Erdal Sağlam

IMF gitti aflar yeniden başladı

19 Mayıs 2008
DAHA eskisinin üzerinden 2 yıl geçmeden sosyal güvenlik primleri için yeni af kapıda.... Ekonomik faaliyetlere getirilen afların aslında ekonomik yükümlülüklerini zamanında ve dürüstçe yerine getirenler için bir ceza anlamına geldiğini, defalarca yazdık. Afların vergi ve prim ödemelerinden insanları caydırdığını, "nasıl olsa yine af çıkar" diye, normalde zamanında ödeyenlerin bile yükümlülüğünü yerine getirmekten alıkonduğunu söyledik. Çünkü aynı sektörde primini vergisini, ne yapıp edip bularak, zamanında ödeyen bir işadamı, sürekli vergi ve primini aksatıp, sonunda afla bundan kurtulan aynı sektördeki işadamına kıyasla haksız rekabete uğruyor. Bu nedenle de artık zamanında yükümlülüklerine yerine getirmiyor, böylece aflar tüm sistemi bozuyor.

2000 yılı öncesinde sık sık rastladığımız aflar, uygulanan ekonomik program ile birlikte artık kalmamıştı. Çünkü programın temel amaçları arasında ekonomide rasyonel bir sistem kurmak, şeffaflığı sağlamak, rekabetin sağlıklı oluşumunu sağlamak, kamu alacaklarının görev zararı olmasını engellemek de vardı. Bütün bu amaçlar, aflarla çelişiyordu.

Ancak AKP Hükümeti iktidara gelince, yaşanan ekonomik krizi de bahane edip, her alanda af çıkarmak istedi. Belli ki kendi tabanına verdiği mesajlardan biriydi bu....

IMF programı uygulandığı için, Hükümetin af taleplerinin çoğu ya reddedildi ya da törpülendi. IMF her seferinde af yapılamayacağını, niyet mektuplarına koydurdu.

IMF’le program biter bitmez Hükümet yeniden af silahına sarılmaya başladı.

İşte daha üzerinden 2 yıl geçmeden sosyal güvenlik prim ödemelerine getirilen af da böyle. Yine ödenmemiş borçlar birikmiş de, yine beyaz sayfa açmak gerekiyormuş da...

Bütün bunlar daha önceki aflarda da söylendi, her seferinde sistem biraz daha da bozuldu.

Bunun da ötesinde, artık kimseye sormaya gerek duymadan, ekonomiyi nasıl etkileyeceği bile hesaplanmadan, "Af yapıla..." deniyor ve uygulamaya giriyor. Başbakan Çalışma Bakanına söyledi, o da yapıyor. Maliye Bakanı, ekonomiden sorumlu bakan, hiçbirinin aftan haberi yok.

DOĞRU SÖYLEYEN KOVULDU

Hatta bu kez bir adım daha öteye gidildi. Affa karşı çıkan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun başındaki kişi, yani affı uygulayacak olan kişi, affın bir şey getirmeyeceğini, normal ödeyenlerin cezalandırılmış olacağını söyledi. Bunu söylediği için de görevinden alındı.

Özetle; af kararı, tümüyle popülist bir karar... Başka deyişle "seçim ekonomisi" uygulaması...

Bir kere başladı mı gerisinin geleceği de artık belli. Dün bir gazetede AKP milletvekillerinden birinin "bankalarla ilgili sicil affı" getirilmesini istediği, Başbakanın da buna sıcak baktığını belirten bir haber vardı. Yani sicil affı da kapıda...

Kamu bankaları için sicil affı

SİCİL affı daha önce de yapıldı. O dönemde de söyledik; bu affı çıkarsanız bile özel bankalar bunu uygulamaz, sicili bozuk olana kredi vermez, bunu ancak kamu bankaları uygular, kamu bankalarının zor duruma düşmesine neden olursunuz, batak işadamları kamu bankalarını kullanır... Zaten öyle oldu; sadece kamu bankaları sicil affını dikkate aldı, diğerleri almadı.

Yani kamu bankalarının 2000 yılı öncesi bozuk sisteme geri çevirme harekatı da uygulamada. Kamu bankalarına bazı yandaşlarına olmadık üçlüde kredi verdirme işlemi başlamıştı. Şimdi bazı yandaşların, batıkları olmasına rağmen, yeniden kamu bankalarından kredi almalarına imkan verilmek isteniyor. Kimsenin şüphesi olmasın; aftan yararlanmasına rağmen borcunu ödemeyenler vardır, bu af o nedenle çıkarılmak isteniyordur. Böylece bir süre borç temizlenmiş olacak, böylece kamudan yeni işler de verilecektir...

Abartmıyorum; bu işin çivisi çıkmak üzere. Daha önce çıktığında neler olduğunu görmüştük...

Hep "IMF sonrası Hükümetin asıl ekonomi yönetimini göreceğiz" diyordum ya, işte ortada.. Ekonomiye, ekonomi yönetimine "çıpalar" mutlaka gerekiyor. Çıpa ya da sopa, ne derseniz...
Yazının Devamını Oku

Beklentilerdeki hızlı bozulma ve faiz artırımı

17 Mayıs 2008
ÖZELLİKLE büyük bankalar Merkez Bankası’nın faiz artırımına karşı idi. Faiz artırımlarının bir şeyi değiştiremeyeceğini, o nedenle gerek olmadığını söylüyorlardı. Ancak önceki gün Merkez Bankası’nın yarım puanlık faiz artırımına bankacılık kesimi fazla ses çıkarmadı. Bu kadar kısa sürede ne oldu da fikirlerini değiştirdiler?

