Erdal Sağlam

New York’ta bir gurur gecesi

21 Nisan 2008
AMERİKAN Türk Cemiyeti’nin düzenlediği yıllık gala yemeği için geçen hafta iki günü New York’ta geçirdik. Gecenin bu yılki onur konukları Doğuş Grubu ve General Electric (GE) idi. Gecede Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk’e ve iş ortağı GE CEO’su Jeffrey Immelt’e "kurumsal ortaklık ödülü" verildi. Şahenk ve Immelt ödüllerini Amerikan Profesyonel Basketbol Ligi NBA’in Başkanı David Stern’ün elinden aldılar.

Ferit Şahenk’in gurur gecesiydi ve duygusal açıdan yoğun saatler yaşadı. Böyle zamanlarında zaman zaman şahit olduğumuz gibi, yine Doğuş Holding’in kurucusu, babası Ayhan Şahenk’i anmaktan kendini alamadı ve "Umarım bu geceyi görebiliyordur" derken gözleri doldu. Ferit Şahenk bir yandan "Babasına layık bir evlat" huzuru içinde gözüküyor, öte yandan kurduğu takımın başarılı kaptanı olarak, başarının tüm grup çalışanlarında olduğunu söylüyordu.

Babasına, ailesine, çalışanlarına verdiği önemle, insani yönlerini göstermekten kendini alıkoymamasıyla, Ferit Şahenk "yeni kuşağın büyük işadamı" oluyor...

Ödülü Türkiye adına aldığını hatırlatan Şahenk, GE ve Doğuş’un şeffaflığa, bütünlüğe, yeniliğe ve deneyime önem verdiğini anlattı. GE’nin küresel olarak başarısı tanınmış idari deneyimlerinin ortaklıklarına katkısı olduğunu belirten Şahenk, ortaklıkların işle başladığını, ancak asıl olanın insan ve güven olduğunu vurguladı.

GE CEO’su Immelt yaptığı konuşmada, Türkiye’nin büyük bir yatırım öyküsü olduğuna dikkat çekerek , "GE’nin en verimli işçileri Türkiye’de ve yatırım için en iyi yer de Türkiye. Bunu Türkiye’de ortağımız olduğu için söylemiyorum, ciromuzdan biliyorum. 2 milyar dolar yatırım yaptık , 2002 ciromuz 200 milyon dolardı, şimdi 2 milyar dolara ulaşacak" dedi.

Immelt, Doğuş Grubu ile yalnızca Türkiye’de değil, Orta ve Doğu Avrupa’da da büyümek istediklerini belirtti. Immelt, Doğuş Grubu ile bankacılık, emlak ve televizyonculukta yaptıkları ortaklıkların beklentilerini aştığını söyledi. Türkiye’de sağlık sektöründe de yatırımları olduğunu belirten Immelt, enerji alanındaki yatırımlar için de görüşmelerin sürdüğünü bildirdi. Immelt, konuşmasını "Küreselleşmenin dostları için Türkiye çok önemli, bunu herkesin bilmesi gerekiyor" sözleriyle tamamladı.

YATIRIMCININ BAKIŞI OLUMSUZLAŞIYOR

Sertap Erener’in de renklendirdiği gala yemeği güzeldi.

Çok kısa süre kaldığımız için birebir görüşmedik ama bankacılar, yatırımcılardan aldığımız izlenimlere göre; ABD’deki yatırımcıların Türkiye’ye bakışlarınde ise güzel gelişmeler yok.

ABD’deki yatırımcıların, özellikle kısa vadeli sermaye yatırımı yapanların, son dönemde Türkiye’ye bakışlarının olumsuza döndüğünün bariz olarak ölçülebildiğini söylediler. Bir bankacı, "Bundan birkaç ay öncesinde hiçbir çekinceleri kalmamıştı, hatta ortak yatırım için bize kendilerini anlatmaya başlamışlardı. Ancak şimdi yeniden eskiye dönmeye başladık; ilerisi iyi olur mu, Türkiye karışır mı diye sormaya başladılar" dedi.

Bu havanın oluşumunda hem küresel krizin, hem krize karşı önlem alınmayışının, hem de AKP için açılan kapatma davasının yarattığı belirsizliğin, yani hepsinin ortaklaşa rol oynadığını söylüyorlar. Sorular da bu konuların hepsini kapsıyormuş...

Bu arada, bir kez daha IMF’le sürdürülen anlaşmanın ne kadar önemli olduğunun görüldüğünü belirttiler ve konuştuğumuz hemen herkesin Türkiye’ye yatırımların sürmesi için IMF’le yeni bir ihtiyati stand-by anlaşması yapılması gerektiğini söylediklerine şahit olduk.

Bu konuda Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in rahatlığını ise anlayan pek yok...

ABD’nin durumu ise pek iyi değil. İnsanlar tüketimi bariz biçimde kısmış, hayat pahalılığını somut olarak yaşamaya başlamışlar. "Benzinciler bile kapanmaya başladı" diye hayretle, zor durumda olduklarını daha da kötüye gittiklerini anlatıyorlar.

