Erdal Sağlam

Körfez’de en büyük şans müteahhitlikte

9 Şubat 2008
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül ile yaptığımız Katar gezisinde, Körfez ülkelerinde en önemli şansımızın müteahhitlik hizmetlerinde olduğunu bir kez daha gördük. TAV’ın havaalanı inşaat işinin her geçen büyüdüğünü, iş bittiğinde başlangıç hacminin birkaç katına ulaşılacağı ve buradan TAV’ın aldığı payın büyüyeceğini tahmin ediyoruz. TAV Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, Katar’daki işten çok memnun gözüküyor. Kendilerinin işleri ihale süresinden önce bitirmekle nam saldıklarını, Katar’da da aynı performansın kendilerine yeni iş sahaları açacağını düşünüyor.

Yanı sıra Tefken, Gama gibi büyük taahhüt firmalarımızın aldığı işler var. Bu firmalarımızın Katar’daki yüzde 14 gibi yüksek enflasyon nedeniyle fark talepleri var ve bu talepler Katar yetkililerine iletilmiş durumda. Gama Yönetim Kurulu Başkanı Erol Üçer, enflasyonun yüzde 14 olduğunu ama kendi işlerine dönük enflasyonun yüzde 40’lara çıktığını, bu nedenle fark taleplerinin haklı olduğunu söylüyor. Ancak öğrendiğimiz kadarıyla, Katar yetkililerinden bazılarının, "işi alırken bunların hesaplanması gerektiğini" ve "zaten yüksek kárlı işler bunlar" diyerek fark ödemeye karşı çıktıklarını duyduk. Bakalım girişimler sonuç verecekmi?

Müteahhitlerin genel olarak hem Cumhurbaşkanı Gül, hem geziye katılan bakanlar, hem de TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun kendi işleriyle ilgilenmelerinden memnun olduklarını gördük. Gül, ziyaret sırasında sık sık Katar Emiri ve Başbakanı’nın eski dostları olduğunu, bu ilişkilerin büyük fayda sağladığını söylüyor. Örneğin önümüzdeki haftalarda sonuçlanacak liman inşaatı işinde de 3’lü bir Türk konsorsiyumu çok şanslı durumda ve bu durum Gül ve bakanlar tarafından Katar’daki muhataplarına iletilip, destek istendi.

Bu temasların sonucunu elbette görmek gerek ama şu kadarını söyleyelim ki; müteahhitler Körfez ülkelerinde en şanslı konumdaki Türk müteşebbisleri ve gerek Cumhurbaşkanının gerek bakanların bu konuya destek olmalarının sonuca etki edeceği kesin. Zaten son gün görüşmelerinde duyduğumuz o ki; Katar Emir ve Başbakanı Türk heyetine "Merak etmeyin Türk müteahhitleri bizim himayemizde" diyerek, en azından rakiplerine karşı haksız rekabete uğramayacakları konusunda garanti vermişler.

Enerjide güzel gelişmeler var

DOHA’da görüşmeler arasında bir grup gazeteciyle birlikte sohbet imkanı bulduğumuz Enerji Bakanı Hilmi Güler ile ziyaret bitiminde tekrar görüştük. Güler bu ziyaretten çok memnun. Daha çok da Türkiye’nin oynadığı büyük enerji oyunu içinde Katar’ın da yer almasını istiyor ve bu çerçevede görüşmelerden memnun görünüyor. LNG alımı konusunda uzun vadeli bir işbirliği arayışı başlamış durumda ve kısa vadede de daha önce bazı LNG kargolarının iptaliyle artık karşılaşılmayacağını, bu konuda çok iyi görüşmeler yapıldığını söylüyor.

Daha önce Katar’da yeni gaz alanları bulunması ve işletilmesi konusunda açılan ihalelere Türkiye çağrılmıyordu, Güler bundan sonra ihalelere Türkiye’nin de girebileceğini, bu konuda bize de çağrı yapılacağını söylüyor.

Güler, Katar yetkililerine "Gelin Türkiye’de getireceğiniz LNG ile işleteceğiniz elektrik santralleri kurun, Türkiye’ye, Avrupa’ya rahatlıkla bu elektriği satarsınız" çağrısı yapmış. Bakan Güler somut bir yanıt almadıklarını ama ileride gündemde olabileceğini söylüyor.

En önemli görüşmeler ise, diğer gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi Katar’la uzun süreli LNG alım anlaşmalarının zemini için oldu. Bizce Hilmi Güler’in kafasında oynanacak enerji oyununun stratejisi gün geçtikçe netlik kazanıyor ve bu konuda artık somut adımlar geliyor. Örneğin Nabucco projesine Almanya’nın katılımı, Bakan Güler’i heyecanlandırmış durumda. Teknisyen kimliğiyle, sohbetlerde aynı heyecanı karşısına da geçirebiliyor.