Bence bunun en önemli nedeni, hükümetin son dönemde başvurduğu popülist kararlar. Merkez Bankası’nın böyle bir artırıma başvurmaması, yani faiz artışı tehditi görmediği takdirde hükümetin popülist kararların sayısı ve dozunu artıracağına inanmaya başladılar.

Bir başka deyişle piyasalar, "Merkez Bankası’nın itibarının korunmasının hükümetin itibarının korunmasından çok daha önemli hale geldiğini" hatırlamaya başladılar. Merkez Bankası yönetimine kızanlar bile, artık korunması gerektiğine inanıyorlar.

Merkez Bankası’nın faiz kararı açıklamasında yer alan en önemli unsurlardan biri artık eski hedeflere değinmeyip, yeni tahminlere, yeni tahminlerden de önümüzdeki yıla ilişkin olanına atıfta bulunması. Para politikası kararlarının, yüzde 6.7 olarak açıklanan 2009 yılı enflasyon tahminine yakın gerçekleşmesine odaklanılacağı; gıda ve enerji fiyatlarındaki yükselişin genel fiyatlama davranışlarını olumsuz etkilemesini önlemek için gerekli tedbirlerin alınmaya devam edileceği belirtiliyor.

Özetle; artık bu yılki hedefi, hatta gelecek yılki hedeften de umudumuzu kestik, önümüzdeki yıl için yaptığımız yeni tahmine göre hareketlerimizi ayarlayacağız, piyasalar da buna göre davranmaya başlasınlar demek istiyor.

Önceki günkü artırımla artık artırım döneminin başladığı kesinleşirken, an azından birkaç ay daha süreceği konusunda herkes hemfikir ama sonrası şimdilik meçhul. Açıklamada gerektiği takdirde ölçülü faiz artışlarına devam edileceği, olası artışların miktarı ve zamanlamasının küresel piyasalardaki gelişmelere, dış talebe, maliye politikası uygulamalarına ve orta vadeli enflasyon görünümünü etkileyen diğer unsurlara bağlı olacağı belirtiliyor.

Faiz artışları hükümet eylemlerinin sonucu

MERKEZBankası faiz kararı ve açıklamasıyla piyasalara "Hükümet ipleri fazla gevşetmezse, faiz artışları birkaç ayla sınırlı kalabilir ama mali disiplin daha da bozulursa, artık baz alacağımız 2009 tahminimizi gerçekleştirmek için ek önlemler alabiliriz" demek istiyor.

Dün yayımlanan, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Merkez Bankası’nın son anket sonuçları da beklentilerdeki bozulmanın hızlandığını açıkça gösteriyordu.

Merkez Bankası alacağı kararlarla piyasalara yön vermek, beklentilerdeki kötüleşmeyi önlemek istiyor. Aslında sadece Merkez Bankası değil hükümet de bu beklenti anket sonuçlarını iyi inceleyip ona göre karar almak zorunda. Ancak hükümetin bir yandan harcamaları artırma politikasını sürdürdüğü, son olarak da SSK affı kararını gündeme getirdiğini görüyoruz. Bu da yetmiyor prim affına karşı çıkan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) başkanvekili alelacele görevden alınıyor. Yani hükümetin tavrı yapılması gerekenin tam tersi.

Aralık 2003’ten bu yana açıklanan Tüketici Eğilim Anketi sonuçlarına göre, Tüketici Güven Endeksi Nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 7.0 azalarak 76.2’ye indi. Bu da hesaplandığı tarihten bu yana en düşük seviye anlamına geliyor. Nisan ayındaki bu düşüş, 2006 Haziran 2006’daki yüzde 7.9’luk düşüşten sonra en yüksek gerilemeye de işaret ediyor. Öte yandan mevsimsel hesaplanmış endeks ise bu zamana kadarki en hızlı düşüşünü kaydederek, yüzde 6.5 azaldı ve 75.8’e geriledi. Böylece mevsimsellikten arındırılmış endeks de en düşük seviyesine gerilemiş oldu.

Hükümet beklentilerdeki hızlı bozulmayı görmek zorunda. Aksi takdirde faiz artışlarının dozu ve süresi büyür. Bunun sorumlusu da Merkez Bankası değil hükümettir...
Yazının Devamını Oku

Telekom özelleştirmesi başarılı

15 Mayıs 2008
ÖZELLEŞTİRME İdaresi Başkanı Metin Kilci’nin işi çok zor. Görev icabı zaten kimseye yaranamayacağı bir koltukta oturuyor.

Dün ziyaret ettiğimizde, Telekom özelleştirmesi sonrası, gelen suçlamalar nedeniyle de kendisini biraz buruk gördük.

Kilci, şimdiye kadar hiçbir halka arzda zaten alıcıların açıklanmadığını ama bu kez alıcıların isimlerinin sorun olduğunu söylüyor.

Sermaye piyasası mevzuatı gereği yüzde 5’in üzerinde hisse sahibi olan kişi ve kurumların açıklandığını, bütün halka arzlarda prosedürün böyle yürüdüğünü hatırlatıyor.

Ardından da "madem bu kadar çok isteniyor, SPK ve İMKB’ye soracağım; eğer bir sakıncası yoksa, halka arzdan hisse alanların tüm listesini yayınlamak istiyorum" diyor.