Türkiye’nin henüz o aşamada olmadığını söylediğimizde ise şaşırıyorlar.

Bizce öyle bir döneme girdik ki; Türkiye de krizi ucuz atlatma imkanını, maalesef büyük ölçüde kaybetti. Hem de 6 ay öncesinden buralara gelineceği bilindiği, uyarıldığı halde...

Yazının Devamını Oku

Bürokrasinin sınav günleri

17 Nisan 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan önceki gün yurtdışında bir soru üzerine, "Partisinin kapatılacağına inanmadığını" söylemiş. Kapatılır mı kapatılmaz mı, kapatılsa mı bu siyasi çatışma havası sona erer, kapatılmasa mı, bilmiyoruz... Ancak bildiğimiz bir şey var ki; ok yaydan çıkmış gözüküyor.

Bir başka açıdan baktığınızda, şimdiye kadar yaptıkları nedeniyle, AKP’nin bu süreçten başarıyla çıkması halinde, toplumun tüm kesimlerinin biat etmesini de, ya da ettirilmesini de beraberinde getirir mi sorularının da, yanıtlanması gereken sorular olduğu açık...

Özellikle işaleminin, kapatılmanın yaratacağı sıkıntılar kadar, kapatılmaması halinde AKP’nin tavrının yaratabileceği sıkıntıları da birlikte düşündüğünü söyleyebiliriz.

HASSAS DÖNEM

Sadece işalemi değil, devletin hükümet dışında kalan kurumlarının hemen hepsi, böyle bir ihtimalin yaratabileceği sıkıntıları, hatta çatışmaları, düşünüyorlardır sanıyorum...

Sözün kısası; çok hassas bir dönem yaşıyoruz.

Böyle dönemlerde bürokratların işi de çok zordur. Geçmişte hep yaşadığımız gibi; böyle dönemlerde özellikle iktidar partisi veya partilerinin milletvekillerinden, bakanlarından, Başbakan’dan, hatta iktidara yakın bilinen kişilerden bile çok yoğun taleplerin geldiği dönemlerdir. Kimisi hatır için rica eder, kimisi "yapacaksın" der, kimisi önümüzdeki dönem için tehdit eder, öyle ya da böyle taleplerin arttığı bir dönem olabilir.

Bunun işaretlerini alıyor muyuz derseniz; alıyoruz...

Böyle dönemlerde bürokrasinin de yeni duruma göre pozisyon almaya çalıştığını görürüz. Belirsizlik dönemi işte bu nedenle aynı zamandan bürokrasinin de sınav günleridir.

ÖRNEKLERİ UNUTMAYALIM

Bizce bürokratlar her şeyden önce kendi şahsi ahlak ilkeleriyle ve profesyonel meslek anlayışları ile böyle dönemleri atlatmalıdır. Aksi takdirde, kim gelecek kim gidecek diye işe bakarlarsa yanılma ihtimalleri her zaman olur. Sadece yanılmakla da kalmazlar, bürokrasi hayatları biteceği gibi, hukuki açıdan da sonradan büyük sıkıntılar yaşayabilirler.

Şimdiye kadar yaptıklarıyla zaten ileride hukuki olarak sıkıntıya girecekler yok mu derseniz, evet var... Ancak artan baskılar nedeniyle bu yola gitme tehlikesi olanlar da var.

Geçmişte bunun örneklerini çokça yaşadık. ANAP dönemi diye adlandırılan dönemin kötü örnekleri, umarız önümüzdeki dönem, yeni parti isimleriyle tekrarlanmaz.

Ama bürokratların, örneğin Türkiye Kalkınma Bankası Eski Genel Müdürü Özal Baysal’ın olayını hatırlamaları gerek. İktidar partisi, hükümet yetkililerinin kredi taleplerinin Baysal’ı hapise gönderecek sonuçlara ulaştığını unutmamaları gerek.

BASKILAR ARTACAK

Bugünlerde artacak baskılar adam atama, işe alma gibi nispeten masumane talepler olabileceği gibi, parti yandaşlarına eşe dosta kredi verilmesi, ihalelerden iş verilmesi, verilen işler için ön ödemeler istenmesi, kaba deyimiyle doğrudan rüşvet talepleri bile olabilir.

Bürokrasi, her zaman böyle taleplerle, tekliflerle sınanıyor, önemli sınavlardan geçiyor. Ancak dediğimiz gibi; bu süreç bu yöndeki baskıların artacağı bir süreç olacaktır.

Yerine getirilecek talepler, kişisel olarak sonunda bürokrata hukuki faturanın çıkacağı talepler olabileceği gibi, hukuki sonuç doğurmasa da isminin lekeleneceği talepler olabilir.

Dediğimiz gibi; ok yaydan çıktı. Artık öyle ya da böyle, bu süreç yaşanacak.

