24 Mayıs 2010
HAFTA sonunda Ankara’da iki önemli kongre vardı. Biri ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanlık seçiminin de yaşandığı olağan kongresi, diğeri ise Türkiye’nin özel sektörü temsil eden en büyük kuruluşu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) seçimsiz genel kurulu. Her iki kongrenin ortak yanı; toplumda biriken gerginliğin, bıkkınlığın “değişim talebi” ile güçlü bir şekilde dışa vurumunu göstermiş olmasıydı.
Tabii ki ülke için belki hayati öneme sahip olan kongre CHP’nin olağan kongresiydi. Çok uzun zamandır CHP’de böyle bir heyecan yoktu. Sevdikleri eski genel başkanın yerine gelecek kişiye bu kadar iltifat etmeleri bence CHP tabanının artık sosyal demokrat iktidar özlemi, bu konudaki sıkıntıların birikimiydi. Bir rüzgar yakalanmıştı ve artık iktidar olmak için değişim gerekiyordu. Kongrede en çok seslendirilen sloganın Başbakan Tayyip Erdoğan ve iktidar partisine dönük olması da bence bu özlemin en önemli göstergesiydi.
Kongrenin ikinci günü yani dün, CHP kongresinde ilk günkü heyecan yoktu tabi, çünkü yine yönetim listelerine ilişkin tartışmalar yaşandı. Sol tabanı bildiğini düşünen, kendisini de eskiden beri tanıyan bir gazeteci olarak, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na, belki de sandığından çok daha fazla iş düşeceğini görüyorum. Sol partiler hep hiziplere ve liste çatışmalarına açık örgütler olmuştur ve solcular, hep söyledikleri “birlikten kuvvet doğar” ilkesini uygulamak konusunda, o şişkin egoları nedeniyle başarılı değillerdir. Elbette sol bir örgütte merkez, özellikle de muhafazakar sağda görülen “biat kültürü”nün egemen olması düşünülemez ama, çok sesliliğin çağdaş bir esere dönüşüp sonuç alınması için ise orkestra şefine çok daha fazla iş düşer.
Kesinlikle doğru olan, içinde yaşadığımız kültürü de düşündüğümüzde uygulaması bir o kadar zor olan, çok sesliliği gerçekleştirmektir.
İşte CHP tabanı çok sesli ama iyi idare edilip, ülkeyi sosyal demokrat iktidara taşıma özlemini gerçekleştirebilecek bir adayı gördü, büyük bir coşkuyla destek verdi. Parti yönetimi için oluşturulan listenin rahatsızlık yaratması kaçınılmaz. Herkesin tatmin edilmesi mümkün değil. Listeye parti içinden ve dışından çok sayıda yeni ismin alındığı, bunların bir kısmının kıymetinin zaten belli olduğu ama bir kısmının sadece parlak isimleri nedeniyle girdikleri de ortada. İşte bütün bunları harmanlayıp küskün kalan kısımları da harekete geçirecek, gerçek bir çok sesli birliği sağlamak çok zor ve bu görev, tümüyle genel başkan Kılıçdaroğlu’nun omuzlarında.
TOBB’DAKİ HAVA
TOBB Genel kurulundaki en çarpıcı izlenim ise ilk kez Başbakan Tayyip Erdoğan’a karşı bu kadar ilgisiz, mesafeli bir genel kurul olmasıydı. İşçi almayla ilgili son yaşanan gerginliklerin yanı sıra, özellikle vergi zulümü olarak adlandırdıkları baskı, TOBB delegelerinin en çok yakındıkları, dolayısıyla Başkan Rifat Hisarcıklıoğlu’nun konuşmasında da yer bulan konuydu. Hisarcıklıoğlu’num özellikle tabanın şikayetlerini dile getirdiği konuşma bölümleri çok yoğun alkış aldı.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ise en az alkış aldığı TOBB Genel Kurulu olduğu kesin. Eğer uzun zamandır ilk kez katılan MHP Genel Başkanı Bahçeli, daha heyecanlı, tabanın damarına basan konuşma yapsaydı, çok yoğun alkış alırdı.