Katar yetkililerinin 1990’lardaki kötü deneyimler nedeniyle Türkiye’ye temkinli yaklaştıklarını, bu seyahette yeniden bir güven zeminini oluşturulmaya başladığını görüyoruz. Bakan Güler, 1990’larda olanlara ise fazla girmek istemediğini, ileriye bakmamız gerektiğini söylüyor. Bizce de artık ülkenin uzun dönemli menfaatlerine odaklanmak gerekiyor...
Yazının Devamını Oku

Katar ziyareti enerji ağırlıklı

5 Şubat 2008
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül bugün Emir Hamad Bin Khalifa Al Thani’nin davetlisi olarak Katar’a gidiyor. Bizim de katılacağımız gezide ağırlıklı gündemin enerji olmasını bekliyoruz. Özellikle Türkiye’nin artan doğalgaz ihtiyacının bir bölümünü Katar’dan temin etmek için görüşmeler yapılmasını bekliyoruz. Gül’e eşlik edenler arasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ile Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da bulunuyor. Enerji ile ilgili kapsamlı görüşmeler yapılırken, sanıyoruz ki Maliye Bakanı Unakıtan da, özellikle Katar sermayesinin Türkiye’ye çekilmesi konusunda görüşmeler yapacak. Tam olarak hangi konuların ele alınacağını bilmiyoruz ama otoyolların belirlenecek yöntem uyarınca finansmanı konusunda görüşmeler yapılacağını tahmin ediyoruz. Bununla birlikte özellikle küresel krizin etkilerinin dengelenmesi açısından, yani finansman temini için ileriye dönük görüşmeler yapılabilir. Bu arada Halk Bankası’nın satışında Katar sermayesinin katılımının sağlanmasının istendiğini de biliyoruz.

Özetle; iyi ilişkiler kullanılarak Katar sermayesi ve enerji kaynakları için görüşmeler yapılacak. AKP Hükümetinin bu konuda, yani petrol zengini ülkelere ait sermayenin çekilmesi konusunda umutlu olduğunu biliyoruz. Ancak petrol sermayesinin bir sıkışıklık halinde çok daha cazip gelişmiş ülke şirketlerine ortak olmayı mı tercih eder, yoksa Türkiye’ ye mi gelir, o konuda şüpheliyiz. Bunun da ötesinde rahmetli Turgut Özal döneminde de Arap ülkelerinin Türkiye’ye çok vaadlerde bulunduklarını ama daha sonradan bu vaadlerin çoğunun yerine getirilmediğini de biliyoruz. Yani bu konuda da temkinli olmak gerekiyor.

Kaldı ki; Katar hem enerji kaynaklarının kullanımında, hem enerji yatırımları için uygun kredi bulmakta, hem de finans yatırımlarında çok uygun koşulları bulmasıyla tanınıyor. Benzer ülkelerdeki gibi Prenslerin yanında İngiliz, Amerikalı çok iyi yetişmiş finansçılar bulunuyor.

Onun da ötesinde paranın ne milliyeti ne de ırkı var. Yani kimse kimseye dostsunuz diye para da vermez, kar cazipse parasını da geri çekmez...

LNG GÖRÜŞMELERİ

Katar, 26 milyar metreküplük rezerviyle dünyanın en büyük 3’üncü doğalgaz kaynak ülkesi. Katar bir süredir LNG yani sıvılaştırılmış doğalgaz üzerinde yoğunlaştı ve dünyanın en büyük LNG tedarik ülkesi olmak amacında. Japonya ile 25 yıllık anlaşma yaptığını, Çin ve İtalya ile uzun dönemli tedarik görüşmeleri yaptığını biliyoruz. Katar, zor kararlar verip, ince eleyip sık dokuyup ama anlaşma yaptığında da en hızlı harekete geçen ülke olarak biliniyor. Yani kısa dönemli LNG kontratları yerine, yatırım planlaması için uzun dönemli kontratlar yapmayı tercih ediyor. En büyük yatırımı ise ABD ile ortak LNG yatırımları. Katar bu haliyle sahip olduğu doğalgaz havzasının öteki tarafındaki İran’a karşı büyük avantajı yakalamış durumda.

Katar ABD ile yakın ilişkileriyle tanınıyor hatta ABD’nin büyük askeri gücü de bulunuyor ama özellikle LNG politikasında bağımsız bir politika izlemeye çalıştığı da biliniyor.

Türkiye İran’dan alacağı doğalgaza ek boru hattıyla Katar gazını eklemek veya Arap gaz hattına dahil etmek, buradan da Avrupa’ya gidecek doğalgaz hattı Nabucco’ya Katar’ı da eklemek istiyordu. Ancak Katar’ın LNG politikası nedeniyle bu proje hayata geçmeyecek gibi gözüküyor. Bununu yerine Türkiye LNG temini için uzun vadeli, yani 10-15 yıllık kontrat yapmak için görüşmelere başlayacak. Bizce bu kez yapılacak görüşmeler ancak öngörüşmeler olabilir çünkü bu tür görüşmeler çok uzun süre alıyor. Bu arada Katar’dan uygun fiyatla LNG temininin mümkün olabileceği, bu konuda bir anlayış olduğundan da söz ediliyor.

Masada Türkiye’nin, her kaynak ülkede olduğu gibi, Katar’da da doğalgaz kaynaklarını ortak işletme niyeti olduğunu biliyoruz ama bunun gerçekleşmesi de bizce bir hayli zor görünüyor.

Bugün Nabucco’ya Almanya katılıyor yani Türkiye’nin Avrupa’nın enerji arz güvenliğinde oynayacağı kritik rol somutlaşıyor.

