İKİ gün önce ekonomideki gidişatı gazetecilere değerlendiren Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın, bazı siyasi senaryolarla piyasaları korkutmaya çalıştığına şahit olduk.
Babacan, haklı olarak, ekonominin son kriz sürecinde geldiği noktadan, özellikle de Yunanistan gibi komşularla kıyaslayıp, gururla sözediyor. Babacan’ın Türkiye’nin kendi krizini aslında 2008 başlarında yaşamaya başladığını söylemesi de ilginç ve gerçekçi bir saptamaydı. Gelinen olumlu noktada, borçların milli gelire oranının, şimdi zor durumda olan ülkelere kıyasla frenlemeyi başarmalarının büyük payı olduğuna, özellikle dikkat çekti. Bu saptamayı yaparken, “nasıl olsa kriz var herkesin borcu büyüyor, biz de harcamayı artırıp borcu büyütebiliriz” yönündeki telkinlerin nasıl haksız olduğunun şimdi iyi anlaşılması gerektiğini söylemesi de ilginçti. Çünkü bu yöndeki telkinlerin daha çok partisi içindeki makro ekonomiyi bilmeyen, eski bürokrat yöneticilerden geldiğini hepimiz biliyoruz. Babacan’ın bu popülist baskılara karşı direncini takdir etmemek mümkün değil. Özetle, bir teknisyen olarak Babacan’ın performansının başarılı olduğunu herkes görüyor. Ancak bir politikacı olarak Babacan’ın siyasi argümanları kullanma biçiminin abartılı ve gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Politikacı olarak, elbette kendi Hükümetinin ve bakanlığının başarısının altını çizmesini doğal karşılam ak gerek, bu aynı zamanda hakkıdır da... Ancak hem geçmişe dönük başarıları yok sayma, en azından küçümseme eğilimini, hem de piyasalara dönük olarak siyasi arg ümanları abartılı biçimde, “korku efekti” olarak kullanma yöntemini, oldukça abartılı buldum. Babacan her şeyden önce, ekonomik performansı anlatırken, krizden az etkilenme nedenlerimizi sayarken, yapılan reformlara tümüyle sahip çıkıyor ve 2002-2007 arasında yapılan reformları sayıyor. Bunların içinde yeralan sosyal güvenlik reformunun aslında 1999’da başladığını, bankacılık reformunun asıl radikal, zor bölümünün 2000-2001’de başlatıldığını hatırlattığımızda ise hemen savunmaya geçip, “Yani size göre biz bir şey yapmadık” demesi ise yadırgatıcı idi. Halbuki bu reformların o döneme kadar ki kötü gidişatı görüp, kökten değiştirme inisiyatifi alan üçlü koalisyon hükümeti döneminde başlatıldığını söylese, kendilerinin devam ettirip ekonomiyi bu noktaya getirdiklerinin altını çizse, kendi yücelir ama... CHP VE MHP’NİN EKSİKLİĞİ Babacan’ın dün TBMM’de görüşülmeye başlayan anayasa değişiklik paketi konusundaki soruları ise piyasaları parti kapatma ve zayıf koalisyon hükümeti argümanlarıyla korkutma amacıyla yanıtladığını izledik. Anayasa paketinin ekonomiyle ilgili en önemli tarafının parti kapatmayı zorlaştırması olduğunu söyleyen Babacan “Ekonomiyi etkileyebilecek olumsuz senaryo şu: Seçimlerden zayıf bir koalisyon hükümeti çıkar mı? Yabancı yatırımcının en büyük endişesi Türkiye’de yeni bir kapatma davası açılmasıydı” dedi. Bu siyasi argümanları piyasa aktörlerine karşı, bir süredir kullandığını da zaten biliyoruz. Babacan iş dünyasının Anayasa değişikliği çalışmalarını olumlu karşıladığını savunup, çalışmalara başladıkları gün başka borsalarda küçük artışlar varken İMKB’deki kaydedilen yüksek artışı buna örnek gösterdi. Gerçekten de parti kapatma konusunda bir kaygı olduğunu çalışmalar başlayınca bunun piyasada, özellikle yabancılarda olumlu karşılandığını gördük. Ama Babacan’ın söylediği artış daha önce oluşturulan korkunun bitmesi nedeniyleydi. Ancak, öyle ya da böyle piyasalarda Babacan’ın da körüklediği “Zayıf bir koalisyon hükümeti çıkar mı?” ya da “parti kapatılır mı?” korkusunun olduğu da açık. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, ana muhalefet lideri bile böyle bir şey olamayacağını söylüyor ama Hükümet bu korkuyu kullanmaya devam ediyor. Ayrıca, özellikle CHP ve MHP’ye piyasaları ikna etmek için büyük iş düşüyor. Geçmiş koalisyon döneminde ekonomik politikaların asıl rotasının çizildiğini, 2000’lerde başlatılan, mevcut Hükümetin devam ettirdiği ekonomik politikaları kim olursa olsun devam ettireceğini, kamuoyuna, piyasalara çok iyi anlatmaları gerek.