Yüzde 5’in üzerinde büyüklükte hisse satın alan zaten olmadığını ama istenirse bunun açıklanmasının kendileri açısından hiçbir sakıncası bulunmadığını söylüyor.

Metin Kilci’nin oturduğu koltukta oturan yani kamunun malını satan hiç kimsenin, sattığı mal için "ucuz" ya da "pahalı" demesi mümkün değil. Kilci, kendisinin böyle bir şeye zorlanmasından şikayetçi. Bizce haklı da...

Bir Özelleştirme Başkanı sattığı şirket için "ucuz sattım" dese halkın malını ucuza peşkeş çektiği söylenecek, "pahalı sattım" dese, bu kez de halka arz olduğu için "halkı kazıkladı" denecek.

KARAR SİYASİLERİN

Fiyatın iklime ve zamana göre değiştiğinin herkes farkında, ama buna rağmen eleştiriler yoğun.

Kilci, "şimdiden 100 lirası bir yıl sonrasının 100 lirası ya da 150 lirası etmez ki" diyor.

Yani fiyatın piyasada oluştuğunu, kendilerinin görevinin de kamu için en uygun fiyatın bulunması olduğunu hatırlatmak istiyor.

Öyle ya; bir malın satılmasına, örneğin Telekom’daki kamu hisselerinin satılmasına Özelleştirme İdaresi ya da Başkanı karar vermiyor ki...

Kararı veren siyasi otorite yani Hükümet.

Özelleştirme İdaresi sadece kendisine verilen görevi layıkıyla ve kamu yararı gözeterek yerine getirmekle görevli.

Uygun fiyatın belirlenmesi için gereken teknik koşul ise gelen talebin hacmi.

Telekom’un halka arzında gelen talebin satılacak hisseye kıyasla ne kadar yüksek olduğunu göz önüne alırsanız fiyatın uygunluğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Kilci kendisinin fiyat için değerlendirme yapamayacağını söylüyor ama biz söyleyelim istedik...

95 bin bireysel yatırımcının Telekom’a ortak olduğuna dikkat çeken Metin Kilci, bunların bir kısmının ilk kez borsaya yatırım yapanlar olduğunu, bunun sayısını da çıkaracaklarını belirtiyor.

Yani sermayenin tabana yayılması açısından da olumlu bir adım atılmış oldu. Kilci, "Gereksiz soru işaretleriyle bu işlemi negatif eleştirmek beni biraz üzdü" diyor.

Kilci’nin Telekom özelleştirmesi ve önümüzdeki özelleştirmeler hakkında söylediklerini, bugün ayrıntılı biçimde Referans gazetesinde okuyabilirsiniz.

Özelleştirme gelirlerinin yatırıma harcanması yanlış
METİN Kilci’den aktarmak istediğim son unsur ise "Özelleştirme gelirlerinin GAP ve ulaştırma yatırımları başta olmak üzere, kamu yatırımları için harcanması"na verdiği yanıttan oluşuyor. Kilci, siyasi bir karar olduğu için İdare başkanı olarak bu konuda bir görüş sunamayacağını söylüyor ama ardından da şunları söylüyor: "Teknik kimliğimle özelleştirme gelirlerinin birçok ülkede borç ödeme dışında kullanılmadığını biliyorum. Özelleştirme gelirleri statüsü itibariyle yatırım için harcanacak gelirler değil. Öz gelir değil, vergi gelirleri gibi karşılıksız elde edilen gelirler değil. Özelleştirme gelirleri bir şeyden vazgeçmenin bedeli."

İşte burada da hálá özelleştirmeye direnç yaşanmasında etkili olan yanlış uygulamalara geliyoruz. Özelleştirme ve bunu gereğince yapan bürokratlar değil suçlu olan... Sorun bu paraları amaç dışı popülist harcamalara aktaran, makro dengelerin aleyhinde kullanan politikacılarda...
Yazının Devamını Oku

IMF’siz ekonomi yönetimi şimdi görülecek

13 Mayıs 2008
TÜRKİYE IMF’yle yaptığı son stand-by anlaşmasını tamamladı, 3 gözden geçirme birden IMF yönetiminden geçti ve yaklaşık 3.6 milyar dolarlık kredinin serbest bırakılma kararı alındı. Dünden itibaren, uzun yıllardır ilk kez başımıza gelen IMF’siz dönemler de böylece başlamış oldu.

Artık mevcut ekonomi yönetiminin marifetini daha iyi görme fırsatımız olacak...

Çünkü bu aynı zamanda AKP Hükümeti’nin ilk kez ekonomi yönetiminde kendi başına da kalması demek.

Bilindiği gibi AKP seçimleri kazandığında Kemal Derviş tarafından güçlendirilmiş IMF programı uygulamada idi, daha sonra bunun devamı olan ikinci stand-by anlaşmasını yaptı.

Ama şimdi IMF’siz bir ekonomi politikası uygulamak durumunda kalacak.

Belki yakın izleme adında yine bir anlaşma olacak ama bu o kadar bağlayıcı bir anlaşma değil.

Hükümetin tavırlarından anladığımız kadarıyla da, ihtiyati stand-by anlaşması yapmak, yani yeniden IMF’in bağlayıcı olduğu bir anlaşmaya pek yanaşmak istemiyor.

Hükümet mi yanaşmak istemiyor, IMF mi pek gönüllü değil o da anlaşılamadı ama, hükümet istese IMF böyle bir anlaşmaya razı edilirdi diye tahmin ediyorum.

Son niyet mektubunda hükümet, yine de ileriye dönük sözler verdi.