Türkiye’nin "enerji koridoru" sıfatıyla dünya enerji oyununda etkili rol oynaması için Katar’a da ihtiyaç duyuyor ve bizce bu ziyaretin en önemli yanı da bu...
Yazının Devamını Oku

İş dünyası gündemden çok rahatsız

4 Şubat 2008
İŞADAMLARININ Türkiye’nin mevcut gündeminden duydukları rahatsızlık, her geçen gün artıyor. AKP’ye yakın olduklarını, icraatlarına büyük sempatiyle baktıklarını bildiğim, hatta seçimlerde oy verdiklerini tahmin ettiğim bazı işadamları bile büyük rahatsızlık içindeler. TEDİRGİNLİK VAR

Bunu çok açık söylemiyorlar ama her şeyden önce kendi işleri açısından rahatsızlar.

Çünkü tedirginlik tüm toplum kesimlerini sarmaya başladı ve bu durum artık talebe yansımaya yani insanları tüketimden caydırmaya başladı.

Zaten küresel ekonomideki tedirginliği yavaş yavaş hissetmeye başladıklarını kaydeden işadamları, bunun üzerine türban gerginliğinin geldiğini, insanların harcamak yerine bir şekilde "sıkıntılı geçeceğini düşündükleri önümüzdeki dönem" için tasarruf yapma eğilimine girdiklerini söylüyorlar.

Küresel ekonomiden gelen tedirginliği aşmanın tek yolunun, içeride işlerin iyi olacağına, başka bir sıkıntı çıkmayacağına dair halka güven vermek olduğunu söyleyen işadamları, tersine davranılarak küresel krize bir önlem alınmadığı gibi içeride siyasi gerginlik yaratılarak, paniğin büyütüldüğünü söylüyorlar.

TESİSLER KAPANIYOR

İhracat yapan işadamlarının tedirginliği ise daha büyük. İhracatçı örgütleri bunu söylemiyor ama; bazı ihracatçılar aynı zamanda büyük ölçüde de ithalatçı olmuş durumdalar. Ancak bu durumu ilelebet sürdürmenin mümkün olmadığını, bu gidişle kurdukları üretim tesislerini kapatmak zorunda kalacaklarını da görüyorlar. Yani düşük kurların sorun olmaması da, tüketimin daralmaması da, Hükümetin ekonomide ileriye dönük güven vermesine bağlı.

İşte bu nedenle işadamlarının tedirginliği giderek büyüyor. Gelen küresel dalganın içeriden artı bir olumsuz etki gelmese bile, en azından finansa erişimlerini, yani üretimleri için kredi bulmalarını zorlaştıracağını, faizlerin artacağını gören işadamları, içerde yaratılan gerginliğin faizlerin daha da yükselmesine, kredi bulmalarının daha da zorlaşmasına neden olacağından da korkuyorlar...

HÜKÜMETİN BİZE İHTİYACI KALMADI

Özetle; iş dünyasının büyük çoğunluğu, ekonomiye el atılıp, ileriye dönük güven verilmesi gereken bir dönemde Hükümetin "türban" ile gündemi kaplamasından çok rahatsız...

İşadamları, Hükümetin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın daha önce kendilerini dinlediğini, üretimden yana tavır koyduğunu ama son dönemde, özellikle de seçimlerden sonra, bu tavrın değiştiğini söylüyorlar.

AKP’nin yaptıklarını takdir ettiğini bildiğim bir işadamı konuyla ilgili şunları söyledi:

"Hükümet yaklaşık 6 milyon kişiye kömür veriyor, fak-fuk-fon’dan yardım ediyor, yeşil kart veriyor yani yoksullara ’sen çalışma ben senin karnını doyuruyorum’ diyor. Bence ’bu yolla belli tabanım oluştu, zaten yüzde 47 de oy aldım, artık üretim yapan kesime ihtiyacın kalmadı’ diye düşünmeye başladı. İşadamları olarak artık sözümün dinlenmediğini, dikkate alınmadığımızı görüyoruz. Yani Hükümetin bize verdiği izlenim, ’artık size ihtiyacım kalmadı, gerisini artık üretim olmadan da hallederim’ şeklinde."

TÜRBAN MEŞGUL EDİYOR

Bu anlayışın ülkeyi, ekonomiyi büyük bir riske soktuğunu kaydeden işadamı, işaleminin dinlenmediğinin en önemli kanıtlarından birinin de "Hükümetin tüm eleştirilere rağmen ekonomiye bir türlü el atmayıp, türban gibi konularla gündemi meşgul etmesi" olduğunu söylüyor. Aynı işadamı şu anda ekonomide bir çok sıkıntı olduğunu,bu sıkıntıların giderek büyüdüğünü, küresel krizden yakında çok daha fazla etkilenmeye başlayacaklarını, bunu gördüklerini ve ilettiklerini ama herhangi bir adım atılmadığını söyledi.

Geçtiğimiz hafta sonu bir toplantı nedeniyle çok sayıda işadamı ile görüştüm ve içinde muhafazakar kesimden olduklarını bildiklerimi bile, büyük bir tedirginlik içinde gördüm.