TOBB tabanı genel olarak merkez sağ eğilimli, çokça muhafazakar, iktidarla kapışmayı göze alamayan, güçlünün yanında olan, yani kendi işini ne yapıp edip götürmeyi seçen ama işini bilen, havayı iyi koklayan, değişimin nereye gittiğini önceden gören bir tabandır. Şurası açık ki; geleni de gideni de, güçlü olanı da, güç kaybedip, güç kazananı da önceden ayırteden bir sezgiye sahiptir.
Böyle bir tabana rağmen, eğer seçim bir hafta önce olsaydı da Kılıçdaroğlu genel kurula katılsaydı, hiç şüpheniz olmasın, yer yerinden oynar, CHP ilk kez TOBB tabanında bu kadar iltifat görürdü.
İşvereni de dahil, toplumun geniş kesimleri artık gerginliklerden, biriken sorunlardan bıktı, değişim istiyor...
Yazının Devamını Oku 
18 Mayıs 2010
İŞSİZLİK azalıyor ama büyüme oranlarından daha yavaş bir tempoyla toparlanıyor.
Dün yayımlanan şubat ayı istihdam rakamları bu gerçeği bir kez daha ortaya koydu.
Bu yılın ilk ayında yüzde 14.5 olan işsizlik oranı, şubat ayında çok küçük bir iyileşme ile yüzde 14.4’e düştü. Geçen yılın şubat ayında ise işsizlik yüzde 16.1 ile en yüksek olduğu aylardan biriydi...
Tarım dışındaki işsizlik oranı da yavaş toparlanıyor. Geçtiğimiz ocak ayında yüzde 17.6 olan tarım dışı işsizlik oranı, şubat ayında yüzde 17.5’e geriledi.
Özetle; en kötü yıl olarak tarihe geçen 2009 yılına kıyasla bu yıl bir toparlanma gözüküyor ama işsizlikteki azalma ve istihdamdaki artışın, yavaş seyrettiği de bir gerçek.
Aylık bazda istihdamda sağlanan artışa bakıldığında, şubat ayındaki iyileşmenin hizmetler sektöründen kaynaklandığı görüldü. Piyasalardaki beklenti; ekonominin büyümesine paralel olarak ama daha düşük bir tempoyla işsizlikteki iyileşmenin devam edeceği yolunda. Geçen yıl yüzde 14 olan işsizlik oranının bu yıl yaz aylarında, tarım ve tarım dışı kesimde istihdamın artmasıyla birlikte, yüzde 12-13 arasında bir bantta dalgalanması bekleniyor.
Yazının Devamını Oku 
17 Mayıs 2010
DÜNYA ekonomisi toparlanıyor derken Avrupa’dan başlayan yeni dalgaların bir türlü ardı arkası kesilmiyor. Belki yeni bir düzeltme yaşanacak, belki de sadece bir süre daha dalgalar devam edip ardından durulacak, orası şimdilik belli değil. Belli olan şey; küresel ekonomiler toparlanmaya geçmişken, tam büyüme trendine girişilmişken, yaşanan dalgaların büyümeyi vuracak olması. Yani küresel piyasalardaki son hareketler toparlanma sürecini etkileyecek, büyüme oranlarının geriye gitmese bile düşmesine yol açacak. Küresel piyasalar için geçerli olan bu kural bizim için de geç erli. Dalgaların devam etmesi halinde bu yıl için yüzde 3.5 olarak saptanan ama yüzde 6 civarında revize edilmesi beklenen 2010 yılı büyüme oranlarının, bu oranlara ulaşması tehlikeye girebilir.
Aslında bundan sonra yeni dalgalar olmasa bile, yaşanan dalgalar büyüme oranımızı şimdiden etkilemiş gibi gözüküyor. Yunanistan’da durum belli; yeni kurtarma paketi uygulamaya girdi ama diğer Avrupa ülkelerinde de kemer sıkma önlemleri birer birer uygulamaya sokuluyor. İspanya, Portekiz gibi ciddi sorunlara sahip ülkeler başladı, ardından yüklü yardımlarda bulunacak olan Almanya ve Fransa’nın gelmesi, bence yeni Hükümetin gündeme getireceği önlemlerle İngiltere’nin de kemer sıkmaya başlaması kaçınılmaz.
