Erdal Sağlam

Babacan’ın başarısı ve siyasi tezleri

3 Mayıs 2010
İKİ gün önce ekonomideki gidişatı gazetecilere değerlendiren Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın, bazı siyasi senaryolarla piyasaları korkutmaya çalıştığına şahit olduk. Babacan, haklı olarak, ekonominin son kriz sürecinde geldiği noktadan, özellikle de Yunanistan gibi komşularla kıyaslayıp, gururla sözediyor. Babacan’ın Türkiye’nin kendi krizini aslında 2008 başlarında yaşamaya başladığını söylemesi de ilginç ve gerçekçi bir saptamaydı. Gelinen olumlu noktada, borçların milli gelire oranının, şimdi zor durumda olan ülkelere kıyasla frenlemeyi başarmalarının büyük payı olduğuna, özellikle dikkat çekti. Bu saptamayı yaparken, “nasıl olsa kriz var herkesin borcu büyüyor, biz de harcamayı artırıp borcu büyütebiliriz” yönündeki telkinlerin nasıl haksız olduğunun şimdi iyi anlaşılması gerektiğini söylemesi de ilginçti. Çünkü bu yöndeki telkinlerin daha çok partisi içindeki makro ekonomiyi bilmeyen, eski bürokrat yöneticilerden geldiğini hepimiz biliyoruz.
Babacan’ın bu popülist baskılara karşı direncini takdir etmemek mümkün değil.
Özetle, bir teknisyen olarak Babacan’ın performansının başarılı olduğunu herkes görüyor.
Ancak bir politikacı olarak Babacan’ın siyasi argümanları kullanma biçiminin abartılı ve gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Politikacı olarak, elbette kendi Hükümetinin ve bakanlığının başarısının altını çizmesini doğal karşılam ak gerek, bu aynı zamanda hakkıdır da... Ancak hem geçmişe dönük başarıları yok sayma, en azından küçümseme eğilimini, hem de piyasalara dönük olarak siyasi arg ümanları abartılı biçimde, “korku efekti” olarak kullanma yöntemini, oldukça abartılı buldum.
Babacan her şeyden önce, ekonomik performansı anlatırken, krizden az etkilenme nedenlerimizi sayarken, yapılan reformlara tümüyle sahip çıkıyor ve 2002-2007 arasında yapılan reformları sayıyor. Bunların içinde yeralan sosyal güvenlik reformunun aslında 1999’da başladığını, bankacılık reformunun asıl radikal, zor bölümünün 2000-2001’de başlatıldığını hatırlattığımızda ise hemen savunmaya geçip, “Yani size göre biz bir şey yapmadık” demesi  ise yadırgatıcı idi.
Halbuki bu reformların o döneme kadar ki kötü gidişatı görüp, kökten değiştirme inisiyatifi alan üçlü koalisyon  hükümeti döneminde başlatıldığını söylese, kendilerinin devam ettirip ekonomiyi bu noktaya getirdiklerinin altını çizse, kendi yücelir ama...
CHP VE MHP’NİN EKSİKLİĞİ
Babacan’ın dün TBMM’de görüşülmeye başlayan anayasa değişiklik paketi konusundaki soruları ise piyasaları parti kapatma ve zayıf koalisyon hükümeti argümanlarıyla korkutma amacıyla yanıtladığını izledik. Anayasa paketinin ekonomiyle ilgili en önemli tarafının parti kapatmayı zorlaştırması olduğunu söyleyen Babacan “Ekonomiyi etkileyebilecek olumsuz senaryo şu: Seçimlerden zayıf bir koalisyon hükümeti çıkar mı? Yabancı yatırımcının en büyük endişesi Türkiye’de yeni bir kapatma davası açılmasıydı” dedi. Bu siyasi argümanları piyasa aktörlerine karşı, bir süredir kullandığını da zaten biliyoruz.
Babacan iş dünyasının Anayasa değişikliği çalışmalarını olumlu karşıladığını savunup, çalışmalara başladıkları gün başka borsalarda küçük artışlar varken İMKB’deki kaydedilen yüksek artışı buna örnek gösterdi. Gerçekten de parti kapatma konusunda bir kaygı olduğunu çalışmalar başlayınca bunun piyasada, özellikle yabancılarda olumlu karşılandığını gördük. Ama Babacan’ın söylediği artış daha önce oluşturulan korkunun bitmesi nedeniyleydi.
Ancak, öyle ya da böyle piyasalarda Babacan’ın da körüklediği “Zayıf bir koalisyon hükümeti çıkar mı?” ya da “parti kapatılır mı?” korkusunun olduğu da açık. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, ana muhalefet lideri bile böyle bir şey olamayacağını söylüyor ama Hükümet bu korkuyu kullanmaya devam ediyor. Ayrıca, özellikle CHP ve MHP’ye piyasaları ikna etmek için büyük iş düşüyor. Geçmiş koalisyon döneminde ekonomik politikaların asıl rotasının çizildiğini, 2000’lerde başlatılan, mevcut Hükümetin devam ettirdiği ekonomik politikaları kim olursa olsun devam ettireceğini, kamuoyuna, piyasalara çok iyi anlatmaları gerek.
Yazının Devamını Oku