Türbanın üstüne, katsayı nedeniyle imam-hatip tartışmasının da geleceği, gerginliğin iyice artacağı anlaşılıyor. Yani bu kritik dönemde bu tavırla, ekonominin durumu kötü görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Öncelikli sorun türban mı kayıtdışı mı

2 Şubat 2008
İSTANBUL’daki bir iş hanında kaçak maytap atölyesinin patlamasıyla ortaya çıkan sahneleri gördünüz mü? Peki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın "vatandaşlar ihbar etmezse bu kaçak işyerlerini bulamayız, hangisi denetleyelim?" demecini dinlediniz mi? Ölen 20 kişinin ancak 2-3’ün sigortalı işçi olduğunu diğerlerinin işyeri gibi kaçak işçi olarak çalıştıklarını, ayda 400 milyon liraya kilometrelerce yol gidip bu kadar tehlikeli bir işte, hiçbir güvenceleri olmadan çalışan işçilerin hikayelerini duydunuz mu? Tüm idari görevlilerin, belediyeler, valilik dahil "sorumluluk topu"nu nasıl birbirlerine attıklarını izlediniz mi? 4-5 kez kapatılan kot atölyesinin kilitli kapıları açıp tekrar tekrar çalıştığını, maytap atölyesinin ise daha yeni plastik atölyesi açmak için izin başvurusu yaptığını öğrendiniz mi?

İstanbul’un göbeğindeki bu kaçak işyerinin, nasıl olup da yasalara bu kadar aleni biçimde aykırı olabildiğini, yönetmeliklere hiç uymadığını, patlayıcı madde için İçişleri Bakanlığının gereken denetimlerin hiçbirini yapmadığını, hem ilçe hem Büyükşehir belediyesinin ihmalinin ağır olduğunu, bunların su götürmez gerçek olduğunu uzmanlardan dinlediniz mi?

Bu patlama 20 kişinin ölümüne neden oldu. Ortalık savaş alanı gibiydi... Sanki savaş vardı da yukarıdan bir bomba gelmiş ve binanın o bölümünü tümüyle yok etmiş gibiydi...

Bu fotoğrafları gören çocukların, arkadaşlarını gözlerinin önünde kaybedenlerin, kaçak çalıştırılıp canını kaybeden insanların yakınlarının neler hissettiklerini hiç düşündünüz mü

Yöneticilik yapanlar, acaba bu tablodan sorumlu olduklarını düşünüyor mu,ne hissediyorlar?

Kayıtlı ekonomi kadar kayıtdışı ekonomi hacmi olduğu hep söylenir ama Hükümetler bu kesimi oy deposu olarak gördükleri için hiç üzerlerine gitmezler. Şimdi bir ekonomi için kayıtdışının makro açıdan ölümcül olduğu gibi, kelimenin tam anlamıyla insanlar için de ölümcül olduğunu anladık mı? Kayıtlı bir maytap atölyesinde bu olayların meydana gelmesi imkansız. Güvenlikli, yasa ve kurallara uygun maytap üretenler, işyeri bile kayıtlı olmayan, asgari ücretin bile altında sigortasız işçi çalıştıran, varlıklarından kimsenin haberi olmayan maytap üreticiyle fiyat açısından rekabet etmesi mümkün mü? O zaman bu örnekteki gibi tüm kayıtlı çalışan, kurallara uyan işyerleri cezalandırılmış olmuyor mu? Bu denetimsizlik ve yasaya, kurallara uymayan sistemde, kayıtlılar da kayıt dışına itilmiyor mu? Yani kayıtdışını özendiren bizzat görevini yapmayan devlet kurumları olmuyor mu?

TÜRBAN GÜNDEMDEN ÇIKMAYACAK

Böyle bir tablo ortada iken, şimdi sormak gerekiyor; bu toplumun, bu ülkenin, bu ülke ekonomisinin acil ihtiyacı, çatışma konusu olacağı bilinen biline türban sorununu çözmeye çalışmak mı, yoksa, kayıtdışının da üzerine gidilip ekonomiyi gündeme koymak, bu yolla hem ölümleri engellemek, hem de insanların yoksulluklarını gidermeye çalışmak mı?

" Ben türban gibi çatışmalı konuyu siyasi olarak kullanırım, yoksul olana da kömür verir, fak-fuk-fon’dan yardım ederim işi geçiştiririm" demek mi, yoksa...

Ülkesini seven tüm politikacıların önce ekonomiye, bu arada kayıt dışını önlemeye odaklanması gerekiyor.

Bu savaş sahnelerini andıran görüntülerin ardından dün rektörlerin toplantısına katılmamaları için tek tek arayıp tehditvari konuşan YÖK Başkanını, hep birlikte görüntü verip "türban laikliğe tehdit, kamuya da yansıyacak, büyük olaylar olacak" diyen rektörleri izledik.

Toplantıdan önce konuşan ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut, "türban nedeniyle yaşanan gerginliğinin üniversite gençliğinin sokağa taşmasına neden olabileceğini, ekonomik kriz kapıdayken gençlerin sokağa çıkma riski bulunduğunu, gençlerin 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda da sokağa taşdıklarını, şu anki ortamda bir gerginlik yaratılmasının 2001’deki çöküşe benzer bir çöküş ihtimalini arttırdığını" söyledi. Belki abartılı ama tümüyle haksız mı bu sözler?