Yani Avrupalı tüketicinin geliri azalıyor, tüketimi daha da düşecek...
Bu da Türkiye’yi doğrudan etkileyecek. Zaten son dönemdeki büyümenin daha çok iç talepten kaynaklandığını, ithalat çok hızlı artarken ihracatın istenen artışı bir türlü sağlayamadığını biliyoruz. Üstüne kemer sıkma önlemleri gelirse daha çok Avrupa’ya ihracat yapan Türkiye’nin dış satımı,dolay ısıyla üretimi çok ciddi biçimde olumsuz etkilenecektir.
Credit Suisse’in hafta sonunda “Türkiye’de kârı toplama zamanı” başlığını taşıyan raporu piyasada etkili oldu. Küresel dalgaların devamı, büyümenin beklendiği kadar olmayacağının anlaşılması, cari açıkta hızlı büyüme, referandum süreci, siyasi tartışmaların tehlikeli biçimde “ahlaki” baza oturması, bence Türkiye’yi ve ekonomisini tehdit edecek çok ciddi riskler...
BSK’DAN SAĞLIK TURİZMİ YATIRIMI
Avrupa’daki tüketicinin gelirinin düşmesi ne kadar etki eder bilmiyorum ama Türkiye için döviz geliri elde etmenin, istihdam sağlamanın en sağlıklı yollarından birinin hâlâ turizm olduğu açık. Birleşik Sağlık Kurumları (BSK) 7. hastanesini Antalya’da Lara’da açtı. Ben de geçen cuma akşamı hastanenin tanıtım toplantısındaydım. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın sağlık turizmini geliştirmenin önemine dikkat çekti, belediye olarak yardımcı olmanın yanında bir doktor olarak da elinden gelen her şeyi yaptığını, yapacağını, sağlık turizminin geliştirilmesi gerektiğini söyledi.
BSK CEO’su Dr. Murat Dayanıklı, Türkiye’nin coğrafi anlamda en kapsamlı ağına sahip olan, hastasının her türlü sorununu iyi bilen ve çözen bir zincir olacaklarını, Antalya’da açtıkları Lara Hastanesi’nin de bu yolda atılan bir adım daha olduğunu söyledi.
Sağlık işletmeciliğinde Türkiye’nin önder yöneticilerinden olan, yıllardır tanıdığım Murat Dayanaklı ile sohbetimizde Büyükşehirlerde büyük, tanınmış hastaneleri zincire katma aşamasında olduklarını, yani yeni sürprizler hazırladıklarını öğreniyorum.
Murat Dayanıklı 2008’de ülke bazında sağlık alanında yaşadıkları iki krize, bunların üstüne gelen küresel krize rağmen büyümeye devam ettiklerini, sağlıkta Türkiye’nin potansiyeline inandıklarını, BSK olarak bu alanda büyümeye devam edeceklerini söylüyor.
İlk günlerde gelen hastaların çoğunun yabancı olduğunu yani “turizm sağlığı” yapmaya başladıklarını kaydeden Dayanıklı, bu yıl sonhbaharda tamamlanacak ikinci aşama yatırımdan sonra özel olarak sağlık turizmine başlama amacında olduklarını, bağlı bulundukları Esas Holding bünyesindeki kardeş turizm ve havacılık şirketleriyle sinerji yaratarak sağlık turizmi için iddialı planlar yaptıklarını belirtiyor.
Yazının Devamını Oku 
13 Mayıs 2010
UZUN zamandır beklediğimiz “Mali Kural” uygulamasının detayları nihayet belli oldu. Herşeyden önce şunu söylemek gerekir ki; Mali Kural uygulaması mali disiplinin sürdürülmesi ve kalıcı istikrar için atılan çok önemli bir adım. Bir başka deyişle siyasi iktidarların popülizme kayıp dengeleri bozmalarını engelleyecek bir sınır konmuş olacak.
O nedenle de mali kural uygulamasının desteklenmesi gerekiyor.
Bununla birlikte eksik veya yanlış yönlerinin da tartışılması gerek. Mali Kural düzenlemesi önceki gün Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından açıklandı, ardından dün Hazine’den “IMF Heyetinin 4. gözden geçirme için hafta başı Türkiye’de olacağı” açıklandı. Hükümet belli ki hazırlanacak IMF denetim raporuna Mali Kural’ın olumlu etki yapmasını planlıyor.