Enerjide Azerbaycan ile anlaşma sevinci

29 Nisan 2010
ENERJİ ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, önceki gün yapılan bir toplantıda, Azerbaycan ile uzun süredir devam eden temaslarda nihayet mutabakata varıldığını açıkladı. Bakan Yıldız, geçmişe dönük ve bundan sonra alınacak doğalgaz fiyatında anlaşma olduğunu söyledi. Bu açıklamasından sonra TBMM’de Bakan Yıldız ile sohbet imkanı buldum. Azerbaycan’la varılan mutabakat üzerinde önemle duruyor. Daha çok da, Ermeni meselesi nedeniyle bu konuda geçmişte yapılan sert eleştirilere yanıt verir biçimde konuşuyor.
Bakan Taner Yıldız, “Biz yapabileceğimiz işleri konuşuruz” diyerek, bu konuda sorun olmayacağı yolundaki açıklamalarının haklılığının şimdi anlaşıldığını ifade ediyor. Azerbaycan konusunda 3-4 aylık bir kesinti oluş tuğunu, iletişim problemi yaşandığını hatırlatan Bakan, kendisinin “Biz teklifimizi yaptık bekliyoruz” açıklamasını hatırlattı. Azerbaycan tarafının 24 Nisan’ı yani Başkan Obama’nın Ermeni meselesinde yapacağı konuşma ve bu nedenle yapılacakları izlediğini hatırlatan Taner Yıldız, Azerbaycan’ın geçtiğimiz salı günü kararını verdiğini ve olumlu yola girildiğini söyledi.
“Son derece sakin, politikalarımızdan emin bir şekilde ilerliyoruz” şeklinde konuşan Bakan Yıldız, birçok kesim tarafından “olmayacak” dendiğini ama ileriye dönük gelişmeleri etkileyeceği için kendilerinin çok fazla ses çıkarmadıklarını söyledi. Sadece “Azeri kardeşlerimizle anlaşırız, anlaşıyoruz” dediklerini hatırlatan Taner Yıldız, bu son gelişmeyle haklılıklarının ortaya çıktığını söyledi.
Bakan Yıldız’ın Azerbaycan ile anlaşma konusundan, bir yandan haklı çıkmanın verdiği gururla sözederken, öte yandan ise bu anlaşmanın Türkiye’nin enerji politikaları açısından kilit önemi üzerinde duruyor. Bunun çok önemli bir proje olduğunun altını çizen Bakan, önemi “Doğudaki en önemli kaynakları harekete geçirmiş oluyoruz” şeklinde özetliyor.
Yani Türkiye’nin uzun süredir dünya enerji politikasında aktif rol oynama niyetinin hayata geçirilmesinde Azerbaycan gazı üzerinde yapılan anlaşma hayati öneme sahip. Azerbaycan ile çıkan krizde bu konunun üzerinde durulmaktan kaçınıldı ama bu ilişki tehli keye girseydi Türkiye’nin enerji oyununda eli çok zayıflamış olacaktı. İşte bu mutabakat, Doğu ile Batı arasında enerjide geçiş ülkesi olma adına, yeniden elini güçlendirme imkanı verdi.
FATURA ARTTI
Tabi ki bu oyunda yapılacak daha çok şey var. Azeyban ile anlaşma yapılarak gazın Batı’ya geçişinin yolu açılmış oluyor ama Bakanın soruma verdiği yanıtta olduğu gibi, “Nabucco’ya gaz verilmesi kararı Azerbaycan’ın inisiyatifinde bir konu“ olacak.
Azerbaycan ile mutabakat sağlandı dendiğinde, hem daha önce aldığımız ve bundan sonra alacağımız gazın fiyatı, hem Şahdeniz 2’den gaz alınması hem de transit geçiş hakkı konularında anlaşma sağlandığını kastediyoruz.
Azerbaycan Nabucco’ya gaz vermeyi kabul eder mi, bilinmez ama büyük ihtimalle ileride böyle bir anlaşma yapıcaktır. Bence açılmasa bile Batı’ya karşı enerji alanında Türkiye’nin eli, bu mutabakatla önemli ölçüde artacaktır.
Bakan Yıldız gelecek ay Bakü’de ilgili anlaşmaların imzalanacağını söylüyor.
Bakan Yıldız, sorulara verdiği yanıtta geçmişe dönük ödeme konusunda da anlaşıldığını söyledi. Bazı hesaplamalar göre geçmişe dönük 1 milyar dolarlık bir ek ödeme yapmamız gerekecek. İşte bu eleştirilere açık bir konu. Çünkü “Ermenistan ile imzalanan protokol nedeniyle Türkiye’nin gaz faturasının çok büyüdüğü” konusunda eleştiriler gelecektir ve bu eleştirilerin bir ölçüde haklı olduğu da çok açık...
Ermenistan açılımı belki şarttı ama süreç kötü yönetildi, Azerbaycan küstürülerek bu iş yapılmaya çalışıldı ve gelinen nokta ortada... Diplomaside kötü yönetimin de ekonomik bir faturası oluyor. Doğal olarak bu faturayı doğalgazı kullanan halk ve sanayici ödeyecek...
Yazının Devamını Oku

