Açıkca söyleyemediler ama hükümetin getirdiği anayasa değişikliği paketinin kapsamı ve getiriliş biçimine itirazları olduğunu da, satır aralarında söylemiş oldular.
TOBB, TİSK, Türk-iş, Hak-iş, Kamu-sen, TESK ve TZOB’un yaptığı ortak açıklamada, mevcut Anayasanın günümüzün siyasi, toplumsal ve iktisadi ortamına uymadığının uzun süredir ifade ettikleri hatırlatılarak, “Özellikle de ekonomimiz ve sosyal gelişimimiz; eskinin şartlarına göre oluşturulmuş bir hukuki yapı ile daha fazla yol alamamaktadır” denildi.
Bu çerçevede 2007 yılında Anayasa Platformu’nu oluşturduklarını, bu platform ile yeni bir Anayasa mutabakatının toplumda nasıl ses bulduğunun tescil edildiğini ve Anayasanın dayanması gereken temel ilkelerin ortaya koyulduğu kaydedilen açıklamada, “Bugün gündeme getirilen değişiklik önerilerinin, geniş bir mutabakatla sonuçlandırılmasını bekliyoruz. Başlayan bu sürecin, kaybolan uzlaşma zemininin yeniden tesis edilmesi için bir fırsat olabileceğini düşünüyoruz” denildi.
Bu konuda elde edilecek ivmenin, ekonomideki tıkanıklığı gidermeye de yardımcı olacağı belirtilerek, öte yandan yapılacak değişikliklerin, önemli olmakla birlikte, yeni Anayasa ihtiyacını tam olarak karşılamadığının da bilincinde oldukları söylendi.
Değişiklik taslağında, ekonomiyi ve çalışma hayatını düzenleyen kurallara yer verilmemiş olmasının da, “önemli bir eksiklik” olarak belirtildiği sivil toplum kuruluşlarının yaptığı orta açıklamada, Türkiye’nin, hassasiyetlerini dikkate alan, iyi kurgulanmış, yeni bir Anayasa ihtiyacının devam ettiği kaydedildi. Açıklama “Beklentimiz, demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti yapımızı koruyan, hak ve özgürlükleri esas almış, hukukun üstünlüğü temeline oturan, değişime açık, toplumun değerleriyle bütünleşmiş ve uzlaştırıcı yeni bir Anayasa’nın hazırlanması ve hayata geçirilmesidir” cümlesiyle son verilirken, bu konudaki çalışmalara da devam edecekleri ifade edildi.
İŞALEMİ NEDEN AÇIKCA İFADE EDEMİYOR?
TÜSİAD’dan dün yapılan açıklamada da, bugün Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Cemil Çiçek Başkanlığındaki iktidar heyetinin kendilerini ziyaret edip, yeni anayasa değişikliklerini anlatacakları duyuruldu.
Piyasaların yanıtını en çok merak ettiği soruların başında “Merkez’in faiz artışını hangi ay başlatacağı” sorusu geliyor. Geçen hafta Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından sonra yaptığı kısa açıklamadan sonra, dün de Hindistan’dan faiz artırım kararı gelince, bu sorunun önemi ve aciliyeti iyice artmış gözüküyor.
Piyasa analistleri küresel yerel, ekonomik-siyasi tüm unsurları bir araya koyup, hangi unsurun faiz artırım kararını öne çekeceğini, hangisinin faiz artırımını geciktireceğini, hangi unsurların kararda ne kadar etkili olacağını tartışıyor.
Aslında bu sorunun yanıtı epeydir tartışılıyordu ama son enflasyon verisinin yüksek gelmesi ardından Merkez Bankası’nın yaptığı “yükselen enflasyon oranlarının hedefe 2011’in ilk çeyreğinde geri geleceği” yönündeki tahmini, bu tartışmaları tetikledi. Ardından son PPK toplantısından sonra yapılan açıklamada yer alan, “Genel fiyatlama davranışlarında bozulma gözlenmesi halinde, para politikasının Enflasyon Raporu’ndaki baz senaryoda öngörülen duruşa kıyasla daha erken sıkılaştırılmasında tereddüt edilmeyeceği” cümlesi ise tartışmanın iyice alevlenmesine neden oldu.