Türbanın gündemin başına bir kez oturduğunu, kolay kolay aşağı inmeyeceğini, ekonominin ihmal edildiğini ve bu gidişle ihmalin devam edeceğini söylemiştik.

Bu gerginliğin sorumlusu bellidir... Aynen patlayan kayıtdışı ekonomi gibi...
Yazının Devamını Oku

Hükümet gündemi ekonomiye çevirmeye çalışacak

31 Ocak 2008
AKP Hükümeti, sonunda türban sorununun, iş dünyası başta olmak üzere, toplumun her kesimini ne kadar çok yorduğunu anladı. Bununla birlikte küresel dalgaların her geçen gün büyüyüp, çoğalması da artık ekonomiye el atılması ihtiyacını, iyice acil hale getirdi.

Seçimden bu yana tüm eleştirilere rağmen ekonomiye el atmaya yanaşmayan, hem kendi hem de ülke gündemini sürekli olarak siyasi tartışmalara ayıran AKP Hükümeti, dün aniden ekonomi toplantılarına başlayıverdi.

Dün birdenbire 3 ekonomi toplantısı birden yapıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan, şimdiye kadar alışmadığımız bir ekonomi toplantısı yaptı. Bu toplantıya "Ekonomi değerlendirme toplantısı" adı verildi. Toplantıya Başbakan’ın yanı sıra ekonomiyle ilgili bakanlar ve AKP’nin ekonomi kökenli yöneticilerinin katılması dikkat çekiciydi. "Acaba yerel seçim öncesi, ne yapılacağı mı konuşuluyor?" dendi ama bizim tahminimiz o ki; Başbakan bakanların yanı sıra ekonomi kökenli yöneticilerine küresel krizi, bizi nasıl etkileyebileceğini, piyasadan gelen mesajları ve türbanı gündemden çıkarmak için ekonomide nelerin yapılabileceğini sordu...

Dün yapılan ikinci ekonomi toplantısı Ekonomik Koordinasyon Kurulu Toplantısı idi. Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren başkanlığındaki toplantıda istihdam paketinin ele alındığını biliyoruz. Ama nasıl bir sonuç çıkacak, onu daha sonra görebileceğiz.

Dünkü üçüncü toplantı ise Devlet Bakanı Mehmet Şimşek başkanlığında yapılan özel sektör temsilcilerinin de katıldığı, Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu toplantısı idi. Zaten sürekli yapılan bu toplantının gündemi ise zaten adı üstünde, belli. Şimşek de Türkiye’nin bu konuda ne kadar güzel işler yaptığını zaten uzun uzun anlattı.

Özetle, AKP Hükümeti’nin dün aniden giriştiği bu çaba, çok haklı biçimde, "türban gerilimini azaltmak için yeni gündem yaratma çabası" olarak değerlendiriliyor.

Ancak, hükümetin ekonomiyi hatırlaması, amacı ne olursa olsun, yine de iyi bir gelişme. Umarız göstermelik toplantılardan öte geçip, piyasaların ihtiyacını karşılayacak kararlar çıkar.

BÜYÜKANIT’IN ASIL MESAJI

Başbakan Tayyip Erdoğan, alışılmadık biçimde "ekonomi değerlendirme toplantısı" yaparken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt da dün sürpriz biçimde, rutin bir görüşmesini basına açtı ve gündemdeki iki kritik konu hakkında kısa açıklamalar yaptı.

Yani dün alışılmadık yöntemlerin günüydü...

Büyükanıt’ın dünkü görüşmesinin canlı yayına bile açık olacağının duyurulduğu önceki gece geç saatlerden itibaren herkesin gözü ne mesaj verileceğindeydi. Öyle tahmin ediyoruz ki; Başbakan ve partili ekibi de bu toplantıyı televizyonlardan, merakla izlemişlerdir...

Org. Yaşar Büyükanıt "türban" konusuyla ilgili zaten TSK’nın tavrının belli olduğunu yeni bir şey söylemeyeceğini açıkladı. Yani bu kez çok kısa ve net bir açıklama yaptı. Özetle, "Bizim karşı olduğumuz bile bile bu karar çıkarıldı" mesajını vermiş oldu.

Bizce asıl önemli mesaj ise "Ergenekon operasyonu" üzerine açıklanan görüşleri içindeydi. Daha önce de önümüzdeki dönemin en kritik siyasi kriz konularından birinin 30 Ağustos yani komuta kademesinde yapılacak değişikler için hükümetin müdahale ihtimali olduğunu yazmıştık. Çünkü Ankara kulislerinde bu döneme ilişkin müdahale, seçimlerden sonra konuşulmaya başladı ve Ergenekon operasyonunun sunuluş biçimiyle bu senaryolar arttı. Özetle; Ergenekon operasyonu kullanılarak, bilinçli biçimde zamanlama yapılıp, belirli kesimlerle bağlantılar kurulmaya çalışılacağı, belli komutanların yıpratılmaya çalışılacağı söyleniyordu. Operasyonla ilgili hükümete yakın bazı kaynakların dillendirmeye başladıkları şüpheli sözler de bu ihtimali iyice güçlendirdi. Bu operasyon kullanılarak belirli isimlerin yükselmesinin önüne geçilmesine çalışılacağı, TSK’nın yıpratılacağı söylenir oldu.