Özellikle mali disiplin konusunda gevşemeyeceğini belirten ama bağlayıcılığı olmayan sözlerdi bunlar.

Şimdiden söyleyelim ki; biz bu sözlerin yerine getirileceğini pek sanmıyoruz.

Unutmayın, yıllardır İşsizlik Fonu’na hüküme dadanıp, istediği yerlere bunu harcamak istemiş ama IMF bunu engellemişti.

Daha IMF’yle anlaşma biter bitmez hükümet aldığı kararla İşsizlik Fonu’nu harcamaya başladı.

Şimdi GAP’a harcıyor, daha sonra başka yerlere harcayacağına kimsenin şüphesi olmasın.

Niyet mektubunda borçlara sınır getiriliyor ama bizce bu da bağlayıcı değil.

Bunun yanında bütçe dışı yeni fonların oluşturulmayacağına ilişkin sözler veriyor ama bir yandan ulaştırma için fon benzeri mekanizmayı kurmak için de yasa hazırlıyor.

Özetle bu sözlerin yerine getirilmesi çok zor. Mali disiplinin gevşemesi sürpriz olmamalı.

IMF Başkanı’nın kaygılarına dikkat

KREDİNİN onaylanmasından sonra IMF tarafından yayınlanan ve IMF Başkanı Strauss-Kahn’ın yorumlarının olduğu notta da bu kaygılar açıkca seziliyordu.

Bu notta, faiz dışı fazlayı yüzde 3.5’in altına indirecek politikalardan kaçınılması gerektiği belirtiliyor.

Bunun hem borç stokunu düşürmek, hem de para politikası üzerinden daha evvelden hesaplanmamış baskının oluşmasına engel olmak için gerekli olduğu belirtiliyor.

Strauss-Kahn, Merkez Bankası’nın gıda ve enflasyon karşısındaki baskılar karşısında doğru bir şekilde sıkı para politikası uygulaması gerekliliğini belirtiyor.

Strauss-Kahn ayrıca enflasyon hedeflemesi rejiminin kredibilitesi açısından, önümüzdeki dönemde enflasyonun düşmeye başlaması durumunda, Merkez Bankası’nın gereğinden evvel faiz düşürmemesi gerektiğini de kaydediyor.

IMF ayrıca, orta vadeli mali program çerçevesinde, hükümetin maliye bazlı kural hedefi belirlenmesini tavsiye ediyor.

Bir bankanın iktisadi raporunda, IMF’in bu notuna ilişkin şu değerlendirme yapılıyordu:

"IMF’nin yaptığı yorumlardan, faiz dışı fazla hedefindeki değişikliklerden çok memnun olmadığı ve para politikasındaki sıkılaşmayla dengelenmesi gerektiğini düşündüğünü anlıyoruz."

Yani iş gelip Merkez Bankası’na dayanacak, hükümet Merkez’e baskısını artıracak, belki Başkan Durmuş Yılmaz’ın gidip kendi dediğini yapacak birilerini getirmeye bile çalışacak...

"O kadarını da yapmaz" demeyin, daha önce yapmadı mı?

Kendi bürokratlar bile şimdiden IMF’siz dönemden korkmaya başladılar. Bakalım ne olacak?
Yazının Devamını Oku

Sigortalı olmak istemeyen yeşil kartlılar

12 Mayıs 2008
İSTİHDAM paketinde bu yıl sonunda primlerin 5 puan düşürülmesi öngörülüyor. Bu uzun zamandır "işgücü maliyetlerinin düşürülmesi" başlığı altında işadamlarının istediği bir düzenleme idi. Hükümet de bu indirimi ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu önlem sayesinde kayıtdışı işçi çalıştırmanın azalacağını, resmi işsiz sayısının azalacağını umuyor. Biz bu indirimin etkisinin hiç de sanıldığı kadar fazla olmayacağını sanıyoruz.

Çünkü her şeyden önce önümüzdeki birkaç yıl, yeni yatırımlar ve istihdamın artırılması açısından zor geçecek. Bunun da ötesinde bir yere girip çalışacak olanlar, özellikle gelişmemiş bölgelerdeki işsizler, artık çalışsalar bile kayıt içine girmek istemiyorlar.

Böyle şey olur mu demeyin. Hep bildiğimiz yaşadığımız; işveren sigortalı yapmak istemez, her işçi sigortalı olmak ister, değil mi? İşte bu değişti, artık sayıları hiç de azımsanmayacak ölçüde, çalışmak ama çalışırken sigortalı olmak istemeyen var.

BELEŞÇİLİĞE ALIŞANLAR

Nedeni basit; çünkü hükümet çok geniş bir kesime açıktan para veriyor ve uzun zamandır beleşçiliğe, yani çalışmadan kazanmaya alışmış geniş bir kesim oluştu...

Geçen gün Güneydoğu’da işletmeleri olan bir sanayici arkadaşımla konuşurken, bu durumun sandığımızdan çok daha yaygın olduğunu öğrendim. Arkadaşımın kendi yaşadığı olaylar bile gösteriyor ki; bu virüs gibi toplumun dokularına işlemiş, tehlikeli bir hal almış ve kolay kolay değiştirilemez bir hastalık olarak karşımızda duruyor.

Bu virüsün adı, çoğu kez yeşil kart, zaman zaman aile yardımı, çocuk yardımı, kömür yardımı olarak karşımıza çıkan, geniş halk kesimlerini etkisine alan beleşçilik. Bu hastalığa "iane" "haraç" ya da başka isimler de takabilirsiniz....