Hepimiz biliyoruz ki, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, yeni dönemde çok şey değişecek, çoğu şey eskisi gibi olmayacak.

Belki herkes bir sınav veriyor ama bürokratlar için ayrıca önemi olan bir sınav dönemi.
Yazının Devamını Oku

Dibi bulmuş olsak da dalgalar artarak devam edebilir

15 Nisan 2008
"HANİ dibi bulmuştuk, neden bu kadar büyük bozulma yaşanıyor?" diye sorduğumuzda, bir süredir bu görüşü savunan bankacıların verdiği yanıt şöyle oldu: "Dibi bulmak ayrı, volatilite ayrı..." Bankacılar, hálá dibin bulunduğu, en azından dibe yaklaşıldığı konusundaki fikirlerini koruyorlar. Elbette daha inecek yer bulunduğunu ama artık bunun çok fazla olmadığını kaydeden aynı bankacılar, volatilitenin ise bundan sonra, belki de daha da büyüyerek, devam edebileceğini söylüyorlar.

Dün piyasalarda yaşanan gelişmeler, haftanın kötü başladığının ve bütün hafta dalgalı seyrin devam edeceğinin bir göstergesi gibiydi. Geçen cuma gününden, kapanıştaki olumsuzluklarla, zaten bazı işaretler alınmıştı ama hafta sonunda yapılan G-7 toplantısından çıkan haberlerin piyasaların moralini bozduğu görüldü.

Hafta sonu yapılan G7 toplantısında ABD ekonomisine yönelik kaygıların dile getirilmesine, bugünden itibaren başlayıp bütün hafta sürecek şirket bilançoları hakkındaki kaygılar eklenince, piyasalar güne, dolayısıyla haftaya kötü başladı.

Dün öğlen saatleri itibariyle, bizden önce açılan hisse senetleri piyasalarındaki değer kayıpları Tokyo ve Hong Kong’da yüzde 3’ü, Şanghay Borsası’nda yüzde 5’i aşmıştı. Bizden sonra açılan Avrupa borsalarında da sabah saatlerinde yüzde 1’e yakın kayıplar yaşandı.

İstanbul Menkul Kıymet Borsası’nda (İMKB), Asya piyasalarındaki düşüşün etkisiyle, güne değer kayıplarıyla başladı, piyasalardaki hareket döviz piyasasında da etkisini gösterdi. Bankalararası piyasada dolar kotasyonları dün sabah 1.3155 YTL’ye kadar yükseldi.

Uluslararası piyasada G7 açıklamalarının dolar üzerindeki olumlu etkisi ise kısa sürdü. G7’nin ana para birimlerinde yaşanacak düşüşlerden endişeli olduğunu belirtmesiyle 1.5672’ye inen Euro/dolar, dün yeniden 1.5803’e kadar çıktı.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ KORKUSU

Dün sabah piyasalar açılmadan önce ajanslara düşen Uluslararası Para Fonu (IMF) Para ve Sermaye Piyasaları Bölümü Başkanı Jaime Caruana’nın, "küresel mali krizin uzun süre devam edeceği" yönündeki demeci de moralleri bozdu.

Caruana, "krizin dibinin bulunduğu" konusunda ısrar eden bankacıların aksine, "Gerçekçi olarak bakıldığında, krizin sonuna ulaşmak için uzun süre geçmesi gerektiğini" söyledi. ABD’nin bütün bu ekonomik gelişmelerin merkezi olduğunu, ancak kredi sıkışıklığının dünyanın diğer bölgelerinde , hatta Avrupa ve Euro Bölgesi’nde görülmesinin olası olduğunu belirten Caruana, Avrupa bankalarının, riskli yatırımlarından sonra baskı altında olduklarını kaydetti.

Yatırım Bankası Lehman Brothers da, piyasalarda toparlanmanın 2009 yılına kalabileceğini kaydetti. Dün ABD’nin dördüncü büyük bankası Wachovia, ilk çeyrekte 393 milyon dolar zarar açıkladı. Bu hisse başına 20 sent zarar anlamına geliyor. Beklenti; bankanın 40 sent kar etmesi yönündeydi.

Bütün bir hafta boyunca ABD’den önemli şirket bilanço haberleri gelecek. Bunların bir kısmı belki beklentilerden iyi çıkabilir ama beklenti o ki; genel olarak beklentilerden kötü bilanço rakamları açıklanacak.

İçeride bu nedenle dalgalı bir seyir, volatilitenin artacağı beklentisi hakim. Ancak içerdeki oyuncular giderek daha fazla siyasi gerginlikten tedirgin olmaya başladılar. Özellikle AKP’nin kapatma sürecini etkileyecek biçimde anayasa değişikliklerini gündeme getirmekte ısrar etmesinden, bunun yaratacağı sonuçlardan çok korkuyorlar.
Yazının Devamını Oku

’Dibi bulduk’ deseler de senaryolar karamsarlaşıyor

14 Nisan 2008
PİYASALAR artık dalgalara alıştı denilebilir. Bir yandan dalgalı seyrin daha uzun süre devam edeceği bilinirken, öte yandan piyasalarda "küresel krizin dibi bulmaya başladığı" yorumları her geçen gün artıyor.