Mali Kural’a göre GSYH’ya oran olarak genel bütçe dengesi uzun vadeli hedefi “eksi” yüzde 1, uzun vadeli büyüme oranı ise yüzde 5 seviyesinde belirleniyor. Bu dengelerden sapılması durumunda alınması gereken tedbirler sapmanın 1/3’ü oranında olacak. Örneğin bütçe açığının GSYH’ya oranı yüzde 4 olursa, sapma yüzde 3 olacak yani bütçede yüzde 1 oranında bir tedbir alınmasını gerektirecek.
Kapsamda merkezi yönetim bütçesi, SGK, mahalli idareler, döner sermayeli işletmeler ve işsizlik sigortası fonu var. Döner sermayeli işletmelerin bütçeleri denk kabul edilecek. Borçlanmaları yatırım projelerinin finansmanı ile sınırlanacak belediye yatırımları, KİT rakamlarının gecikmesi, mali kural uygulamasının en çok zorlayacak unsurlar olacak.
Yazının Devamını Oku 
11 Mayıs 2010
DÜN Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı radikal kararların ardından küresel piyasalar coştu. Piyasaların beklediği 750 milyar euro’luk dev yardım fonunun kurulmasından sonra, piyasaları rahatlatıcı tedbirleri açıklayan Avrupa Merkez Bankası hemen uygulamaya geçti ve Yunanistan kağıtlarını da almaya başladı. Bu somut adım üzerine gerekenin yapılacağı konusunda güven duyan piyasalar, geçen haftaki düşüşün acısını çıkarır biçimde, dün hızla yukarı çıktı.
Avrupa Merkez Bankası’nın piyasaları tatmin etmesi halinde, piyasaların yönünün hızla değişeceğini zaten herkes tahmin ediyordu. Ancak şahsen bu çıkışın birkaç gün sürdükten sonra, yeniden bir düzeltme yaşanabileceğini tahmin ediyorum.
Dün piyasa oyuncuları ile konuşurken morallerinin büyük ölçüde düzeldiğini gördüm. Avrupa Merkez Bankası’nın nihayet, piyasaların ihtiyaç duyduğu önlemleri aldığını, küresel kriz çıktığında ABD Merkez Bankası FED’in aldığı kararlara benzer kararları uygulamaya sokup piyasaları rahatlattığını söylediler.
Kendilerine “Peki, piyasalar 750 milyar euro’luk fon kimseyi şüphelendirmiyor mu, durumun gerçekten de kötü olduğunu göstermiyor mu?” diye sorduğumda ise, “Piyasaların şimdi bu soruları sormayacağını” söylediler.
Yani piyasalar hazır olumlu haberi bulmuşken bunun tadını çıkaracak, mümkün olduğunca bu hızlı çıkıştan faydalanmaya çalışacaklar.
Ancak birkaç gün sonra, piyasadaki oyuncuların “Gerçekten durum bu kadar kötü mü?”, “Bu parayı kim verecek?”, “Bu parayı verecek olanın gerçekten böyle bir imkanı var mı?” “Peki bu fon da deliklere yetmezse ne olacak?”, “Büyük ülkeler bu kadar büyük açığı sonuna kadar finanse ede bilecekler mi?” gibi soruları sorup, yanıtlarını aramaya başlayacaklarını söylediler.
Dolayısıyla piyasa soru sormaya daha sonra başlayacak ve bu soruların karşılığında bulduğu yanıtlardan yeniden tedirgin olma ihtimali de var.
Özetle; bugün piyasalar Avrupa Merkez Bankası’ndan bekledikleri desteği nihayet buldular ve geçen haftaki kötüleşmeyi hızla telafi etmeye çalışıyorlar. Bir başka deyişle, bu olumlu gidişatın ne kadar süreceği de belli değil. Birkaç gün sonra piyasalarda bu kez, “sorunun likidite vermekle çözülemeyeceği” kanısı hakim olup, yapısal sorunların farkına varılırsa, yeniden işler değişebilir.