İşte bizce Büyükanıt’ın dünkü açıklamasında asıl mesaj, bu toplantıyı televizyonlardan izleyen vatandaşlara değil, bu planları yapanlara, planı bildikleri halde izleyenlere dönüktü...

Bakalım AKP Hükümeti türbanı gündemden çıkarabilecek mi, yoksa çok mu geç kaldı?
Yazının Devamını Oku

Teşvikte değişim için ürkek söylemler

29 Ocak 2008
TEŞVİK sistemiyle ilgili çok şey konuşuldu. Tartışmaların sonucunda artık bu sistemin yanlış olduğu konusunda, iktidarıyla muhalefetiyle herkes mutabık kalmış durumda. İşin garibi; herkes yanlış olduğunu kabul ediyor ama bir türlü de değişmiyor. Özellikle seçim sırasında, AKP dahil tüm partiler bu sistemin değişmesi gerektiğini, aramılı ithalatını iç üretime çevirecek, teknoloji geliştirmeyi özendirecek, bölgelere göre farklılık arzedecek bir teşvik sistemi getireceklerini açıkladılar.

AKP Hükümeti de artık bu sistemin yürümeyeceğini anlamış durumda. Ancak nedendir bilinmez; bir türlü yeni bir teşvik sistemi kurmak için somut adımları da atmıyor.

Daha önce Referans Gazetesi için geniş bir söyleşi yaptığımız Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, ilgili şirketlerle konuştuğunu, digital TV’lerin camının Türkiye’de üretilmesi için adım atılacağını söylemişti. Bakan Unakıtan’ın sadece TV camında değil, Türkiye’nin ileri teknolojiye yatırımı için teşvik sisteminin değiştirilmesi gerektiğine inandığını, proje ve bölge hatta il bazında yeni bir teşvik sistemi istediğini biliyoruz.

Dün de Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, KOSGEB ile ilgili yeni yapılanmayı açıklarken, teşvik sisteminde de proje ve bölge bazında yeni bir sistem getireceklerini, üzerinde çalıştıklarını söylemiş.

Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in, bürokratlarıyla bu konuda da çalıştığını biliyoruz.

Bu arada piyasalar da, Türkiye’nin yeni bir ekonomi vizyonu koymasını, küresel krizin olumsuz etkilerini azaltmak için moral veren önlemler ve açıklamalar bekliyor.

Özetle; teşvik sisteminin değiştirilmesi üzerinde herkes mutabık kalmışken, konjonktür de çok uygun olmasına rağmen, Hükümet bir türlü teşvik sisteminde ne tür değişiklik yapacağını açıklayamıyor. Halbuki dediğimiz gibi; yeni bir teşvik sistemi açıklansa, piyasalar iyi habere o kadar aç ki; abartılı biçimde olumlu algılama şansı bir hayli yüksek.

Buna karşılık yapılan ne derseniz; sadece bakanların ürkek söylemleri ve bu işin değişmesi gerektiği konusundaki kamuoyundaki genel kanıya uygun demeçler vermek...

YAPILANLAR TÜRBAN GÖLGESİNDE KALABİLİR

Buradan yola çıkarak, ya Hükümetin teşvik sisteminde yapacağı değişiklikler dahil ne yapılacağını bilmediğini, ya da bakanların kendi aralarında hiçbir uyum olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü aksini gösterecek bir somut adım görmüyoruz.

Bizce burada asıl sorumluluk Başbakan Tayyip Erdoğan’a düşüyor. Başbakan Erdoğan, Hükümeti toplayıp, ya da ilgili bakanları arayıp, "Hemen yeni teşvik sisteminin ne olacağını hazırlayın" dese, inanın bir haftaya kalmaz, yeni teşvik sistemine ilişkin tüm hazırlıklar tamamlanır, bir ay içinde de yeni sistem yürürlüğe girer....

Çünkü ekonomi yönetiminde epeyce birikim var. Zaten Başbakana mevcut teşvik sisteminin iyi bir sistem olmayacağını, çağdaş, gerçekten teşvik yerine geçecek başka yöntemler uygulanması gerektiğini, bu işin başında, söyleyen bürokratlar hala görev başında.

Aslında Başbakan Erdoğan’ın bundan da önce yapması gereken ilk iş; türban tartışmasını Türkiye’nin gündeminden çıkarmaktır. AKP’liler buna "İşte üniversitede serbest bırakacağız, bu sorun da gündemden çıkmış olacak" diyebilirler.

Şunu kesin olarak söylüyorum ki; türbanın anayasa ya da yasa değişiklikleri ile sadece üniversitelerde serbest bırakılması bile, artık bu tartışmaları bitirmeyecek... AKP’li milletvekillerinin bu demeçleri, açık liseye türbanlı, şalvar-fesli alınan bu öğrenci görüntülerinden sonra, kimse bu tartışmaların kolay kolay bitmesini beklememeli.

Özetle; küresel kriz her gün yeni bir dalgayla Türkiye’yi dövmeye devam ederken, Hükümet önlem almakta gecikti.