Daha doğrusu ABD’deki krizin dibi bulduğu söyleniyor, dünya çapında dibi bulduğunu söyleyenlerin sayısı nispeten daha az.

Ancak piyasalarda "krizde dibi bulduk" tahminleri yoğunlaşırken, uluslar arası kurumlar ve şirketlerde ekonomiye ilişkin beklentilerin ve hedef revizyonların giderek daha olumsuz daha karamsar olduğu da gözleniyor. Belli ki kafalar hala net değil...

Belli ki piyasalar kendi kendini gaza verip, biran önce düzeltmeyi hayal ediyorlar.

BERNANKE’NİN KONUŞMASI

Geçen hafta sonunda bir konuşma yapan ABD Merkez Bankası (FED ) Başkanı Ben Bernanke, piyasadaki süren huzursuzluk nedeniyle, gelecekteki krizler için bir güvenlik duvarı oluşturulmasını içeren değişikliklerin karmaşık hale geldiğini belirtmiş buna karşılık hızlı adım atılıp önlem alınmasının piyasalardaki tedirginliği azaltacağını söylemiş.

Aslında yapılması gereken değişikliklerin belli olduğunu kaydeden Bernanke, "Bunların arasında şeffaflığı artırmak, risk yönetimini geliştirmek ve düzenleyici kurumlar arasında daha iyi bir koordinasyon sağlamak var; bunlar finans piyasalarımızı normalleştirme sürecine önemli destek sağlayabilir" demiş. Bernanke, bu ekonomik krizin, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşadığı en ağır kriz olabileceğini ifade etmiş.

Bu arada geçen hafta yayımlanan Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda IMF’in krizin başlangıcındaki iyimser tahminlerini bırakıp bir hayli kötümser olmaya başladığı gözleniyor.

ABD’de 2008 yılında hafif bir resesyona gireceği buna karşılık 2009 yılında ancak kademeli bir toparlanma görülebileceği öngörülün raporda, diğer gelişmiş ülkelerde resesyondan ziyade yine iki yıl sürecek düşük büyüme dönemi yaşanacağı tahminine yer verilmiş.

IMF’in 2008 ve 2009 yılına ait yeni tahminleri ise şöyle: ABD yüzde 0.5 ve 0.6, Euro Bölgesinde yüzde 1.4 ve 1.2, Japonya’de yüzde 1.4 ve 1.5.

IMF’NİN İYİMSERLİĞİNE NE OLDU?

Küresel büyümeye ilişkin kısa vadeli riskin aşağı yönde kalmaya devam ettiği vurgulanan Raporda, önümüzdeki iki yıl için yüzde 3.7 ve 3.8 olarak öngörülen küresel büyümenin küresel resesyon olarak kabul edilen yüzde 3 seviyesi veya altında gerçekleşmesine yüzde 25 gibi bir ihtimal verilmiş.

Bu tahminin üzerindeki en büyük riskin ise, potansiyel zarar açıklamalarının finans sistemi bilançolarını bozarak, henüz kredi sıkışıklığı olarak nitelendirilen durumu tam bir kredi daralmasına dönüştürmesi olacağı belirtilmiş. Raporda yeralan, Mart itibariyle küresel çapta finans sektörünün potansiyel aktif değeri indirimi ve zararlarının 945 milyar dolara ulaşmış olduğu tahmini de bir hayli çarpıcı.

Raporun piyasa oyuncularını korkutan en önemli değerlendirmelerinden biri, bugüne kadar bankaların raporladığı zararların 95 milyar doları ABD’de olmak üzere 193 milyar dolar olarak bildirilmiş olması. Bu rakamlara bakılıp daha yazılması gereken zararın çok olduğu ortaya çıksa da, piyasa oyuncuları, "büyüklüklerin farklı kapsamda olduğu ve zamanlama açısından önemli farklar taşıdığı"nı belirterek, biraz olsun kendilerini rahatlatıyorlar.

KARAMSAR TABLO

Daha önce piyasa beklentilerinden çok daha pembe tablolar çizen IMF’in, şimdi piyasaların ötesinde karamsarlık tablosu sunduğu belirtilerek, IMF’in bu değerlendirmelerle önlem alınmasını ve ülkelerin birlikte davranmasını özendirmeye çalışmış olabileceği söyleniyor.