Arkadaşım zaten işsizlik olduğunu ama zaman zaman ihtiyaç olduğunda işçi bulmakta ciddi sıkıntı çektiklerini söylüyor. Kahvehaneler dolu ama çalışmak isteyen sayısı hep azalıyor.

Alın teri cezalandırılıyor

ÖNCEKİ günkü Radikal gazetesinin manşeti "70 milyonluk nüfusun 7.5milyonunun yardımla yaşadığı" idi. Bir soru önergesinden yola çıkarak başta Fak-Fuk-Fon olmak üzere yardım çeşitleri sayılmıştı. Ben yapılan bu tür yardımların görünenin kat be kat üstünde olduğunu tahmin ediyorum. Tabii ki faydalanan kişi sayısının da... Yani nüfusun yüzde 10’u ile sınırlı değil bence, kesin rakam bulunamıyor ama, rahatlıkla yüzde 20’lik kesime ulaşıyordur

Bu resmi rakamlarda gözükmeyen "doğrudan gelir desteği" yardımı, şimdi biraz düzeltilse de, çok sayıda arazi gösteren kişinin hiç yoktan para alıp, çalışmadan yatmasına neden oldu. "Elektrik kaçağı" denip bizim faturalara yüklenen trilyonlarca kaçak, aslında bilinip alınmayan para demek. Bunun dışında belediyelerin yaptığı yardımlar var ki; bence en az merkezi bütçeden yapılan yardımlar kadar. Yani virüs her geçen gün yayılıyor, dozu artıyor.

Bu hep söylediğimiz "topluma balık tutmayı öğretmek yerine balık vermek" ile eşanlamlı. Yani "yatarken para alma"yı özendirip, insanları çalışmaktan, emek harcamaktan caydırıyor.

Bu hastalığın girdiği, giderek de yayıldığı bir toplumun artık üretken olması beklenemez. Böyle bir toplumun, ne yaparsanız yapın, işsizliği fiili olarak azaltması, kalıcı ve yüksek büyümeyi sağlaması, kayıtdışı ekonomiyi tesis etmesi çok ama çok zorlaşır.

Bu aynı zamanda emeğiyle geçinenleri, alın teri dökenleri, yani hak ettiği geliri çalışarak sağlamak isteyen dürüst vatandaşları da cezalandıran bir sistemdir.

Evet, çok geniş bir yoksul kesim var, bunların kesinlikle yardıma ihtiyacı var. Ama "sosyal sorumluluk" çalışarak kazanmayı, bunu özendirmeyi gerektirir. Bunun yanında "sosyal yardım" da verilmeli ama gerçekten hak edene, çalışacak imkanı olup yatana değil.

Bu gidişle çalıştıracak işçi bulamayacak işvereniyle, cezalandırılan işçisiyle, aydınıyla, bu para cebinden alınan herkes bu hastalığa karşı çıkmak zorunda. Durum bence çok ciddi...
Yazının Devamını Oku

TÜSİAD’dan bakanlara, ’faiz dışı fazla neden düştü’ mektubu

10 Mayıs 2008
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, ekonomiyle ilgili bakanların açıkladıkları orta vadeli mali çerçevede yer alan yeni hedeflere ilişkin belirsizlikler yaşandığını, değişikliklerin tam olarak anlaşılamadığını kaydederek, ilgili bakanlara mektup yazıp, daha detaylı bilgi vermelerini istediklerini söyledi. Böyle bir çerçevenin IMF programı yerine geçmesinin, bir çıpa sayılmasının mümkün olmadığını kaydeden Yalçındağ, henüz yanıt beklediklerini belirterek, mektubun içeriğini bu nedenle açıklamak istemedi. Ancak, örneğin faiz dışı fazla (FDF) hedefinin bu kadar düşürülmesinden tedirgin olduklarını, bu kaynağın nerede kullanılacağını net olarak göremediklerini, bunun yanıtını bilmek istediklerini söyledi. Mektubu Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e gönderdiklerini, bilgi için Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’e de ilettiklerini kaydeden Yalçındağ, ekonomide sağlanan istikrarda mali disiplinin kritik rol oynadığını, böylesine bir belirsizlik döneminde mali disiplinden vazgeçilmesinin kabul edilemeyeceğini, yeni göstergelerin bu konuda neler getirdiğini anlamak istediklerini söyledi.

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Başkan Yardımcısı Ferit Şahenk, önceki gün bir günlük Avusturya seyahati gerçekleştirdi. Viyana temaslarında Avusturya Cumhurbaşkanı, Başbakan Yardımcısı ve ekonomi bakanı ile görüşen Yalçındağ ve Şahenk, Avusturya’nın TÜSİAD’ı olarak adlandırabileceğimiz Federation of Austrian Industries (IV) yönetim kurulu toplantısına da katılarak, konuşma yaptı.

Arzuhan Doğan Yalçındağ, Viyana dönüşü uçakta Avusturya temasları ve ekonomiye ilişkin son gelişmeler hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Türkiye ekonomisi hakkında hálá umutlu olduğunu, küresel piyasalardaki dalgalanmanın ilelebet sürmeyeceğini kaydeden Yalçındağ, "Yeter ki biz kendi üzerimize düşeni yapalım, gerekli reformlarımızı yapıp mali disiplinden vazgeçmeyelim. Dünyada yeniden olumlu bir dalga başladığında bizim yine üzerine binip yükselmemiz için, popülizme kaçmadan, gerekenleri yapmaya devam etmeliyiz" dedi. Yalçındağ, 2009 yılından itibaren yeniden, geçmişte olduğu gibi yüzde 7 gibi yüksek büyüme rakamları yakalayabileceğimizi, bu imkanın hálá elden kaçmadığını söyledi.