Merkez kendi yapmıyor faizi piyasaya yükselttiriyor

27 Nisan 2010
MERKEZ Bankası aldığı kararlarla, kendi faiz artırımına gitmeden, faizleri piyasaya yükseltiriyor. Dün bunun ilk somut hareketleri görülmeye başladı ve Hazine kağıdının faizi, piyasada yüzde 9.30’a yükseldi. Piyasa oyuncuları faizlerin bir süre 9.50 ile 10 arasında gidip geleceğini tahmin ediyorlar.

Merkez Bankası dün çıkardığı tebliğ ile TL karşılıklarında değişiklik yapmazken, yabancı para munzam karşılık oranını yüzde 9’dan yüzde 9.5’e çıkardı. Merkez Bankası tebliğine göre yeni oranlar 30 Nisan 2010 tarihli karşılık cetvelinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi. Uygulamayla piyasadan 600-700 milyon dolarlık bir rakam çekilecek.

Merkez Bankası daha önce açıkladığı krizden çıkış stratejisinin bir ayağını daha uygulamaya koymuş oldu. Merkez Bankası geçen haftalarda açık piyasa işlemleri kanalıyla zaten TL likiditesini daraltmaya başlamıştı. Hatta piyasanın beklediğinden çok daha agresif biçimde likiditeyi daraltırken, daha çok da 3 aylık repoların geri dönüşleri kanalıyla bunu gerçekleştirmişti.

Bankacılar 20 milyar TL civarındaki piyasadaki likidite miktarının, kısa sürede 13 milyar TL’ye kadar çekildiğini söylüyorlar.

İşte bir yandan piyasadaki likidite açık piyasa işlemleriyle kısılırken öte yandan ise yabancı para karşılıkları artırılınca, bu kararlar faiz üzerinde hemen etkisini göstermeye başladı. Hazine kağıdı faizleri dün 9.30’a kadar çıktı. Bu çıkışın süreceği, en geç iki ay içinde faizlerin yeniden çift haneye çıkacağı belirtiliyor. TL ya da yabancı para karşılıklarında yapılan artırımların faizi yükselteceğinin bilindiğini kaydeden bankacılar, Merkez Bankası yönetiminin bu kararlarla piyasadaki faiz oranlarının yükseleceğini iyi bildiklerini söylediler.

Yazının Devamını Oku

Başka ülkeler krizi fırsata çevirdi

26 Nisan 2010
SON günlerde iç piyasada yaşananlar, yeniden sıcak para girişinin hızlandığını gösteriyor. Ancak bu sıcak para girişinin bizim yaptıklarımızdan çok, küresel ekonomideki gelişmelerden kaynaklandığını söylemek gerek.