BİZDEKİ DURUM
Küresel piyasalardaki olumlu hava aynen içeriye de yansıdı. Cuma günü hisse senedi piyasalarında görülen büyük düşüşler, dünkü yükselişle, fazlasıyla telafi edilmeye çalışıldı. Kurlar yeniden inişe geçti, İMKB ciddi artışlar kaydetti. Faizlerde ise durum biraz daha farklıydı.
Faizlerin, kurlardaki ya da hisse senedi fiyatlarındaki kadar hızla iyileşmediğini görüyoruz. Dün bu satırlar yazılırken Hazine kağıdı faizleri ancak yüzde 9.42’ye kadar gerilemişti. Piyasa oyuncuları faizin bu oranın daha fazla altına geleceğini artık sanmadıklarını söylüyorlar.
Çünkü herkes biliyor ki; enflasyonda ciddi bir yükseliş var ve faiz oranları her ne kadar Merkez Bankası yönetimi resmi oranlarını değiştirmese de, yukarı doğru seyrini devam ettirecek.
Faizlerde çift haneyi, beklediğimizden erken olarak, Avrupa krizi nedeniyle geçen hafta içinde gördük ama dün bu oranlar yeniden tek haneye geri geldi. Bundan sonra, faizlerin yeniden çift haneye tekrar çıkması ise kaçınılmaz.
Küresel piyasalar ne kadar düzelse de faizlerdeki yukarı seyir devam edecek. Gerek küresel piyasalarda gerekse de bizde, hâlâ asıl yön bulunabilmiş değil...
Yazının Devamını Oku 
10 Mayıs 2010
BUGÜN piyasaları heyecanlı bir açılış bekliyor.
Dün Brüksel’den çıkan kararların paniği önleyip önlemeyeceğini bu sabahtan itibaren görmeye başlayacağız.
Piyasalar belli ki Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) aynen ABD Merkez Bankası FED’in krizde yaptıklarını yapıp, piyasaları rahatlatmasını bekliyor. Yani hem döviz alışverişini ucuzlatıp kolaylaştırmasını, hem piyasaya düşük faizle fazla likidite vermesini, hem de Avrupa bankalarının elindeki tahvilleri satın alıp bu bankaları rahatlatmasını bekliyorlar. ECB’nin bunların tümünü birden, böyle bir dönemde yapabileceğini pek tahmin etmiyorum.
Ancak daha makro açıdan bakarsanız Yunanistan krizinin aslında, “krizden sonra abartılı yükselen küresel piyasalarda yaşanması gereken bir düzeltme” olduğunu da görebiliriz.
Mali piyasalar hızla yükselirken, bu köşeden de, reel sektördeki düzeltme ile mali sektör düzeltmesi arasındaki farkın çok açıldığına, sonunda bir düzeltme olup, farkların birbirine yaklaşması gerekeceğine hep dikkat çekmiştik. Çünkü yaşanan denge, istikrarlı ve sürdürülebilir bir denge olmaktan çıkmıştı.
Yazının Devamını Oku 
6 Mayıs 2010
IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn Yunanistan’daki borç krizinin, Avrupa’nın geri kalanına yayılma riski bulunduğunu ama Fransa, Almanya gibi büyük ülkelere yayılma riski bulunmadığını belirtmiş. Buna karşılık aynı Strauss-Kahn, Euro bölgesinden bir tek ülkenin bile Euro’dan çıkması halinde, bunun Euro’nun sonu olabileceğini de kaydetmiş.
Strauss-Kahn ne kadar Fransa ve Almanya’nın tehlikede olmadığını söylese de, zaten bu ülkeler de Euro nedeniyle derinden etkilenmeye başladı. O nedenle hiçbir Avrupa ülkesinin Yunanistan krizinden muaf kalması mümkün değil. IMF Başkanı belli ki “uyarı vazifemi yapayım ama paniği de büyütmeyeyim” diye böyle söylemiş.
Bırakın Avrupa’yı, Euro kullanan ülkeleri, küresel ekonominin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Tabi ki bizim de...
Bir bankacı arkadaşımın dediği gibi; aslında her şey kitaba uygun gidiyor... Bankacılık krizini kamu karşılarsa ardından borç krizi geliyor, borç krizini aşmak için paranızın, varlıklarınızın değeri düşüyor, bunun ardından da enflasyon, belki de hiperenflasyon geliyor.