Şimdi önlem alınsa bile türbanın gölgesinde kalma ihtimali ise çok yüksek...
Yazının Devamını Oku

Türban gündeme geldi bir kere, ekonomiye sıra gelmez

28 Ocak 2008
TÜRBANLA ilgili tartışmaları hep birlikte izliyoruz. Yıllardır süren bu tartışmalardan yılgınlık gelmiş bazı kişilerin, hangi görüşte olurlarsa olsunlar, "Aman gündeme gelsin de biran önce ne olacaksa olsun, artık çözüme kavuşsun da şu çatışma konusundan kurtulalım" dediğini biliyoruz. O kadar zamanlaması gereksiz bir çatışma konusu ki, çünkü....

Şu kadarını söyleyelim ki; türban tartışması bir kez gündemin baş sırasına oturdu ve sonuç ne olursa olsun, bu tartışma kolay kolay gündemimizden inmeyecek.

Bir kere AKP’lilerin pek çoğunun "kamuda da türban olacak ama aşama aşama geçeceğiz, üniversite ilk adım olacak" diye düşündüğünü biliyoruz. Bazı AKP’li milletvekilleri bunu açık açık da söylediler zaten...

GEREKSİZ ÇABA

Böyle bir niyet ile laik bir devlet idaresi uyuşabilir mi?

Türbanı anayasa değişikliği ile üniversitelerde serbest bırakmak kadar, bizce gereksiz bir çaba olamaz.

Bu sorunun geniş bir mutabakat aranarak, en fazla yasa değişiklikleri yapılarak çözülmesi gerekirken, en üst seviyeye çıkarılmış, dolayısıyla da "laik devlete karşı bir tehdit" korkusu oluşturulmuş durumda.

Lisedeki de yakında türban istemeyecek mi?

Şu yönü de var ki; üniversitede türban serbestisi tanıyacağınız bir kadın örneğin hukuk fakültesini bitirip, yargıç olmaya kalkıştığında, siz buna devlet memuru hakkı vermeyecek misiniz?

Üniversitede türbanla okuyan, yargıç kürsüsünde bu türbanı takmak istemeyecek mi?

Türbanı taksa da takmasa da, karşısına gelen türbanlı ve türbansız kadınlar arasında ayrım yapma, yorumunu belli yönde oluşturma eğiliminde olmayacak mı?

TOPLUMSAL TEDİRGİNLİK

Başbakanının bir süredir söylediği, "kişiler laik olmaz devlet olur" sözü, bu örnekte nasıl geçerli olacak. Sonuçta laik devlet ve onun memuru değil mi bu? " Velev ki siyasi simge" devlete taşınmış, yargıç makamına oturmuş olmayacak mı?

Sonuç olarak bu tartışma konularını rahatlıkla uzatabilirsiniz.

Bu argümanların çoğu haklı argümanlar ve toplumda belirli bir tedirginlik oluşmuş durumda.

Şimdi AKP’nin "türban sadece üniversitede serbest olacak" tezini işleyip bu korkuyu yenmeye çalışacağını duyuyoruz. Bu korkunun yenilmesi, bu aşamadan sonra, artık çok zor.

Onun için diyoruz ki; türban konusu gündeme geldi bir kere ve kolay kolay inmez artık...

TÜRBANI GETİREN KAYITDIŞI İLE MÜCADELE EDER Mİ?

Peki ekonomi ne olacak? Yine türban tartışacağız, o arada küresel kriz derinleşirse, herkes zarar görecek, biran önce bunları bırakıp ekonomiye bakmamız lazım diyoruz...

GEÇİŞTİRİCİ SÖZLER

Ancak Hükümetten ekonomi için sürekli geçiştirici sözler duyuyoruz.

Bu konudaki sorular için Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve aynı sözleri tekrarlayan Mehmet Şimşek, bunun bir özgürlük sorunu olduğunu, bu konunun zamanlamasının olmayacağını, özgürlükleri kuvvetli olmayan ülkelerin krizi yakalanacağını söylüyorlar...

Bu sözlerin inandırıcılığı olmadığı gibi, bu bakanların da pekala bildikleri gibi; türban tartışması kırılganlığı artırıp, kriz karşısındaki savunmamızı zayıflatıyor.

Peki türbanı bırakıp da hangi ekonomik konuya yoğunlaşsınlar?

Bizce asıl sorun da burada, ne yapılacağı bilinmiyor.

Şimdiye kadar IMF programı vardı, reçete belliydi, iyi-kötü, zamanında-gecikerek bu yolda gidildi.

REFORMLAR NE OLACAK

Asıl sorun yeni bir vizyon oluşturmakta, ikinci nesil reformlar ve mikro tedbirlerin ne olacağını bilmemekte.

Örneğin önümüzdeki dönem ekonomi için yeni vizyonlardan birinin "kayıtdışı ile mücadele" olduğu söyleniyor.

Herkes artık bu adımın atılması gerektiğini konuşuyor.

Şimdi bir düşünün... Türban popülist bir konu ve türban konusunda AKP’nin, hatta MHP’nin destek umduğu kesimler belli. Bu kesimler aynı zamanda kayıtdışının yoğun olduğu kesimler değil mi?

Türbanı birinci gündem maddesi yapanlar kayıtdışı ile samimi olarak mücadele ederler mi? Ekonominin geleceğini, vizyonunu bunun üzerine kurarlar mı?