Bu hafta şirket verileri nedeniyle yine hareketli bir hafta olacak. Ancak piyasaların dalgaya alışmış olsalar da, biran önce düzelmeyi umdukları, verileri bu yönde satın almaya çalıştıkları da bir gerçek... Bakalım ne kadar iyimser olabilecekler...
Yazının Devamını Oku

Spor devletin kıyakları ile ekonomik bir sektör olmaz

12 Nisan 2008
TÜRKİYE ekonomisinin gelişimine bakarsanız, zamanında çok fazla devlet kıyağıyla beslenen alanların, sonuçta sağlıklı, dünya ile rekabet edecek sektörler haline gelemediği görülür. Maliye Bakanlığı’nın futbol kurumlarına ve kişilerine son dönemde yaptığı kıyakları gördüğümde aklıma ilk gelen bu oldu ve Türk sporunun geleceği için üzüldüm..

Sporun yaygınlaşmasının, hem bireysel hem toplumsal gelişim için ne kadar önemli olduğunu ben de biliyorum. Son dönemde futbolla birlikte canlanan uluslararası başarıların insanlara kendilerini ne kadar iyi hissettirdiğini bir Fenerbahçeli olarak yaşıyor, diğer spor alanlarına da ağırlık verilmesi gerektiğini, özellikle geri kalmış bölgeler için giderek sporun hayati önem kazanan bir alan haline geldiğini de görüyorum.

MALİYE’NİN KIYAKLARI

Bu arada deneyimine güvendiğim Devlet Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu ile spor ekonomisi üzerine, futbolun ve diğer spor dallarının birer sektör haline gelmesi gerektiği konusunda, küresel rekabette sporun yeri üzerine zaman zaman sohbet imkanı da buluyorum. Spordan Sorumlu Bakanlığa Başesgioğlu’nun getirilmesinin, şimdiye kadar ihmal edilen bu alan için önemli bir şans olduğunu biliyorum. Ancak Maliye Bakanlığı kanalıyla son günlerde gündeme getirilen kıyakları da içim burkularak izliyorum. Hem vergi sisteminin bu nedenle bozulmasının ne kadar sakıncalı olduğunu görüyor, hem de "kıyak alanların kendilerine çekidüzen verip, rasyonel bir zemine oturamayacağını" bilerek, ilerisi için üzülüyorum.

Şimdiye kadar hep böyle oldu; kayırılan sektörler bir türlü rüştünü ispat edemedi. En küçük bir dış etkenle yıkıldılar, rekabet zamanı geldiğinde hiç dayanamadılar.

Spor kulüplerine devlet arazisi tahsisi gibi teşviklerin yararlı olduğunu, devletin spora kaynak aktarması gerektiğini, sponsorluk siteminin geliştirilip özel sektörün bu alana girmesinin, sporda çok sayıda sosyal sorumluluk projesi hazırlanmasının önemine inanıyorum.

Ancak iş ne zaman kıyak boyutuna gelirse, o zaman kıyak alana kötülük edildiğini biliyorum.

KIYAK YAPAN EMİR DE VERİR

Amme alacaklarına ilişkin yasa tasarısı TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na ait alt komisyonda görüşülürken spor kulüplerinin borçlarına tecil imkanı getirildi. Sporcuların gelirlerinin stopaj yöntemi ile kesilmesi düzenlemesi de Alt Komisyon’da kıyak haline getirildi. Borçların tecil süresi 6 yıl olarak geldi, 10 yıla çıkarıldı. Buna göre, 1 Temmuz 2008 tarihine kadar yapılacak müracaatlara uygulanmak üzere, spor kulüplerinin vergi, resim, harç, fon payı, bunlara bağlı gecikme faizi, gecikme zamları, vergi cezaları ve vergi cezalarına uygulanan gecikme zamları ile sigorta primi, sosyal güvenlik destek primi ve diğer prim borçları, tecil faizi oranının 6’da biri dikkate alınarak tecil edilecek.

Daha önce spor kulüplerine 2004 yılında da tecil imkanı getirilmişti. Yani üst üste gelen iki af demek ve her af gibi, sistemi bozup sürekli hale gelmiş durumda...

STOPAJ DÜŞÜRÜLDÜ

Bu da yetmedi, 2017 yılı sonuna kadar gelir vergisi stopajı sporcular için kademeli olarak düşürüldü. Milli takımlarda görev yapan teknik direktör ve antrenörlere yapılan ödemeler ile milli sporculara uluslararası müsabakalara katılmaları karşılığında yapılan ödemeler için de gelir vergisi stopajının yüzde 5 uygulanması öngörüldü.

Bütün bunlar başka bir ekonomik alana yapılsaydı, ortalık birbirine girerdi. Ancak spor herkesin ortak alanı ve kıyaklara kimse ses çıkarmıyor. Bütün bu ayrıcalıkların Anayasa’ya ve yasalara aykırı olduğu söyleniyor ama belli ki CHP de bozmak için itiraz etmeyecek.

Bu arada Futbol Federasyonu seçimleri sırasındaki "bağımsız, özerk federasyon" sözlerini hatırladım. Kimse unutmasın ki; kıyak çeken emir de verir...