Şimdi çok açık biçimde küresel bazda, kitaplardaki bu süreci yaşıyoruz.
Euro’nun dolara karşı değer kaybı devam ediyor, parite 1.30’un altına indi. Son 6 ayda Euro’nun değer kaybı yüzde 15’i buldu, daha ne olsun? Bu gidişle Euro daha da değer kaybetmeye devam edecek.
O nedenle Almanya’nın, Fransa’nın etkilenmemesi mümkün değil.
Bu sürecin bize etkisine bakacak olursak; Yunanistan krizi için içten içe sevinenlerin, sonuçta büyük pişmanlık duyacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çünkü zaten içeride küresel krizin etkileri nedeniyle, makro ekonomide bazı bozulmalar görmeye başlamışken, bir de üzerine Yunanistan krizi geldi. Şimdi bu makro ekonomik etkilerin daha da hızlandığını göreceğiz... Aslında şimdiden görmeye de başladık.
Bunun da ötesinde Yunanistan krizinin tüm Avrupa’yı sarması, orta ve uzun dönemde Türkiye’yi başka ülkelerden çok daha fazla olumsuz etkileyebilir. Özellikle de krizden çıkışta rekabet ettiğimiz diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha olumsuz etkileyebilir...
FAİZ VE KURA ETKİSİ
Türkiye’nin ithalatının daha çok dolar bazında, ihracatının Euro bazında olduğunu hatırlar, Avrupa’da yaygınlaşacak krizin tüm Avrupa ülkelerinin satın alma gücünü azaltacağını hesaba katarsanız, bu ülkelere mal satan Türkiye için ne kadar kritik öneme sahip olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Zaten Yunanistan krizinin ilk sonuçlarını faizler üzerinde görmeye başladık. Açıkcası zaten faizde bir artış trendi başlamıştı ama faizde çift haneyi mayıs sonunda, hatta haziran ayı sonu bilançoları tamamlandıktan sonra göreceğimizi tahmin ediyorduk. İşte bu süreç hızlandı.
Dün Hazine kağıdı faizleri, ihale sonrası yüzde 9.60 seviyesine çıktı. Kriz derinleşirse mayıs sonunu bulmadan çift haneyi görmemiz mümkün. İşte size Yunanistan krizinin ilk sonucu...
Bu arada cari açık probleminin yeniden oluşmaya başladığını hatırlatmakta fayda var. Daha Yunanistan krizi yokken, ithalatın ihracattan çok daha hızlı artması sonucu cari açık problemi oluşmaya başladı. Yunanistan krizi tüm Avrupa’yı sararsa, Türkiye’nin cari açık problemi tahmin ettiğimizden çok daha çabuk biçimde kendisini göstermeye başlayabilir.
Bu noktada da unutmayalım ki; kurların hızlı artışı yani TL’nin çok daha hızlı değer kaybı, bununla birlikte faizlerin çok daha hızlı yükselmesi beraberinde gelebilir...
Merkez Bankası “itibarını düşünerek hareket edeceğini” söyledi ama son tavırlarıyla kendi itibarından çok hükümetin itibarını düşündüğünü gösteriyor. Merkez Bankası para politikasına dış etkiyi nötr olarak kabul etme eğilimindeydi. Bakalım, bu gelişmeler karşısında hala “Ben faiz artırımını yılın son çeyreğinde başlatacağım” sözünde duracak mı?
Yazının Devamını Oku 
4 Mayıs 2010
YILLIK enflasyon rakamları, dün açıklanan nisan ayı verileriyle birlikte yeniden çift haneye çıktı ve bir müddet daha böyle gideceği anlaşılıyor. Buna rağmen piyasaların yükselen enflasyon oranlarını kanıksadığı, fazla tedirgin olmadıkları görülüyor. Piyasalardaki beklenti bir miktar daha yüksekti ama nisan ayı tüketici fiyat artışı (TÜFE) yüzde 0.60 oranında geldi. Buna rağmen yıllık TÜFE artış rakamı ise yüzde 9.56’dan yüzde 10.19’a yükseldi.