IMF’DEN KAÇINMAYIN

"IMF ile yeni bir anlaşma yapılıp yola devam edilecek diye düşünüyorum" diyerek, bu konuda umudunu hálá koruduğunu kaydeden Yalçındağ, "Dünyanın bu ekonomik konjonktüründe IMF’le bir anlaşma yapmaktan sakınmanın sebebini ve amacını kavrayamıyorum" dedi. IMF programının ekonomi yönetimini kolaylaştıran, şeffaflığı destekleyen, yabancı sermaye gelişini artıran bir unsur olduğunun altını çizen Yalçındağ, Türkiye’nin yeni ve kapsamlı bir ekonomik programı, sanayi stratejisini hazırlaması gerektiğini, bu arada aynı kapsamda IMF’le yeni bir program yapma çalışmasına da girmek gerektiğini söyledi.

FDF’nin düşürülmesinden rahatsız olduklarını kaydeden Yalçındağ, dünyada birçok ülkenin büyümeyi desteklemek için bu tür yollara gittiğini hatırlatarak, "Ama Türkiye cari açığı fazla olan, riskli görülen bir ülke. Geçtiğimiz 4-5 yıldaki başarımızda mali disiplin çok önemli bir rol oynadı. Ekonomi yönetiminde, beklenti yönetiminde, oluşturulan güvende, birçok alanda mali disiplin çok önemliydi. Bundan fedakarlık mı yapıyoruz? Eğer böyleyse ben doğru bulmuyorum buradaki fedakarlığı" diye konuştu.

Merkez Bankası’na destek olmalıyız

ENFLASYONLA mücadele konusunda Merkez Bankası’nın çabalarına destek olmak gerektiğini kaydeden Arzuhan Doğan Yalçındağ, "İş insanları olarak faiz artırmanın doğru olduğunu söyleyebilir miyim? Faiz, bizim yatırımlarımızı önünde duran, büyümeyi engelleyen bir unsur ve biz de 1.5 yıldır ’faiz düşmeli’ diyoruz. Ancak maalesef enflasyon yukarı çıkış trendine, ürkütücü bir seyre girdi. Enflasyonla mücadelede Türkiye bir yol katetti ama bundan geri adım atmamalı. Türkiye de dünyanın içine girdiği büyüme mi enflasyon mu ikilemine girdi ama bu noktada enflasyonla mücadelenin çok önemli olduğuna inanıyorum. Merkez Bankası bu konuda üzerine düşeni yapıyor ve buna destek olunmalı diye düşünüyorum" dedi.

Halkları birbirinden soğutacak söylemler ortaya konulmasın

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Başkan Yardımcısı Ferit Şahenk, bir günlük ziyarete çok yoğun ve üst düzey temaslar sığdırdılar. Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ile yarım saat planlanan dar kapsamlı görüşme 45 dakikayı buldu. Fischer 22 Mayıs’ta Türkiye’de olacak ve bu ziyaret öncesi, karşılıklı görüş alışverişi yapılıp özellikle de Türkiye AB ilişkileri üzerinde duruldu.

Toplantı hakkında bilgi veren Yalçındağ, Avusturya’nın İtalya, İspanya gibi Türkiye’nin tam üyeliğine sıcak bakan ülkelerden biri olmadığını, daha kritik bir ülke olduğunu hatırlattı. Cumhurbaşkanının Türkiye ziyareti için iyi hazırlanmaya çalıştığı izlenimi aldıklarını, bu nedenle doğru mesaj vermeye çalıştığına şahit olduklarını kaydeden Yalçındağ, "Bizim AB’yle ilişkilerimiz noktasındaki görüşü, Avusturya’nın genel görüşüne yakın. Yani ’Söz veremeyiz, ama tabi ki Türkiye bu yolda ilerlemeli, bunu kesintiye uğratalım demiyoruz ama o gün ne olur bilinmez’ tavrı... Bu tavır bizim çok kabul ettiğimiz, istediğimiz bir söylem değil. Ama karşılıklı görüş alışverişinde bulunurken bu süreci sekteye uğratacak söylemlerden vazgeçmenin doğru olduğuna o da ikna oldu diyebilirim" dedi.

En azından Türkiye’nin bu yolda şevkini kıracak, karşılıklı olarak halkları birbirinden soğutacak söylemlerin olmaması gerektiğini kendisine ilettiklerini kaydeden Yalçındağ, Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer’in de bu mesajları aldığını belirterek, "Haklı olduğumuzu ve Türkiye’ye geldiğinde de bu yolda mesajlar vermeye gayret edeceğini söyledi" dedi.