Piyasalar elbette faiz artırımlarının mümkün olduğunca geç başlamasını umut ediyorlar. Ancak aynı zamanda piyasalardaki toparlanmanın da artık güçlenmesini, hızlanmasını bekliyorlar. Yani hem piyasaların açılmasını, hem de enflasyon kıpırdasa da Merkez Bankası’nın biraz göz yumup, faiz artışlarıyla gideceği parasal sıkılaştırmaya mümkün olduğunca geç başlamasını istiyorlar.
Birbiriyle çelişkili beklentiler ama durum böyle...
ABD Merkez Bankası’nın (FED) geçen hafta parasal sıkılaştırmayı kademeli olarak yapacağını açıklaması, piyasalara biraz moral verdi. IMF ile anlaşma görüşmelerinin kesilmesiyle morali bozulan piyasalar, ilk iki aylık bütçe sonuçlarının iyi gelmesinden ise umutlandılar. Yani IMF olmayınca mali disiplinin yitirilmesi, bunun da faiz artışını öne çekmesinden korku yorlardı, bütçedeki olumlu sonuçlar bu korkuyu biraz azalttı. Buna karşılık sanayideki kıpırdanma ve kapasite kullanımındaki artışların düşük oranlarda kalmasına ise bir yandan üzülürken, faiz artışını geciktireceği için de olumlu bulundu.
SİYASİ ORTAMIN FAİZE ETKİSİ
Faiz artışlarının öne çekilmesini gerektirecek en kuvvetli unsur ise enflasyondaki yüksek seyir. Şubat ayı enflasyon rakamlarının yüksekliği yanında, hem Merkez Bankası’nın bir süre daha enflasyonun yüksek seyredip, geri dönüşün gecikeceği yönündeki tahminini açıklaması, hem de çift haneye ulaşan oranların bundan sonra beklentileri olumsuz besleme ihtimali, piyasaları korkutmaya devam ediyor.
Bakandan öğrendiğim; büyük açıkları bulunan enerji KİT’lerinin borçlarının tasfiyesi için bir tahkim yasası üzerinde çalışılıyormuş. Böyle bir çalışmanın geçen yılın sonlarında da yapıldığını ama rafa kalktığını hatırlattığımda ise “Son günlerde yeniden çalışmaların başladığını” öğrendim.
Edindiğimiz izlenim o ki; bu tahkim sadece enerji KİT’lerinin borçları ile sınırlı da kalmayıp, tüm KİT’leri hatta diğer kamu kuruluşlarını da kapsayabilir. Belediyelerin de dahil edileceği bir tahkimin boyutlarını düşünsenize...
Bunun için bir yasa gerekiyor ve anladığım kadarıyla Hazine Müsteşarlığı bu konuda yeniden çalışmaya başlamış. Bence daha önceki borç tablolarını yeniliyordur...
Bu borçların tasfiyesi için yasa çıkması gerekiyor. Bu yasanın adı ise tabi ki “tahkim yasası” olmayacak. Konuştuğumuz Bakan yine “borçların yeniden yapılandırması” gibi bir ismin verileceğini söylüyor. Adı ne olursa olsun yapılacak işin tahkim olup olmadığını sorduğumda ise gülüyor, tabi ki...
Böyle bir yasanın adına tahkim yasası denmek istenmiyor çünkü ekonomi tarihinde bu yasaların çıkmasından bir süre sonra ekonomik krizlerin geldiği, faturanın önce kağıt üzerinde Hazine’ye, sonuçta ise halka çıktığı, geçmiş örneklerle biliniyor.