Temel sebebi ise belli: Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler, kriz nedeniyle piyasaya verdikleri sıfır faizli kaynakları, büyümeden fedakarlık etmemek için, yavaş yavaş çekecekler. Dolayısıyla dünyada hala çok ucuz maliyetli likidite var, bu paraların değerlendirilmesi için de bizim gibi gelişmekte olan ülkeler seçiliyor.
Peki, biz bir şey yapmadık da, niye bize hala para gelmeye devam ediyor?

Çok açık; kriz döneminde o kadar hızlı küçüldük, diğer ülkelere kıyasla o kadar fazla daraldık ki; krizden çıkışta da bizim daha hızlı büyüyeceğimiz açık.

Yanısıra hala finansal piyasalarda kar marjı var ve o nedenle düşük maliyetli, kendi ülkesinde fazla kar marjı bulamayacak olan paralar, bizim gibi ülkelere dönemsel olarak daha fazla kar etmek için, gelmeye devam ediyor.

Yazının Devamını Oku

Popülizm süreci hızlanıyor

22 Nisan 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla, kamuya 100 bin yeni memur alınacak.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 40 bin öğretmen, 20 bin polis, 7 bin öğretim görevlisi alınacağını, sağlık ve denetim el emanları başta olmak üzere, başka alımlar da yapılacağını söyledi Şimşek soru üzerine bu alımların bütçe ve orta vadeli program içinde zaten var olduğunu söylemiş.

Bu kadar yüklü bir memur alımı, bildiğimiz kadarıyla, daha önce planlanmamış, dolayısıyla bütçe içine alınmamıştı. Zaten öyle olsa 20 bin polis alımıyla ilgili yasa tasarısı sunulmaz, 40 bin öğretmen  alımı konusunda, geçici kadroların kalıcı kadrolara geçirilmesi ni de kapsayan, yasa hazırlığı yapılmazdı.

7 bin öğretim üyesi için önceden bir plan vardı ama gerisi hesaplar içinde yoktu. Bütçe yasası geçerken, daha önceki yıllarda emekli olanların yüzde 25’i kadar kamuya alım yapılırken, AKP’lilerin oylarıyla bu oran 2010 için yüzde 50’ye çıkarılmıştı. Ama bu her kurum için, o kurumdan emekli olacakların yerine yapılacak alımlarla ilgili idi. Yani bu kadar yüklü alımlar öngörülmemişti. “İhtiyaç var, tabi ki alınacak” diyebilirsiniz, buna bir şey diyemeyiz ama bunların bütçe içinde yeri olmadığını da söylemek gerek.

Dolayısıyla bunun bir popülist karar olduğunu, hesapları bozacağını da söylemek gerekiyor. Kaldı ki; bu tür alımlar birbirini tetikler ve çeşitli kesimler, hazır bir kez hesaplar delin mişken, ardının gelmesi için bastırırlar. Böyle dönemleri daha önce çok yaşadık ve politikacıların bu baskıya dayanamadıklarını da çok gördük.

Türkiye ekonomisi için artık mali disiplin yeniden sorun olmaya başlıyor. Çünkü popülizm bir başladı mı, gerisi mutlaka gelir. Tüm bunlar da gelirler politikası başta olmak üzere, makro dengeleri olumsuz etkilemeye başlar.

Popülizmin, aslında IMF ile anlaşma yapılmayacağı belli olduktan sonra başladığını, başka bir deyişle “popülist kararlar al ma niyeti nedeniyle, IMF ile anlaşmaya yapmaya yanaşılmadığı”nı söyleyebiliriz.

Yılbaşında emekli maaşlarına yapılan yüksek oranlı zam da, popülizm adına ilk karardı.

Belki ikinci popülist kararı da, yine Başbakanın talimatıyla maliyetteki artışa rağmen doğalgaz fiyatlarına zam yapılmaması, elektrik fiyatlarının uzun süredir artırılmaması olarak sayabiliriz.  Özel sektör bundan muzdarip ama onlara bakan yok.

Yazının Devamını Oku

Hani işsizlik ‘yapısal sorun’ değildi

20 Nisan 2010
İŞSİZLİKLE ilgili, Başbakan’la işalemini karşı karşıya getiren tartışma devam ediyor. Başbakan dün de bu konuda konuşmaya devam etti. Hafta sonu TV’lerdeki “ne kadar versen yine hep istiyorlar” söylemini dünkü konuşmada yumuşatsa da, yüklenmeden edemedi.

Peki, bu tartışma nereden çıkmıştı, hatırlıyor musunuz?

