Paylaş
Temel sebebi ise belli: Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler, kriz nedeniyle piyasaya verdikleri sıfır faizli kaynakları, büyümeden fedakarlık etmemek için, yavaş yavaş çekecekler. Dolayısıyla dünyada hala çok ucuz maliyetli likidite var, bu paraların değerlendirilmesi için de bizim gibi gelişmekte olan ülkeler seçiliyor.
Peki, biz bir şey yapmadık da, niye bize hala para gelmeye devam ediyor?
Çok açık; kriz döneminde o kadar hızlı küçüldük, diğer ülkelere kıyasla o kadar fazla daraldık ki; krizden çıkışta da bizim daha hızlı büyüyeceğimiz açık.
Yanısıra hala finansal piyasalarda kar marjı var ve o nedenle düşük maliyetli, kendi ülkesinde fazla kar marjı bulamayacak olan paralar, bizim gibi ülkelere dönemsel olarak daha fazla kar etmek için, gelmeye devam ediyor.
IMF’in küresel görünüm raporunda da belirtildiği gibi, gelişmekte olan ülkeler arasında en sağlam, geleceği en parlak ekonomiler Çin, Hindistan, Brezilya, Endonezya gibi ülkeler olarak öne çıktı. Türkiye ise nispeten hızlı büyüyecek ama hızlı büyümede de, gelecek açısından da en iyi olan gelişmekte olan ülkeler arasına giremedi. Bir başka deyişle gelişmekte olan ülkeler arasında ortalarda...
IMF’in son raporunda küresel anlamda büyüme tahmini yükseltildi ama bu büyümenin önemli farklılıklar göstereceği de belirtildi. Yani küresel büyümenin dinamosu bu iyi performans gösteren gelişmekte olan ülkeler olacak. Türkiye ise ancak çok düşük düzeyde büyüyecek Avrupa ülkelerinden daha iyi bir büyüme performansı gösterebilecek.
Özetle demek istediğim şu ki; Türkiye 2000 yıllarında yaptığı reformlar nedeniyle, özellikle de sağlam bankacılık yapısıyla, bu küresel krize aslında avantajlı yakalanmıştı. Eğer kriz ve krizden çıkış süreci iyi yönetilse, ülke siyasi çatışmalarla uğraştırılmasaydı, bir Çin gibi olmasa da, Hindistan’a yakın, en azından Brezilya ve Endonezya gibi hızla büyüyen, geleceği sağlam yani krizi fırsat haline çevirmiş bir ülke olabilirdi. Ama bence kötü yönetim nedeniyle bu fırsatı kaçırmış olduk.
YENİDEN SICAK PARA
Her ne kadar krizi fırsata çevirebilmiş ülkeler arasında yer almıyorsak da, nispeten önümüzdeki yıllarda, özellikle Avrupa’dan daha hızlı büyüme imkanımız hala var. Ancak umarız sürekli çatışma çıkarıp, ekonomiyi hep arka plana atan bu siyasi konjonktür biran önce biter de, bu fırsatı da kaçırmayız.
Küresel ekonomideki gelişmeler nedeniyle şubat ayında Türkiye’den fon çıkışları yaşanırken, mart ayında bu eğilim tersine dönmeye başladı, son günlerde de fon akışının iyice hızlandı. Yani sıcak para akışı yeniden başladı.
Şubat ayındaki net fon çıkışı 800 milyon dolar seviyesinde iken, mart ayında 2.4 milyar dolarlık giriş yaşandı. Bu girişin büyük bölümünün tahvillere yapılan yatırımlardan kaynaklanması da ilginçti. Analistler, bankaların bilanço dışı döviz pozisyonlarına bakarak, yabancıların Türkiye’de finansal araçlara olan ilgisinin aslında bilançoların gösterdiğinden daha güçlü olduğunu da tahmin ediyorlar. Nisan ayındaki ilk verilere göre, bu eğilim daha güçlü görünüyor.
“Yeniden bu kadar sıcak para girişi iyi mi, kötü mü?” tartışmasını bir yana bırakıp, bu eğilim sürer mi diyecek olursanız, biraz şüpheli...
Küresel ekonomideki dalgalı seyrin yanında IMF toplantılarında tartışılan finansal sisteme disiplin getirecek kararların, fon akışını yavaşlatmasından da çekiniliyor. Böyle bir durum bizi de çok yakından etkileyecektir.
Artık dönemsel sıcak paraya değil, kalıcı istikrar getirecek yapısallara eğilmek şart.
Paylaş