Parti kapatmayı işadamları soruyor

ARZUHAN Doğan Yalçındağ, sorumuz üzerine AKP’nin kapatılması davasıyla ilgili soruların resmi yetkililerle gündeme gelmediğini ama işadamlarından bu yönde sorular aldıklarını söyledi. Özellikle Türkiye’de yatırımı düşünenlerin "ne olacak" diye sorduklarını kaydeden Yalçındağ, "Bu sorulara karşılık, Türkiye’ye inanmaları gerektiğini söylüyoruz. Türkiye’nin demokratik, laik ve de hukuk devleti olduğunu söylüyoruz. Bir iktidar partisinin kapatılması için açılan dava Avrupalılar tarafından tuhaf karşılanıyor, kabul ediyoruz. Demokrasilerde bu tür davalar beklenen bir şey değil ama hukukun üstünlüğüne, Türkiye’nin de bir hukuk devleti olduğuna inanmalıyız. 10-15 sene öncesiyle kıyasladığımızda çok farklı bir demokrasi olduğunu, çok daha çoğulcu bir yapıya sahip olduğunu, eskiye oranla sivil toplumun daha fazla inisiyatif aldığını anlatıyoruz. Bu süreçten demokrasinin daha da kuvvetlenerek çıkacağını belirtiyoruz. Dolayısıyla Türkiye’ye inanmaları gerektiğini söylüyoruz" dedi.

Bu arada Avusturya’da yaşayan 200 bin Türk kökenli Avusturya vatandaşının durumu, özellikle de uyum sorunu da, bu toplantılarda sık sık gündeme geldi. Yalçındağ bu konuda şunları söyledi: "Türk kökenli Avusturya vatandaşlarının yaşadıkları toplumda daha mutlu daha başarılı olabilmeleri için, bize göre özellikle eğitimde bir pozitif ayrımcılık yapmaları önemli. Bu çocukların bir çoğunun evinde yeterince Almanca konuşulamıyor ve bu çocuklar eğitimde diğer Avusturya vatandaşlarıyla aynı seviyede başlamayınca zaten işgücüne katılımları da geride kalıyor. Bu noktada yapılacak çalışmalar olabilir mi, bunları da konuştuk."
Yazının Devamını Oku

Ekonomiyi dava değil FDF bozuyor

8 Mayıs 2008
HÜKÜMETİN çok istemesine, bu yöndeki çabalarına rağmen, AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde açılan dava ekonomiyi kötüleştirmedi. Ne zaman ki bakanlar çıkıp faiz dışı fazla (FDF) hedefinin 3.5’e düşürüldüğünü açıkladı, mali disiplinin gevşeyeceği mesajını verdi, işte o zaman ekonomideki hava da bozulmaya başladı.

AKP Hükümeti’nin bakanları bundan önce "ekonomi ile siyasetin birbirini etkileme gücü azaldı" diyorlar, ekonomide doğruları yaptıkları için işlerin iyi gittiğini söylüyorlardı. Bakanlar kapatma davası açılır açılmaz, daha önce tespit ettikleri bu gerçeğe karşı durmaya çalıştılar yani siyasetin ekonomiyi etkilemesini umar hale geldiler. Bu nedenle de teker teker çıkıp piyasaların moralini bozacak, havayı kötümserleştirecek özel demeçler verdiler. Amaç, kamuoyunda "kapatılma davası açıldı ekonomi bozulmaya başladı" imajını vermekti.

Ancak bu konuda başarılı olamadılar, ekonomi kendi yolunda gitti ve içerideki siyasi gelişmeler yerine daha çok dışarıdaki gelişmelerden etkilenmeyi sürdürdü.

Geçtiğimiz hafta sonunda iki bakan çıkıp FDF’nin düşürüleceğini, GAP, mahalli idareler ve istihdam paketi için harcamaların artırılacağını söylediler. Ne kadar "bu mali disiplinin bozulacağı anlamına gelmiyor" ya da "enflasyonla mücadele sürecek" deseler de, herkes gördü ki; hükümet mali disiplinden giderek uzaklaşıyor ve zaten kötü bir bozulma trendine giren enflasyon önümüzdeki dönemde daha da artacak.

Bunun yanı sıra Merkez Bankası mali disiplinin gevşemesi halinde para politikasının sıkılaşacağını açıkladı. FDF düşürülmeden önce faiz artırımlarına başlayacağını açıklayan Merkez Bankası yönetiminin son gelişmeler ışığında artırımları daha da büyüteceği beklentisi oluştu.

İşte kapatma davasından etkilenmeyen piyasalar, mali disiplinin iyice gevşetilmesinden, enflasyonun azma potansiyelinden ürküp tepki vermeye çalıştılar.

Ayrıca bakanlar tersini söylese de bir şey daha açığa çıktı ki; ekonomi yönetiminin kendi arasında hiçbir koordinasyonu yok, makro dengeleri asıl kuracak olan kurumlarla bile ilişkiye girilmemiş ve her türlü şeffaflıktan uzak davranılıp, kamuoyundan bilgi saklanıyor...

Yükselen enflasyon istikrarı bozabilir

SON iki gündür piyasalarda önemli bir tedirginlik yaşanmaya başladı. Piyasalar şu anda ekonomik istikrarı asıl bozacak olan unsurun enflasyonun yeniden kontrolden çıkması olacağını, bu yola girildiğini çok iyi görüyor. Herkes biliyor ki; mali disiplindeki gevşemenin sınırı yok, bir kez başladı mı, nerede duracağı belli olmaz. Mahalli idarelere seçim için kamu kaynaklarının gönderilmesi planı ortada. Bunu diğer harcamaların, özellikle de tarımsal ödemelere ilişkin harcamaların izlemesi, bizce kaçınılmaz olacak.

Yani FDF’nin yüzde 3.5’te kalma ihtimali bile, bizce çok düşük.

Bütçeye yük getirmese bile, kamu borçlanmasını artırıp, başka yerlerde gizlenecek açıkların büyümesi kaçınılmaz. Sadece biriken elektrik zammının yüzde 15’i aştığını biliyoruz. Bu bütçede gözükmeyecek ama sonuçta KİT dengesi ve toplam FDF’yi olumsuz etkileyecek.