Umarız dünyadaki kriz büyümez, aksi takdirde işimiz çok zor...
Yazının Devamını Oku

Kriz olursa türbanlılar da yoksullaşacak

26 Ocak 2008
İŞALEMİ, hükümet bir türlü adım atmaya yanaşmayınca dayanamadı, ekonomik uyarılara başladı. 2007 yılında, seçimler nedeniyle ekonominin gündemden çıkmasını makul karşılayan işadamları, "seçimler bitti, hükümet kuruldu, artık ekonomiye el atılacak" diye bekliyorlardı. Halbuki Hükümet, önce anayasa sonra türban derken, bir türlü gündeminin ilk sırasına ekonomiyi almaya yanaşmıyor.

Normal bir dönemde olsak, zaten sürecin böyle işlemesi, seçimden sonra yeni bir ekonomik atılım programına girmek gerekiyordu. Oysa hiç de normal bir zamanda da bulunmuyoruz. Son 4-5 aydır ayak sesleri duyulan küresel krize, bunca uyarıya rağmen hükümet ekonomi adına önemli bir adım atmadı. Dün Davos’tan televizyonlara konuşan Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’i dinledim, 2 yıldır hazırlanan sosyal güvenlik reformunu yeni bir şeymiş gibi gündeme getiriyor ve "biz gerekeni yapıyoruz" demeye çalışıyor.

Halbuki piyasaların beklediği başka bir şey. Güven yaratacak, vizyonu olan önlemler...

Piyasaların beklentisine uygun, ekonomide hiçbir adım atılmadığı gibi, gün geçtikçe derinleşen küresel kriz sadece seyredilmeye devam ediyor. Ekonomide bir şey yapılmaması bir yana, hükümet her geçen gün yeni siyasi konuları, hem de toplumda gerginlik yaratacağı kesin olan siyasi konuları gündemin ilk sırasına oturtmaya devam ediyor. Önceki gün TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın uyarıları işte böyle bir süreçten geçildikten sonra geldi.

Yalçındağ, büyümenin yavaşladığını, enflasyonun yeniden yukarı doğru harekete geçtiğini, kamu maliyesinde disiplinin zedelendiğini, cari açik sorununun büyüyerek devam ettiğini hatırlatıp, yaklaşan küresel dalgaya, "maalesef" bu bilançoyla girildiğinin altını çiziyor.

Yaklaşan yerel seçimlerin etkisiyle kamu maliyesinin daha da bozulma riskinin ortaya çıktığını hatırlatan TÜSİAD Başkanı, dış kaynak girişindeki azalmanın da bu tabloyu etkilenmesi halinde, tablonun daha da ağırlaşacağını vurguluyor.

Türkiye’nin uzun dönem perspektifini planlayıp, hayata geçirebilmesi için, bugünün kriz ve darboğazlarını asgari hasar ile aşması gerektiğini kaydeden Yalçındağ, "Dolayısıyla bütün enerjimizi bu konuya, ekonomiye, yoğunlaştırmalıyız. Ancak bir süredir aslında çok daha rahat bir zamanda tartışmamız gereken bir konuyu, türban konusunu, gündemin birinci maddesi haline getirdik" diyor. Türkiye’yi bir refah toplumuna dönüştürüp çocuklarımıza daha iyi bir gelecek verebilmek için temel ekonomik ve sosyal sorunlarımızı öne alıp, gündemimizi dünyadaki gelişmelere uygun hale getirmemiz gerektiğinin altını çizen TÜSİAD Başkanı, "Aksi halde küresel dalga, yaşam biçimimize bakmaksızın hepimizi önüne katıp sürükleyebilir" uyarısında bulunuyor. Yani Yalçındağ, gerginlik yaratan siyasi konuları gündeme getirmek yerine, ekonomiyi gündemin ilk sırasına oturtup, küresel krizin bize vereceği hasarı azaltmaya çalışmamız gerektiğini söylüyor. Ve demek istiyor ki "Eğer bunu yapmazsanız, çok uğraştığınız türbanlılar da herkes gibi yoksullaşır, asıl önemli olan bu."

AHLAKSIZLIK TANIMI

Yalçındağ, yeni bir beklenti yönetimine ihtiyaç olduğunu, AB hedefine yeniden sarılmanın büyük önem taşıdığını da vurguluyor. TÜSİAD Başkanı’nın bu uyarıları yaptığı gün, Başbakan Erdoğan ise "Batının sanatını bilimini almak yerine ahlaksızlığını almışız" diyor.

Bence bu açıklama bile tek başına, AB hedefinde samimiyet eksikliğini ortaya koyuyor. Herkese göre ahlak tanımı değişir. Bence en önemli ahlaksızlıklardan bazıları; insanların dini ve etnik aidiyetlerini istismar etmek, ilerlemeyi durdurmaya çalışmak, rüşvet yemek, hırsızlık yapmak, insanları biat etmeye zorlamak, kadınları ikinci sınıf görmektir, örneğin...

Bunların yanında birinin başının açık olması hatta vücudunun açık olması ahlaksızlık değildir.

Başbakan da bence, bir an önce ahlaksızlık tanımını yapmalı ki; bu ahlaksızlıkların hangisinin Batı’dan hangisinin Doğu’dan geldiğini de ona göre konuşalım, değil mi?
Yazının Devamını Oku