliği kaldırmaz...
Yazının Devamını Oku