Öyle ya; gerekli olan zammı yapmadığı için zarar eden, Maliye’ye, SSK’ye vergi ve prim borçlarını ödemeyen KİT’ler, hovardaca kaldırım yapıp kullandığı enerjinin, hatta halka satıp parasını aldığı doğalgazın bedelini Botaş’a ödemeyen belediyelerin borçları nasıl temizlenir?
İyi de, borçlar buhar mı oluyor? Tabii ki hayır. Sonuç olarak herkesin birbirine olan borcu kağıt üzerinde sadeleştiriliyor ama kalan bir tortu var ve bunu Hazine üstleniyor. Vergi olarak, daha sonra gelecek yüklü KİT zammı olarak, enflasyon olarak bir süre sonra halka fatura ediliyor.
Son günlerde Enerji Bakanlığı 5 yasa üzerinde birden çalışıyor. Madenden petrole, doğalgazdan yenilenebilir enerjiye kadar çıkarılması gereken bu yasalarla piyasaların altyapılarının, gelişen şartlara göre yeniden oluşturulması amaçlanıyor.
Ancak siyasi gelişmeleren de etkisiyle, daha doğrusu TBMM gündeminin siyasi düzenlemelerle doldurulması nedeniyle, piyasalar yeniden sürecin tıkanmasından tedirginler.
Bu gecikmeyi önceki gün sohbet imkanı bulduğumuz Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile konuşma fırsatı bulduk. Bakan Yıldız kendileri açısından yani teknik olarak bu yasaların gecikmesinin söz konusu olmadığını, gecikme olursa bunun tümüyle TBMM gündeminin yoğunluğundan kaynaklanacağını söyledi.
Kendilerinin tüm yasaları birden tartışmaya devam ettiklerini, özel sektörle de konuştuklarını kaydeden Yıldız, bir-iki ay içinde bu yasaların TBMM‘ye gönderileceğini söyledi.
Amaçlarının TBMM yaz tatiline girmeden once 5 yasanın hepsinin TBMM’nin ilgili komisyonlarından geçirmek olduğunu ifade eden Bakan Yıldız, yanısıra yeni Maden Yasası’nın ise tatile kadar Genel Kurul’dan da geçirip, yasalaşmasına öncelik vereceklerini söyledi.
Maden Yasası’nın aciliyeti olduğunu çünkü Anayasa Mahkemesi’nin iptalinden sonra yasal boşluk oluştuğunu ve bu nedenle bir süredir izin bile verilemediğini kaydeden Bakan Taner Yıldız, aslında kalan 4 yasanın da yaz tatiline kadar TBMM’den geçirilmesinin çok iyi olacağını ama bugünkü koşullarda hepsinin birden TBMM’den geçmesinin zor olduğunu söyledi.
Bu arada Bakan Yıldız dün Lübnan’da, elektrik sistemlerinin uyumlaştırılması için yapılan bir toplantıdaydı. Toplantıya İran, Irak, Ürdün, Lübnan, Libya, Suriye, Filistin ve Türkiye’nin ilgili bakanlarının katıldığını kaydeden Bakan ıldız bir yandan AB ile elektrik sistemlerinin uyumu için çalışma yapılırken öte yandan yine buna uygun bölge ülkeleriyle de uyumun amaçlandığını ifade etti..
DOĞALGAZCILARIN ŞİKAYETİ
Çünkü son veriler de açıkca gösteriyor ki; mevcut sistem artık eskisinden çok daha fazla cari açık üretiyor. Yani ekonomi toparlanmaya başladığında ciddi cari açık rakamlarıyla karşılaşma ihtimali bir hayli yüksek.
2001 krizinden sonra yaşadığımız ekonomik küçülme nedeniyle cari fazla vermeye başlamışken, bu kez ekonomi küçülürken cari açığın devam ettiğini hep hatırda tutmak gerekecek.