“İşsizlik bana göre yapısal bir sorun değil. Sanal bir sorun, ahlaki bir sorundur.”

Başbakan bu sözleri esnaf toplantısında söyledi ve ortalık karıştı. TOBB’un geçen hafta oda başkanlarıyla yaptığı toplantı öncesi, bakanları hatta bizzat kendisinin bazı oda başkanlarını arayıp, çıkacak açıklamayı yumuşatmaya çalıştığını duyuyoruz. Ancak buna rağmen, ne kadar yumuşatılsa da, TOBB’dan şimdiye kadarki en sert açıklamanın geldiğini söyleyebiliriz.

Başbakan dün TBMM Grup toplantısında da bu söylemini devam ettirdi ama bu kez işsizlikle ilgili kayıtdışı ekonomi üzerinde çok durdu. Yani ilk söylediğini fiilen tekzip etmiş oldu...

Yazının Devamını Oku

Krize rağmen özelleştirmeye devam

19 Nisan 2010
MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek, bu yıl için belirlenen 10 milyar dolarlık özelleştirme hedefinin aşılacağını söylemiş.

Özelleştirme İdaresi Başkan Vekili Ahmet Aksu’yla yaptığm sohbetten sonra bu hedefin aşılacağına ben de inandım. Çok önemli bir aksilik çıkmazsa, bu hedef rahatlıkla aşılabilir.

Çünkü enerji özelleştirmeleri gibi, krize rağmen rahatlıkla yapılan ve yerli-yabancı yatırımcı talebinin canlı olduğu bir alanla ivme sağlanmasının yanısıra, küresel ortam da artık karlı görülen alanlarda yabancı yatırımcıların da özelleştirmelere daha fazla ilgi göstermeye başladığını teyit ediyor.

Yanı sıra, Ahmet Aksu’nun, tüketicinin daha kaliteli ve ucuz hizmet alabilmesi sonucunu da getirecek, yeni özelleştirme alanları için çalışmaları bir hayli ilerlemiş gözüküyor.

Aksu, yasa gereği 233 sayılı kanun hükmünde kararnamede yer alan Çaykur, Tigem, Botaş, Türkiye Taşkömürü Kurumu, Devlet Malzeme Ofisi gibi kuruluşların kapsama alınabileceğini hatırlattı. Botaş ile ilgili özel sorumuz üzerine ise, “hem kanunen, hem de doğalgaz piyasası çerçevesinde bir takım özelleştirmelerin yapılması gerektiğini” söyledi. Botaş’ın 3 işlevi bulunduğunu, bunların ticaret işi, iletim ve önceki yıllardan gelen boru hattı yapımıyla, şehir içi dağıtım işleri olduğunu kaydedip, dağıtımı 2004’te özelleştirdiklerini belirten Aksu, ticaretle ilgili kontratların devredilmesiyle ilgili bir süreç bulunduğunu, geriye iletim ve yeni boru hattı yapımı kaldığını söyledi. Aksu, orada da özelleştirme yöntemlerinden biri denenebileceğini, Hükümetin vereceği karara göre, bir kısım halka arz olurken, bölümlere ayrılarak özelleştirilmesinin de mümkün olabileceğini söyledi. Aksu bu konuda bir karar olmadığını ama, İdare olarak, bir karar aşamasına gelindiğinde belli bir yolu almış olmak için, çalışmaları sürdürdüklerini, yeni gelişmeleri izleyip hazırlıklı olduklarını söyledi.ŞİMDİDEN 5.5 MİLYAR DOLARAksu, sadece bu alanlarda değil, sağlıkla ilgili, tapu kadastro ile ilgili, trafik hizmetleri, örneğin plakaların, ehliyetlerin özelleştirilmesi gibi alanlarda neler yapılabileceğini araştırdıklarını ve belirli bir hazırlık içinde bulunduklarını söyledi.Özelleştirmelerde hizmet sektörüne kayışı teyit eden Ahmet Aksu, otoyol hizmetleri, ölçü ayarları gibi alanların da bunlara örnek olduğunu kaydetti. Ölçü ayarları konusunu biraz açmasını istediğimizde ise şu andaki mevzuata göre, sayaçla, ölçümle ilgili aletlere bir sertifikasyon verilmesi gerektiğini, doğalgaz sayaçları, su sayaçları, benzin istasyonlarındaki pompalar, yazarkasalar, eczanelerdeki ölçü aletlerinin bir sertifikası olması gerektiğini hatırlatarak, mevcut uygulamada bunu Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın yaptığını, halbuki yurtdışında akreditasyon kuruluşları tarafından yapıldığını kaydetti. Bu alanda bir özelleştirmeyi Türkiye’de de yapılabileceğini düşündüklerini kaydeden Ahmet Aksu, bu konudaki çalışmaların epeyce ilerlediğini ifade etti.2008 yılının nisan ayında Telekom’u halka arz ederken, kriz sinyalleri başladığını ama o süreci özelleştirme idaresi olarak çabuk atlattıklarını kaydeden Aksu, 2009 Nisan-Mayıs’ından itibaren de hızlı bir sürece girdiklerini, özellikle elektrik dağıtımdaki devirler, elektrik üretiminde başlattıkları süreç ve şeker fabrikalarının özelleştirmesinde belli bir yol alındığını hatırlattı. Samsun Limanı’nı devrettiklerini, Bandırma’yı bu ay devredeceklerini, İskenderun Limanı ihalesine hemen çıkacaklarını hatırlatan Aksu, hedefe göre oldukça iyi bir konumda bulunduklarını, ihalesi tamamlanıp sözleşme için beklenen, Rekabet Kurulu ve Özelleştirme Yüksek Kurulu’ndan (ÖYK) karar için beklenen ihalelerin toplamının, şimdiden 5.5 milyar dolara ulaştığını söyledi.