Bir yandan özerklik bağımsızlık isteyip, diğer yandan kıyak talep etmek olacak iş değil.
Yazının Devamını Oku

Enflasyon beklentisi artıyor büyüme düşüyor

10 Nisan 2008
PİYASALARDA önümüzdeki döneme ilişkin enflasyon beklentileri hızla yükselirken, büyümeye ilişkin beklentiler ise düşüyor. Bir süredir bu eğilim seziliyordu ama açıklanan son büyüme ve enflasyon rakamlarından sonra ileriye dönük beklentilerdeki bozulma da iyice belirginleşti.  "Bizim ekonomimiz çok güçlü, kriz bizi etkilemez" diye açıklamalar yapan AKP Hükümeti, ilk kez önceki gün, Ekonomik Değerlendirme Toplantısından sonra yaptığı açıklamada, "Küresel krizin Türkiye ekonomisini etkilediği"ni itiraf etti. Aynı açıklamada yine de ne kadar güçlü olduğumuz anlatılmaya çalışıldı ama Hükümetin ilk kez küresel krizin bizi de etkilediğini söylemesi, yine de olumlu bir gelişmeydi. Bu açıklamanın ardından dün gelen Merkez Bankası beklenti anketi sonuçları da, artık, o etkilenmeyiz dediğimiz krizin içine bir anlamda girdiğimizi de ispatlıyordu.

Anket sonuçlarına göre TÜFE enflasyonu beklentileri bir önceki ankete göre, yılsonu için yüzde 7,27’den 8,03’e, gelecek 12 ve 24 ay sonu için de sırayla yüzde 6,29’dan 6,77’ye ve yüzde 5,52’den 5,80’e yükseldi.

Enflasyon beklentilerindeki bu bariz yükselişin yanısıra büyümeye ilişkin beklentiler de düşüyor. Büyüme beklentileri 2008 sonu için bir önceki ankete kıyasla 0,3 puan düşüşle yüzde 4,2’ye inerken, 2009 sonu için de 0,2 puan düşüşle yüzde 4,7’ye geriledi. Bu parametrelerdeki değişimin cari işlemler açığındaki beklentiyi düşürdüğü gözleniyor. Ağustos 2007’nin ilk anketinden bu yana sürekli yükselen 2008 sonu cari işlemler açığı öngörüsü, büyümedeki yavaşlama beklentilerine paralel olarak, bu ankette de bir önceki ankete göre 582 milyon dolar azalarak 42,6 milyar dolara düştü.

YTL’nin son dönemdeki değer kaybına paralel olarak , yılsonu dolar tahmini da yükseldi ve 1,33 YTL’den 1,35 YTL’ye çıktı. Önümüzdeki 12 ay sonrası için de dolar kuru beklentisi 1,35 YTL’den 1,38 YTL’ye çıktı.

MERKEZ’DEN FAİZ BEKLENTİSİ

Gelecek 3 ay sonrası için gecelik faiz beklentileri yüzde 15,25’e yükselirken, piyasalarda bu yükseliş, "Piyasaların önümüzdeki 3 ay için Merkez Bankası’ndan faiz indirimi beklentisi kalmadığı" .biçiminde yorumlanıyor.

Yani 17 Nisan’da toplanacak Para Politikası Kurulu (PPK)ndan, artık çeyrek puan da olsa, bir faiz indirim beklentisi hiç kalmamış gözüküyor.

Bu yönde zaten bir beklenti oluşmaya başlamış, artık bankacılar faiz indiriminin olmayacağını söylemeye başlamışlardı ama bu anket sonuçları beklentiyi somutlaştırdı. Bırakın 3 ay içinde faiz indirimi olmayacağı beklentisini, daha önce bu yıl toplam 1 puanlık indirim bekleyen bazı bankaların araştırma raporlarında bile artık "2008 yılı içinde faiz indirimi olmaz" yorumlarını okumaya başladık. Bizce bir sonraki aşama, "Acaba Merkez Bankası faiz artırımına ne zaman başlar?" sorusunun yatının aranacağı aşamadır. Bizce küresel krize bağlı olarak bu noktaya birkaç ay sonra gelme ihtimalimiz var. Bazı bankacılar açıkca dillendirmeseler de "Merkez Bankası’nın bu yıl ortalarında faiz artırmak zorunda kalacağını" söylemeye başladılar. Merkez Bankası’nın faiz artırım kararı vermesi, doğal olarak, indirim kararı vermekten çok daha zor olacaktır. Her şeyden önce de Hükümetin bu yöndeki baskısı kaçınılmaz olacaktır. Reel kesim temsilcilerinin "faiz artışının felaket olacağı" yönünde demeçlerinin birkaç ay içinde başlaması, kimse için sürpriz olmamalı... Unutmayalım ki; önlem için geciktik ve ABD’deki resesyonun yumuşak atlatılması halinde bile, içeride ekonominin durumu artık iç açıcı bir noktada değil.
Yazının Devamını Oku

IMF kararları alınmaya başladı

8 Nisan 2008
HÜKÜMET; yaklaşık 1 yıllık aradan sonra, bu kez IMF gözden geçirmelerini tamamlamak niyetinde gibi gözüküyor. En son geçen yıl Mayıs ayında gözden geçirme tamamlamış, daha sonra ipe un sermeye başlamıştık. İşte bu gecikme nedeniyle 2’nci gözden geçirme için belirlenen süreler çoktan aşıldı. Şu anda 3 gözden geçirmenin birden tamamlanması gündemde. Öyle olunca da 1 yıldır yapmadığımız ev ödevleri birikti, şimdi bunları temizlemek gerekiyor.