Aslında sorun büyüme ile, büyümenin yapısı ile ilgili. 2006 ortasında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmanın, ekonomik büyüme hızını yavaşlatarak yüzde 5 platosuna çektiği konuşuluyor. Yani sadece küresel krizle ilgili değil, daha önceden başlayan bir süreç söz konusu. O dönem TOBB önderliğinde özel sektörün gündeme getirdiği ”istihdamı artırıp cari açığı azaltacak yeni bir sanayileşme politikası” taleplerini ve birşey yapılmadığını da unutmayalım...
Para politikasının sıkılaşmasının yanında, Türkiye’nin yüksek cari işlemler açığı üreten büyüme hızının, aynı oranda işgücü yaratamaması ve ihracatın gittikçe artan oranlarda ithalat gerektirmesi, büyüme ile ilgili problemlerin temelindeki unsurlar olarak bundan sonra daha fazla konuşulacak gibi...
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın görüşmelerin kesilmesinin ardından, geçen hafta yaptığı açıklamaları, tümüyle piyasaları rahatlatmaya dönük açıklamalar olarak görebilirsiniz. Aynı şekilde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da dahil olduğu “Bakın olmaz dediler dış borç için çok büyük talep geldi” türü açıklamaları da böyle okumak gerektiğini düşünüyorum.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın “asıl ayrılık noktalarını açıklamayacağım” diyerek, IMF ile sadece küçük, ileriye dönük bakış açısı farklılıkları yaşandığını söylediğine şahit olduk. Bununla birlikte “basında yer alan nedenlerin hiçbirisi doğru değil” demesi de, başka bir sorunlu söylem olarak ortaya çıkıyor.
Siz, stand-by anlaşmasının kesilmesine neden olan görüş ayrılıklarını açıklamam diyorsunuz, insanlar bu görüşmeleri bilen, içinde olan bürokratlardan, IMF tarafından bilgi alıp ayrılık noktalarından sadece bazılarını yazıyor, siz çıkıp yine, “bunların hiçbirisi doğru değil” diyorsunuz. O zaman siz açıklayın dendiğinde de “açıklamam” diyorsunuz...
İnsanlar neden size inanmak zorunda olsun?
IMF ile stand-by anlaşması yapılamamasının nedeni de zaten IMF tarafının yerine getirilmesini istediği taleplerin Hükümet tarafından kabul edilmemesiydi.
Zaten Babacan’ın hâlâ “kapıyı açık bırakma” amacıyla, “Mayısa kadar anlaşma görüşmeleri yok, ama mayıstaki 4. madde görüşmelerinden sonra bakarız” demesi de istemeye istemeye bu açıklamayı yaptıklarını gösteriyor.
IMF ile anlaşmanın yapılacağına ilişkin açıklamalar, hele hele Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “gün, hafta içinde açıklarız” açıklamasının nedeni, aralık sonunda yeni stand-by anlaşması için mutabakata varılması idi. Gerçekten de orta vadeli programve hazırlanan 2010 bütçe yasası çerçevesinde anlaşmaya varılmıştı. Yani
IMF tarafı esnek davranmış, büyümeyi engelleyen sıkı bir program yerine nispeten esnek bir programı kabul etmişti.