Bence bu yönetimle özelleştirme hedefi rahatlıkla yakalanır.

Yazının Devamını Oku

Parasal sıkılaştırma piyasaların beklediğinden daha yumuşak

15 Nisan 2010
PİYASALARIN bir süredir beklediği “gevşek para politikasından çıkış” için izlenecek yol, dün açıklandı.

Piyasalar Merkez Bankası’nın başladığı parasal sıkılaştırmada aşamalı bir plan uygulayacağını kesin olarak görmüş oldular.

Önceki gün faizlerin mevcut düzeyinde tutulmasına karar verilen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı sonrası yapılan açıklama ile “önce likiditenin çekilmesi, daha sonra faiz artırımının başlaması” biçiminde özetlenebilecek operasyon kesinlik kazanmıştı. Merkez Bankası dün bu operasyonun ana hatlarını açıkladı.

Kriz sırasında likiditeyi artırmak için gevşek para politikasını devreye sokan Merkez Bankası, öyle anlaşılıyor ki; gevşek paradan çıkarken, piyasanın koşullarına göre, epeyce esnek bir sıkılaştırma planı uygulayacak. Örneğin TL likiditesi geri çekilirken aşamalı ve piyasa ihtiyaçlarına göre bir yol izlenecek ve kriz öncesindeki seviyelere dönmek kısa dönemde pek mümkün olmayacak. Piyasalar, Merkez Bankası’nın çıkış stratejisinde daha radikal önlemler uygulamasını bekliyorlardı ve açıklanan plan bu nedenle piyasaları sevindirdi.

Örneğin piyasalar 3 aylık repo ihalesiyle piyasalara likidite verilmesinden daha keskin ve  kısa sürede vazgeçilmesini bekliyorlardı ama Merkez Bankası bu ihalelere devam edeceğini ama zaman içinde miktarı düşürmeye çalışacağını açıkladı.

Yine piyasaya ek likidite sağlamak için munzam karşılıklarda yapılan indirimlerin, kısa sürede eski seviyelerine çekilmeyeceğini öğrenmek de, sıkı para politikası adına kaygı duyan piyasa oyuncularını rahatlatan bir gelişmeydi.

Merkez Bankası’nın teknik faiz indirimine gideceği de bu planla birlikte kesinlik kazanmış oldu. Bunu yaparken ilk aşamada haftalık repo tarafından bir değişikliğe gidileceği, haftalık repolardaki faiz oranlarının Merkez Bankası’nın politika faizlerinin 50 baz puan üzerinde olacak şekilde sabitleneceği öğrenildi.

Böylece haftalık oranın “yeni politika faizi” olarak uygulanması sözkonusu olacak. Piyasalar buna rağmen yeni uygulamanın para politikasında bir sıkılaştırma anlamına gelmeyeceğini, çünkü şu andaki haftalık oranların gecelik oranların üzerinde olduğunu belirtiyorlar.

FAİZ ARTIRIMI

Yazının Devamını Oku