İşte dünkü Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası yapılan açıklamadan, toplantıda IMF’le gözden geçirmelerin tamamlanmasının konuşulduğu anlaşılıyor. Çünkü toplantıdan sonra yapılan açıklamada, uzun zamandır beklenen ve IMF’in şartı olan, maliye denetim birimlerinin birleştirilmesi konusundaki yasa taslağının kabul edildiği açıklandı. Yine vergi yasalarında yapılacak değişikliklerin de gündeme geldiği kaydedildi.

Bütün bunların gözden geçirmeler için yeterli olacağını zannetmiyoruz. Bu nedenle yasa dışında diğer düzenlemeler de ardı ardına gündeme gelebilir.

Ancak hiç kimse, IMF’in gözden geçirmeler için şart koşulan tüm kriterlerin yerine getirilmesini isteyeceğini zannetmesin. IMF’in son yıllarda Türkiye’ye karşı nasıl toleranslı davrandığını biliyoruz. IMF Heyeti Türkiye’ye yine olumlu bakacak, çok fazla sıkıştırmayacaktır diye düşünüyoruz. Bu nedenle de şartların tümünün yerine getirilmesi istenmeyecektir ama epeyce bir yol alınması da gerekecektir.

Bizce Hükümet, gelinen aşamada IMF’le ilişkilerin sıkı bir biçimde devam ettirilmesinin gereğini anlamış gözüküyor. Bu da 2008 Mayıs ayından itibaren, bu anlaşmanın ardından gerektiğinde fon imkanı veren ihtiyati stand-by anlaşması yapılmasının IMF’le konuşulmaya başladığını gösteriyor. Yani mevcut anlaşma koşullarını yerine getirmek gerekiyor ki, yeni sıkı bir anlaşma yapabilelim.

Dediğimiz gibi; IMF dünya çapında, aksak da olsa yürüyen tek programını yaptığı Türkiye’ye bu aşamada da toleranslı davranmaya devam edecektir....

AB’Yİ DE HATIRLADIK

İşin başka bir yönü de küresel krizin geldiği noktada, Türkiye’nin böyle bir çapaya yeniden ihtiyaç duyması ve IMF’in de bunu görmesidir.

Kim ne derse desin, küresel krizin boyutu ve süreci ne olursa olsun, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler arasında riskli konumda olduğunu herkes biliyor.

Bunun en önemli nedeni de cari işlemler açığı. Yani dış açığı olan ülkeler bu süreçte dezavantajlı konumda ve en fazla olumsuz etkilenecek olan bu ülkeler. Dünyada baktığınız zaman bu durumda bir Türkiye, bir de Güney Afrika gözüküyor....

Yani içeride siyasi kriz olmasaydı bile, yaşanan süreçten en olumsuz etkilenecek ülkelerin başında geliyorduk, bir de buna belirsizliği artıran siyasetteki gerginlik eklendi.

Bu siyasi sürecin en azından 6 ay daha süreceğini de biliyoruz..

İşte Hükümet de bunu görmüş olsa gerek ki, IMF’le gevşeyen çapayı yeniden sağlamlaştırmaya çalışıyor. Hiç olmazsa bu süreçte tutunacak bir yerimiz olsun diye..

Bunun yanı sıra AKP hükümeti, 301. madde başta olmak üzere, AB’ye uyum hedeflerini de birdenbire hatırlamış gözüküyor. Dünkü Bakanlar Kurulu sonrası yapılan açıklamada bu konuların da gündeme geldiği belirtildi.

AKP’nin niyeti bizce açık; tüm toplum kesimlerin bu süreçte desteğini almak. Yani IMF’le yeni bir anlaşma yapıp iş aleminin ve piyasaların desteğini almak isterken, 301. madde ile AB ile yakınlaşıp dış desteği ve buna bağlı iç desteği artırmak istiyor.