Yüzde 16 gibi bir artış beklenirken, artış yüzde 12.1’de kaldı. Mevsimsel etkilerden arındırıldığında ise bir önceki aya göre sanayi üretimindeki artış yüzde 0.3’de kalıyor.Ocak ayında dayanıklı tüketim malı üretimi yüzde 32, sermaye malı üretimi yüzde 30, ara malı üretimi yüzde 17 ile toplam üretimin üzerinde artış gösterdi. Toplam sanayi üretimindeki yüzde 12’lik artışta, motorlu kara taşıtlarındaki yüzde 67’lik yükselişin katkısı büyüktü.Başka bir deyişle motorlu kara taşıtı hariç sanayi üretimi ocakta yüzde 9 arttı diyebiliriz.Dün açıklanan sanayi üretim verilerinden herkesin çıkardığı ortak sonuç; ekonomideki toparlanmanın yavaş olduğu ve zaman alacağı yönündeydi.Aslında bu durum zaten biliniyordu ama zaman zaman “acaba hızlanıyor muyuz?” dedirten gelişmelerin genel trendi değiştirmediğini, bu verilerle bir kez daha anlamış olduk.Gelecek ay ise sanayi üretimindeki artış oranının epey yüksek olması bekleniyor. Bunun nedeni ise baz etkisi olacak. Çünkü 2009 Şubat ayında üretim, yüzde 24 daralma ile dip seviyeyi görmüştü. Büyük ihtimalle bu ay sesini çıkarmayacak olan ilgili bakanlar, önümüzdeki ay sanayi üretim verileri geldiğinde “işte büyüyoruz, toparlanıyoruz” diye açıklamalar yapacaktır. Ancak bunun piyasaya olumlu etkisi olacağını sanmıyorum. İktisatçılar ilk çeyrekte baz etkisi nedeniyle sanayi üretimi verilerinin yüksek görüneceğini, daha sonra baz etkisinin ortadan kalkmasıyla artış oranlarının küçüleceğini söylüyorlar. 2010 yılının tümündeki artış beklentisi ise yüzde 3.5-4 civarında...HIZLANSAK ENFLASYON DA KALMAZ, CARİ AÇIK DAPiyasa uzmanları dünkü sanayi üretim rakamlarını yorumlarken, bu rakamların mali kesime etkilerini de yorumladılar. En çok üzerinde durulan konu ise “Yavaş toparlanmanın Merkez Bankası’nın uzun süre faizlerin artırılmayacağı hedefiyle uyum içinde olduğu” şeklindeydi. Yani kademeli ve yavaş toparlanmaya, faiz artışlarını geciktireceği için olumlu bakıldığını bile söylemek mümkün.Bence de, bu bakıştaki haklılık payı bir hayli yüksek... Çünkü ekonomideki toparlanmanın hızlı olması halinde, ekonomik dengelerin bozulması sonucu çıkacağını herkes görüyor. Ekonomideki toparlanma hızlı ve yüksek oranlı yaşansa, bırakın faiz artışlarının öne çekilmesini, ne enflasyon hedefi kalır ne de cari açık hedefi...Geçen hafta açıklanan enflasyon rakamlarının piyasalarda yarattığı moral bozukluğunu bir hatırlayın... Artık herkes geçen yıl inilen enflasyon rakamlarına küresel kriz nedeniyle inildiğini, ekonomi toparlanmaya başladığında enflasyonun yüksek olacağını biliyor. IMF anlaşmasının gerekliliği içinde de sık sık saydığımız, “enflasyonun kalıcı biçimde düşürülmesi için gereken yapısal tedbirler”i bu hükümetin almadığını, yine günü geçirdiğini artık biliyoruz. Bu şartlarda yıllık enflasyonun en düşük yüzde 8 olacağını tahmin ediyoruz..Yüksek enflasyon ortaya çıktı, bir süre sonra cari açık konusunda nasıl bir patlama yaşayacağımızı herkes görecek. Ekonomi toparlandığı sürece, mevcut üretim ve tüketim yapısı hızla cari açık üretecek, bu kez belki daha büyük cari açık rakamlarını göreceğiz.
Merkez Bankası’nın bankaları fonlamasıDÜNKÜ yazıda sözünü ettiğim Merkez Bankası’nın yüzde 6.5’la bankalara borç verip bankaların yüzde 9 faizle Hazine kağıdı aldığı ve buradaki karın devam ettiği, bu nedenle borçlanmada sıkıntı olmayacağı savımıza bazı itirazlar aldık. Bankaların Merkez Bankası’ndan haftalık ve 3 aylık repolarla sağladığı finansmandan söz ediyorum ki; zaten bankalar da bu finansmanla kağıt alıyorlar. Örneğin dünkü haftalık repo ihalesinde faiz yüzde 6.8 idi...