Bunun gibi örnekler önümüzdeki dönemde çoğalırsa sürpriz sayılmamalı.

Özetle; piyasalar siyasetten değil yine ekonomiden etkileniyor. Enflasyon çift haneye çıkıp, yeniden kontrolden çıkan bir görüntü verirse, o zaman bakanların 50 milyar dolar olarak açıkladıkları cari açığı finanse etmek için gelecek yabancı sermaye de hayal olabilir. Zaten kıtlaşan yabancı sermaye, azan enflasyon nedeniyle istikrarı bozulan bir ülkeye, faiz yani risk primi ne kadar yükselirse yükselsin, artık gelmekten vazgeçecektir.

Piyasalarda başlayan tedirginliğin adı açıktır; mali disiplinde bozulma ve kötü yönetim...
Yazının Devamını Oku

Program açıklanması yarar değil zarar verdi

6 Mayıs 2008
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan ile Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in, "Orta vadeli yeni program" havasıyla açıkladıkları, resmi adı "Orta vadeli mali çerçeve" diye konulan revizyon rakamları, piyasalarda yoğun olarak tartışılıyor. Büyüme-enflasyon başta olmak üzere, temel varsayımları konulmadan, böyle bir çerçeve açıklamasının anlamsızlığı konusunda herkes hemfikir.

Yine hemfikir olunan bir başka konu; açıklanan mali çerçevenin piyasaların önlerini görmeleri açısından baz alabilecekleri bir metin olmaması. Ayrıca, herkes böyle bir programın iki bakan tarafından, bu şekilde açıklanmasının altında bir şey olduğunu düşünüyor ve "asıl amacı", altında ne yattığını tartışıyor.

Hele hele Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in böyle bir revizyon metnini, "yeni çıpa" olarak lanse etmesi, işin ciddiyetini iyice azalttı. "Çıpa" kavramı üzerine, piyasa oyuncuları arasında, bu metin üzerinden yola çıkılarak bir hayli espri, şimdiden türetilmiş durumda... "Yoksa gerçekten de ekonomi yönetimi böyle bir metnin çıpa olabileceğini düşünebiliyor mu?" soruları da sorulmuyor değil. Özetle; böyle bir metnin "ekonomi programı" ya da "mali program" diye açıklanması, hele hele bunun bir "çıpa" olarak lanse edilmesi, piyasalarda ekonomi yönetimine olan güven ve önünü görme açısından yarar getirmedi, aksine epeyce zararlı oldu. Daha doğru bir deyişle böyle bir revizyon metninin ekonomi programı ya da çıpa olarak sunan kişilere, bunların deneyim ve bilgilerine olan bakış, hiç de hoş bir noktada değil. Bakanlar tamam da, acaba bürokratlar uyarmadılar mı, yoksa onlarda mı, böyle bir metnin ekonomi programı ya da çıpa olarak sunulmasını uygun mu buldular, bunu bilmiyoruz. Umarız bürokratlar itiraz etmesine rağmen bakanlar böyle bir sunum yapmışlardır. Aksi takdirde bürokratlara olan güven de zedelenecek.

Piyasalarda böyle bir revizyon tablosunun neden çıpa ya da ekonomik program olarak lanse edildiği, neden böyle bir yola gidildiği, amacın ne olduğu da tartışılıyor. Bazı iktisatçılar böyle bir revizyon tablosunun "çıpa" olarak sunulmasının asıl amacının, IMF programı yerine bunun konulmak istenmesi olabileceğini söylüyorlar. Yani bir süre Türkiye IMF’siz gidecek de, acaba, böyle bir revizyonla bu arayı mı kapamak istiyorlar? Kamu mali kontrol yasasına göre zaten Haziran ayında orta vadeli programın açıklanması gerekiyor. Buna bir ay kalmışken, yani bir zorunluluk yokken, böylesine revizyon tablosunu bir program olarak ya da çıpa olarak sunmanın ardında asıl amaç nedir, pek bulunamıyor.

Ekonomi yönetimi darmadağın

MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan ile Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığı açıklama, aynı zamanda ekonomi yönetiminde koordinasyonun hiç olmadığının de bir kanıtı. Merkez Bankası Durmuş Yılmaz’ın aynı sabah gazetecilere yaptığı açıklamaya bakarak, bu revizyondan Merkez Bankası’nın haberi olmadığı sonucunu çıkarıyoruz. Yani Merkez enflasyon hedefini tutturamamış, 4 yerine gayriresmi yüzde 9.3 hedefi açıklıyor ama ekonomi yönetimi kamuoyuna açıklamadığı başka bir revize enflasyon rakamını baz alıyor. Gelişmelerden, açıklamalardan çıkardığımız sonuç bu. Yok tersi geçerliyse yani ekonomi yönetiminin açıkladığı milli gelire oranlama tablosu, yüzde 9.3’lük enflasyona göre yapıldıysa o zaman kamuoyuna açıklanması gerekmiyor mu? O zaman enflasyon hedefinde resmi revizyon yapılması gerekmiyor mu? Bizce Maliye ve Hazine revize rakamları çalıştı ve diğer birimlere, bu arada Merkez Bankası’ na bile, yani yasal amacı enflasyonla mücadele olan birime bile, söylemedi. Böyle bir ekonomi yönetimine güven olabilir mi?
Yazının Devamını Oku