Gıda fiyatlarındaki artış yüzde 0.1 oranında gelmesine rağmen, yıllık gıda fiyatları artışının yüzde 11.7’den 12.3’e çıktığı görüldü. Mevsimsel etkiler nedeniyle giyim fiyatlarında yüzde 10.6’lik bir artış görülürken, mobilya fiyatlarındaki artış ise yüzde 2.6’yı buldu.
Bu arada nisan ayı TÜFE endeksini aşağı çeken en önemli gelişme ise haberleşme hizmetleri fiyatlarındaki yüzde 5.4’lük düşüştü. Bu kalemin, toplam enflasyon oranını yüzde 0.24 oranında geri çektiği hesaplanıyor.
Piyasaların, Merkez Bankası kararlarında önemli rol oynadığı için baktıkları en önemli göstergelerden biri de çekirdek enflasyon. Çekirdek enflasyon olarak kabul edilen I endeksinde yıllık enflasyon artışının ise Mart sonunda yüzde 5.4 iken, Nisan sonunda 5.7’ye yükseldiği saptandı.
Nisan ayı üret ici fiyat endeksi (ÜFE) rakamları ise piyasadaki beklen tilerin epeyce üzerinde geldi. Piyasalarda yüzde 0.94’lük ortalama bir artış beklenirken, gerçekleşme yüzde 2.35 oldu. Böylece yıllık ÜFE artışı da uzun süreden sonra yeniden çift haneye çıkmış oldu. Yıllık ÜFE artışı mart sonunda yüzde 8.6 iken, nisan sonunda yüzde 10.4’e çıktı.
Nisan ayında aylık bazda tarım fiyatları yüzde 9.3 artarak aylık ÜFE rakamını yüzde 1.7 oranında yukarı çekti. Ana metal fiyatları da aylık ÜFE’ye yüzde 0.5 oranında katkı sağladı.
Piyasa uzmanları nisan ayı TÜFE ve ÜFE verilerini inceledikten sonra yaptıkları yorumlarda “enflasyon verileri maliyet taraflı baskıların önümüzdeki dönem devam edeceğini gösteriyor” saptamasında bulundular.
“V” SANDIĞIMIZ ŞEKİL “W” OLMASIN...
Özetle; enflasyon rakamları yükselmeye devam ediyor ve bir süre daha böyle gideceği artık kesin gibi. Buna rağmen piyasaların bu yüksek enflasyona alışmaya başladığını gözlüyoruz. Dünkü enflasyon rakamlarından sonra yapılan piyasa analizlerinde daha çok “beklentilerin altında geldi” şeklinde, yükselen enflasyonu makul gösteren vurgular hakimdi.
Buradan yola çıkarak yapılan başka bir yorum da “Merkez Bankası’nın faiz kararlarını değiştirecek bir görünüm olmadığı” biçimindeydi.
Merkez Bankası yönetiminin son raporunda enflasyonun bir süre daha yüksek seyredeceğini ama kendi faiz artış kararının yılın son çeyreğinde geleceğini söylemesi, piyasaları biraz rahatlatmıştı. İşte bu nedenle asıl baktıkları karar olan “Merkez Bankası’nın faiz kararı”nı, son enflasyon rakamlarının değiştirmeyeceğini düşünüyorlar ve belki de bu nedenle rahat görünüyorlar.
Ancak buna rağmen, kendi hesaplarında kullandıkları 2010 yıl sonu enflasyon tahminlerini revize edip, yükseltmekten de geri kalmadıkları gözleniyor.
Enflasyondaki yükselişin başımıza ne gibi kötü işler açacağını, hele hele enflasyondaki artışa rağmen faiz kararlarında geç kalınması halinde başımıza gelecek işleri, bilseler bile, unutmuş görünüyorlar.
Aynen hızla yüksel en cari açık rakamında olduğu gibi, kötü noktaları görmek istemiyorlar.
Tam “zayıflıklarımızı görmezsek belki işler iyi gider” diye gözlerimizi yummuşken, Avrupa’nın ekonomik durumu başta olmak üzere küresel ekonomideki son gelişmeler, krizden çıkıştaki “V” şeklinin aslında “W” olduğunu gösteriyorsa, ne yapacağız?
Yazının Devamını Oku 