O veya bu nedenle umarız Türkiye ekonomisi bu çapalara yeniden kavuşur.
Yazının Devamını Oku

IMF’siz ekonomik istikrar artık çok zor

7 Nisan 2008
MAALESEF yine, kendi başımıza yapamadığımız için, ekonomik istikrarın sürdürülmesi için IMF’e muhtaç hale gelmiş durumdayız... Biliyorum; yine "IMF’ci gazeteci" olarak kulaklarım çınlayacak. Ancak yine aynı noktaya geldiğimizi kabul etmek ve kayda geçirmek zorundayız. Ki o noktayı da " kendi kendimize yetip, itibar sağlamayı yine beceremedik" diye nitelendirebiliriz. Özetle; 5 yıldır koruduğumuz ekonomik istikrarı ve bunun getirdiği kalıcı yüksek büyümeyi, yeni bir plan yapıp da kendi kendimize sürdürecek beceriyi gösteremedik. Bu nedenle de IMF’in (aslında tartışmalı olan) itibarını yanımıza almaya muhtaç hale geldik.

IMF’Cİ GAZETECİ

Bu nedenle şahsıma yöneltilen ve yöneltilecek "IMF’ci gazeteci" tanımlamaları konusunda epey rahatım. Geçen yılın Eylül-Ekim aylarında beri, kendi programımızı yapmamız gerektiğini, bu programla uluslar arası arenaya çıkıp kredibilite sağlamamız gerektiğini, Türkiye’nin bunu yapabileceğini söylüyorum. Kimse, artık çıkıp da "uluslar arası camiada kabul görecek bir program yapmak zorunda değiliz" demesin, böyle bir şeyin imkanı yok. Çünkü Türkiye yüksek oranda büyümeye devam etmek zorunda ve kendi başına bunu sağlayacak sermaye birikimi yok. Bu nedenle de yabancı sermaye, özellikle de doğrudan yabancı sermaye çekmek zorunda. Yatırım isteyen, yüksek büyüme isteyen, işsizliğin azalmasını isteyen hiç kimse, yabancı sermaye olmadan bunları sağlayacağımızı söyleyemez.

Bunu IMF’siz devam ettirmenin yolu yok muydu? Elbette vardı, bunu yapabilirdik ama yapamadık. Reformları yapmadık, mali disiplini sürdürüp kalitesini artırmak gerekiyordu yapmadık. Aksine harcamaları artırıp mali disiplinin kalitesini iyice bozduk, bu da yetmedi bütçe birliğini bozacak fon sisteminin yeniden oluşumunu öngören, harcamaları hızlandıracak yasa tasarıları hazırladık. Bunlar da yetmedi, siyasi gerginliği büyütüp, toplumda kamplaşmayı iyice artırdık, toplumsal barışa bomba koyan kararlara ardı ardına imza attık.

Bunları yaparken yani IMF kanalıyla gelen mali disiplinden uzaklaşırken, AB çapasını da unuttuk, 3 yıldır AB’ye uyum için ciddi hiçbir adım atmayıp sadece lafıyla oyalandık.

GÖRE GÖRE GELDİK

Hem de bütün bunları küresel krizin geldiğini göre göre yaptık. O nedenle yaklaşık 6 aydır, "kriz geliyor buna hazırlıklı olalım, kendi programımızı yapıp ortaya çıkalım, küresel krize hazırlıklı girelim, o dönem gelince yine politikacılar büyüme yönünde tercih yapıp enflasyonla mücadeleyi unutacaklar, enflasyonda çift haneye yeniden döneriz o zaman da ekonomik istikrar hiç kalmaz, büyüme iyice durur, işsizlik hepten artar" dedik, durduk...

Hükümetin kulak asmayıp, üstüne hata üzerine hata yaparak işi buraya getirdiği de ortada...

Özetle, ekonomi özellikle son bir yıldır çok kötü yönetildi, sorunlar birikti, bu noktaya geldik.

İYİMSER SENARYO

Şu anda küresel krizin geldiği nokta konusunda en iyimser senaryoya göre; önümüzdeki birkaç ay daha bu veri akışı böyle sürer, finans sektöründen çok olumsuz haberler gelmezse, piyasalar "ABD’de hafif bir resesyon, Euro Bölgesi ve Japonya’da ölçülü bir yavaşlama" senaryosuna daha fazla inanmaya başlayacaklar. Ancak buna karşılık gelişmekte olan ülkelerde ise belirgin bir yavaşlama olacağı senaryosunun henüz fiyatlanmadığı kaydediliyor. Bu ülkeler içinde sadece cari açıkları olan ve bunun finansmanı için farklı türdeki sermaye akımlarına bağımlı olan ülkeler için bir risk olabileceği düşünülüyor.

Yani Türkiye riskli kategori içinde bu döneme giriyordu. Buna rağmen toparlanma imkanı var diyen iyimserlerin sayısı da fazlaydı. Ancak artık bu iyimserler bile "Türkiye ekonomisi toparlanma fırsatı olabilecek bu döneme, kredi krizinin çok öncesinde başlayan büyümedeki güç kaybı ve artan siyasi belirsizliklerle giriyor" diyorlar....

İşte gelinen nokta bu ve bu nedenle IMF’le yeni bir bağlayıcı program yapıp, bunu uygulayarak kredibilite takviyesine ihtiyacımız var. Süreç kötü yönetildi, kabul edelim....
Yazının Devamını Oku